Din Düşmanları 45.Madde
45 — Din
düşmanlarının, müslimânları aldatarak, islâmiyyeti içerden yıkmak için, din
adamı şekline girmeleri, dahâ Eshâb-ı kirâm zemânında başladı. Din adamı
kılığında çalışan bu islâm düşmanlarına (Zındık) veyâ (Dinde reformcu)
ve (Fen Yobazı) denir. Yetmişiki bid’at fırkasının hepsi Ehl-i sünnet
değildir. Bunların en kötüsü, şî’îler ile vehhâbîlerdir. Bunlar, her asrda
câhilleri aldatıp dinden çıkardılar ise de, islâmiyyete zarar yapamadılar. Çünki,
her asrda çok sayıda fıkh âlimleri ve tesavvuf büyükleri vardı. Bu hakîkî din
adamları, sözleri ile ve yazıları ile müslimânları uyarıyor, aldanmalarını
önliyorlardı. Şimdi, din âlimi azaldığı için, din düşmanları meydânı boş
buldular. Din adamı olarak ortaya çıkıp islâmiyyete saldırıyorlar. Müslimânların,
bu sinsi düşmanları, tanıyabilmeleri için, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarını
bulup okumaları, bilmeleri lâzımdır. Dört mezhebin âlimleri, ehl-i sünnet
âlimidir. Dördünün îmân bilgileri aynıdır. İbâdet bilgilerinde de farkları pek
azdır. Bu farklar, Allahü teâlânın merhametinin netîcesidir. İslâm âlimlerini
tanıtmak için, Muhammed Ma’sûm-i Fârûkî Serhendînin “kaddesallahü teâlâ
sirrehül’azîz” (Mektûbât)ından 2-110 [ikinci cild yüzonuncu] mektûbunu terceme
ediyoruz:
İKİNCİ CİLD, 110.cu MEKTÛB
İslamiyyete
uymıyan ve sapık yola kaymış olan [bid’at sâhibi ile ve fâsık] ile arkadaşlık
etmeyiniz! Bid’at sâhibi olan din adamlarının yanlarına yaklaşmayınız! Yahyâ bin
Muâz-ı Râzî “kuddise sirruh” (Üç kimseden kaçınız. Yanlarına yaklaşmayınız)
buyurdu. Bu üç kimse, gâfil, sapık din adamı ve zenginlere yaltakcılık eden
hâfız ve dinden haberi olmıyan tarîkatcılardır. Din adamı olarak ortaya çıkan
bir kimse, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” sünnetine uymazsa, (ya’nî
islâmiyyete yapışmazsa) ondan kaçmalı, yanına yaklaşmamalı, kitâblarını
almamalı, okumamalıdır. Onun bulunduğu köyde bile bulunmamalıdır. Ona ufak
yakınlık, insanın dînini yıkar. O, din adamı değil, sinsi bir din düşmanıdır.
İnsanın dînini,îmânını bozar. Şeytândan dahâ çok zararlıdır. Sözü yaldızlı ve
pek te’sîrli olsa da ve dünyâyı sevmiyor görünse de, nemâz kılsa da, yırtıcı
hayvanlardan kaçar gibi, ondan kaçmalıdır. İslâm âlimlerinden Cüneyd-i Bağdâdî
“kuddise sirruh” buyurdu ki, (İnsanı se’âdet-i ebediyyeye kavuşduracak tek bir
yol vardır. O da, Resûlullahın izinde bulunmakdır). Yine O buyurdu ki, (Ehl-i
sünnet âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în “yazdığı tefsîr
kitâblarını okumıyan ve hadîs-i şerîflerin gösterdiği yolda olmıyan din adamına
uymayınız! Çünki, islâm âlimi, Kur’ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin gösterdiği
yolda olur). Yine o buyurdu ki, (Selef-i sâlihîn, doğru yolda idiler. Sâdık
idiler. Allahü teâlânın sevgisine, rızâsına kavuşmuşlardı. Onların yolu, Kur’ân-ı
kerîmin ve hadîs-i şerîflerin gösterdiği yol idi. Bu doğru yola sımsıkı
sarılmışlardı).
[Bundan
anlaşılıyor ki, Resûlullahın yolu, Selef-i sâlihînin yoludur. Selef-i sâlihîn,
ilk iki asrın müslimânlarıdır. Ya’nî, selef-i sâlihîn deyince, Eshâb-ı kirâmın
hepsi ile Tâbi’înin ve Tebe’i tâbi’înin büyükleri anlaşılıyor. Dört mezheb
imâmı, bu büyüklerdendir. O hâlde, Resûlullahın yolu, dört mezhebin fıkh, akâid
ve tesavvuf kitâblarında bildirilmiş olan (Ahkâm-ı islâmiyye bilgileri)dir. Bu
yola (Ehl-i Sünnet Yolu) denir. Dört mezhebin kitâblarından ayrılan kimse,
ahkâm-ı islâmiyyeden ayrılmış olur. Böyle olduğunu, Ehl-i sünnet âlimleri
sözbirliği ile bildirmişdir. Tahtâvî, (Dürr-ül-muhtâr)ın zebâyıh kısmı
hâşiyesinde, bu sözbirliğini açık olarak yazmakdadır.]
Her asrda
bulunan tesavvuf büyükleri ve fıkh âlimleri, Selef-i sâlihînin, ya’nî Ehl-i
sünnet âlimlerinin yolunda idi. Hepsi islâmiyyete bağlı idi. Resûlullaha
“sallallahü aleyhi ve sellem” vâris olmakla şereflenmişlerdi. Sözlerinde,
işlerinde ve ahlâklarında, islâmiyyetden kıl kadar ayrılmamışlardı.
Tekrâr
tekrâr yazıyorum ki, Resûlullaha uymakda gevşek olanları, ahkâm-ı islâmiyyeden,
ya’nî Onun ışıklı yolundan ayrılanları din adamı sanmayınız! Onların yaldızlı
sözlerine ve ateşli yazılarına aldanmayınız! Yehûdîler, hıristiyanlar ve budist,
berehmen denilen Hind kâfirleri ve mezhebsizler, tatlı ve yanık sözlerle, hîleli
mantıklarla, kendilerinin doğru yolda olduklarını, insanları iyiliğe, se’âdete
çağırdıklarını bildiriyorlar. Ebû Amr bin Necîd buyurdu ki, (Kendisi ile amel
olunmayan ilmin, sâhibine zararı, fâidesinden dahâ çokdur). Bütün se’âdetlerin
yolu islâmiyyete uymakdır. Kurtuluş yolu, Resûlullahın izinde olmakdır. Hak ile
bâtılı ayıran alâmet, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” uymakdır. Onun
dînine ya’nî ahkâm-ı islâmiyyeye uymıyan her söz, her yazı ve her iş
kıymetsizdir. Hârika, açlıkla ve riyâzet çekmekle hâsıl olur. Yalnız
müslimânlara mahsûs değildir. Abdüllah ibni Mubârek “rahmetullahi aleyh” 181 [m.
797] de vefât etmişdir. Buyurdu ki, (Müstehabları yapmakda gevşek davranan,
sünnetleri yapamaz. Sünnetleri yapmakda gevşeklik de, farzların yapılmasını
zorlaşdırır. Farzlarda gevşek davranan da, ma’rifete, Allahü teâlânın rızâsına
kavuşamaz). Bunun içindir ki, hadîs-i şerîfde, (Günâh işlemek, insanı küfre
sürükler) buyuruldu. Evliyânın büyüklerinden Ebû Sa’îd Ebülhayr 440 [m.
1049] da vefât etmişdir. Kendisine sordular. Filanca kimse su üstünde yürüyor.
Buna ne dersiniz? Bunun kıymeti yokdur. Ördek ve kurbağa da suda yüzer dedi.
Filan adam havada uçuyor dediler. Sinek ve çaylak da uçuyor. Sinek kadar kıymeti
var dedi. Filan kimse, bir anda şehrden şehre gidiyor dediler. Şeytân da, bir
solukda şarkdan garba gidiyor. Böyle şeylerin dînimizde kıymeti yokdur. Merd
olan, herkesin arasında bulunur. Alışveriş yapar, evlenir. Fekat, bir an Rabbini
unutmaz buyurdu. Evliyânın büyüklerinden Ebû Alî Rodbârî Cüneyd-i Bağdâdînin
talebesindendir. 321 [m. 933] de, Mısrda vefât etmişdir. Kendisine sordular: Bir
din adamı, çalgı dinliyor. [Yabancı kadınlarla, kızlarla arkadaşlık yapıyor.
Karısını, kızlarını çıplak gezdiriyor.] Kalbim temizdir. Sen kalbe bak diyor.
Buna ne dersin dediklerinde, onun gideceği yer Cehennemdir buyurdu. Ebû
Süleymân-ı Dârânî, Şâmın Darya köyünde yerleşmiş ve 205 [m. 820] de orada vefât
etmişdir. Buyurdu ki, (Düşüncelerimi, niyyetlerimi önce Kitâb ile ve Sünnet ile
karşılaşdırıyorum. Bu iki âdil şâhide uygun olanları söyliyor ve yapıyorum).
Hadîs-i şerîfde, (Bid’at sâhibleri Cehenneme gideceklerdir) buyuruldu.
Bir hadîs-i şerîfde, (Bid’at ortaya çıkaran ve bunu yapan kimseye şeytân çok
ibâdet yapdırır. Onu çok ağlatır) buyuruldu. Yine hadîs-i şerîfde, (Allahü
teâlâ, bid’at işliyenin oruclarını, nemâzlarını, haclarını, ömrelerini,
cihâdlarını, farzlarını ve nâfile ibâdetlerini kabûl etmez. Bunlar, yağdan kıl
çıkar gibi islâmdan çıkarlar) buyuruldu. [Bu hadîs-i şerîf, dinde reform,
değişiklik yapan, meselâ nemâzı, ezânı radyo ile, hoparlörle okuyan, nemâz
vaktini minârede ışık yakarak bildiren din adamlarının zuhûr edeceklerini haber
vermekdedir.] Şeyh ibni Ebî Bekr Muhammed bin Muhammed Endülüsî, Mısrda yaşamış,
734 [m. 1334] de vefât etmişdir. (Me’âric-ül-hidâye) kitâbında diyor ki,
(Doğruyu tanı, doğru ol! Kâmil insanın her işi, düşünceleri, sözleri, ahlâkı,
Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” tam uygun olur. Çünki, bütün
se’âdetlere, Ona uymakla kavuşulur. Ona uymak, islâmiyyete yapışmak demekdir).
Resûlullaha
“sallallahü aleyhi ve sellem” uymak nasıl olur? Bunlardan mühim olanlarını
bildiriyorum:
Günâh
işleyince, hemen tevbe etmelidir. Gizli işlenen günâhın tevbesi gizli olur. Açık
işlenmiş günâhın tevbesi açık olur. Tevbeyi gecikdirmemelidir. (Kirâmen
kâtibîn) melekleri, günâhı hemen yazmaz. Tevbe edilirse, hiç yazılmaz. Tevbe
edilmezse yazarlar. Ca’fer bin Sinân “kuddise sirruh” buyurdu ki, (Günâha tevbe
etmemek, bu günâhı yapmakdan dahâ fenâdır). Hemen tevbe etmiyen de, ölmeden önce
tevbe etmelidir. Vera’ ve takvâyı elden bırakmamalıdır. (Takvâ) açıkca
yasak edilmiş olan şeyleri, (Vera’) şübheli şeyleri yapmamakdır. Yasak
edilenlerden sakınmak, emr olunanları yapmakdan dahâ fâidelidir. Büyüklerimiz
buyurdu ki, (İyiler de, kötüler de, iyilik yapar. Fekat, yalnız sıddîklar,
iyiler, günâhdan sakınır). Ma’rûf-i Kerhî hazretleri [Fîrûz isminde bir
hıristiyanın oğlu idi. İmâm-ı Alî Rızânın âzâdlısıdır. Sırrî Sekâtînin, Sırrî de
Cüneyd-i Bağdâdînin hocasıdır “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”. 200 [m. 815]
de Bağdâdda vefât etdi.] Buyurdu ki, (Yabancı kadına bakmakdan pek sakınınız!
Hattâ dişi koyuna bile bakmayınız!). Hadîs-i şerîfde, (Kıyâmet günü Allahü
teâlânın huzûruna kavuşanlar, vera’ ve zühd sâhibleridir) buyuruldu. Yine
hadîs-i şerîfde, (Vera’ sâhibinin nemâzı makbûl olur). (Vera’ sâhibi ile
birlikde bulunmak ibâdetdir. Onunla konuşmak sadaka vermek kadar sevâbdır)
buyuruldu. Kalbinin ürperdiği işi yapma! Nefsine uyma! Şübhe etdiğin işlerde
kalbine danış! Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Nefse sükûnet ve kalbe ferahlık
veren iş, iyi işdir. Nefsi azdıran, kalbe heyecan veren iş günâhdır). Yine
hadîs-i şerîfde, (Halâl olan şeyler bellidir. Harâmlar da bildirilmişdir.
Şübheli olanlardan kaçınız. Şübhesiz bildiklerinizi yapınız!) buyuruldu. Bu
hadîs-i şerîf gösteriyor ki, şübhe edilen ve kalbi sıkan şeyi yapmamalı. Şübhe
edilmiyeni yapmak câiz olur. Bir hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlânın, Kur’ân-ı
kerîmde halâl etdiği şeyler halâldir. Kur’ân-ı kerîmde bildirmediği şeyleri afv
eder) buyuruldu. Şübheli bir şeyle karşılaşınca, eli kalb üzerine koymalı.
Kalb çarpması artmazsa, o şeyi yapmalı. Eğer, fazla çarparsa yapmamalıdır.
Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Elini göğsüne koy! Halâl şeyde kalb sâkin
olur. Harâm şeyde çarpıntı olur. Şübheye düşersen yapma! Din adamları fetvâ
verseler de yapma!). Îmânı olan, büyük günâha düşmemek için, küçük günâhdan
kaçar.
Bütün
ibâdetlerini, iyiliklerini kusûrlu bilmelidir. Allahü teâlânın emrlerini tam
yapamadığını düşünmelidir. Ebû Muhammed Abdüllah bin Menâzil “kuddise sirruh”
buyurdu ki, (Allahü teâlâ çeşidli ibâdetleri bildirdi. Sabrı, sıdkı, nemâzı,
orucu ve seher vaktleri istiğfâr etmeği buyurdu. İstiğfârı en sonra söyledi.
Böylece kula, bütün ibâdetlerini, iyiliklerini kusûrlu görüp, hepsine afv ve
magfiret dilemesi lâzım oldu). Abdüllah Menâzilin mürşidi Hamdûn Kassâr, 271 [m.
884] de Nişâpûrda vefât etmişdir. Ca’fer bin Sinân “kuddise sirruh” buyurdu ki,
(İbâdet ve iyilik yapanların, kendilerini, günâh işliyenlerden üstün görmeleri,
onların günâhlarından dahâ fenâdır). Alî Mürte’iş “kuddise sirruh” hazretleri,
Ramezân-ı şerîfin yirmisinden sonra i’tikâfı bırakıp câmi’den dışarı çıkdı.
Niçin çıkdın dediklerinde, hâfızların tegannî ile okuduklarını ve bununla
öğündüklerini görünce, içerde duramadım buyurdu.
Kendinin ve
çoluk çocuğunun nafakasını halâldan kazanmak için çalışmalıdır. Bunun için,
ticâret, san’at yapmak lâzımdır. Selef-i sâlihîn “rahmetullahi teâlâ aleyhim
ecma’în”, hep böyle çalışıp kazanırlardı. Halâl kazanmanın sevâblarını bildiren
pekçok hadîs-i şerîf vardır. Muhammed bin Sâlim hazretlerine: Çalışıp kazanalım
mı, yoksa yalnız ibâdet yapıp tevekkül mü edelim dediklerinde, (Tevekkül etmek,
Resûlullahın hâlidir. Çalışıp kazanmak da, Onun “sallallahü aleyhi ve sellem”
sünnetidir. Çalışıp da tevekkül ediniz) buyurdu. Ebû Muhammed bin Menâzil,
(Çalışıp da tevekkül etmek, bir yere çekilip ibâdet yapmakdan hayrlıdır)
buyurdu.
Yimekde,
içmekde adâleti, ya’nî orta hâlde olmağı gözetmelidir. Gevşeklik verecek kadar
çok yimemeli. İbâdet yapamıyacak kadar da, perhîz etmemelidir. Evliyânın
büyüklerinden Şâh-i Nakşibend “kuddise sirruh” hazretleri buyurdu ki, (İyi yi,
iyi çalış!). Sözün kısası, ibâdet ve iyilik yapmağa yardımcı olan herşey, iyi ve
mubârekdir. Bunları azaltanlar da, yasakdır. Her iyi işde, niyyete dikkat
etmelidir. İyi niyyet olmadıkça, o işi yapmamalıdır.
İslâmiyyete
uymıyanlardan, bid’at ve günâh işleyenlerden uzlet etmeli, ya’nî bunlarla
görüşmemelidir. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Hikmet, on kısmdır. Dokuzu
uzletdedir. Biri de, az konuşmakdadır.) Böyle insanlarla zarûret kadar
görüşmelidir. Vaktleri, çalışmakla, zikr, fikr ve ibâdetle geçirmelidir.
Eğlenecek zemân, öldükden sonradır. Sâlih, temiz ve ehl-i sünnet olan
müslimânlarla “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” görüşmeli, onlara fâideli
olmalı ve onlardan fâidelenmelidir. Ehl-i sünnet olmak, dört mezhebden birinde
olmak demekdir. Lüzûmsuz, fâidesiz sözlerle, zemânları zâyi’ etmemelidir.
[Zararlı kitâbları, gazeteleri okumamalı, böyle radyoları, televizyonları
dinlememeli, seyr etmemelidir. İslâm düşmanlarının kitâbları, gazeteleri,
radyoları, televizyonları, dîni, islâmiyyeti yok etmek için sinsice çalışıyor.
Gençleri, dinsiz, ahlâksız yapmak için, plânlar kuruyorlar. Bunların tuzaklarına
düşmemelidir.]
İyi, kötü,
herkese, güler yüz göstermeli. [Fitne çıkarmamalı. Düşman kazanmamalıdır.
Hâfız-ı Şîrâzînin, dostlara doğru söylemeli, düşmanları güler yüzle ve tatlı dil
ile idâre etmelidir sözüne uymalıdır.] Afv dileyenleri afv etmelidir. Herkese
karşı iyi huylu olmalıdır. Kimsenin sözüne karşı gelmemeli. Münâkaşa
etmemelidir. Herkese yumuşak söylemeli, sert söylememelidir. Şeyh Abdüllah Bayal
“kuddise sirruh” buyurdu ki, (Tesavvuf, nemâz ve oruc ve geceleri ibâdet etmek
demek değildir. Bunları yapmak her insanın kulluk vazîfesidir. Tesavvuf,
insanları incitmemekdir. Bunu hâsıl eden, vâsıl olmuşdur). Evliyânın başka
insanlardan nasıl ayırd edilebileceğini, Muhammed bin Sâlim “rahmetullahi teâlâ
aleyhim ecma’în” hazretlerinden sordular. (Sözlerinin yumuşak olması ve
huylarının güzel olması ve yüzünün güler olması ve ihsânının bol olması ve
konuşurken i’tirâz etmemesi ve özr dileyenleri afv etmesi ve herkese merhametli
olması ile anlaşılır) buyurdu. Ebû Abdüllah Ahmed Makkarî buyurdu ki, (Fütüvvet
demek, gücendiğin kimseye iyilik etmek, sevmediğine ihsânda bulunmak ve
sıkıldığın kimseye güler yüzlü olmakdır).
Az
konuşmalı, az uyumalı ve az gülmelidir. Kahkaha ile gülmek, kalbi karartır.
Çalışmalı, fekat karşılığını Allahü teâlâdan beklemelidir. Onun emrlerini
yapmakdan zevk duymalıdır. Yalnız Ona güvenince, O, her dileği ihsân eder.
Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Allahü teâlâ yalnız Ona güvenenin her
dilediğini verir ve bütün insanları buna yardımcı yapar.) Yahyâ bin Mu’âz-ı
Râzî “rahmetullahi teâlâ aleyh” 258 [m. 872] de Nişâpûrda vefât etdi. Buyurdu
ki, (Allahü teâlâyı sevdiğin kadar, herkes seni sever. Allahü teâlâdan korkduğun
kadar herkes senden korkar. Allahü teâlâya kulluk etdiğin mikdârda, herkes sana
yardımcı olur). Kendi çıkarlarının arkasında koşma! Ebû Muhammed Abdüllah Râşî
“rahmetullahi teâlâ aleyh” 367 [m. 978] de Bağdâdda vefât etmişdir. Buyurdu ki,
(Allahü teâlâ ile insan arasında olan en büyük perde, kendi nefsini düşünmesidir
ve kendisi gibi âciz olan bir kula güvenmesidir. İnsanların değil, Allahü
teâlânın sevgisine kavuşmağı düşünmelidir). Âileye ve çocuklarına karşı tatlı
dilli ve güler yüzlü olmalıdır. Onların haklarını yerine getirecek kadar
aralarında bulunmalıdır. Onlara bağlanmak, Allahü teâlâdan yüzçevirecek kadar
olmamalıdır.
Din
işlerinde, câhil ve fâsık olan din adamlarına danışmamalıdır. Mezhebsizlerle ve
dünyâya düşkün olanlarla birlikde bulunmamalıdır. Her işde, sünnete uymalı,
bid’atden sakınmalıdır. Neş’eli zemânlarda, islâmiyyetin dışına taşmamalı.
Sıkıntılı anlarda, Allahü teâlâdan ümmîdi kesmemelidir. Her güçlük yanında
kolaylık bulunduğunu unutmamalıdır. Neş’ede ve sıkıntıda hâli değişmemeli,
varlıkda ve yoklukda aynı hâlde olmalıdır. Hattâ, yoklukdan râhatlık duymalı,
varlıkda sıkılmalıdır. Olayların değişmesi, insanda değişiklik yapmamalıdır.
Kimsenin
aybına bakmamalı, kendi ayblarını görmelidir. Kendini hiçbir müslimândan üstün
bilmemelidir. Ehl-i sünnet olan ya’nî dört mezhebden birinde olan her müslimânı
kendinden üstün tutmalıdır. Her müslimânı görünce, kendi se’âdetinin, onun
düâsını almakda olabileceğine inanmalıdır. Kendinde hakkı bulunanların kölesi
gibi olmalıdır. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Üç şeyi yapan müslimânın îmânı
kâmildir: Âilesine hizmet etmek, fakîrler arasında oturmak [dilenciler
arasında değil!] ve hizmetçisi ile birlikde yimek). Bu üç şeyin,
mü’minlerin alâmeti olduğu Kur’ân-ı kerîmde bildirilmişdir. Selef-i sâlihînin
hâllerini öğrenmeli, onlar gibi olmağa çalışmalıdır. Kimseyi gıybet etmemelidir.
Gıybet yapana mâni’ olmalıdır. [İşitince incineceği şeyi, arkasından söylediği
zemân, sözü doğru ise, gıybet olur. Yalan ise iftirâ olur. Her ikisi de, büyük
günâhdır.] Emr-i ma’rûf ve nehy-i anil-münker yapmağı âdet edinmelidir. Muhammed
bin Alyân’a “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Allahü teâlânın râzı olduğu nasıl
anlaşılır dediklerinde, (Tâ’at etmek tatlı ve günâh işlemek acı gelmesinden
anlaşılır) buyurdu. Fakîr olmakdan korkarak, cimrilik yapmamalıdır. Şeytân,
insanları fakîr olursun diyerek ve fuhşa sürükliyerek aldatır. Hadîs-i şerîfde
buyuruldu ki, (Âilesi çok, rızkı az olup, nemâzlarını iyi kılan ve
müslimânları gıybet etmiyen, Kıyâmet günü benim yanımda olur). Muhammed
Ma’sûm-i Fârûkî Serhendî “kuddise sirruh” hazretlerinin fârisî mektûbundan
terceme temâm oldu. [Köyde, yolda nemâz kılacak kimseye, kıble cihetini bulmağı
bildirelim: Güneş gören toprağa çubuk dikilir, yâhud bir ip ucuna anahtar, taş
bağlanır, sarkıtılır. Takvîm yaprağında (Kıble sâati) yazılı vaktde, çubuğun ve
ipin gölgeleri kıble istikâmetini gösterir. Gölgenin güneş bulunduğu tarafı
kıble ciheti olur.]
Yukarıda
yazılı iyiliklere mâlik olan müslimâna ehl-i sünnet denir. Böyle olmıyan, hattâ
böyle olanları beğenmiyen, küçülten kimsenin din adamı değil, din düşmanı
olduğunu anlamalı, onun sözlerine, yazılarına aldanmamalıdır.