NEMÂZIN ŞARTLARI

19 - Nemâzın dışında olan, ya'nî nemâza başlamadan önce yapması farz olan şartları yedidir:

1) (Hadesten tahâret), ya'nî abdest almakdır. Eğer su bulunmazsa teyemmüm etmekdir.

2) (Necâsetden tahâret), ya'nî elbisesini, vücûdünü ve nemâz kılacağı yeri pislikden temizlemekdir. Gerek ağır, gerekse hafîf olsun, az veyâ çok olsun pisliği temizlemek iyi olur. Peygamberimiz aleyhisselâm buyurdu ki, (Kan ve cerâhat pisdir. Nemâz kılınan yeri de pislikden temizlemek lâzımdır. Bedenini de, bevlden ve menîden ve bütün pisliklerden temizlemek lâzımdır.)

[Hanefî mezhebinde kan, idrâr, ispirto kaba necâsetdir. Küçük havza damlayınca, suyun hepsi kaba necâset olur. Bulaşdıkları yer, avuç içindeki suyun yüzeyinden az ise, nemâz sahîh olur. Cebde bulunan kapdaki ispirto, kan ve alkollü içkiler, bir miskalden [beş gramdan] az ise, nemâz sahîh olur. Bu mikdârlardan çok ise, nemâz sahîh olmaz. (Dürr-ül-muhtâr)da, İstincâ bahsi sonunda diyor ki, (Su ile toprakdan biri temiz ise, karışımları olan çamur temiz kabûl edilir. Fetvâ da böyledir.) (İbni Âbidîn), (Bahr), (Eşbâh), (Feth) ve (Bezzâziyye)de de böyle yazılıdır. Bu söze za'îf diyenler de var ise de, harac, meşakkat olunca, za'îf kavl ile amel olunur. Fıkh âlimlerinin bu sözlerinden, ihtiyâcı karşılamak için yapılan kolonya, ilâc, vernik ve boya gibi ispirtolu karışımların temiz kabûl edilecekleri anlaşılmakdadır. Nemâz kılarken necâsetden korunmakda harac, meşakkat olduğu zemân, bu kavl ile amel edilir. Şâfi'î ve mâlikî mezhebinde de böyle olduğu, (Ma'füvât) kitâbında yazılıdır. İspirtolu ilâcların temiz kabûl edilmeleri, bunları içmenin câiz olacağını göstermez. Zarûret olmadıkca, yinmeleri ve içilmeleri yine câiz olmaz. Alkollü içkiler, ihtiyâc eşyâsı değildirler. Necâset olmaları, bu kavle göre de, afv edilmez.]

3) Avret yeri açık olarak kılınan nemâz sahîh olmaz.

4) Kıble cihetine dönmekdir. Kıble, Mekke şehrinde bulunan Kâ'bedir. Nemâz Kâ'beye karşı kılınır. Kâ'beye karşı secde edilir. Kâ'be için secde edilmez. Allahü teâlâ için secde edilir. Vapurda, trende de, nemâz kılarken, Kıbleye dönmek farzdır. Bunlarda kıbleye dönemiyen hanefîler, mâlikî veyâ şâfi'î mezhebini taklîd ederek, iki nemâzı cem' eder. Takvîmde yazılı (Kıble sâati) vaktinde, güneşe dönen, kıbleye dönmüş olur.

5) Her nemâzı vaktinde kıldığını bilmekdir. İbni Âbidîn, diyor ki, (Ezân, vaktinde okununca, islâm ezânı olur. Vaktinden evvel okunursa, konuşmak olur. Din ile alay etmek olur.)

NEMÂZ VAKTLERİ

Âkıl ve bâlig olan, ya'nî aklı olup, evlenme yaşına gelmiş olan her müslimân erkeğin ve kadının, hergün beş vakt nemâzı, zemânlarında kılmaları farzdır. Bir nemâz zemânının başladığı vakte, o nemâzın vakti denir. Bir nemâz, vakti gelmeden önce kılınırsa, sahîh olmaz. Hem de büyük günâh olur. Nemâzın sahîh olması için, zemânında kılmak lâzım olduğu gibi, zemânında kıldığını bilmek, şübhe etmemek de farzdır.

Hadîs-i şerîfde, (Nemâz zemânının bir evveli vardır. Bir de sonu vardır) buyuruldu. Bir mahalde, bir nemâz zemânının evvel vakti, güneşin o mahallin zâhirî üfk hattından belli bir irtifâ'a geldiği vaktdir. Üzerinde yaşadığımız (Erd küresi), mihveri (ekseni) etrâfında, boşlukda dönmekdedir. Bu mihver, Erdın merkezinden geçen ve Erdın sathını [yüzeyini] iki noktada delen bir doğrudur. Bu iki noktaya (Erdın kutubları) denir. Güneşin ve yıldızların, üzerinde hareket etdikleri zan olunan küreye (Semâ küresi) denir. Güneş hareket etmez. Fekat, Erd küresi döndüğü için, güneş hareket ediyor zan ediyoruz. Etrâfımıza bakınca yer ile gök, büyük bir dâirenin kavsi üzerinde birleşmiş gibi görünüyor. Bu dâireye (Üfk-ı zâhirî hattı) denir. Güneş, sabâhları, bu hattın şark tarafından doğuyor. Semânın ortasına doğru yükseliyor. Öğle vakti, tepeye kadar yükselip, tekrâr alçalmağa başlıyor. Sonra, üfk-ı zâhirî hattının garb tarafında, bir noktadan batıyor. Üfk-ı zâhirî hattından i'tibâren en yüksek olduğu vakt (Zevâl vakti)dir. Bu vaktde, güneşin (Üfk-ı zâhirî hattından) olan yüksekliğine, güneşin (Gâye-i irtifâ')ı denir. Semâya bakan insana (Râsıd) denir. Râsıdın ayaklarından geçen Erdın yarı çapı istikâmetine râsıdın (Şâkûl)ü denir. Râsıd, yer küresinin hâricinde herhangi bir yükseklikdeki bir M noktasındadır. ME hattı, râsıdın şâkûlüdür. Bu şâkûle dik olan düzlemlere râsıdın (Üfk düzlemleri) denir. Altı üfk düzlemi vardır: 383.cü sahîfedeki resmde 3 numaralı, Râsıdın ayaklarından geçen MF (Riyâdî üfk) düzlemi. Yer küresine temâs eden BN (Hissî üfk) düzlemi. 3- Râsıdın etrâfını çeviren (Zâhirî üfk hattı) dâiresinin [LK dâiresinin] çizildiği LK düzlemi (Mer'î üfk) düzlemi. 4- Erdin merkezinden geçen (Hakîkî üfk) düzlemi. 5- Râsıdın bulunduğu yerin en yüksek noktasının Pq zâhirî üfk hattından geçen şer'î üfk düzlemidir ki, bu düzlemin yer küresini kesdiği dâireye, bu râsıdın (Şer'î üfk hattı) denir. Bu beş düzlem, birbirlerine paraleldir. 6- Bunlara paralel olmıyan (Sathî üfk düzlemi) vardır. Râsıdın bulunduğu yer yükseldikçe, (Zâhirî üfk hattı) büyür ve hakîkî üfk hattına yaklaşır. Bundan dolayı, bir şehrde, muhtelif yükseklikler için, bir nemâzın muhtelif vaktleri olur. Hâlbuki, bir şehrde, bir nemâzın tek bir vakti vardır. Bundan dolayı, nemâz vaktleri için, zâhirî üfk hatları kullanılmaz. Yükseklik ile değişmiyen (Şer'î üfk) hattından olan Pq şer'î irtifâ' kullanılır. Her üfk düzleminin semâ küresini kesdiği dâirelere, bu üfkun (hattı) denir. Râsıdın bulunduğu yer yükseldikçe, (Zâhirî üfk hattı) dâiresi büyür. Her mahallin altı üfkundan üçü için, bir nemâzın birer vakti vardır: Hakîkî, zâhirî ve şer'î vaktler. Bunlardan herbirinin Riyâdî ve Mer'î kısmları vardır. Riyâdî vaktler, güneşin irtifâ'ından hesâb ile bulunur. Mer'î vaktler, riyâdî vaktlere 8 dakîka 20 sâniye ekliyerek hâsıl olur. Çünki ziyâ, güneşden Erda 8 dakîka 20 sâniyede gelmekdedir. Güneşi görerek de anlaşılır. Riyâdî ve hakîkî vaktlerde nemâz kılınmaz. Nemâzlar mer'î vaktlerde kılınır. Riyâdî vaktler, mer'î vaktlerin bulunmalarına vâsıta olurlar. Güneşi görenler için, bir nemâzın zâhirî mer'î vakti, görmiyenler için hesâb ile bulunan şer'î mer'î vakti kullanılır. Zâhirî mer'î vakt, güneşin ön kenârının, bu mahaldeki zâhirî üfuk hattına nazaran, bu nemâz vaktine mahsûs olan irtifâ'a geldiği görülünce başlar. Bu irtifâ'a (Zâhirî irtifâ') ve bu vakte (Zâhirî vakt) denir. Şer'î vakt, güneşin ön kenârının, şer'î üfuk hattına nazaran, bu nemâzın irtifâ'ına geldiği hesâb ederek anlaşılır. Zâhirî üfklara nazaran olan irtifâ' dereceleri, gündüz, güneş doğarken başlar. Gece, güneşin gurûb etdiği zâhirî üfkdan başlar. Şer'î üfk, öğleden evvel, hakîkî üfkdan evveldir. Tulû' ve gurûb vaktlerinde güneşin irtifâ'ı sıfırdır. Fecr-i sâdık vaktinin başlaması irtifâ'ı, dört mezhebde de, üfk-ı zâhirî hattının şark tarafından -19 derecedir. Yatsı nemâzı vaktinin başlaması irtifâ'ı, İmâm-ı a'zama göre, üfk-ı zâhirî hattının garb tarafından -19 derece, iki imâma ve diğer üç mezhebe göre -17 derecedir. Güneşin merkezinin, üfk-ı hakîkîden, gâye irtifâ'ına yükseldiği görülünce, mer'î hakîkî (Zevâl vakti) olur. Güneşin ön ve arka kenârlarının gâye irtifâ'larına geldiklerindeki gölge uzunlukları aynı olup, vaktleri farklıdır. Bu iki vaktin ortalamasında, zevâlî sâat makinalarının ayârları 12 yapılır. Bu vakt, hesâb ile bulunan riyâdî zevâl vaktinden 8 dakîka 20 sâniye sonradır ve yere dik çubuğun gölgesinin en kısa olduğu vaktdir. Öğle ve ikindi vaktlerinin irtifâ'ları hergün değişmekdedir. Bu iki irtifâ' hergün yeniden ta'yîn edilir. Bir beldede, güneşin hakîkî gâye irtifâ' derecesi , o beldenin arz derecesinin temâmîsi ile, o günkü meyl-i şemsin cebrî toplamıdır. Güneşin kenârının, zâhirî üfuk hattından, nemâzın irtifâ'ına geldiği vakt görülemiyeceği için, fıkh kitâbları bu mer'î vaktin alâmetlerini, işâretlerini bildirmekdedir. Semâda bu alâmetleri görebilenler, nemâzlarını bu mer'î (Zâhirî vaktler)de kılar. Güneşi veyâ zâhirî vaktlerin alâmetlerini göremiyenler ve takvîm hâzırlıyanlar, güneşin kenârının, şer'î üfuklara göre olan (riyâdî şer'î) irtifâ'lara geldiği vaktleri hesâb eder. Nemâzlarını, sâate bakarak bu (Riyâdî şer'î vaktler)de kılarlar. Sâat makinelerinin bu riyâdî şer'î vaktleri gösterdiği vakt, (mer'î şer'î) vakt olur. Nemâzlar, bu mer'î vaktlerinde kılınmış olur.

Tenbîh: Hesâb ile, güneşin, şer'î üfka nazaran irtifâ' noktasına geldiği, riyâdî vaktler bulunmakdadır. Güneşin, bu riyâdî vakte geldiği, bu riyâdî vaktden 8 dakîka 20 sâniye sonra görülür ki, bu vakt, mer'î vaktdir. Ya'nî, mer'î vakt, riyâdî vaktden 8 dakîka 20 sâniye sonradır. Sâat makinelerinin başlangıçları, ya'nî hakîkî zevâl ve şer'î gurûb vaktlerinin sıfır olduğu vaktler, mer'î vaktler olduğu için, sâat makinelerinin ayârları, riyâdî vakt sıfır oldukdan 8 dakîka 20 sâniye sonra sıfır yapıldıkları için, sâat makinelerinin gösterdikleri riyâdî vaktler, mer'î vaktler olmakdadır. Şer'î vaktler, hesâb ile bulunduğu ve takvîmlerde riyâdî vaktler yazılı olduğu hâlde, sâat makinelerinde mer'î vaktler hâline dönmekdedirler. Hesâb ile, önce güneş merkezinin, hakîkî üfk hattına göre, nemâzın irtifâ'ına geldiği (Riyâdî hakîkî vaktler) bulunmakdadır. Bunlar, sonra temkin ile mu'âmele olunarak,(riyâdî şer'î) vaktlere çevrilir. Sâat makinelerinde, riyâdî vaktlere 8 dakîka 20 sâniye ilâve etmek lâzım olmaz.

K =Güneşin merkezinden geçen Semt düzleminin LK zâhirî üfuk hattını kesdiği nokta.

MS =Erd küresine K noktasında mümâs olan [değen] üfk-ı hissî düzlemine Râsıdın (üfk-ı sathî)si denir.

HK=Güneşin kenârının üfk-ı zâhirî hattı üzerindeki K noktasından irtifâ'ıdır. Bu irtifâ', güneşin sathî üfka nazaran olan ZS irtifâ'ına müsâvîdir.

D =C = Ç = İnhitât-ı üfuk zâviyesi.

M =Mahallin herhangi bir yüksek yeri.

ZS = Güneşin, sathî üfka nazaran irtifâ'ını gösteren, semâdaki semt dâiresi kavsidir. Bu kavsin derecesi, HK kavsinin derecesine müsâvîdir.

O = Üfk-ı hakîkî ile üfk-ı sathînin kesişdiği doğru noktalarından biri.

1- Üfk-ı hakîkî, 2-Üfk-ı hissî, 3- Üfk-ı riyâdî, 4-Üfk-ı sathî düzlemleri, 5-Üfk-ı zâhirî hattı. 6- Üfk-ı şer'î hattı.

G = Güneşin merkezinin görünüşü.

GA=Güneşin hakîkî irtifâ'ı kavsi.

B=Mahallin en alçak yeri.

ZMF=Güneşin riyâdî irtifâ' zâviyesi.

Herhangi bir yükseklikde bulunan Râsıdın, o mahallin, ova ve deniz gibi en aşağı noktaları ile semânın birleşmiş gibi gördüğü dâireye râsıdın (Zâhirî üfuk hattı) denir. Bu dâireden geçen üfuk düzlemine bu yüksekliğin (Üfk-ı mer'î)si denir. Râsıdın bulunduğu mahallin en aşağı yerine, ya'nî Erd küresinin sathına [yüzüne] temâs eden BN üfuk düzlemine râsıdın (Üfk-ı hissî)si denir. Râsıdın bulunduğu M noktasından geçen ve Erd küresine K noktasında temâs eden [değen] MS düzlemine râsıdın, (Sathî üfuk)u denir ki, râsıdın gözünden çıkan şu'â' istikâmetidir. Bir mahaldeki muhtelif yükseklikler için, muhtelif sathî üfuklar vardır. Herbiri için, güneşin ayrı irtifâ'ları vardır. Belli bir yüksekliğe mahsûs olan bir sathî üfuk, râsıdın şâkûlü etrâfında devr ederse Erd küresine temâs eden K noktaları, zâhirî üfuk hattını meydâna getirirler. Râsıd, mahallin en yüksek noktasında iken, zâhirî üfk hattına (Şer'î üfuk) denir. Erd küresinin merkezinden geçen AE üfuk düzlemine râsıdın (Üfk-ı hakîkî)si denir. Merkezinde Erd küresi bulunan ve üzerinde güneş ile yıldızların bulundukları düşünülen büyük küreye (Semâ küresi), şâkûlün semâ küresini deldiği noktaya, bu mahallin (Semt noktası) denir. Şâkûlden geçen sonsuz mikdârdaki düzlemlere (Semt düzlemi) denir. Güneşden geçen ZMS semt düzlemi, sathî üfuklardan birini keser. Semt düzlemleri ve sathî üfk düzlemleri M den geçdikleri için, semt düzlemleri ile sathî üfk düzlemleri birbirlerini bir doğru üzerinde keserler. Bu MS doğrusuna, (Sathî üfuk hattı) denir. Bu hat, K noktasında, EK yarı çapına amûddur, [dik]dir ve râsıdın gözünden geçer. Semt düzlemlerinin semâ küresini kesdiklerini düşünürsek, küre sathında hâsıl olan bu dâirelere, bu mahallin (Semt dâireleri) veyâ (İrtifâ' dâireleri) denir. Bu dâireler, bu mahallin üfuk düzlemlerinden beşini dik olarak keserler. Güneşin merkezinden geçen semt dâiresinin, hakîkî üfuk düzlemini kesdiği A noktası ile güneşin merkezi arasında kalan AG kavsinin derecesine, güneşin o mahalde ve o andaki (Hakîkî irtifâ'ı) denir. Şems, her an, başka semt dâirelerinden geçmekdedir. Şemsin bir Z kenârından geçen semt dâiresinin, bu kenârı kesdiği Z noktası ile hissî, mer'î, sathî ve riyâdî ve hakîkî üfuk düzlemlerini kesdiği iki nokta arasında kalan semt kavsinin derecesine, güneşin bu üfuklara göre (İrtifâ')ları denir. Şemsin bu üfuklardan aynı irtifâ'da olduğu vaktler farklıdır. Güneş bir mahallin sathî üfkunun altına girince, ya'nî bu üfka nazaran irtifâ'ı sıfır olunca, bu üfkun her yerindeki Râsıdlar, güneşin bu üfukdan gurûb etdiğini görürler. Yüksekde bulunan Râsıd, LK kendi üfk-ı zâhirîsi hattının bir K noktasından geçen, üfk-ı sathîden gurûbunu görür. LK, Üfk-ı zâhirî dâiresinin her noktasından geçen birer sathî üfuk düzlemleri vardır. Güneşden geçen ZS semt dâiresi, bu üfuklardan birini S noktasında dik olarak keser. K noktasındaki MKO sathî üfku, Râsıdın (Sathî üfk)udur. Sathî üfuk ve MF riyâdî üfku, Râsıdın bulunduğu aynı düzlem içinde, aynı yükseklikden geçiyorlar. Fekat, aralarında bir C zâviyesi [açı] vardır. Bu açıya (İnhitât-ı üfuk zâviyesi) denir. Ahmed Ziyâ beğ diyor ki, (râsıdın bulunduğu mahallin, üfk-ı hissîden, metre olarak, irtifâ'ının kare kökü 106,92 ile çarpılınca, bu mahallin inhitât-ı üfuk açı sâniyesi olur). Yüksekdeki Râsıda nazaran güneşin gurûb etmesi, üfk-ı sathîye nazaran irtifâ'ının sıfır olmasıdır. Diğer nemâzlar zevâlden sonra oldukları için, bunların şer'î vaktleri de, bunun gibidir. Ya'nî, güneşin sathî üfka nazaran irtifâ'ları ile hesâb edilir. Güneşin sathî üfka nazaran (ZS) irtifâ'ı, Râsıdın bulunduğu mahallin şâkûlünden geçen semt dâirelerinden, güneşin kenârından geçen dâirenin kavsidir. Bu kavs, Râsıdın gözünden çıkıp, bu kavsin iki ucundan geçen iki yarım doğru arasındaki zâviyenin derecesini göstermekdedir. Bu kavse muvâzî [paralel] olarak, zâviyenin iki kenârı arasında çizilen sayısız mikdârdaki kavslerin hepsi de, güneşin bu irtifâ' derecesini göstermekdedirler. Râsıd, bu kavslerden, sathî üfkun, üfk-ı zâhirî hattını kesdiği K noktasından geçen HK kavsini, güneşin sathî üfk hattına nazaran irtifâ'ı olarak görmekdedir. Bunun için, sathî üfka nazaran irtifâ' olan, ZS kavsi yerine, zâhirî üfuk hattına nazaran olan, HK (zâhirî irtifâ'ı) kullanılmakdadır. Bu irtifâ', hakîkî üfka göre olan ZA irtifâ'ı ile C inhitât-ı üfk zâviyesi toplamı kadar olmakdadır. Mer'î şer'î vaktler, bu irtifâ' ile hesâb edilmekdedir. Şemsin zâhirî irtifâ'ı, Sekstant ve Rub'-ı dâire tahtası ile bulunmakdadır.

Erd mihverinin [ekseninin] semâ küresini kesdiği iki noktaya (Semâ kutbu) denir. Mihverden geçen düzlemlerin semâ küresinde hâsıl etdikleri dâirelere (Meyl dâireleri) denir. Erd merkezinden geçen ve mihverine amûd [dik] olan düzleme (Ekvator) sathı denir. Güneşin merkezi ile Ekvator sathı arasında kalan meyl dâiresi kavsinin derecesine (Güneşin meyli) denir.

Bir mahalde, bir meyl düzlemi ve birçok semt düzlemleri vardır. Bir mahallin şâkûlü ile Erdın mihveri, Erdın merkezinde birleşirler. Hâsıl etdikleri zâviyenin düzlemine (Nısf-ün-nehâr düzlemi) denir. Bu düzlemin semâ küresini kesdiği dâireye (Nısf-ün-nehâr dâiresi=Meridiyen), hakîkî üfku kesdiği doğruya (Nısf-ün-nehâr hattı) denir. Güneşin günlük mahrekleri, birbirlerine ve Ekvator düzlemine paralel olan dâirelerdir. Bu dâirelerin bulundukları düzlemler, Erdin mihverine ve Nıfs-ün-nehâr düzlemine dikdirler. Üfuk düzlemlerini eğik [mâil] olarak keserler. Güneş bir mahallin üfk-ı zâhirî hattı üzerinde kaldığı zemân, o mahalde şemsî gündüz olur. Güneşden geçen semt dâiresi, üfk-ı zâhirî hattını dik olarak keser. Güneş, bir mahallin Nısf-ün-nehâr dâiresi üzerine gelince, ya'nî merkezi hakîkî üfukdan gâye irtifâ'ında iken, merkezinden geçen meyl dâiresi ile, o mahallin semt dâiresi aynı olur. Bu dâirenin, güneş merkezi ile Ekvator arasındaki kavsi (Meyl), üfk-ı hakîkî arasındaki kavsi, (Hakîkî gâye irtifâ'ı) derecesi olur. Râsıd Ekvatorda ise, hakîkî üfku, Erdin mihverinden geçer. Her zemân, gece ve gündüz oniki sâat olurlar. Râsıd Kutubda ise, hakîkî üfuk düzlemi, Ekvator düzlemi ile aynı olur ve güneş, Râsıdın bulunduğu yarım kürede iken, altı ay gündüz, diğer yarım kürede olunca, altı ay gece olur. Güneşin senelik hareketini yapdığı (Husûf düzlemi), Ekvator düzlemini Erdın bir kutru [çapı] istikâmetinde keser. Aralarında dâimâ 23 derece 27 dakîkalık zâviye vardır. Güneş Ekvatorun bir tarafında iken, bu mahallerde yaz, diğer yarım kürede kış olur.

Sabâh nemâzının zemânı, dört mezhebde de, (leyl-i şer'î) sonunda, ya'nî (Fecr-i sâdık) denilen beyâzlığın şarkdaki üfk-ı zâhirî hattının bir noktasında görülmesinden, (leyl-i şemsî)nin sonuna, ya'nî güneşin üst kenârının, o mahaldeki üfk-ı zâhirî hattından doğuncaya kadardır. Beyâzlık, üst kenârı bir mahallin üfk-ı zâhirî hattına 19 derece yaklaşınca, bir noktada görülür. Oruc da bu vakt başlar. İslâm âlimleri, -19 derece irtifâ' ile hesâb etdikleri imsâk vaktlerinin, bulutsuz ve berrak havada, üfk-ı zâhirî hattına ve sâate bakarak, beyâzlığın, üfk-ı zâhirî hattının bir noktasında başladığı vakt ile aynı olduklarını görmüşlerdir. Biz de böyle gördük. Şimdi, oruc tutmağa bu vaktlerden sonra başlıyanların orucları sahîh olmamakdadır. Dahâ sonra, irtifâ' -18 olunca, beyâzlık bu üfuk hattı üzerine yayılır. Sabâh nemâzını bu vakt kılmak ihtiyâtlı olur. Avrupalılar, bu vakte fecr diyorlar. Müslimânların, din işlerinde, hıristiyanlara değil, islâm âlimlerine uyması lâzımdır. Beyâzlık, üfuk hattı üzerinde kırmızılığın başlamasından iki derece evvel başlar. -20 derece yaklaşınca beyâzlığın başladığını bildirenlerin de bulunduğu, İbni Âbidînde ve M.Ârif beğin takvîminde yazılı ise de, islâm âlimleri, -19 derece olduğunda ittifâk etmişlerdir. Kırmızılığın yayılması, güneşin üst kenârı, üfk-ı zâhirî hattına 16 derece yaklaşıncadır. Fecr ve imsâk vakti için -16 derece irtifâ'ı kabûl etmek, islâm âlimlerine uymamak olur.

Zâhirî zuhr mahalli ile hakîkî zuhr mahalli aynı değildir. Güneşi görenler için, öğle nemâzının evvel mer'î vakti, güneşin arka kenârı zâhirî zevâl mahallinden ayrılınca başlar. Bu vakt, güneşin arka kenârının, üfk-ı şer'î hattından gâye irtifâ'ına yükseldiği vaktdir ve feyyi zevâlden, ya'nî dik bir çubuk gölgesinin, en kısa iken, uzamağa başladığını görmekle anlaşılır. Bu vakt, güneş merkezinin, o mahaldeki gündüz müddetinin ortasından [semâdaki Nısf-ün-nehâr dâiresinden] ya'nî hakîkî üfk hattına göre, hakîkî gâye irtifâ'ına yükseldikden, ya'nî (Hakîkî zevâl vakti)nden sonra, arka kenârının, Erd üzerindeki üfk-ı şer'î hattının garb tarafından, zâhirî gâye irtifâ'ına indiği görülünce başlar. Güneşi görenler için, nemâz vaktlerinin, [güneşin merkezinin] üfk-ı hakîkîye nazaran olan, hakîkî irtifâ'ları ile değil, arka kenârının üfk-ı şer'î hattından zâhirî irtifâ'ına geldiği, ya'nî nemâz vaktinin, hakîkî irtifâ'ına gelmesinden sonra temkin zemânı geçdiği görülünce başlıyacağı, Tahtâvînin (İmdâd hâşiyesi)nde yazılıdır. Zâhirî zuhr vaktinin, güneşin, şer'î gâye-i irtifâ'dan alçaldığı görüldüğü vakt başladığı (Mecma'ul enhür)de de yazılıdır. Etrâfımızda, bir dâire şeklinde gördüğümüz (zâhirî üfuk hattı) dâiresinin mahalli, Râsıd, en aşağı yerde iken, üfk-ı hissî üzerinde bir B noktasıdır. Semâda zâhirî gâye irtifâ'ındaki (Zâhirî zevâl mahalli) de, semâdaki zâhirî zevâl noktası olur. Râsıd, insan boyu kadar bile yükseldikce, üfk-ı zâhirî hattı, üfk-ı hissîdeki B noktasının etrâfında, nısf kutru, inhitât-ı üfuk derecesi kadar bir kavs olan, bir dâire şeklini alır ve üfk-ı hakîkîye doğru alçalır. Semâdaki, zâhirî zevâl mahalleri de, üfk-ı zâhirî hattından gâye irtifâ'ında olan noktaların, zâhirî zevâl noktası etrâfında husûle getirdikleri bir dâirenin, güneşin mahrekini kesdiği iki nokta arasındaki mahrek kavsi olur. Bu zevâl dâireleri, Nısf-ün-nehâr düzlemine dikdir ve nısf kutrları olan kavsler, inhitât-ı üfuklar kadardır. Zâhirî zevâl kavsinin başı ve sonu, güneşin günlük mahrekinin, zâhirî zevâl dâiresini kesdiği iki noktadır. Güneşin ön kenârı, birinci noktaya gelince, gölgenin kısalması fark edilmez, zâhirî zevâl vakti başlar. Arka kenârı, ikinci noktadan çıkınca, temâm olur. Bu vakt, gölgenin uzamağa başladığını görmekle anlaşılır. (Zevâl mahalli dâireleri)nden her biri, Erd üzerindeki, râsıdın bulunduğu mahalle mahsûs olan zâhirî üfuk hattı dâiresinin noktalarından aynı gâye irtifâ'ında bulunan noktalardan meydâna gelmişdir. (Şer'î zevâl vakti), güneşin ön kenârının, bu dâirelerin en dışındaki, en büyüğü üzerindeki iki noktadan birincisine geldiği vakt başlar. Arka kenâr, bu dâireden ayrılırken, şer'î zevâl vakti temâm olarak (şer'î zuhr vakti) başlar. Riyâdî şer'î vaktler hesâb ile bulunarak takvîmlere yazılır. Zuhr vakti, asr-ı evvele kadar, ya'nî bir şeyin gölgesi, zevâl vaktindeki boyundan, bu şeyin boyu mikdârı uzayıncaya veyâ asr-ı sânîye, ya'nî boyunun iki misli uzayıncaya kadar devâm eder. Birincisi, iki imâma ve diğer üç mezhebe göre, ikinci vakt ise, İmâm-ı a'zama göredir.

İkindi nemâzının vakti, öğle vakti bitince başlıyarak, güneşin arka kenârı üfk-ı zâhirî hattından batıp, gayb olduğu görülünciye kadar ise de, güneş sarardıkdan sonra, ya'nî alt [ön] kenârı üfk-ı zâhirî hattına bir mızrak boyu yaklaşınca, her nemâzı kılmak ve ikindiyi bu vakte gecikdirmek harâmdır. Güneşin veyâ ziyâsının geldiği yerlerin sararması, merkezinin üfk-ı hakîkîye beş derece irtifâ'a geldiği vakt başlar. Bu vakte (İsfirâr vakti) veyâ (Kerâhet vakti) denir. [Güneşin ön kenârının üfk-ı şer'îden ayrıldığı zemân başlar.] Bu vakt, üç kerâhet vaktinin üçüncüsüdür. Türkiyede şehrlerde ikindi ezânları, iki imâma göre okunduğundan, ikindi nemâzını, bu ezândan, kışın 36 dakîka, yazın ise 72 dakîka sonra kılmalıdır ki, böylece İmâm-ı a'zama da uyulmuş olur. Arz derecesi 40 ile 42 arasındaki mahallerde, ocak ayından başlıyarak, her ay için 6 dakîka, 36 ya ilâve, kışa doğru temmuz ayından başlıyarak, 72 den tarh edilince, bu aydaki iki asr vakti arasındaki zemân farkı olur.

Akşam nemâzı, şemsî ve şer'î gecenin başlaması ile birlikde başlar. Güneş zâhirî gurûb edince, ya'nî üst kenârının Râsıdın bulunduğu mahallin üfk-ı zâhirî hattından gayb olduğu görülünce başlar. Hadîs-i şerîfde, (Gece başlayınca, orucu bozunuz! Gecenin başlaması, güneş ziyâsının, şark tarafında, en yüksek tepeden gayb olması ile olur) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîf ve (İbni Âbidîn) ile (Tahtâvî)nin "rahmetullahi aleyhimâ" açıklamaları gösteriyor ki, güneşin zâhirî üfuk hattından gurûb etmesinin görülmediği yerlerde ve hesâb yapılırken, gurûb, güneş ziyâsının en yüksek tepeden çekildiği mer'î şer'î gurûb vaktidir. Ezânî sâat makineleri, bu vakt 12 yapılır. Akşam nemâzının vakti, şafak kararıncaya, ya'nî garbda, iki imâma ve diğer üç mezhebe göre, kırmızılık gayb oluncaya veyâ İmâm-ı a'zama göre, bundan iki derece sonra, beyâzlık gayb oluncaya kadar devâm eder. Akşam nemâzını, vaktin evvelinde kılmak sünnetdir. (İştibâk-i nücûm) vaktinden, ya'nî yıldızlar çoğaldıkdan, ya'nî güneşin arka kenârının üfk-ı zâhirî hattı altına on derece irtifâ'a indikden sonraya bırakmak harâmdır. Bu vakt ile gurûb vakti arasındaki zemân, İstanbul gibi, arzı 41 derece olan mahaller için, bir senede, 53 ile 67 dakîka arasında değişmekdedir. Hastalık, seferî olmak, hâzır ta'âmı yimek için, yıldızlar çok görülünceye kadar gecikdirilebilir.

Yatsı nemâzının vakti, İmâmeyne göre, işâ-i evvelden, ya'nî garbdaki zâhirî üfuk hattı üzerinde kırmızılık gayb oldukdan sonra başlar. Diğer üç mezhebde de böyledir. İmâm-ı a'zama göre, işâ-i sânîden, ya'nî beyâzlık gayb oldukdan sonra başlar. Şer'î gecenin sonuna, ya'nî Fecr-i sâdıkın ağarmasına kadardır. [Güneşin üst kenârı, zâhirî üfukdan 17 derece irtifâ'a inince kırmızılık, 19 derece inince, beyâzlık gayb olur.] Şâfi'î mezhebinde yatsı nemâzının âhır vakti, şer'î gecenin, ya'nî gurûb ile fecr-i sâdık arasındaki zemânın yarısına kadar diyenler vardır. Yatsıyı, şer'î gecenin yarısından sonra kılmak, bunlara göre câiz değildir. Hanefîde ise, mekrûhdur. Mâlikîde de fecre kadar kılmak sahîh ise de, şer'î gecenin üçde birinden sonra kılmak günâhdır. Öğle ve akşam nemâzlarını iki imâmın bildirdiği vaktlerde kılamıyan, kazâya bırakmayıp, İmâm-ı a'zamın kavline göre edâ etmeli, bu takdîrde, o gün ikindi ve yatsı nemâzlarını da, İmâm-ı a'zama göre kılmalıdır.

Beş vakt nemâzın ve bilhâssa sabâh ve yatsı nemâz vaktlerinin başlangıcı, her memleketin arz [Enlem] derecesine, ya'nî Hatt-ı istivâdan uzaklığına ve güneşin meyline, ya'nî ay ve günlere göre başkadır. Kutba yaklaşdıkca, fecr ve şafak vaktleri güneşin tulû' [doğma] ve gurûb [batma] vaktlerinden uzaklaşır. Ya'nî sabâh ve yatsı nemâzlarının ilk vaktleri, birbirlerine yaklaşır. Tenvîr sathı ile Erdın mihveri arasındaki (Tenvîr zâviyesi), güneşin meyline müsâvî olduğu için, 90 - arz < meyl +19 ya'nî arz dereceleri ile meyl-i şemsin toplamı, yetmişbir [90-19=71] veyâ dahâ ziyâde olan yerlerde ve zemânlarda, meselâ Parisde güneşin meyli, çok olduğu Hazîranın 12 ile 30 u arasında, şafak kırmızılığı gayb olmadan, fecrin beyâzlığı başlar. Bunun için, yatsı ve sabâh nemâzlarının vaktleri başlamaz. (Se'âdet-i Ebediyye) sahîfe 175'e bakınız! Hanefî mezhebinde vakt, nemâzın sebebidir. Sebeb bulunmazsa, nemâz farz olmaz. O hâlde, hanefî mezhebi âlimlerinin çoğu, böyle memleketlerde, bu iki nemâz farz olmaz, dedi. Ba'zı âlimlere göre ise, arz dereceleri bunlara yakın yerlerdeki veyâ böyle bir yerde, böyle zemânların başlamadan evvelki günlerdeki vaktlerinde kılmalıdır.

Nehâr-ı şer'înin, ya'nî oruc zemânının dörtde birine, ilmi-i nücûm âlimleri, ya'nî astronomi âlimleri, (Dühâ) vakti diyor. Bu vakt, kerâhet zemânının sonudur. Din âlimleri, bu vakte (İşrak vakti) ya'nî kuşluk zemânının başladığı vaktdir, diyorlar. Dühâ vaktinde güneş merkezinin üfk-ı hakîkîden irtifâ'ı beş derecedir. Alt kenârı, üfk-ı mer'îden bir mızrak boyu irtifâ'ındadır. Dühâ vakti, güneşin tulû'undan takrîben 40 dakîka sonradır. Bu iki vakt arasındaki zemân, (Kerâhet zemânı)dır. Dühâ vakti olunca, hergün iki rek'at (İşrak nemâzı) kılmak sünnetdir. Bu nemâza (Kuşluk nemâzı) da denir. Bayram nemâzı da, bu vaktde kılınır. Nehâr-ı şer'înin yarısı, (Dahve-i kübrâ) vaktidir. Ezânî Fecr vaktinin yarısı, Dahve-i kübrâ vaktidir. Vasatî sâate göre, gece yarısından i'tibâren imsâk ve iftâr vaktleri toplamının yarısıdır.

Öğle ve ikindi nemâzlarının vaktlerini kolayca anlamak için, Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî Serhendînin talebesinden Abdülhak Sücâdilin "rahmetullahi aleyhimâ" yazmış olduğu, fârisî (Mesâil-i şerh-ı Vikâye) kitâbının Hindistânda Hayderî matbaasında 1294 [m. 1877] senesi baskısında ve (Mecma'ul-enhür)de şöyle yazıyor:

Güneş gören düz bir yere, bir dâire çizilir. Bu dâireye (Dâire-i hindiyye) denir. Dâirenin ortasına, dâire kutrunun [çapının] yarısı kadar uzun, düz bir çubuk dikilir. Çubuğun tepesi dâirenin üç muhtelif noktasından aynı uzaklıkda olmalıdır ki, tam dik olsun! Bu dik çubuğa (Mikyâs) denir. Bu mikyâsın gölgesi, sabâhları, dâirenin dışına kadar uzundur ve garb tarafındadır. Güneş yükseldikce, ya'nî irtifâ'ı artdıkça gölge kısalır. Gölgenin dâireye girdiği noktaya işâret konur. Öğleden sonra şark tarafında, dâireden dışarı çıkar. Çıkdığı noktaya da bir işâret konur. Dâire çenberi üzerindeki bu iki işâret arasında kalan kavsin [yayın] ortası ile, dâirenin merkezi arasına düz bir hat çizilir. Bu hat, o mahallin (Nısf-ün-nehâr hattı) olur. Nısf-ün-nehâr hattının istikâmeti, şimâl ve cenûb cihetlerini gösterir. Güneşin doğduğu tarafa dönen kimsenin sol omuzu, şimâl cihetidir. Güneşin ön kenârı, üfk-ı zâhirî hattından, gâye irtifâ'ına yükselince, (Zâhirî zevâl vakti) başlar. Bundan sonra gölgenin uzayıp kısaldığı his edilmez. Gölgenin en kısa uzunluğuna (Fey-i zevâl ) denir. Arka kenâr, alçalmağa başlıyarak, sathî üfka [zâhirî üfuk hattına] nazaran gâye irtifâ'ına gelince, (Zâhirî zevâl vakti)nin sonu ve (Zâhirî zuhr vakti) olur. Gölgenin uzamağa başladığı görülür. Zâhirî zevâl zemânının, ya'nî gölgenin kısalmasının sonu ile uzamağa başlaması arasındaki zemânın ortasında, güneşin merkezi, semâdaki Nısf-ün-nehâr dâiresi üzerine geldiği mer'î vakt olup, hakîkî üfukdan gâye irtifâ'ında olur. Bu an gündüz ortası, ya'nî (Mer'î hakîkî zevâl vakti)dir. Bu mer'î hakîkî zevâl vaktinde, hakîkî zevâlî sâat 12 dir. 12 ile ta'dîl-i zemânın cebrî toplamı, gündüzün başlangıcı yapılmakdadır. Bu vakt, mahallî, vasatî zevâlî sâat 12 yapılır. Zevâlî sâat makinelerinin başlangıcıdır. (Hakîkî mer'î zevâl vakti), güneşin zevâle geldiği (riyâdî zevâl vakti)nden 8 dakîka 20 sâniye sonradır. Çünki, güneşin ziyâsı, Erda 8 dakîka 20 sâniyede gelmekdedir. Hesâb ile bulunan riyâdî nemâz vaktlerine 8 dakîka 20 sâniye eklenerek, mer'î vaktlere çevrilir. Bu çevirmeyi sâat makineleri yapmakdadır. Riyâdî vaktlerin ve sâat makinelerindeki mer'î vaktlerin, birbirlerinin aynı oldukları anlaşılmakdadır.

1193 [m. 1779] senesinde Erzurûmda hâzırlanmış olan (Mi'yâr-ı evkat) ceb takvîminde diyor ki, (Gölgenin en kısa görüldüğü (mer'î) zevâl vaktinde, ezânî sâat makinesi, takvîmde yazılı zuhr vaktinden temkin zemânı geri getirilerek ayârı tashîh edilir.) Çünki, zevâl vakti, zuhr vaktinden temkin kadar öncedir. Ezânî sâat makinesini ayârlamak için, vasatî sâat makinesi herhangi bir nemâz vaktini gösterince, ezânî sâat makinesi de, bu nemâzın ezânî vaktine getirilir. Fey-i zevâl, arz ve meyl derecelerine göre, ya'nî her arz derecesinde ve her gün başka boydadır.

İkindi nemâzı vaktindeki güneş irtifâ'ını bulmak için, (İrtifâ'-gölge uzunluğu) cedveli kullanılır. Bu cedveli, 1924 (Takvîm-i sâl) sonunda görerek, kitâbımızın 572. ci sahîfesine koyduk. Meselâ, 13 Ağustosda, İstanbulda, güneşin gâye irtifâ'ı 64 derece olduğundan, bir metre, dik çubuğun gölgesinin en kısa uzunluğu, cedvelde, 0,49 m. bulunur. Asr-ı evvelde, gölge 1,49 m. ve güneşin irtifâ'ı cedvelde 34 derece olur.

Pergel, fey-i zevâl boyu kadar açılıp, bir ayağı, Nısf-ün-nehâr hattının dâireyi kesdiği noktaya konur. Diğer ayağının Nısf-ün-nehâr hattının dâire dışındaki kısmını kesdiği nokta ile merkez arasındaki mesâfe nısf kutr olmak üzere ikinci bir dâire çizilir. Mikyâsın gölgesi bu ikinci dâireye geldiği vakt, (Hakîkî asr-ı evvel) vakti olur. İkinci dâireyi her gün yeniden çizmek lâzımdır.

Şer'î nemâz vaktlerini, güneşin kenârının şer'î üfukdan olan irtifâ'ına göre hesâb etmek lâzımdır. Nemâz vaktlerinin irtifâ'ları, hakîkî üfukdan olamaz. Hakîkî üfka göre olan irtifâ' ile hesâb edilen hakîkî gurûb vaktinde, güneş yüksek yerlerin zâhirî üfuk hatlarından batmamış olarak görülmekdedir.

Güneş merkezinin, Nısf-ün-nehârdan iki gündeki geçişleri, ya'nî iki gündeki hakîkî zevâl vaktleri arasındaki zemâna (Hakîkî güneş günü) denir. Bunların uzunlukları birbirlerine müsâvî olmadığı için (Vasatî gün) kullanılır. Vasatî gün uzunluğu, bir güneş senesindeki 365,24 günün 360 da biri zemândır. Vasatî günler, birbirlerine müsâvîdir. Bunların hakîkî güneş günlerinden farkına, bir günlük (Ta'dîl-i zemân) denir. Vasatî gün fazla ise, ta'dîl-i zemân (-), noksan ise (+) dır. Ta'dîl-i zemân, her gün değişerek, bir senede +16 ile -14 dakîka arasında değişmekde, senede dört def'a sıfır olmakdadır.

Güneşin merkezinin hakîkî üfukdan gurûb etdiği (Riyâdî gurûb) vaktinden sonra, arka kenârının, üfk-ı şer'îye inerek, ziyâsının en yüksek tepeden gayb olması için geçen zemâna (Temkin Zemânı) denir. Bir beldenin [şehr veyâ köyün] temkini, yükseklik ile ve arz derecesi ile değişir, artar. Günlük değişmesi birkaç sâniyedir. Bütün nemâz vaktleri ve iftâr vakti hesâb edilirken, her beldede, en yüksek yerin temkini kullanılır. Meselâ İstanbulda, Çamlıca tepesinin 267 metre yüksekliği için hesâb edilen 8 dakîka temkin kullanılır. Temkinlerin hergün değişmeleri ve muhtelif sâat birimlerinin birbirlerinden farkları düşünülerek, İstanbulun temkini 10 dakîka kabûl edilmişdir. Güneşin ta'dîl-i zemânı ve meyli ise, hergün takrîben yarım dakîka değişmekdedir. Fekat, günlük mikdârı her beldede aynıdır.

Sâat makineleri, bir vasatî günde 24 sâati gösterir. Vasatî veyâ ezânî zemânları ölçerler. Bir beldenin vasatî sâati, hakîkî mer'î zevâl vaktinden ta'dîl-i zemân kadar farklı olarak 12 yapılır. Ezânî sâat makinesi, güneşin üfk-ı şer'îden, ya'nî en yüksek tepeden gurûb etdiği görülünce, 12 yapılır. Bu sâat makineleri gurubî vaktleri göstermez. Ezânî vaktleri gösterir. Şarka doğru gidildikce, ya'nî tûl derecesi artdıkca, mahallî sâat makinelerinin ayârları ileri alınmakda, bunun için, tûl dereceleri değişince, sâat makinelerindeki nemâz vaktleri değişmemekdedir. Gurûbî ve ezânî gün uzunlukları, birbirlerine takrîben müsâvîdir. Mebde'leri, temkin mikdârı farklıdır. Hakîkî [zevâlî] gün uzunluğundan 1-2 dakîka farklıdırlar. Hesâb ile, nemâzların zevâlî veyâ gurûbî riyâdî vaktleri bulunur. Bu riyâdî vaktler, sâat makinelerinin gösterdikleri mer'î vaktlerin aynıdır. Arz derecesi artdıkca, [yatsı hâriç] dört nemâzın vakti önce olur. Tûl derecesi artdıkca mahallî sâatlerdeki vaktler değişmez ise de, müşterek sâate göre, tûl derecesi artdıkca ileri [önce] olur.

İbni Âbidîn, oruclunun yapması müstehab olan şeyleri bildirirken ve Tahtâvî (Merâkıl-felâh) hâşiyesinde, nemâz vaktlerinde diyorlar ki, (Bir kimse, güneşin üst kenârının, zâhirî üfuk hattından gurûb etdiğini görmedikçe iftâr yapamaz. Alçakda bulunan kimse, gurûbu dahâ önce görünce, yüksekdekinden önce iftâr yapar. Güneşin üfk-ı zâhirî hattından gurûbunu göremiyenler için gurûb, şarkdaki tepelerin kararmasıdır.) Ya'nî şer'î üfukdan olan gurûbdur. Nemâz vaktleri ve iftâr yapmak hesâb edilirken, (Temkin) kullanmak, ya'nî irtifâ'ları şer'î üfuklara göre düşünmek lâzım olduğu, buradan anlaşılmakdadır. Hesâb yaparken, her yükseklik için ayrı olan zâhirî üfuk hatlarından olan zâhirî irtifâ'lar kullanılamaz. Çünki muhtelif zâhirî üfuk hatları ve bunların her birine göre muhtelif irtifâ'lar ve bir mahalde, bir nemâzın muhtelif riyâdî vaktleri olur.

Güneşin kenârının şer'î üfukdan, nemâz vaktinin irtifâ'ına geldiği, riyâdî şer'î vaktini hesâb etmek için, evvelâ bu nemâza mahsûs olan (Fadl-ı dâir = Zemân farkı) hesâb edilir. Fadl-ı dâir, güneşin bulunduğu yer ile, gündüz veyâ gece yarıları arasındaki zemân farkıdır. Fadl-ı dâiri bulmak için, muhtelif düstûrlar [formüller], logaritme ile veyâ hesâb makineleri ile çözülürler. Öğle (zuhr), ikindi (asr), isfirâr, akşam (gurûb), iştibâk ve işâ (yatsı) vaktlerinin Fadl-ı dâirleri, [sâat makinelerinin gösterdiği mer'î] hakîkî zevâl vaktine eklenerek, ba'zı makinelerde, bulunan yatsı nemâzının Fadl-ı dâiri gece yarısından çıkarılarak, fecr ve tulû' için gece yarısına eklenerek, işrak için hakîkî zevâl vaktinden çıkarılarak, hakîkî veyâ gurûbî zemânlara nazaran riyâdî (hakîkî vaktler) bulunur. Zuhr, asr, gurûb, iştibâk ve işânın hakîkî vaktlerine temkin ilâve ve fecr ile tulû' riyâdî hakîkî vaktlerinden tarh edilince, (Şer'î vaktler) olur. Çünki, bir nemâzın hakîkî vakti ile şer'î vakti arasındaki zemân farkı, hakîkî üfuk ile şer'î üfuk arasındaki zemân farkı kadardır. Bu da, (Temkin zemânı)dır. Her şehr için tek bir temkin vardır. Bu da, şer'î vaktleri bulmak için kullanılır. Bunlar da, (Ezânî) veyâ (Vasatî) zemânlara çevrilerek takvîmlere yazılır.[1] Hakîkî vakti vasatîye tahvîl için, (Ta'dîl-i zemân) ile muâmele edilir. Gurûbî vakti ezânîye tahvîl için, dâimâ bir (temkin) çıkarılır. Görülüyor ki, zuhr, asr, gurûb ve işâ nemâzlarının gurûbî vaktleri ile ezânî vaktleri, birbirinin aynıdırlar. İslâm âlimleri, asrlarca evvel, (Rub'-ı dâire) âleti veyâ Üstürlâb [Oktant] denilen âlet yaparak, bununla güneşin riyâdî üfka göre veyâ Sekstant ile zâhirî üfuk hattına göre irtifâ'ını ölçmüşler, bundan her nemâz vaktinin hakîkî irtifâ'ını hesâb etmişlerdir. Zevâlden evvelki vaktler, şer'î tulû' üfkuna, zevâlden sonraki vaktler, şer'î gurûb üfkuna olan irtifâ'ları ile hesâb edilir. Zuhr vakti, gündüz ortasından sonra olduğu için, (şer'î zevâl vakti), hakîkî zevâl vaktinden temkin zemânı sonra olması lâzım olur. Hüsâmeddîn efendinin (Şemâil-i şerîfe) tercemesine bakınız! Ahmed Ziyâ beğ 1339 [m. 1921] târîhli (Rub'-ı dâirenin sûret-i isti'mâli) kitâbında diyor ki, (Hakîkî mer'î zevâl vaktindeki 12 sâata tevafuk eden vakt-i vasatîye o mevkie âid temkin mikdârı cem' olundukda, mahallî vasatî sâat ile şer'î zuhr vakti olur.) (Kedûsî)nin (İrtifâ' risâlesi)ni terceme eden, Fâtih medresesi ders-i âmlarından, ya'nî islâm ilmleri ordinaryüs profesörü Hezargradlı Hasen Şevkı efendi, dokuzuncu bâbında, imsâk vaktini bulmağı bildirince diyor ki, (Bulduğumuz imsâk vaktleri temkinsizdir. [Ya'nî güneşin merkezinin gurûbî sâate göre, hakîkî üfka -19 derece irtifâ'a yaklaşdığı [riyâdî] vaktdir.] Oruc tutacak kimsenin, bundan iki temkin mikdârı [onbeş dakîka] evvel imsâk etmesi lâzımdır. Böylece, [oruca güneşin ön kenârının şer'î üfka ve ezânî sâate göre olan imsâk vaktinde başlıyarak] orucu fâsid olmakdan kurtulur.) Görülüyor ki, bu büyük âlim de, şer'î ezânî vakti bulmak için hakîkî vaktden temkin zemânının iki mislini çıkarmakda, temkin çıkarılmaz ise, orucun fâsid olacağını bildirmekdedir. Çünki, İstanbulda temkin sekiz dakîka hesâb edilmekde, ihtiyâten on dakîka kabûl olunmakdadır. Ahmed Ziyâ beğ de, (Rub'-ı dâire ile bulunan hakîkî fecr vaktinden temkinin iki misli çıkarıldıkdan sonra, ezânî şer'î imsâk vakti başlar) diyor. İki temkinden birisi, hakîkî vakti şer'î vakte çevirmek içindir. İkincisi, gurûbî sâati, ezânîye çevirmek içindir. Hesâb ile veyâ Rub'-ı dâire ile bulunan hakîkî fecr vaktinden, ezânî sâat için temkin zemânının iki mislini çıkarmak lâzım olması, mahallî vasatî sâat için, bir temkin çıkarmak lâzım olduğunu göstermekdedir. Vasatî zemân için bir temkin çıkarılmazsa, oruc fâsid olur. Kedûsînin irtifâ' risâlesinin önsözünde, (Meârif nezâretinin 1310 [m. 1892] senesi 230 numaralı ruhsatı ile basıldı) yazılıdır. Bunun için, Osmânlı âlimlerinin zemânında, meselâ Osmânlı âlimlerinin en yüksek makâmı olan (Meşîhat-i islâmiyye)nin hâzırladığı 1334 [m. 1916] senesinin (İlmiyye sâlnâmesi) ismindeki takvîmde ve 1982 ye kadar hâzırlanan takvîmlerin hepsinde ve İstanbul üniversitesi Kandilli rasadhânesinin 1958 târîh ve 14 sayılı (Evkat-ı şer'ıyye) kitâbında imsâk vaktleri, hakîkî vaktlerinden iki temkin zemânı evvel başlamakdadır. Oruca, bu takvîmlerdeki şer'î imsâk vaktinden beş dakîka bile sonra başlayanın orucu sahîh olmaz. Şer'î zevâl vaktinde gölgenin boyu, hakîkî zevâl vaktindeki fey-i zevâlden dahâ uzundur. İkisi arasındaki fark, temkin zemânında hâsıl olan uzunlukdur.

Martın 21.ci ve Eylülün 23.cü günleri gece ve gündüz uzunlukları 12 sâat olup, güneş dâimâ hakîkî zevâlden altı sâat evvel tulû' ve altı sâat sonra gurûb eder. Diğer günlerde, Gece ile gündüz müddetleri müsâvî olmadığı için, yaz aylarında, hakîkî zevâl vakti ile hakîkî tulû' ve hakîkî gurûb vaktleri arasında 6 sâatdan bir mikdâr fazla zemân vardır. Kış aylarında, bu vaktler arasında, bir mikdâr az zemân bulunur. Altı sâatden olan bu zemân farkına (Nısf fadla) zemânı denir. Yaz aylarında, hakîkî tulû' ve gurûb vaktleri, zevâl vaktinden, 6 ile Nısf fadlanın toplamı kadar farklı olmakdadır. Gurûb vakti, zevâl vaktinden uzaklaşınca, gurûbî sâatın sabâh mebdei, zevâl vaktine yaklaşır. Gurûbî sâate göre zevâl vakti, yaz aylarında, Nısf fadlanın 6 sâatden farkı olur. Herhangi bir mahalde:

sin Nısf fadla = tan arz-ı belde x tan meyl

müsâvâtından (Nısf fadla = Yarı fark) derecesi bulunur. Bunun dört misli, zemân dakîkası olur. Meyl ile arz derecelerinin işâretleri aynı ise, ya'nî aynı nısf kürede iseler, Nısf fadla zemânının mutlak kıymeti 6 ya ilâve edilince, hakîkî zemâna göre, riyâdî hakîkî gurûb vakti ve gece yarısı 12 den, sabâh gurûbî 12 ye kadar olan zemân olur. Şemsin hakîkî tulû' vakti ile zevâli vakti arasında da bu kadar zemân vardır. 6 dan çıkarılırsa, gurûbî zemâna göre riyâdî hakîkî zevâl vakti ya'nî sabâh 12 den zevâl kadar zemân olur ki, aynı zemânda, ezânî zemâna göre şer'î zuhr vakti ve hakîkî zemâna göre, hakîkî tulû' vaktidir. Bulunulan mahâl ile güneş başka nısf kürelerde ise, nısf fadlanın mutlak kıymeti 6 ya ilâve edilince, o mahallin gurûbî zemâna göre hakîkî zevâl vakti ve hakîkî zemâna göre, hakîkî tulû' vakti olur. 6 dan çıkarılınca, hakîkî zemâna göre o mahaldeki riyâdî hakîkî gurûb vakti olur. 1 Mayısda, meselâ Privileg hesâb makinesinin 14.55 tan x 41 tan = arc sin x 4 = düğmelerine basılınca, makinenin levhasında, Nısf fadla 53 dakîka 33 sâniye görünür. Hakîkî zemâna göre, riyâdî hakîkî gurûb vakti 6 sâat 54 dakîka, mahallî vasatî zemâna göre 6 sâat 51 dakîka ve müşterek zemâna göre 18 sâat 55 dakîkadır. Şer'î gurûb vakti 19 sâat 5 dakîka olur. Gurûbî zemâna göre hakîkî zevâl vakti 5 sâat 6 dakîka olur. Bundan, İstanbul için gurûb vaktindeki 10 dakîka temkin zemânı dâimâ çıkarılıp 4 sâat 56 dakîka, ezânî zemâna göre zevâl vakti olur. Buna zuhr vaktindeki, yine 10 dakîka temkin zemânı ilâve edince, ezânî sâate göre zuhr vakti, yine 5 sâat 6 dakîka olur. Zuhr vaktindeki temkin, gurûb vaktindeki temkinin aynı olduğu için, gurûbî zemâna göre hakîkî zevâl vakti ile ezânî zuhr vakti aynı olmakdadırlar. İkindi ve yatsının ezânî vaktleri de böyledir. Müşterek sâat ile şer'î tulû' vakti 4 sâat 57 dakîka olur. 5 sâat 6 dakîka, hakîkî gece müddetinin yarısıdır. Hakîkî gece müddeti olan 10 sâat 12 dakîkadan 2 temkin zemânı çıkarılınca, ezânî zemâna göre şer'î tulû' vakti 9 sâat 52 dakîka olur. Türkiyenin her yerinde, imsâk vaktinden onbeş dakîka sonra sabâh nemâzı kılınır. Yüksek bir yerin D inhitât-ı üfuk zâviyesi:

Erdın nısf kutru (metre) 6367654
Cos D = ------------------ = ---------- veyâ
Nısf kutr + Yükseklik 6367654 + Y

D @ 0,03 x Ö Y ile de, derece olarak bulunur

Y = metre olarak yükseklikdir.

(Fadl-ı dâir sâati), H, her yerde, aşağıdaki düstûr ile bulunur ki, aranılan vakt ile nısf-ün-nehâr arasındaki zemândır. Ezânî imsâk vakti: [12 + zuhr - H - (1 ÷ 3) = Sâat] ve işâ vakti: [H - (12 - zuhr)] Sâat olur. Ziyâ te'sîri ile işliyen Privileg hesâb makinesinde, H:

h = irtifâ', j = arz, d = meyl,

h irtifâ'ı, geceleri ve j ile d da cenûb nısf kürede (-) olacakdır.

Nemâz vaktleri de, Casio hesâb makinesi ile, şu şeklde müşterek sâat olarak bulunur:

S = sâat başı tûl, T = tûl, E = ta'dîl, N = temkin,

H, S, T değerleri derece; E, N değerleri sâat olarak alınacakdır.

H ve N öğleden önce ( -), öğleden sonra ( + ) dır.

Temkin müddeti N, arz derecesi 44 dereceden aşağı ve en yüksek yeri 500 metreden az olan yerler için, aşağıdaki düğmeler ile sâat olarak bulunur. Ya'nî, âletin levhasında görülen 0 sâat ile dakîka ve sâniye rakamları temkin olur:

Pil ile işliyen CASIO fx 3600 P hesâb makinesinde H Fadl-ı dâiri bulmak için, makine, tertîb edildikden sonra, P1 irtifâ' RUN meyl RUN arz RUN düğmelerine basılır. Meselâ, meyl 21°. 47'. 43.5" ise, meyl için, 21 47 43,5 düğmelerine basılır. Makinenin levhasında hakîkî sâat görülür. Mikdârlar (-) ise sonra düğmelerine de basılır. Makineyi tertîb etmek için, MODE P1 ENT sin - ENT Kin 1 sin x ENT Kin 3 sin = ÷ Kout 1 cos ÷ Kout 3 cos = INV cos ÷ 15 = INV MODE düğmelerine basılır.

Tertîb edilmiş hesâb makineleri ile, tûl ve arz dereceleri verilen herhangi bir mahaldeki, bütün nemâz vaktlerini, bir günlük veyâ bir senelik olarak, hemen, cedvel hâlinde vermekdedir. Bu cedvel, telefona merbût (Faks) ile hemen, dünyânın her yerindeki bir telefon faksına gönderilmekdedir. (Se'âdet-i Ebediyye) 200.cü sahîfeye bakınız!

Herhangi bir günde, güneşin meyli ve ta'dîl-i zemân ma'lûm ve arz derecesi 41 olan yerlerde nısf fadla ve fadl-ı dâir ve nemâz vaktleri, hiçbir hesâba ve düstûra ve hesâb makinesi kullanmağa lüzûm olmadan, (Rub'-ı dâire) ile kolayca ve sür'at ile anlaşılmakdadır. Rub'-ı dâire ve bunun isti'mâlini bildiren ta'rifesi, Hakîkat Kitâbevi tarafından i'mâl ve tevzî' edilmekdedir.

İbâdetlerin vaktlerini ta'yîn ve tesbît etmek, ya'nî anlayıp anlatmak, din bilgisi ile olur. İbâdetlerin vaktlerini, din âlimleri, ya'nî müctehidler anlamış ve bildirmişlerdir. Fıkh âlimleri, müctehidlerin bildirdiklerini (Fıkh) kitâblarında yazmışlardır. Bildirilmiş olan vaktleri, hesâb etmek ise, astronomi bilen müslimânların vazîfesidir. Hesâb edilmesi câiz olan vaktleri, astronomi âlimleri bulur. Bunların bulduğunu, din âlimlerinin tasdîk etmeleri şartdır. Nemâz vaktlerini sâat ile ve kıbleyi pusula ile anlamanın câiz olduğu (İbni Âbidîn)de (Nemâzda kıbleye dönmek) bahsinde ve (Fetâvâ-i Şemsüddîn Remlî)de yazılıdır. (Mevdû'ât-ul-ulûm)da diyor ki, (Zemânımızda nemâz vaktlerini hesâb etmek, farz-ı kifâyedir. Müslimânların güneşin hareketinden veyâ takvîmlerden anlamaları farzdır.)

İbni Âbidîn ve Şâfi'î (El-envâr) ve mâlikî (El-mukaddemet-ül-izziyye) şerhinde diyor ki, (Nemâzın sahîh olması için, vakti girdikden sonra kılınması ve vaktinde kılındığını bilmek şartdır. Vaktin girdiğinde şübheli olarak kılıp, sonra vaktinde kılmış olduğunu anlarsa, bu nemâzı sahîh olmaz. Vaktin bilinmesi, vaktleri bilen âdil bir müslimânın okuduğu şer'î ezânı işitmekle olur. Ezânı okuyan âdil değil ise, [veyâ âdil müslimânın hâzırladığı takvîm yoksa], kendisi vaktin girdiğini araşdırıp, kuvvetli zan edince kılmalıdır. Fâsıkın veyâ âdil olduğu bilinmeyen kimsenin, kıbleyi göstermesi, temiz, necs, halâl, harâm demesi gibi dinden olan haberleri de, ezân okuması gibi olup, ona değil, kendi araşdırıp anladığına uyması lâzımdır.) Yalnız kılanların, hastaların, yolcuların, işe dalıp nemâzı kaçırmak korkusu olanların, her nemâzı, vaktinin evvelinde kılmaları lâzımdır. Sabâh nemâzını vaktinin sonunda kılmak, hanefî mezhebinde efdaldir.

Sabâh nemâzının ve orucun evvel vakti, fecr-i sâdık vakti ile başlar. Bu vakt, gurûb vaktinde 12 den başlayan ezânî sâatin fecr vaktine gelmesinden anlaşılır. Yâhud gece yarısı 12 den başlayan vasatî sâatin fecr vaktine gelmesinden anlaşılır.

Şemsin tulû'u, gece yarısı 12 den, gece müddetinin yarısı sonra veyâ gurûb vaktindeki 12 den, gece müddeti kadar sonra veyâ zevâlden gündüz müddetinin yarısı kadar evvel başlar. Sabâh gurûbî sâatin 12 vakti, gurûb vaktindeki 12 den, 12 sâat sonra veyâ gece yarısı 12 den gündüz müddetinin yarısı kadar sonra veyâ hakîkî zevâl vaktinden gece yarısı müddetinin yarısı kadar evveldir.

Tulû' vakti ile sabâhın 12 vakti arasında, gece ve gündüz uzunluklarının yarıları arasındaki fark kadar zemân vardır.

Cemâ'at ile öğle nemâzını, yazın sıcakda geç, kış günleri ise, erken kılmak müstehabdır. Akşam nemâzını her zemân erken kılmak müstehabdır. Yatsıyı, şer'î gecenin üçde biri oluncaya kadar geç kılmak müstehabdır. Gecenin yarısından sonraya bırakmak tahrîmen mekrûhdur. Bu gecikdirmeler, hep cemâ'at ile kılanlar içindir. Evinde yalnız kılan, her nemâzı vakti girer girmez kılmalıdır. (Künûz-üd-dekâık)da yazılı ve Hâkimin ve Tirmüzînin bildirdikleri hadîs-i şerîfde, (İbâdetlerin en kıymetlisi, evvel vaktinde kılınan nemâzdır) buyuruldu. (İzâlet-ül hafâ)nın beşyüzotuzyedinci sahîfesinde yazılı, (Müslim) kitâbındaki hadîs-i şerîfde, (Bir zemân gelecek, âmirler, imâmlar, nemâzı öldürecekler, [nemâzın edâsını] vaktinden sonraya bırakacaklardır. Sen, nemâzını vaktinde kıl! Senden sonra, cemâ'at olurlarsa, onlarla da, tekrâr kıl! İkinci kıldığın nâfile olur) buyuruldu. İkindiyi ve yatsıyı, İmâm-ı a'zamın kavline göre kılmak ihtiyâtlı olur. Uyanamayan, vitri yatsıdan hemen sonra kılmalıdır. Yatsıdan evvel kılarsa, sonra tekrâr kılar. Uyanabilen ise, gecenin sonunda kılmalıdır.

Bir beldede, bir nemâz vakti, mahallî veyâ müşterek vasatî zemâna göre ma'lûm iken, bu nemâzın ezânî zemâna göre vaktini bulmak için, şu iki düstûr kullanılmakdadır:

Müşterek zemâna göre vakt = Ezânî zemâna göre vakt + Müşterek zemâna göre şer'î gurûb vakti.

Ezânî zemâna göre vakt = Müşterek zemâna göre vakt - Müşterek zemâna göre şer'î gurûb vakti. Gurûbdan evvelki zemânlarda, çıkarma yapabilmek için, önce 12 ilâve edilir. Ahmed Ziyâ beğin kitâbında, gurûb vakti yerine, zevâl vakti düstûru kullanılmakdadır.

Bu ikinci düstûr, herhangi bir vaktde, ezânî sâati ayârlamak için de kullanılır.

Mâlikî ve şâfi'î mezheblerinde, öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı nemâzları cem' edilebilir. Bu iki nemâzdan biri, ikincisinin vaktinde kılınabilir.

KERÂHET ZEMÂNLARI

Nemâz kılması tahrîmen mekrûh, ya'nî harâm olan vaktler üçdür: Bu üç vakte (Kerâhet zemânı) denir. Bu üç zemânda başlanan farzlar sahîh olmaz. Nâfileler sahîh olursa da, tahrîmen mekrûh olur. Bu nâfileleri bozmalı, başka zemânda kazâ etmelidir. Bu üç zemânın birincisi, sabâhları güneş doğarken başlayıp, 40 dakîka devâm eden zemândır. Bu zemânın sonuna (Dühâ vakti) ve (İşrak vakti) denir. Kerâhet zemânının ikincisi, güneş zevâlde ikendir. Güneşin gurûbundan 40 dakîka evvel üçüncü kerâhet zemânı başlamakdadır. Güneşin doğması, tulû' vaktinden, ya'nî üst kenârının mer'î üfuk hattından görünmeğe başlayıp, bakamıyacak kadar yükselmesine, ya'nî (Dühâ vakti)ne kadar olan zemândır. Ya'nî kerâhet zemânının sonuna kadardır. Güneşin zevâlde olması, semâdaki şer'î zevâl mahalli olan dâirenin içinde bulunmasıdır. Ya'nî hakîkî zevâl vaktinden temkin zemânı evvel ve sonra olan iki vakt arasındaki zemândır. Bu zemân, öğle nemâzı vaktinden İstanbul için, 20 dakîka evvel başlamakdadır. Güneşin batması da, bakacak kadar sararmağa başladığı vaktden batıncaya kadar olan zemân demekdir. Bu zemânın mikdârı, İstanbul gibi 41 derece olan mahaller için, 37 dakîka ile 42 dakîka arasında değişmekdedir. Ortalama olarak 40 dakîkadır. Bu zemânın evvel vaktine (İsfirâr-ı şems) veyâ (Kerâhet vakti) denir. Güneş batarken, yalnız o günün ikindisi kılınır. Fekat, ikindiyi isfirâr vaktine gecikdirmek tahrîmen mekrûhdur. İmâm-ı Ebû Yûsüfe göre, yalnız Cum'a günü güneş tepede iken, nâfile kılmak mekrûh olmaz. Bu kavl za'îfdir. Önceden hâzırlanmış cenâzenin nemâzı, secde-i tilâvet ve secde-i sehv de câiz değildir. Bu vaktlerde hâzırlanan cenâzenin nemâzını, bu vaktlerde kılmak sahîh olur.

Yalnız nâfile kılmak mekrûh olan iki vakt vardır. Sabâh Fecr-i sâdık [tan yeri] ağardıkdan, güneş doğuncaya kadar, sabâh nemâzının sünnetinden başka nâfile kılınmaz. İkindiyi kıldıkdan sonra, akşam nemâzından önce nâfile kılmak tahrîmen mekrûhdur. Cum'a günü imâm minbere çıkınca ve mü'ezzin ikâmet okurken, diğer nemâzlarda imâm nemâzda iken nâfileye, ya'nî sünnete başlamak mekrûhdur. Yalnız sabâh sünnetine başlamak mekrûh değildir. Bunu da safdan uzak veyâ direk arkasında kılmalıdır. Minbere çıkmadan başlanan sünneti temâmlamalı denildi.

Sabâh nemâzı kılarken, güneş doğmağa başlarsa, bu nemâz sahîh olmaz. İkindiyi kılarken güneş batarsa, bu nemâz sahîh olur. Akşamı kıldıkdan sonra, tayyâre ile batıya gidince, güneşi görse, güneş batınca akşamı tekrâr kılar. Orucunu bozmuş ise, bayramdan sonra kazâ eder.

Hanefî mezhebinde, yalnız Arafât meydânında ve Müzdelifede hâcıların iki nemâzı cem' etmeleri lâzımdır. Hanbelî mezhebinde, seferde, hastalıkda, kadının emzikli veyâ müstehâza olmasında, abdesti bozan özrlerde, abdest ve teyemmüm için meşakkat çekenlerde ve a'mâ ve yer altında çalışan gibi, nemâz vaktini anlamakda âciz olanın ve canından, malından ve nâmûsundan korkanın ve ma'îşetine zarar gelecek olanın, iki nemâzı cem' etmeleri câiz olur. Nemâzı kılmak için işlerinden ayrılmaları mümkin olmıyanların, bu nemâzlarını kazâya bırakmaları, hanefî mezhebinde câiz değildir. Bunların, yalnız böyle günlerde, (Hanbelî mezhebi)ni taklîd ederek, öğle ile ikindiyi veyâ akşam ile yatsıyı takdîm yâhud te'hîr ederek, cem' etmeleri, ya'nî birlikde kılmaları câiz olur. Cem' ederken, öğleyi ikindiden ve akşamı yatsıdan önce kılmak, birinci nemâza dururken, cem' etmeği niyyet etmek, ikisini ard arda kılmak ve abdestin, guslün ve nemâzın hanbelî mezhebindeki farzlarını ve müfsidlerini öğrenmek ve bunlara uymak lâzımdır.

6) Nemâzın şartlarından altıncısı, nemâza niyyet etmekdir. Niyyet kalb ile olur.

7) Nemâzın şartlarından yedincisi, (İftitâh tekbîri)dir. Ya'nî, nemâzın evvelinde, (Allahü ekber) demekdir. Bu yedi şartın birini, sehven veyâ kasden, terk eden kimsenin nemâzı sahîh olmaz.

İslâmiyyete uyan kişi, hayrlı olur her işi,
bilmeden uymak olamaz, önce lâzım fıkh bilgisi.

(ÖNCEKİ SAYFA) (SONRAKİ SAYFA)