Nİ'METLERE ŞÜKR FASLI

126 - Hak teâlâ hazretleri buyurdu ki: (Yâ Mûsâ! Bir kimse kendine verdiğim ni'meti benden bilip kendinden bilmezse, ni'metlerimin şükrünü edâ etmiş olur. Bir kulum rızkını kendi çalışması ile bilip, benden bilmez ise, ni'metin şükrünü edâ etmemiş olur.) İnsanlara lâyık olan, her zemân kendisine verilen rızkları Allahü teâlâdan bilmekdir. Buna, (Hamd etmek) denir. Ve bunlara mukabil gece gündüz şükr ve tesbîh ile tahmîd eylemekdir. Mûsâ aleyhisselâm bu kelâmları işitince, (Yâ Rabbî! Bütün kelâmların hakîkatdir) dedi.

BAYRAM FAZÎLETİ

127 - Bayram günü âile, çoluk çocuk ve yakın akrabâna güzel ve güler yüzlülükle muâmele eyle! Ramezân ayında ayırmış olduğun zekâtını, bayram günlerinde fakîrlere ver! Oruc tutamıyan, fıtrasını verir (Feyziyye). [Sadaka-i fıtrını bir kişi için yarım sâ' buğday olarak hesâb edip, kendinin ve fıtra nisâbına mâlik olmıyan küçük çocuklarının fıtralarını buğday olarak veyâ kıymeti kadar altın, gümüş, müslimân fakîrlere bayramın birinci günü bayram nemâzından evvel ver. Nemâzdan sonra ve Ramezânda vermek de câizdir. [(Tergîbüssalât) da ve (Ni'met-i islâm) da diyor ki, (Zekât nisâbı mikdârı kadar her nev' malı bulunan kimseye zengin denir. Bayramın birinci günü, fecr tulû' ederken zengin olan müslimânın fıtra vermesi vâcib olur. Bu vaktden önce vefât eden veyâ fakîr olan kimsenin ve sonra îmân eden veyâ doğan ve zengin olanın vermesi vâcib olmaz. Önce îmân edenin ve sonra fakîr olanın fıtra vermesi lâzımdır. Bayram nemâzından evvel vermek efdaldir. Nisâba mâlik oldukdan sonra, sene dolmadan fakîr olanın, zekât vermesi ise, afv olunmakdadır. Sadaka-i fıtr vermek, şâfi'îde, Ramezânın son günü, güneş gurûb ederken vâcib olur.)] Sâ' (8) rıtl mercimek alan bir hacm ölçüsüdür. Bir rıtl 130 dirhem veyâ 91 miskaldir. Bir miskal hanefîde 4,8 ve şâfi'îde 3,45 gramdır. Yarım sâ' buğday hanefîde 1748 gramdır. Şâfi'îde bir sâ' 694 dirhem veyâ 1680 gramdır. Bir dirhem-i şer'î, hanefîde 14 kırat veyâ 3,36 gramdır. Şâfi'îde, 16,8 kırat veyâ 2,42 gramdır. Bir kırat, hanefîde 0,24 gram, şâfi'îde 0,144 gramdır. Bir Osmânlı altını 1,5 miskal, 7,2 gramdır. Kurbân nisâbı, fıtra nisâbının aynıdır. Bu nisâba, her nev' mâl dâhil olur.]

128 - İlm meclisine gitmenin fazîlet ve derecesi çok büyükdür. Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (Bir kimse din âlimlerinin ve sâlihlerin [ya'nî İslâmın beş şartını devâm üzere yapanların] yanına gitse, her bir adımına Hak teâlâ, kabûl olmuş nâfile bir hac sevâbı ihsân eder. Zîrâ, âlimleri ve sâlihleri Hak teâlâ sever. Allahü teâlânın evi olsaydı, bu kimse o evi ziyâret eyleseydi, ancak bu sevâbı kazanırdı.)

129 - Peygamber "sallallahü aleyhi ve sellem" efendimiz buyurdu ki: (Yâ âlim, yâ müteallim [ya'nî talebe] veyâhud bunları dinleyici ol! [Kitâblarını oku!] Bu üçünden olmayıp dördüncüsünden olursan, [ya'nî hiçbirinden olmazsan] helâk olursun.) [İlmihâl kitâbı okumayan dînini öğrenemez. Dînini öğrenmiyenin dîni, îmânı gider. Din düşmanlarının yalanlarına aldanıp kâfir olur.]

130 - Birbirine dargın olanları barışdırmağa çalış! Hazret-i Mûsâ aleyhisselâm, Allahü teâlâya sordu: Yâ Rabbî! Birbiri ile dargın olan iki kişiyi barışdıran ve Senin rızânı bulmak için zulm etmeyen kimseye ne ecr verirsin? Hak teâlâ buyurdu ki, (Kıyâmet gününde onlara selâmet verir, korkduğu şeylerden emîn eder, umduğu şeylerle şereflendiririm.) Rivâyet edilir ki, Mûsâ aleyhisselâma cenâb-ı Hak sordu: (Yâ Mûsâ, sana Peygamberlik vermeme sebeb olan şeyi biliyor musun?) Mûsâ aleyhisselâm hayır dedi. Hak teâlâ buyurdu ki, (Sen birgün koyun bekliyordun. Bir koyun sürüden ayrılarak kaçdı. Sen onu sürüye katmak için arkasından yürüdün. Bir hayli yol gitdin. Hem sen ve hem de koyun yoruldu. Nihâyet koyunu yakaladığın zemân, koyunu tutup şöylece hitâb eyledin: Yâ koyun, ne zorun vardı da, böylece hem kendini ve hem de beni zahmete sokdun ve her ikimizi de yordun? Hâlbuki, o ânında son derece yorgun ve hiddetli idin. İşte, o hiddetli ve gazablı zemânında hırsını yenip rıfk ile [ya'nî güzellikle] muâmele etdiğin için, sana Peygamberlik derecesini ihsân eyledim.)

131 - Fakîrlere merhamet ile muâmele eyle! Zenginlere ise zenginlikleri için tevâzu' gösterme! Din düşmanlarını, islâmiyyeti beğenmeyenleri, nemâz kılmayanları sevme ki, kıyâmet gününde selâmet ve se'âdet bulasın.

Bir çocuk gördüğün zemân, bunun günâhı yokdur, benim günâhım vardır. Binâenaleyh bu çocuk benden dahâ fazîletlidir. Bir yaşlı müslimân gördüğün zemân, bu benden dahâ fazla ibâdet eylemişdir, binâenaleyh benden dahâ fazîletlidir. Bir islâm âlimi görünce, ben câhilim, bu benden ziyâde âlimdir, öyle ise, benden dahâ fazîletlidir. Bir câhil görünce, bu bilmeden günâh işler. Fekat ben bilerek işlerim, öyle ise, bu benden efdaldir. Bir kâfir görsen, olur ki, dünyâdan îmân ile gider. Benim îmânla gidip gitmeyeceğim ise, belli değildir. Şu hâlde, benden dahâ fazîletlidir diye düşünmelisin! Müslimânlara karşı kibr yapmazsan, Hak teâlâ indinde yüksek derecelere vâsıl olursun.

132 - Peygamberimiz "aleyhisselâm": (O kimseye bakma ki, dinde senden aşağıdır, zîrâ kendini beğenip, helâk olursun. Dinde senden yukarısına bak ki, senden hayrlıdır. Malı çok olana bakma ki, Allahın kısmetine gazab edersin. Şu kimseye bak ki, yiyeceğini zahmet çekerek alın teri ile hâzırlar, o zemân da, Hak teâlânın sana verdiği ni'mete şükredersin) buyurdu.

133 - Peygamberimiz "aleyhisselâm" buyurdu ki, (Bir kimsenin dünyâsı selâmetli olursa, dîni eksik olur.) [Ya'nî, dünyâ lezzetlerine kavuşmak için, islâmiyyetin dışına taşan kimse, âhıret lezzetlerine kavuşamaz.] Yine buyurdular ki, (Yâ Ebâ Hüreyre! İslâmiyyetden çıkana doğru yolu göster, câhile ilm öğret ki, sana şehîdlik mertebesi verilir.) [Çocuklarına Ehl-i sünnet i'tikâdını, farzları, harâmları öğretmeli, tanıdıklara din kitâbı vermelidir.]

134 - Çok mal ve mevki' sâhibi olunca, kalbini karartıp Allahü teâlâyı unutma ve malına, rütbene güvenip de, ibâdetden geri kalma! Malı az olan, dahâ fazla Allahü teâlâyı hâtırlar ve Ona dahâ fazla bağlanır.

Tenbîh: Müslimânlıkda çok mal ve mevki' sâhibi olmak fenâ değildir. Alkollü içkileri satmakla ve çalgı, şarkı ücreti ile ele geçen ve sirkat, yalan, gasb, rüşvet ve fâiz ile toplanılan mallar, paralar, az olsalar da, habîsdir. Bunları kullanmak harâmdır. Halâldan kazanılan ve zekâtı verilen mal, para, ne kadar çok olursa olsun, makbûldür. Cenâb-ı Hak, Kur'ân-ı kerîmde, halâl olan malı hayr diye ismlendirmişdir.

İmâm-ı Gazâlî "rahime-hullahü teâlâ" (Kimyâ-i se'âdet) kitâbı, üçüncü faslında buyuruyor ki: Kendini ve âilesini ve çocuklarını kimseye muhtâc etdirmeyecek kadar çalışıp halâlden kazananlara cihâd sevâbı verilir. Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" bir sabâh oturmuşdu. Sahâbeden, kuvvetli bir genç, erkenden dükkânına doğru geçdi. Birisi, (Yazıklar olsun buna ki, Allah için biraz burada sizi dinlemeyip geçdi) deyince, (Böyle söyleme! Eğer kendini, ana-babasını ve ehl ve evlâdını muhtâc etmemek için gitdi ise, Allah yolundadır. Eğer zînet için, zengin olup müslimânlara gösteriş niyyetinde ise, Cehennem yolundadır) buyurdu. Bir hadîs-i şerîfde, (Doğru olan tüccâr, kıyâmetde sıddîklarla ve şehîdlerle berâberdir) ve bir kerre de, (Allahü teâlâ, san'at sâhibi mü'mini sever) buyurdu.

Bir kimse, Ehl-i sünnet âlimlerinin "rahime-hümullahü teâlâ" meclisine kırk gün devâm eylese, kalbi nûrlanır. Çünki, islâmiyyetin emr etdiği ilmler kalbin ışığıdır. [İlmi olmıyan kimse, şeytâna ve islâm düşmanı olan kimselere ve gazetelerine aldanır. Ehl-i sünnet i'tikâdında olmıyan din adamlarının yazılarını okuyanın kalbi kararır.] Allahü teâlâ, sana fazla mal verirse bahîl olma! Din uğruna sarf et! Hâlis müslimânların yazdığı doğru ilmihâl kitâblarını al, dağıt! Cihâd sevâbına kavuşursun. Peygamberimiz "aleyhisselâm" birgün, (Yâ Ebâ Hüreyre! Mü'minlerin büyüğü, benden sonra o kimsedir ki, Allahü teâlâ ona mal verir, o da gizli ve âşikâre Hak yoluna harcar ve yapdığı iyilikleri kimsenin başına kakmaz) buyurdu.

135 - Mahlûkatın hepsine merhamet eyle! Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (Yer yüzündeki mevcûdâta merhamet eyleyin ki, göklerdeki mahlûkat size merhamet eylesin. Sıddîkların nişânı odur ki, sadaka verirken gizli verir, bir belâya uğradığı zemân, bağırıp çağırmaz, kimseye şikâyet eylemez ve o belâyı herkesden gizler ve bir günâh işlediği zemân ardından hemen sadaka verir ki, günâhına keffâret olsun.)

136 - Fazla konuşma, kimse ile münâkaşa etme! Her zemân sükût etmeğe devâm eyle ki, iki cihânda selâmet bulasın. Hak teâlâ hazretlerini çok zikr edersen, kalbin ölmez ve şeytâna da gâlib gelmiş olursun. Hak teâlâ hazretlerini çok zikreyleyenlerin kalblerine hikmet akar.

137 - Peygamberimiz "aleyhisselâm" Ebû Hüreyreye "radıyallahü teâlâ anh" buyurdu ki, (Bir kimse Hak teâlâ hazretlerine Nûh aleyhisselâmın ömrünce ibâdet eylese, kendisinde üç haslet bulunmayınca yapdığı ibâdetden bir fâide edinemez.)

1- İlmi ile amel etmek.

2- Yidiği yemeğin halâl olması ve halâlı da israf etmemesi. [Besmelesiz kesilen hayvânlar ve kitâbsız kâfirlerin [müşriklerin] kesdikleri necsdir. Bunları yimek harâmdır. Bunları Besmele ile kesen de bulunduğu takdîrde, satın alınan etin Besmelesiz kesildiği kat'î bilinmedikçe, yimesi halâl olur. Balık tutanın müslimân olması ve Besmele ile tutması şart değildir.]

3- Allaha âsî olmakdan kaçınmak. [Ehl-i sünnet i'tikâdını öğrenmiyen, îmânı bunlara uygun olmıyan ve harâmları ve farzları bilmiyen ve bunlara uymayan kimse, Allahü teâlâya âsî olur.]

Tenbîh: Allahü teâlâya âsî olmak, ya'nî harâm işlemek insanı dünyâda ve âhıretde felâkete götürür. Harâmlardan en büyüğü Ehl-i sünnet i'tikâdını bilmemekdir. İkincisi nemâz kılmamakdır. Üçüncüsü içki içmekdir. (Enisül-vâizîn) kitâbı onuncu meclisinde diyor ki: Şerâb ve serhoş eden her içki harâmdır. Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem": (Şerâb içmek, büyük günâhların en büyüğü ve bütün fenâlıkların ve günâhların anasıdır) ve (Bütün fenâlıklar bir yere toplanmışdır. Bu yerin kilidi zinâ, anahtarı şerâbdır ve bütün iyilikler bir yerde toplanmışdır. Bu yerin kilidi nemâz, anahtarı abdest almakdır) ve (Allahü teâlâyı seven ve Kıyâmete inanan kimse, içki içilen yerde oturmasın) ve (Şerâbı yapmak, üzümünü sıkmak, taşımak, dağıtmak, satmak ve içmek, günâhda berâberdir ve bunların nemâzlarına, oruclarına, haclarına, zekâtlarına ve sadakalarına sevâb verilmez. Meğer ki tevbe ederler) ve (Hurma şerâbı da harâmdır) ve (Üzüm şirası taze olup değişmemiş ise halâldir) buyurdu. (Buhârî-yi şerîf) ve (Müslim)de Ebû Mûsâ "rahime-hullahü teâlâ" buyurdu ki, (Baldan ve arpadan yapılan içkiler ve serhoş eden her içki harâmdır.) İmâm-ı Muhammed "rahime-hullahü teâlâ", (Çok içilince serhoş eden içkinin azı da harâmdır) buyurdu. Fetvâ da bunun üzerinedir. Başka ilâç varken, bunları ilâc olarak içmek de harâmdır. Hâricden kullanmak câiz ise de, necsdirler, uçmakla temizlenemez, yıkamak lâzımdır. [(El-fıkhü alel mezâhibil-erbe'a) kitâbında diyor ki, (Serhoş eden sıvıların hepsi, dört mezhebde de şerâb gibi galîz, fenâ necâsetdir. Hanefîde avuç içi yüzeyinden fazlası ile, diğer üç mezhebde görülebilen az mikdârı ile kılınan nemâz sahîh olmaz. Şâfi'îde ve hanefînin bir rivâyetinde, ilâc ve kolonya yapmakda kullanılan mikdârı, çok olsa da afv edilmiş olup, nemâzın sıhhatine mâni' olmaz.)] Esrar, afyon, eroin gibi uyuşdurucu şeyleri keyf için yimek, içmek harâm olup, tedâvî için câizdir. Enîs-ül-vâizînin kelâmı temâm oldu. 380. ci sahîfeye bakınız!

Sigaraya gelince, İbni Âbidîn "rahime-hullahü teâlâ" (Dürr-ül-muhtâr) şerhinde buyuruyor ki, (Tütüne halâl ve harâm diyenler oldu. Allahü teâlâ, her şeyi halâl edip sonra, harâmları bunlardan ayırmışdır. İslâmiyyetin harâm demediğine, kimse harâm diyemez. Tütün zâtında mubâh ise de, soğan gibi tabî'aten mekrûhdur.) Şâfi'î ulemâsı tütünü nafakadan addetmişdir. O hâlde, az mikdârda tütün içmeğe harâm diyen yanılıyor. İsrâf başkadır. O zemân gazete parası da isrâf ve harâm olur. Doydukdan sonra yimek de harâmdır.

İbni Âbidîn (El-ukûd-üd-dürriyye) kitâbının sonunda, tütün içmek harâmdır diyenlerin sözünü red etmekde, tütünün mubâh olduğunu vesîkalarla isbât etmekdedir. Bu fetvâ kitâbının son kısmı, 1977 senesinde İstanbulda, Hakîkat Kitâbevi tarafından (El-habl-ül-metin) kitâbının sonunda basdırılmışdır.

Muâmelâtda, kâfir, fâsık sözüne inanmak câizdir. İbâdetlerde, yalnız âdil olan müslimâna inanılır. Âdil mi, fâsık mı belli değilse, zann-ı gâlib ile amel olunur. İslâm düşmanlarının yaldızlı, okşayıcı yalanlarına aldanarak, ibâdetleri değişdirmemelidir.

Radyoya gelince: Radyo, sinema, televizyon ve kitâb ve gazeteler neşr âletleridir ve propaganda vâsıtalarıdır. Meselâ tabanca da bir âletdir. Bir kimse, tabancasını bir gâziye verirse, gâzi cihâd ederken, o kimse de sevâba girer. Yok eğer bir şakîye, yol kesiciye verirse, bu şakî cinâyeti işlerken, o kimse de günâha girer. Aynı tabanca, insanı hem sevâba, hem günâha sokduğu gibi, radyo, sinema ve gazeteler, müslimânlar tarafından idâre edilip, yalnız îmân, ibâdet, ilm, ahlâk, san'at, ticâret gibi Allahü teâlânın emr ve müsâade etdiği şeyleri bildirirlerse, câiz ve sevâbdırlar. Yok eğer bunlar kâfirlerin, mürtedlerin elinde olup da, dinsizlik neşriyyâtı yapar, müslimânlıkla alay eder ve bunlarda bid'at veyâ harâm şeyler bulunursa, bunları almak, dinlemek, bakmak ve okumak, bunlara gitmek, para vermek harâmdır. Bir müslimân, evlâdını da bu harâmlardan muhâfaza etmelidir. Sıkıntı gidermek için kendi kendine tegannî günâh değildir. Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" Kur'ân-ı kerîm okurken, cenâze götürürken, harb ederken, va'z ederken bağırmağı kerîh görürdü.

Tekkelerde bağırmak çağırmak harâmdır. Evvel zemânda böyle bağırmazlardı. Celâleddîn-i Rûmî "rahime-hullahü teâlâ" ney çalmadı, raks etmedi, dönmedi. Bunları, sonradan câhiller uydurdu. Hikmet [ya'nî fen ve san'at ve fâideli şeyler] ve nasîhat bildiren şi'rler yazmak ve sesle okumak halâldir. Şehvete âid şi'rler okumak harâmdır. Bunları okumak kalbde nifâk yapar. Üflemekle, vurmakla, temâs veyâ tel ile çalınan bütün çalgıları çalmak, dinlemek ve dinlemeğe gitmek harâmdır. Peygamberimiz "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" çalgı çalınan bir yere tesâdüf etdiğinde, mübarek parmaklarını kulaklarına tıkadılar. [Kur'ân-ı kerîmi, mevlidi, ezânı ve ilâhileri çalgı çalarken okumak veyâ çalgı âletleri ile okumak küfrdür.] Harâm bulunan şi'rleri okumak mekrûh, tegannî ile okumak ve fuhş olanları okumak harâmdır. Hamam borusu, sahur davulu çalmak halâldir.

138 - İbâdetleri, meselâ Kur'ân-ı kerîmi, mevlid, ezân okumağı, imâmlığı, düâyı para karşılığı yapmak, bunlarda pazarlık etmek alana da, verene de harâmdır. Bunları Allahü teâlânın rızâsı için yapmalı, hediyye verilirse, kabûl etmelidir. Hediyye veren hasîs olmamalı, çok vermelidir. Ne kadar çok verirse, o kadar sevâbı çok olur. Dünyâ işleri için çok verip, Allahü teâlânın rızâsı için az vermekden dahâ fenâ bahîllik, hasîslik olmaz. İmâm, müezzin ve diğer ilmiyyenin ihtiyâcı Beyt-ül-mâlden te'mîn edilir. Nisâba mâlik olsalar bile, ilm öğrenen ve öğretenlere zekât ve uşr vermek efdaldir.

[(Mektûbât-i Ma'sûmiyye) ikinci cild, 36. cı mektûbunda diyor ki, (Farz ve sünnet olan amelleri, zikri, hayrâtı, hasenâtı ve düâ, âyet-i kerîme okumağı sevâb kazanmak için yaparken, kimseden izn almağa lüzûm yokdur. Bunları, şifâ için, bir ihtiyâcın hâsıl olması, bir müşkülün hal olması için okurken, te'sîr etmeleri, mürşidin, üstâdın izn vermesine bağlıdır.) [Mürşidlerin kitâblarından öğrenip okumak, izn almak olur.] İmâm-ı Rabbânî, üçüncü cild 25. ci ve 34. cü mektûblarında buyuruyor ki, (Zikr etmek çok sevâbdır. Fekat, kalbi tathîr etmesi için, zikri izn ile yapmak lâzımdır.) İzn alan, izn verenin vekîli olur. Bunun okuması, vekîl edenin okuması gibi te'sîrli, fâideli olur.]

İbni Âbidîn buyuruyor ki: (Büyüklerin giymeleri ve içmeleri ve yimeleri harâm olan şeyleri çocuklara giydirmek, yidirmek ve içirmek de harâmdır. Abdest havlusu ve burun mendili kullanmak günâh değildir. Kur'ân-ı kerîm ile ve düâ ile olan mıskaları yapmak ve kullanmak câizdir ve insanı korurlar. Kur'ân-ı kerîm, maddî ve ma'nevî her derde şifâdır ve her harfi mubârekdir ve muhteremdir. İnsanlara, hayvânlara ve eşyâya nazar değer.)

139 - Takvânın en yüksek mertebesi Allahü teâlânın farz eylediğini işleyip, harâm kıldığını terk etmekdir.

140 - Mü'min kardeşlerini sevindirmeğe çalış! Zîrâ Peygamberimiz, (Bir kimse, bir mü'min kardeşini sevindirirse, Hak teâlâ o kimsenin kalbini kıyâmet gününde ferahlandırır) buyurdu. Yine, (Bir kimse, bir ma'sûm çocuğu sevindirirse, Hak teâlâ o kimsenin şirkden başka geçmiş günâhlarını afv eder) ve (Her kim dünyâda bir mü'min kardeşinin işini görürse, Hak teâlâ, o kimsenin yetmiş işine kolaylık ihsân buyurur. O yetmiş işin on dânesi dünyâda, altmış dânesi kıyâmet günündedir. Bir kimse, bir mü'min kardeşinin aybını kapatırsa, Allahü teâlâ o kimsenin bütün ayblarını kıyâmet günü kapatır!) buyurdu.

141 - Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (İnsanın işlediği hayrlı amel dâimî olmalı, dâimî olarak işlenen amel, insanı maksâdına ulaşdırır.)

ZÜHD VE TAKVÂ FASLI

142 - Dâimâ zühd ve takvâ üzere bulun! Yahyâ ibni Muâz "rahime-hullahü teâlâ" [258 de Nîşâpûrda vefât etdi] buyurdu ki, zühd demek, dünyâ zînetini terk etmekdir. Zîrâ Peygamberimiz buyurdu ki, (Dünyâyı sevmek, bütün hatâların başlangıç noktasıdır. Dünyâdan kendini sakınan kimseler, zâhid olanlardır.)

143 - Habîbullah "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (Ümmetim üç şeyi sever, fekat o üç şey onların değildir:

1- Vücûddaki canı sevmek,

2- Malı sevmek,

3- Dünyâyı sevmek.) [Dünyâ, arabî bir kelimedir. Fen ilminde (en yakın şey) demekdir. Erd küresi, güneşden, aydan, yıldızlardan dahâ yakın olduğu için, Erd küresine dünyâ denir. Kıyâmetden önceki zemân, kıyâmetden sonraki zemândan dahâ yakın olduğu için, birincisine (Dünyâ hayâtı), ikincisine (Âhiret hayâtı) denir. Dünyâ kelimesinin din bilgisindeki ma'nâsı, (En zararlı, fenâ şey) demekdir. Küfre sebeb olan şeyler, harâmlar, mekrûhlar, dünyâ demekdir. Mubâhlar, ahkâm-ı islâmiyyeye uymağa mâni' olunca, dünyâ olurlar. Muhabbet, sevmek, hep berâber olmağı istemek, berâber olmakdan zevk, lezzet duymak demekdir. İnsan sevdiğini hiç unutmaz. Muhabbetin yeri kalbdir. Kalb, yürek dediğimiz et parçasında bulunan bir kuvvetdir. Bu kuvvete gönül diyoruz. Birşeyi öğrenmek, akl ile olur. Akl, dimâg, beyin dediğimiz et parçasında bulunur. Küfrü, harâmları, mekrûhları sevmek, beğenmek küfr olur. Farzları, sünnetleri, beğenmemek de küfr olur, dünyâ olur. Müslimân olmak için, dünyâ sevgisini kalbden çıkarmak lâzımdır. Dünyâyı hâtırlamağı da kalbinden çıkarana (Sâlih) müslimân denir. Dünyâ olsun, mubâh olsun, mâ-sivânın, ya'nî Allahü teâlâdan başka herşeyi hâtırlamağı kalbinden çıkarmağa (Fenâ-fillah) denir. Buna kavuşan müslimâna (Velî) denir. (Evliyâ) denir. Evliyâ, herşeyi öğrenir, bilir. Ahkâm-ı islâmiyyeye uymakda, dünyâ işlerinde aklını kullanır. Hesâbını yapmakda, san'atında, ticâretinde hiç hatâ yapmaz. Fekat, aklındaki düşünceler, kalbine sirâyet etmez, bulaşmaz. Dünyâyı hâtırlayan kalb hastadır. Kalbin temiz olması, dünyâ dediğimiz şeyleri sevmekden, hâtırlamakdan kurtulması demekdir. Kalb hastalığının ilâcı, islâmiyyete uymak ve Allahü teâlâyı çok zikr etmek, ya'nî ismini ve sıfatlarını hâtırlamak, kalbe yerleşdirmekdir. Mürşid-i kâmilin sohbeti veyâ kitâblarını okumak, bu tedâvîyi kolaylaşdırır. Bu sohbete, bu kitâblara kavuşmak, dünyâ ve âhıret se'âdetlerine kavuşmağa sebebdir. Bu tedâvîye fâidesi olmıyan sohbetin ve kitâbların, taklîd, sahte, zararlı olduğu, felâkete sebeb olacağı anlaşılır.] Halâl yoldan gelen ve zekâtı verilen şeyler ve isrâf edilmeyen mubâhlar dünyâ sayılmaz. Mal kendinin değil, sen öldükden sonra veresenindir. Sen de günâhlarla berâber gidersin.

144 - İnsanın ömrünün uzun, rızkının bol oluşu, Allahü teâlâ tarafından bir imtihândır. Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (Yâ Ebâ Hüreyre! Allahdan başka hiç bir şeye ümmîd bağlama! Allaha tevekkül eyle! Bir arzun varsa, Allahü teâlâ hazretlerinden iste! Allahü teâlânın âdet-i ilâhiyyesi şöyle cârî olmuşdur ki, her şeyi bir sebeb altında yaratır. Bir iş için sebebine yapışmak ve sonra Allahü teâlânın yaratmasını beklemek lâzımdır. Tevekkül de bundan ibâretdir.)

Bütün yer gök varlıkları bir araya gelseler, Allahü teâlâ hazretleri murâd etmedikçe sana zerre kadar bir fenâlık yapamazlar.

(Fetavâ-yı Hindiyye)de beşinci cild, 379. cu sahîfede diyor ki, zelzele olunca evden çıkmalı, açık yere gitmelidir. Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem", yolda eğri dıvarın önünden koşarak geçdi. Allahü teâlânın kazâ ve kaderinden mi kaçıyorsun dediklerinde, (Allahü teâlânın kazâsından, yine onun kazâsına kaçıyorum) buyurdu.

145 - Kabrde süâl meleklerine şöyle cevâb vereceksin:

Rabbim Allahü teâlâ, Peygamberim hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâm, dînim, dîn-i islâm, kitâbım Kur'ân-ı azîm-üş-şân, kıblem Kâ'be-i şerîf, i'tikâdda mezhebim Ehl-i sünnet vel-cemâ'at, amelde mezhebim, imâm-ı a'zam Ebû Hanîfe mezhebidir. [Kıyâmet günü insanların, tâbi' oldukları mezheb imâmının ismleri ile çağrılacakları, meselâ (Hanefîler geliniz! Sünnîler geliniz!) denileceği (Rûhül beyân) tefsîrinde İsrâ sûresinin 71. ci âyetinde yazılıdır.]

Bunları şimdiden ezberle ve çocuklarına da öğret!

Halâl lokma yimekle ve harâmdan sakınmakla vücûdünü temizle! Kalbinde müslimânlara düşmanlık beslememekle ve kimse için fenâlık düşünmemekle kalbini, Ramezân-ı şerîf ayında da oruc tutmakla ve nefsine muhâlefet ve mukâvemet etmekle ve yalan, gîbet, iftirâ ve mâlâ-ya'nî söylememekle rûhunu temizle! Bu sözleri söylemek harâmdır. Kadınların, kızların, başları, kolları, bacakları açık olarak sokağa çıkmaları harâmdır. Bunlara ve açık gezmelerine izn veren erkeklerine çok günâh yazılır. Kadınların çarşafla örtünmeleri şart değildir. Baş örtüsü ve manto ile de örtünmeleri iyi olur.

Şunu da bilmelisin ki, mâlâ-ya'nîyi terk etmekle, ya'nî fâidesiz söz konuşmamakla insanın îmânı nûrlanır.

Elin harâm tutmamalı, kulak harâm olan şeyi dinlememeli, ayak da, harâm olan yere gitmemeli, mide ise harâm olan şeyi yimemeli, göz ise harâm olan şeye bakmamalı, dil de harâm söylememeli. Bunun gibi insanda bulunan a'zâların harâmla alâkalarının kesilmesi lâzımdır ki, fevz-ü felâh bulasın. Aksi takdîrde kendini helâk etmiş olursun. Göz kazâra veyâ gafletle harâm bir şey görürse, günâh olmaz. Fekat, tekrâr bakmak günâhdır. Tesâdüfen görünce, başı başka tarafa çevirmek lâzımdır.

146 - Şu yapdığım nasîhatları tutar ve onlarla amel edersen, Allah huzûrunda, Peygamberler "aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" müvâcehesinde, melekler ve bütün insanlar nazarında yüzün ak olur.

Çeşidli bilgiler: (Fetâvâ-yı Hindiyye), beşinci cild, 350. ci sahîfeden başlıyarak diyor ki, (Yaşlı kadınların ve erkeklerin kabr ziyâreti sünnetdir. Evde ve kabr başında Kur'ân-ı kerîm okuyup, sevâbını rûhlarına hediyye etmeli ve onlara düâ etmelidir. Kabri elleri ile mesh etmek, kabri öpmek, hıristiyanlık âdetidir. 121.ci sahîfeye bakınız! Ananın, babanın kabrini öpmek câizdir. Kabristânda türbe yapmak mekrûhdur. [Vehhâbîlerin dediği gibi şirk değildir. Kabrin üstü balık sırtı gibi kabarık olmalı, düz olmamalıdır. Kabr içinde kireç ve çimento kullanmamalı, kerpiç, taş ile dıvâr yapılmalıdır. Mülkü olan yerde türbe yapmak, mekrûh da değildir.] Kabr üzerine gül, çiçek dikmek iyidir. Hıristiyanların yapdığı gibi, kesilmiş gül, çiçek demeti [çelenk] koymak mekrûhdur. Tarîkatcıların okudukları ilâhîler ve raks etmeleri, dönmeleri harâmdır. Onları seyr etmek de harâmdır. Her çeşid çalgı çalmak harâmdır. Yalnız düğünde, bayramda, hac yolunda ve harbde def, davul çalmak câizdir.

[(Hadîka) ve (Berîka)da açıkça bildiriliyor ki, yabancı kadının, kızın söylediği her çeşid şarkıyı, hikâyeleri dinlemek, herkesin islâmiyyeti bozucu, yok edici, din ile alay edici, harâmları övücü, ibâdetleri küçültücü, şehveti, zinâyı, hayâsızlığı, nâmûssuzluğu, hükûmete isyân etmeği, kanûnlara karşı gelmeği teşvîk edici, kardeşi kardeşe düşman edici sözlerini ve her çeşid çalgıyı, kendilerinden, radyolardan ve televizyonlardan dinlemek harâmdır. Kendi dinlemese dahî, bunları evinde bulundurmanın da harâm olduğu bu iki kitâbda uzun yazılıdır. Hem halâl, fâideli, hem de harâm, zararlı olan şeyi, ya'nî halâla da, harâma da sebeb olan şeyi eve sokmak câiz değildir.]

Ölmiyecek kadar yimek, içmek farzdır. Ölmiyecek kadar ve tedâvî için ilâc kullanmak sünnetdir. İnsanın ve domuzun etini hiçbir sebeble yimek câiz değildir, harâmdır. Erkeğin kadın sütünü ilâc olarak içmesi câizdir. Tabîb-i müslim şifâ bundandır, başka ilâcı yokdur derse, şerâb, bevl, kan ve leşin ilâc olarak alınması câizdir. Fekat kirpi, yılan eti, câiz değildir. Kadının ve erkeğin sakız çiğnemesi câizdir. Hastaya Kur'ân-ı kerîmi okuyup üflemek, mıska yazıp taşıması, tasa yazıp suyunu içmesi câizdir. Yoldan toplanan çer-çöpü yakıp nazar değen çocuğun etrâfında döndürmek ve korkmuş çocuğa mum, kurşun dökmek ve şifâyı Allahü teâlâdan beklemek câizdir. Nazar değmemek için tarlaya hayvân kafa kemiği ve benzerlerini asmak câizdir. Uzvları hâsıl olmamış çocuğu düşürmek için ilâc kullanmak câizdir. Çocuğun sünnet yaşı yedi ile oniki arasıdır. Dahâ küçük ve dahâ büyük de olur. Za'îf olan ihtiyâr müslimân, sünnete dayanamazsa terk edilir. Özr ile vâcibin terki câiz olunca, sünnetin terki evlâ olur. Kızların, kadınların kulaklarını delmek câizdir. Evin, ihtiyâc olduğu kadar büyük olması câizdir. Odanın dıvarlarına halı asmak, soğuğa karşı câizdir. Zînet niyyeti ile mekrûhdur. Üzerinde canlı resmi olursa harâm olur.) 322. ci sahîfede diyor ki, Kur'ân-ı kerîmi okumak için değil, bereketlenmek, fâidelenmek için evinde bulundurmak câizdir, hattâ sevâbdır. Yüksekde okunan ezânı mahalle halkının hepsi işitmezse, hepsine işitdirmek için vakf gelirinden minâre yapdırmak câizdir. Minâresiz hepsi işitirse, vakf parasından yapdırmak câiz olmaz. [Minâreden ve hiçbir yerden ho-parlörle ezân okumak câiz değildir. (Cennet Yolu İlmihâli)ne bakınız!]

ANA-BABAYA İTÂ'AT FASLI

147 - Hak teâlâ hazretleri Mûsâ aleyhisselâma buyurdu ki, (Yâ Mûsâ! Bir kimse, ana-babasına karşı gelirse, onun dilini kes ve herhangi bir a'zâsiyle ana-babasını gücendirirse, o a'zâsını kes!) Ana-babasını râzı eden kimse için, Cennetde iki kapı açılır. Ana-babası râzı olmıyan kimse için de Cehennemde iki kapı açılır. Bir kimsenin ana-babası zâlim dahî olsalar, onlara karşı gelmek, onlarla sert konuşmak câiz değildir.

Hak teâlâ buyurdu ki: (Yâ Mûsâ! Günâhlar içinde bir günâh vardır ki benim indimde çok ağır ve büyükdür. O da, ana-baba evlâdını çağırdığı zemân, emrine muvâfakat etmemesidir.) Ana-baba çağırdığı zemân herhangi bir işle uğraşırsan, hemen onu terk edip, derhal ana-babanın emrine koşacaksın! Anan-baban sana kızıp bağırırsa, onlara sen bir şey söyleme! Ananın-babanın düâsını almak istersen, sana emr etdikleri işleri çabuk ve güzel yapmağa çalış! Bu işini beğenmeyip sana gücenmelerinden ve bed-düâ etmelerinden kork! Sana darılır iseler, onlara karşı sert söyleme! Hemen ellerini öperek gazablarını teskin eyle! Ananın-babanın kalblerine geleni gözet! Zîrâ senin se'âdetin ve felâketin, onların kalblerinden doğan sözdedir. Anan-baban hasta ise, ihtiyâr ise, onlara yardım et! Se'âdetini onlardan alacağın hayr düâda bil! Eğer onları incitip, bed-düâlarını alırsan, dünyâ ve âhıretin harâb olur. Atılan ok tekrâr geri yaya gelmez. Onlar hayâtda iken, kıymetini bil!

Allahü teâlânın rızâsı, dînine bağlı olan ana-babanın rızâsında, Allahü teâlânın gazabı, dînine bağlı olan ana-babanın gazabındadır. Habîb-i kibriyâ "sallallahü aleyhi ve sellem" bir hadîs-i şerîflerinde buyurdu ki: (Cennet anaların ayağı altındadır.) Ya'nî, sana dînini, îmânını öğreten ananın-babanın rızâsındadır. Hak teâlâ hazretleri Mûsâ aleyhisselâma dedi ki: (Yâ Mûsâ! Ana-babasını râzı eden, beni râzı etmiş olur. Ana-babasını râzı edip bana âsi olan kimseyi dahî iyilerden sayarım. Ana-babasına âsi olan, bana mutî' olsa bile, onu fenâlar tarafına ilhâk ederim.)

Îmânı olanlardan Cehennemden en sonra çıkacak olanlar, Allahü teâlânın yolunda olan anasının, babasının islâmiyyete uygun olan emrlerine âsî olanlardır.

148 - Peygamberimiz "aleyhisselâm" buyurdu ki: (Ana-babaya iyilik etmek, nâfile nemâz, oruc ve hac [ve ömreye gitmek] fazîletlerinden dahâ fazîletlidir. Ana-babasına hizmet edenlerin ömrü bereketli ve uzun olur. Ana-babasına karşı gelip, onlara âsî olanların ömrleri bereketsiz ve kısa olur. Anasına-babasına âsî olan mel'ûndur.)

Hasen-i Basrî "rahime-hullahü teâlâ" Kâ'beyi ziyâret ve tavâf ederken bir zât gördü ki, arkasında bir zenbil ile tavâf eder. O zâta dönüp dedi ki: Arkadaş, arkandaki yükü koyup öylece tavâf etsen dahâ iyi olmaz mı? O zât cevâben dedi ki, bu arkamdaki yük değil, babamdır. Bunu Şâmdan yedi kerre buraya getirip tavâf eyledim. Çünki, bana dînimi, îmânımı bu öğretdi. Beni islâm ahlâkı ile yetiştirdi, dedi. Hasen-i Basrî hazretleri ona dedi ki, kıyâmet gününe kadar böylece arkanda getirip tavâf eylesen, bir kerre kalbini kırmakla bu yapdığın hizmet havaya gider ve yine bir def'a gönlünü yapsan, bu kadar hizmete mukâbil olur.

149 - Peygamberimize "aleyhisselâm" bir kişi geldi ve dedi ki, yâ Resûlallah "sallallahü aleyhi ve sellem"! Benim anam-babam ölmüşdür. Onlar için ne yapmam lâzımdır? Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (Onlara dâimâ düâ eyle! Onlar için Kur'ân-ı kerîm oku ve istigfâr et!)

Eshâb-ı kirâmdan biri "radıyallahü teâlâ anh" dedi ki, yâ Resûlallah "sallallahü aleyhi ve sellem", bundan fazla yapılacak bir şey var mı? Buyurdular ki, (Onlar için sadaka verin ve hac eyleyin!) Biri çıkıp dedi ki, anam-babam çok şefkatsızdırlar, onlara nasıl itâ'at eyleyeyim? Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki: (Anan seni dokuz ay karnında gezdirdi. İki sene emzirdi. Seni büyütünceye kadar koynunda besledi ve sakladı, kucağında gezdirdi. Baban da seni büyütünceye kadar birçok zahmetlere katlanarak seni besledi. İdâre ve maişetini te'mîn eyledi. Sana dînini, îmânını öğretdiler. Seni islâm terbiyesi ile büyütdüler. Şimdi nasıl olur da, şefkatsız olurlar? Bundan dahâ büyük ve kıymetli şefkat olur mu?)

150 - Ana-baba hakkında hikâye olunur ki, hazret-i Mûsâ aleyhisselâm, Tûr-i sînâda Hak teâlâ hazretleri ile mükâleme ederken, (Yâ Rabbî! Âhıretde benim komşum kimdir?) diye sordu. Hak teâlâ buyurdu ki, (Yâ Mûsâ! Senin komşun, falan yerde, falan kasabdır!) Mûsâ aleyhisselâm kasabın yanına giderek beni müsâfir eder misin dedi. Yanında müsâfir oldu. Yemek zemânı gelince, kasab, bir parça et pişirdi. Dıvârdaki asılı zenbili aşağı alarak, orada bulunan ve sâdece kemiklerden ibâret bir kadına et verdi ve suyunu da verdi. Üstünü başını temizleyip, zenbile koydu. Mûsâ 'aleyhisselâm" sordu, bu senin neyindir? Kasab, annemdir. İhtiyâr olup bu hâle girdi; işte her sabâh, akşam kendisine böyle bakarım dedi. Kasab annesine yemek verirken, o za'îf ve âciz annesi, oğluna düâ ederek, yâ Rabbî! Oğlumu Cennetde Mûsâ aleyhisselâma komşu eyle dediğini Mûsâ aleyhisselâm dahî işitmiş. Bunun üzerine kasaba, Mûsâ aleyhisselâm müjde ederek, seni Allahü teâlâ afv ederek, Mûsâ aleyhisselâma komşu etmiş, demişdir.

151 - Gaflet ve şaşkınlığa kapılarak ana-babanın kalbini kırarsan, derhâl onların rızâsını almağa çalış, yalvar, minnet eyle ve her ne yaparsan yap, onların gönlünü al! Ana-babanın evlâd üzerinde hakları çok büyükdür. Bunu dâimâ göz önünde tutarak, ona göre hareket eyle!

Tenbîh: Anaya, babaya ve hocaya ve hükûmete isyân etmek, karşı gelmek câiz değildir. İslâmiyyetin yasak etdiği birşeyi emr ederlerse, ısyân etmemeli, suç ve günâh işlememelidir.

Şemsül-eimme-i Serâhsînin "rahime-hullahü teâlâ" [483 de vefât etdi] (Siyer-i Kebîr) şerhi tercemesi 83. cü sahîfesinde diyor ki: Ana-babaya iyilik etmek, onları zarardan ve sıkıntıdan korumak farz-ı ayndır. Cihâda gitmek ise, farz-ı kifâye olduğundan, ana-babadan izn olmadıkca harbe gitmek halâl olmaz. Ana-baba kâfir de olsalar, onlara iyilik etmek, hizmet etmek farzdır. Ticâret, hac ve ömre için ana-babadan iznsiz sefere gitmek câizdir. İlm öğrenmek için gitmek de öyledir. Zîrâ bunlarda, harb gibi, ölüm tehlükesi olmadığından, ayrılık hüznleri, kavuşmak ümmîdi ile zâil olur. Ana-babanın ve hocanın günâha sokacak olan emrlerine itâ'at lâzım değildir. Meselâ, hırsızlık için veyâ birini öldürmek için veyâ yol kesicilik için veyâ zinâ için bir kadını bir yere gönderirlerken, orada buna mâni' olabilecek bir adam bulunsa, fekat bu adamın mâni' olmasına anası-babası müsâ'ade etmese, bunları dinlemeyip mâni' olması lâzımdır. Zîrâ, günâha mâni' olmak farz-ı ayndır. Ana-babaya itâ'at ise, günâh olmıyan emrleri için, farzdır. Ana-babanın farzı terk etdirmesi günâh olduğundan bu emrleri yapılmaz. Nisâ sûresi ellidokuzuncu âyetinde meâlen, (Ey mü'minler! Peygamberime "sallallahü aleyhi ve sellem" ve sizden olan, âmirlerinize itâ'at ediniz!) buyuruldu. Günâh olmıyan emrlere itâ'at lâzımdır. Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" bir yere ufak bir askerî birlik göndermişdi. Başlarına da bir kumandan ta'yîn etmişdi. Âmirleri, bunlara kızıp, büyük bir ateş yakdırdı ve bu ateşe giriniz, bana itâ'at farzdır dedi. Askerlerin ba'zısı girelim, dedi. Bir kısmı da biz ateşden kurtulmak için müslimân olduk, girmeyelim, dedi ve girmediler. Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" bunu haber alınca: (Eğer itâ'at edip girselerdi, Cehennemde ebedî kalırlardı) buyurdu. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki: (Üzerinize âmir ta'yîn edilen müslimân, her kim olursa olsun, harâm ile emr etmedikçe, ona itâ'at ediniz! Harâm olan emrlerine itâ'at etmeyiniz!) İtâ'at etmemek başkadır. İsyân etmek, karşı gelmek başkadır. Bu iki şeyi birbirine karışdırmamalıdır.

[Siyer-i kebîrden, buraya kadar yazılanlardan anlaşılıyor ki, ananın babanın, hocanın ve hükûmetin harâm olan şeyleri emr etmeleri hâlinde, bunlara isyân edilmez. Karşı gelinmez. Bu emrleri, dinde günâh olmıyacak ve devletin kanûnunda suç olmıyacak şeklde yapılır. Meselâ bir adama anası evlenme derse veyâ falanca kızı almıyacaksın veyâ âileni bırakacaksın derse veyâ falanca âlime gidip dînini öğrenmiyeceksin derse, bu sözleri islâmiyyetin îcâb etdirdiği bir sebeb ile değil ise, itâ'at îcâb etmez. Fekat, yine sert söylemek, karşılık vermek câiz değildir.

Kâfir olan âmirlerin, din düşmanlarının islâmiyyete uygun olan emrleri, islâmiyyete uymak niyyeti ile yapılır. İslâmiyyete uymıyan emrleri karşısında müşkil vaziyete düşerse, kanûnî yollardan hakkını arar.

Ananın, babanın, hocanın, itâ'at lâzım olmıyan emrleri yapılmadığı zemân özr, behâne anlatmalı ve hafîf ve yumuşak söylemelidir. Ya'nî, emri yapmamak, isyân ve hakâret şeklinde olmayıp, kusûr ve kabâhat şekli verilerek fitneye sebeb olmamalıdır. Mısrlı Hasen Bennâ ve bunun yetişdirmelerinden Seyyid Kutb gibi mezhebsiz, câhil din adamları, [yobazlar], (Cihâd, zulm edenlere ve zâlimlere karşıdır) âyet-i kerîmesini ileri sürerek, hükûmete isyân etdiler. Hasen 1368 [m. 1949] de, Seyyid Kutb da 1386 [m. 1966] isyânında i'dâm edildi. Aldatdıkları binlerce genç de, zındanlarda senelerce işkence çekdikden sonra öldürüldüler. (İhvân-ı müslimîn), ya'nî müslimân kardeşler denilen bu gençler, 1982 de Sûriyedeki zâlim Es'ad hükûmetine de isyân ederek, Hama şehrinin yakılıp yıkılmasına ve on binlerce müslimânın fecî' şekilde öldürülmesine sebeb oldular. Hâlbuki, zâlim, hattâ kâfir hükûmetlere karşı isyân etmeği, fitne çıkarmağı, dînimiz yasak etmekdedir. Böyle fitne çıkarmak, cihâd değil, ahmaklıkdır. Büyük günâhdır. Yukarıdaki âyet-i kerîme, Hac sûresinde olup, Medînede yeni kurulan islâm devletinin, Mekkedeki kâfirlerle cihâd yapmasına izn vermekdedir. Bu âyet-i kerîme, islâm devletinin, zâlim, kâfir diktatörlerle cihâd etmesine izn vermekdedir. Ya'nî cihâdı, devlet yapar. Devletin ordusu yapar. İnsanın öteye, beriye saldırmasına, hükûmete karşı gelmesine cihâd denmez. Eşkıyâlık denir ki, büyük günâhdır. Ehl-i sünnet âlimleri "rahime-hümullahü teâlâ", kâfir, zâlim hükûmete bile ısyân etmeği yasak etmişdir. Mezhebsiz, câhil din adamları [ya'nî zındıklar], Ehl-i sünnet âlimlerinin yüksekliklerini bilmedikleri için ve tefsîr, fıkh kitâblarının ma'nâlarını anlamadıkları için, kendilerini âlim sanıyorlar. Âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden yanlış, bozuk ma'nâlar çıkararak, islâm dînine ve müslimânlara çok zarar yapıyorlar.

En büyük islâm devleti olan Osmânlılara karşı son ihtilâli ingilizler hâzırladı. Merkezi Selânikde bulunan üçüncü ordunun ba'zı genç subayları, ingiliz câsûsları tarafından bol para ve makâm va'dleri ile aldatıldı. 7 temmuzda Şemsî pâşa, tegmen Âtıf tarafından vuruldu. Masonların ve yehûdî piçlerinin idâre etdiği çapulcu ordusu, ingiliz ve fransız silâhları ile, İstanbula yürüdü. 23 temmuz 1908 de ikinci meşrûtiyyet i'lân edildi. Devletin idâresi câhillerin eline geçdi. Ehliyyetli kimseler zındanlara atıldı. Çoğu i'dâm edildi. 1915 ocak ayında Enver pâşa, rus hudûduna asker gönderilmesi için emr verdi. Tecribeli subaylar, yollarda kar var, martdan sonra gönderelim dediler. Hâyır, ben emr ediyorum, şimdi gidilecek dedi, bu subayları cezâlandırdı. 86.000 asker Sarıkamışda donarak öldü. Her tarafda verilen, böyle ahmakca emrler ve i'dâmlar, milleti bıkdırdı. Pâşalar bu hâli anlayınca, canlarını kurtarmak için Avrupaya kaçdılar. Talât pâşa Berlinde, Enver pâşa 1922 de Rusyada, Cemâl pâşa Tiflisde öldürüldü. Enver pâşanın kemikleri 1996 da İstanbula nakl edildi. 1908 isyânının milletimize verdiği nice büyük zararlar ve felâketler (Eshâb-ı Kirâm) kitâbımızda yazılıdır.]

152 - Sana dînini öğreten hocana hurmet, saygı ve ta'zîm eyle! Hoca hakkı ana-baba hakkından dahâ üstündür. Çünki, ana-baba evlâdı büyütür, bakar. Kötülükden, harâmlardan korur. İbâdete alışdırır. Muallim ise, evlâda hem dünyâ ve hem de âhıret hayâtını kazandırır, din ve diyânetini, Ehl-i sünnet i'tikâdını, farzları, harâmları sana öğretir. Dînini, îmânını öğreten ana-babanın hakkı, hocanın hakkından da üstündür.

Hocanı gördüğün zemân hurmet ve saygı ile karşıla.

153 - Tenbîh 1: Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (İnsanlar, kendilerine ihsân, iyilik edenleri sever. Bu sevgi, insanın yaratılışında vardır.) Yapılan ihsân, ne kadar kıymetli ve ne kadar çok olursa, sevgi de o kadar fazla olur. Bunun için, herkes anasını, babasını, hocasını, ustasını, hükûmetini, vatanını, din kardeşlerini çok sever. Bir müslimânın mürşidi, ya'nî hocası, kendisine, din ve dünyâ bilgilerini, îmânını, Allahını, Peygamberini, güzel ahlâkı öğretdiği için, onu herkesden, çok sever. Bu sevgi, cibillîdir. İnsanın doğuşunda vardır. Bu sevgiden mahrûm olan kimse, hakîkî insan değildir. Hayvân gibidir. Çok sevilen kimse, insanın kalbinden, hâtırından çıkmaz. Onun şekli, kalbine yerleşir. Bu hâle (Râbıta) denir. Bir insanın kalbinde, bir Mürşidin, bir Velînin râbıtası hâsıl olursa, onun kalbine, kendi mürşidlerinden gelmiş olan (Feyz)ler, bunun kalbine de akar. Feyz, kalbden kalbe gelen, insana Allahü teâlânın râzı olduğu şeyleri yapdıran nûrdur, bir kuvvetdir. Feyzler, Resûlullahın mubârek kalbinden yayılmakda, Evliyânın kalbleri vâsıtası ile, Evliyâyı çok seven kalblere gelmekdedir. Evliyânın kalbleri ayna gibidir. Bir aynadan fışkıran ışıklar, karşısındaki aynaya ve bundan da, bunun karşısındaki aynaya gelir. Böylece, Resûlullahın kalbinden fışkıran feyzler bizim zemânımızdaki Evliyânın kalblerine gelir. [Bir ayna gibidir. Aynaya gelen ışıklar ve karşısında bulunan cismler, karşı aynada görülür. Aynanın karşısında bulunan ikinci bir ayna ve bunun karşısındaki üçüncü aynada da görünürler. Resûlullahın mubârek kalbinden yayılan feyzler, ma'rifet nûrları da, bu kalbe bağlı olan kalblere gelir. Kalbleri bağlıyan bağ, muhabbetdir. Eshâb-ı kirâm, Resûlullahı çok sevdikleri için, bu nûrlara kavuşdular. Sevgi ne kadar çok olursa, gelen feyz de çok olur. Sevmek, inanıp ve işleri ve ahlâkı Onun gibi olmak demekdir. Eshâb-ı kirâmın kalblerine gelen feyzler, sonraki asrdaki gençlerin kalblerine de geldi. Bunların da islâmiyyete uymaları kolay ve tatlı oldu. Her biri, birer Velî oldu. Uzak memleketde ve mezârda olan Velîden de feyzler yayılmakda, âşıklarının kalblerine gelmekde, kalbleri nûrlanmakdadır. Resûlullahın mubârek kalbinden yayılan feyzlere sonraki asrdaki âşıkların kalbleri de kavuşarak, zemânımızdaki Evliyânın kalblerine geliyor ve bunların kalblerinden, kendilerini sevenlerin kalblerine ve bu arada bizlere de geliyor.] İslâmiyyet ve fen bilgileri, düşünmek, hesâb yapmak, akl ile olur. Akl dimâgda bulunur. Îmân, muhabbet ve ma'rifet ve birşeyi hâtırlamak yeri kalbdir. Feyze kavuşan bir insanın kalbi, ilmler, ma'rifetler, kerâmetler hazînesi olur. Bu insana (Velî) ve (Mürşid) denir. Bu se'âdete kavuşmak için, Ehl-i sünnet i'tikâdında olmak ve İslâmiyyete tâbi' olmak ve Mürşidi sevmek şartdır. Bedeni besliyen rızklar ve kalbi temizliyen feyzler, ezelde takdîr ve taksîm edilmişdir. Fekat, bunlara kavuşmak için, âdet-i ilâhiyyeye uymak, sebeblerini aramak, bulmak için çalışmak lâzımdır. Şartlarına uyarak çalışana, elbet verilir. Dilediğine, çalışmadan da, ihsân eder.

Tenbîh 2: Hocan öldükden sonra, onun rûhuna, Kur'ân-ı kerîm oku! Onun için sadaka ver, ona düâ et! Bunların sevâbları onun rûhuna gider. Fâidesini görür. Eshâb-ı kirâm "aleyhimürrıdvân", bütün müslimânların hocasıdır. Onların da haklarını unutma! Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" efendimizin, o beyâz, nûrlu yüzünü görmekle şereflenen müslimânlara Eshâb denir. Eshâb-ı kirâmın hepsi "radıyallahü teâlâ anhüm ecma'în", onun mübarek kalbinden fışkıran nûrlarla tertemiz oldu. Rûhlara şifâ olan sözlerini dinleyerek, güzel ahlâkı ile ahlâklanarak, onun ilm deryâsından nasîb alıp, âlim olarak zâhiri ve bâtınî kemâlâta kavuşdular. Dünyânın her yerinde, her zemân gelmiş ve gelecek insanların hepsinden dahâ üstün ve dahâ kıymetli oldular. Dîn-i islâmı sonra gelenlere anlatdılar. Allahü teâlânın dînini, yeryüzüne bunlar yaydı. Bütün müslimânların ilk üstâdları, muallimleri oldular. Her müslimânın Eshâb-ı kirâmı "radıyallahü teâlâ anhüm ecma'în" sevmesi, onların hocalık haklarını gözetmesi lâzımdır. Eshâb-ı kirâmın hepsini sevenlere, herbirine saygı gösterenlere, (Ehl-i sünnet) denir. Bir kısmını beğenip, bir kısmını sevmiyenlere (Şî'î) denir. Eshâb-ı kirâmın hepsine düşman olana (Râfizî) denir. Bunlar, Abdüllah bin Sebe' yehûdîsinin yolundadırlar. İslâm düşmanıdırlar.

Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki, (Eshâb-ı kirâmı çok sevmek, ta'zîm ve hurmet etmek lâzımdır. Bunun için, ismlerini yazarken, okurken ve işitince, "radıyallahü anh" demek müstehabdır). Bunlar, (İbni Âbidîn) beşinci cild, 480.ci sahîfesinde ve (Birgivî vâsıyyetnâmesi)nin Kâdı-zâde şerhinde ve (Se'âdet-i Ebediyye) kitâbımızda yazılıdır.

Râfizîler, müslimânları aldatmak için, (Eshâb çok yüksekdir. Yüksekliklerini bildirecek bir kelime yokdur. İsmlerinin yanına "radıyallahü anh" demek, onlara hakâret olur. Böyle şeyler söylememelidir) diyorlar. Râfizîlere aldanmamalıyız!

154 - Küçük kardeşin varsa ona islâm harfleri ile Kur'ân-ı kerîm okumasını ve ilm öğret ve ona îmânı ve Ehl-i sünnet i'tikâdını, Allahü teâlânın emrlerini ve harâmları öğret. Kötü kimselerle görüşdürme. Fenâ arkadaş çok zararlıdır. Tatlı sözle nasîhat eyle. Ona şefkat ile muâmele eyle ve himâye ederek koru! Şâyed kardeşin senden büyük ise, ona ta'zîm ederek emrlerini tut!

Âhıret kardeşi ittihâz eyle! Peygamberimiz "aleyhisselâm" buyurdu ki, (Allah için âhıret kardeşliği yapan adam, âhıret gününde ana-baba kardeşinden dahâ fâideli yardımları, o âhıret kardeşinden görür. Bir kimse, âhıret kardeşini ne kadar çok severse, Allahü teâlâ da, o kimseyi o kadar çok sever.) [Bir erkeğin yabancı kadınla âhıret kardeşi olması câiz ise de, âhıret kardeşi, kendi kardeşi gibi mahrem olmaz. Yabancılar gibidir. İslâmiyyetde, erkeğin kız ile arkadaş olması, konuşması câiz değildir.]

SILA-I RAHM BAHSİ

155 - Müslimân olan ve dînini kayıran akrâbasını ziyâret eden bir kimseye, yetmiş nâfile hac sevâbı verilir. Gönül almak ziyâreti çok sevâbdır. İ'tikâdı bozuk olan, mezhebsiz olan akrabâyı ziyâret etmek sevâb değildir.

156 - Oğluna ve kızına edeb ve islâm harfleri ile Kur'ân-ı kerîm okumasını ve ilm öğret! Komşu, akrâba ve mahremlerini ziyâret eyle! Mektûbla hâl ve hâtırlarını sor! Mahrem olmıyan, ya'nî yabancı kadınlarla görüşme!

157 - Çocuklarını küçük iken okut! Herşeyden evvel, Allahü teâlânın râzı olduğu, emr etdiği şeyleri öğret! İyi bir mü'min olmaları için gayret et! Büyüdükden sonra, edeb zor olur. Onların ve ehlinin, ya'nî zevcenin suçlarını afv eyle. Peygamberimiz "aleyhisselâm" buyurdu ki, (Sadakanın en fazîletlisi, çoluk çocuğuna yidirip giydirdiğindir.) Oğlunu, kızını ve ehlini, harâmdan, günâhdan ve fenâ arkadaşlardan koru!

Kızın, ilk mektebi bitirdikden sonra, para kazanması için, onu bir işe verme. Zevcenin ve kızlarının ihtiyâclarını te'mîn etmek için, babanın çalışıp kazanması farzdır. Kız çalışırken, başı, kolları açılınca, babası da günâha girer. Onu hemen evlendir. Allahü teâlâ, onun rızkını kocasına gönderir. İster zengin, ister fakîr olsun, Allahü teâlânın emrini tutan, aslı belli kimseye ver! Dâmâdını çok mehr ve çok çeyiz [eşyâ] vermeğe mecbûr kılma! Kızını ihtiyâr adama verme ve din ile alâkası olmıyana, ilm-i hâlini bilmiyenlere, harâmlardan sakınmıyanlara verme!

Tenbîh: Oğlunu, kızını on beş yaşını geçince evlendir ki, harâmdan korunsunlar. Bu zemânda evlenmiyen gençlerin harâmdan kurtulması imkânsızdır. Evlâdını Cehennemden korumak istersen, çabuk evlendir! Fakîrlikden korkma! Allahü teâlâ, onlara da mal verir. Hemen sen tevekkül üzere ol! Oğluna kız al, dul alma! Zîrâ insanın muhabbeti, ilk gördüğünde olur.

(ÖNCEKİ SAYFA) (SONRAKİ SAYFA)