Davet ve Cihad

"İslâm bir bütündür" sözünü sürekli tekrar eder durur ve bu bütünün bir parçasını alarak diğerini terk etmenin bektaşi metodu olduğunu hepimiz kabulleniriz. Ancak ne hikmetse günümüzde İslâmi kesimden olanlar çoğunlukla İslâm'ın temel kaynaklarından sadece kendi konumlarıyla ilgili delilleri gündeme getirmekle yetiniyor, böylece kendi konumlarının İslâm'ın bizzat kendisi olduğu imajı oluşturma çabası içine giriyorlar. Bu tutum kavramların da yerli yerine oturtulmasını engelliyor.

İslâm'da her amelin kendine göre hükmü ve yerine getirilmesinde aranacak şartlar vardır. Mazereti olmayan birinin Ramazan'da oruç yemesi haram kılınırken bayramda da oruç tutmak yasaklanmıştır. Mazereti olmadığı halde Ramazan'da oruç tutmayan biri kınanır ama bir başka ayda nafile oruç tutmadığından dolayı kimseyi kınama hakkımız yoktur. Aynı şekilde bayram günleri dışında nafile oruç tutana da bir şey deme hakkımız olamaz.

Günümüzde bu kavram kargaşası yüzünden ve özellikle de bazı kesimlerin kendi tutumlarını İslâm'ın bizzat kendisi veya sunduğu tek metot olarak gösterme çabası içine girmelerinden dolayı başta Allah'ın mübarek kıldığını bildirdiği topraklardaki cihad olmak üzere çeşitli yörelerde yürütülen İslâmi mücadeleler, cihadlar mağdur edilmekte, töhmet altına sokulmaktadır. Sanki İslâm "hoşgörü" diniymiş, savaşın İslâm'da yeri yokmuş veya günümüz şartlarında dünyanın her yerinde "hoşgörü"nün öne çıkarılması gerekliymiş gibi bir hava estirilmektedir.

İşin gerçeğinde İslâm bir hoşgörü dinidir. Ama hak arayışında ve davetin önündeki engellerin kaldırılması mücadelesinde kuvvete başvurmak da Müslümanların haklarıdır. Bugün İslâm coğrafyasına kene gibi yapışan sömürgeci güçler çıkarlarının tehlikeye girdiği anda hemen kuvvete başvurdukları ve göz kırpmadan insanları topluca katlettikleri halde onların bu tutumlarına karşı bir tepki gösterilmezken Müslümanların gasp edilmiş haklarını geri almak amacıyla kuvvete başvurmaları karşısında kimsenin bir şey söylemeye hakkı yoktur.

Yüce Allah davet konusunda şöyle buyurur: "Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et." (Nahl, 16/125) Yine bir başka âyeti kerimede, Hz. Musâ ile Hz. Harun'a hitap olarak şu ifadeye yer verilir: "Firavun'a gidin. Çünkü o gerçekten azdı. Ona yumuşak söz söyleyin. Umulur ki öğüt alır veya korkar." (Tâhâ, 20/43-44) Bu, İslâm'ın davet konusundaki metodudur. İnsanları Allah'ın dinine çağırırken, onlara doğruları anlatmaya çalışırken, birbirimize öğüt verirken, kötülüklerin terk edilip iyiliklerin uygulamaya geçirilmesi için çalışırken başvurmamız gereken metot budur. Ancak bu da kötülüğe hoş görüyle bakmak değil, insanları kötülükten uzaklaştırmada hoşgörülü davet ve tebliğ metodunu seçmektir. Çünkü kötülüğü ya elle, ya dille değiştirmek gerektiği, bunu yapamayanın en azından kalben karşı çıkmak zorunda olduğu ve bunun imanın en zayıf derecesi olduğu Resulullah (s.a.s.) tarafından vurgulanmıştır.

Öte yandan Müslümanların küfür karşısında boyun eğmemeleri ve müşriklerin zorbalığı karşısında İslâm'ın yüceliğini korumak için çalışmaları konusunda Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur: "Ey iman edenler! Kâfirlerden size yakın olanlarla savaşın. Sizde bir sertlik bulsunlar." (Tevbe, 9/123) Bugün Mescidi Aksa'nın altını oyarak onu yıkmaya çalışanlar, insanları sırf Allah'ın dinine inandıklarından ve vatanlarına sahip çıktıklarından dolayı ölüme ya da sürgüne mahkum edenler vs. hakkında ise Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah'a ve Peygamberine karşı savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya uğraşanların cezaları ya öldürülmeleri, ya asılmaları, ya ellerinin ve ayaklarının çapraz olarak kesilmesi veya bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onlar için dünyada bir aşağılıktır; ahirette ise onlara büyük bir azap vardır." (Maide, 5/33)