DİN ADAMI BÖLÜCÜ OLMAZ
ÖNSÖZ
Besmeleyle başlıyalım kitaba,
Allah adı, en iyi bir sığnaktır.
Nîmetleri sığmaz ölçü, hisâba,
Çok acıyan, affı seven bir rabdır!
Allahü teâlâ,
dünyâda bütün insanlara acıyor. Ni’metlerini, ya’nî fâideli, lüzûmlu şeyleri
herkese gönderiyor. Zararlardan korunmak, se’âdete kavuşmak için yol gösteriyor.
Âhıretde Cehenneme girmesi gereken suçlu mü’minlerden dilediğini afv ederek,
ihsân yapacakdır. Her canlıyı yaratan, her vârı her ân varlıkda durduran,
hepsini korkudan ve dehşetden koruyan yalnız Odur. Böyle bir Allahın şerefli
ismine sığınarak, bu kitâbı yazmağa başlıyoruz.
Allahü
teâlânın çok sevdiği Peygamberi Muhammed aleyhisselâma salât ve selâm ederiz. O
yüce Peygamberin temiz ehl-i beytine ve âdil, sâdık Eshâbının herbirine hayrlı
düâlar ederiz.
Allahü
teâlânın, kullarına merhameti pek çokdur. Bütün insanların dünyâda râhat ve
huzûr içinde yaşamalarını ve öldükden sonra da, ni’metler, lezzetler içinde
sonsuz kalmalarını istiyor. Bu se’âdetlere kavuşabilmek için îmân etmelerini,
müslimân olmalarını, Peygamberi Muhammed aleyhisselâmın ve Onun Eshâbının
yolunda birleşmelerini, sevişmelerini, yardımlaşmalarını emr ediyor.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”: (Karanlık gecelerde, yıldızlar
yol gösterdikleri gibi, Eshâbım da, se’âdet yolunu göstermekdedirler.
Herhangisinin sözlerine tâbi’ olursanız, se’âdete kavuşursunuz)buyurdu.
Eshâb-ı kirâmın hepsi, Kur’ân-ı kerîmi, Resûlullahdan öğrendiler.
Öğrendiklerini, gitdikleri yerlere yaydılar. Resûlullahdan işitdiklerine kendi
düşüncelerini karışdırmadılar. İslâm âlimleri, Eshâb-ı kirâmdan işitdiklerini
kitâblara yazdılar. Bu âlimlere (Ehl-i sünnet âlimleri) denir. Sonradan
gelen âlimlerden ba’zıları, eski yunan felesoflarından, yehûdîlerden,
hıristiyânlardan ve bilhâssa ingiliz câsûslarının yalanlarından ve kendi
zemânlarındaki fen bilgilerinden, kafalarında hâsıl olan düşüncelerini ekliyerek,
yeni din bilgileri ortaya çıkardılar. İslâm âlimi olarak konuşup, islâmiyyeti
içerden yıkmağa çalışdılar. Bunlara (Zındık) denir. Bunlardan ma’nâları açık
olan nassları, ya’nî âyetleri ve hadîs-i şerîfleri değişdirenler (Kâfir)
oldu. Ma’nâları açık olmıyanlara yanlış ma’nâ verenlere (Bid’at fırkaları)
denildi. Müslimân ismini taşıyan birçok bozuk bid’at fırkası meydâna geldi.
İngilizler, bundan istifâde ederek, küfr ve bid’at fırkaları meydâna çıkararak,
hakîkî müslimânlığı yok etmeğe çalışıyorlar.
Bugün,
dünyâda mevcûd müslimânlar üçe ayrılmışdır: Ehl-i sünnet, şî’î, vehhâbî. Üçünün
inanışları birbirlerinden farklıdır. Bu farklar, iyi anlaşılamıyan nassları
[âyetleri, hadîsleri] te’vîl ederken yapdıkları hatâdan hâsıl olduğu için ve
açık olan nassları inkâr etmedikleri için, birbirlerine kâfir demiyorlar. Fekat,
birbirlerini sevmiyorlar. Ehl-i sünnet denilen hakîkî müslimânların birbirlerini
sevmeleri, zarar vermemeleri, yardımlaşmaları, tatlı dil ve yazılar ile
birbirlerini îkâz etmeleri, uyarmaları lâzımdır. Birbirlerine ve bütün insanlara
iyilik etmeleri, islâmın güzel ahlâkına uymaları, bulundukları memleketlerin
kanûnlarına karşı gelmemeleri, fitne çıkarmakdan çok sakınmaları, kimsenin,
malına, canına, ırzına saldırmamaları lâzımdır. Müslimân böyle olur. Bütün
sözlerimiz, yazılarımız, hareketlerimiz, yapıcı, birleşdirici olmalıdır. Ne
yazık ki, din düşmanı, insanlık düşmanı soysuzlar ve menfe’atlerini, zevklerini
ön plânda tutanlar, kendilerini müslimân, hattâ din adamı göstererek, ingiliz
câsûslarının yalanlarını yazıyor, müslimânları bölmeğe çalışıyorlar. Dinde
reform yapacağız diyerek, islâm dînini bozmağa kalkışıyorlar. Câhillik ve
tenbellik gibi iki büyük düşman da, akla ve dîne uymağa, hakkı bâtıldan, iyiyi
kötüden ayırmamıza mâni’ olmakdadır. Meselâ, Mısr vâlîsi Muhammed Alî pâşa, iyi,
akllı ve dindâr bir zât idi. Ondan sonra gelenler, öyle olmadılar. Din işleri,
ehliyyetsiz ellerde kaldı. Asrlardan beri islâm âlimi yetişdiren (Câmi’ul-ezher)
medresesi idâre meclisine, Abduh adında bir mason getirildi. İskoç
masonları, Mısrdaki müslimânları maddî ve ma’nevî imhâya başladı. İngilizler de
bu masonlar vâsıtası ile, Osmânlı devletini içerden yıkdı. Mason olan Mustafâ
Reşîd pâşanın yetişdirmesi, sadr-ı a’zam Âlî pâşa, 1284 [m. 1868] de Belgrad
kal’asının anahtarını Sırblılara teslîm etdi. Mason arkadaşı Cemâleddîn-i
Efgânîyi de İstanbula getirtip, islâmiyyeti içerden yıkmak için birlikde
çalışdılar. Bölücü kitâblar yazdılar. Bunlardan Kâhire müftîsi Abduhun
yetişdirmelerinden Reşîd Rızânın (Muhâverât) ismindeki kitâbı, 1324 [m.
1906] senesinde Mısrda basılmışdır. İlâvesi ile birlikde yüzkırküç sahîfedir.
Süleymâniyye kütübhânesinde, İzmirli kısmında, 810 numarada mevcûddur. Bu
kitâbında, bir dinde reformcu ile, medrese tahsîli görmüş bir vâizin
konuşmalarını bildirmekde, bunların ağzından, kendi fikrlerini, yazmakdadır.
Dinde reformcuyu genç, kültürlü, ilerici, muhâkemesi, mantıkı kuvvetli olarak,
vâiz efendiyi ise, gerici, taklîdci, aklı ermez, ince düşünemez biri olarak
göstermekde, dinde reformcu ağzından, vâiz efendiye nasîhat vermekde, onu
gafletden uyandırıcı pozu takınmakdadır. Nasîhat olarak, islâm âlimlerine
saldırmakda, dalâlet ehli olan zındıkları, mülhidleri, geniş kültür sâhibi,
islâm âlimi olarak tanıtmakdadır. Tâm bir mason ağzı ile, kurnazca yazılmış olan
bu kitâb, saf ve temiz gençleri kolay avlamak tehlükesini taşımakdadır.
Abduhun ve
çömezlerinin kurnazca hâzırladıkları böyle kitâbları okuyup, te’sîrleri altında
kalanlardan Diyânet işleri eski başkanlarından Hamdi Akseki, bu zararlı kitâbı
arabîden türkçeye terceme etmiş ve uzun bir önsöz ekliyerek, (Mezâhibin
telfîkı ve islâmın bir noktaya cem’i) ismini verip, rûmî 1332 senesinde,
ya’nî 1334 [m. 1916] da İstanbulda basdırmışdır. Dörtyüzyedi sahîfedir. İzmirli
kısmında 725 numarada mevcûddur. Dinde reformcuları din adamı sananlardan
profesör İzmirli İsmâ’îl Hakkının bu tercemeyi çok öven, reklâmını yapan yazısı
kitâbın başına konmuş ise de, sultân ikinci Abdülhamîd hân zemânında yetişmiş
olan hakîkî din adamları, bu kitâbın zararlı olduğunu görerek yayılmasını
önlemişlerdir. Şimdi de, gençlerin bu ve benzeri zararlı kitâbları okuyarak,
islâm âlimlerinin, dört mezheb imâmlarının büyüklüklerinde şübheye düşeceklerini
düşünerek çok üzülüyoruz. Dört mezhebden birini taklîd etmenin hak olduğunu,
mezhebsizliğin ise, bâtılı taklîd etmek olduğunu, çeşidli kitâblarımızda
bildirdik. Kâfirler, ya’nî müslimân olmıyanlar, analarını, babalarını,
hocalarını taklîd ederek, edindikleri bozuk inançlarından dolayı, islâm dîninin
ahkâmına, ya’nî emrlerine ve yasaklarına tâbi’ olmıyorlar. Müslimânlar ise, bu
ahkâma sarılıyorlar. Bunun gibi, mezhebsizler de, ana-babalarını, hocalarını
taklîd ederek, edindikleri bâtıl inançlarından dolayı, bu ahkâmın açıklaması
olan, dört mezhebden birine tâbi’ olmıyorlar. Ehl-i sünnet denilen hakîkî
müslimânlar ise, Eshâb-ı kirâmdan “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” ve mezheb
imâmlarından “rahime hümullahü teâlâ” gelen bilgilerden edindikleri doğru
îmânlarından dolayı, dört mezhebden birine sarılıyorlar. Ehl-i sünnet olan
müslimânlar hak olan taklîde kavuşmuşlardır. Müslimânları hak olan taklîdden
ayırarak, bâtıl olan taklîde sürüklemek için, pek sinsice hâzırlanmış olan (Muhâverât)
kitâbındaki yalan ve iftirâları, genç ve temiz din kardeşlerimizin önlerine
sererek, bu çirkin iftirâların herbirine, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarından
cevâb vermeği, böylece, müslimânları ebedî felâkete sürüklenmekden korumağa
nâçîz hizmet etmeği düşündük. Böylece (Din adamı bölücü olmaz) kitâbını
hâzırladık. Bu kitâbı hâzırlamakdaki hâlis niyyetimizi ve bununla milletimize
yapacağımız küçük hizmetimizi günâhlarımızın afvı için bir vesîle ve Rabbimizin
sonsuz ni’metlerine karşı şükr borcumuza biricik sermâye biliyoruz.
Gerçek ve
nezîh din adamlarımızın, Reşîd Rızânın yalan ve çirkin iftirâlarını ve Ehl-i
sünnet âlimlerinin “rahime-hümullahü teâlâ”, bunlara cevâb olan yazılarını
dikkatle okuyarak, temiz vicdânları ile, âdil karâr vermelerini, hakkı anlayıp
buna sarılmalarını, bâtılı tanıyıp, bunun yaldızlarına, reklâmlarına
aldanmamalarını dileriz. Bu kudsî hizmeti ve ulvî uyarıyı yapabilmek için
hâzırladığımız bu kitâbın baskısını nasîb eden Rabbimize hamd ve şükrler ederiz.
(Dârimî)nin
bildirdiği hadîs-i şerîf:
“BİLİNİZ
Kİ, DİN ADAMLARININ KÖTÜSÜ, KÖTÜLERİN EN KÖTÜSÜDÜR. DİN ADAMLARININ İYİSİ DE,
İYİLERİN EN İYİSİDİR!”
— Bu hadîs-i
şerîfin açıklaması, imâm-ı Rabbânî hazretlerinin (Mektûbât)ının birinci
cildinin elliüçüncü mektûbunda yazılıdır.
______________________
E’ûzü
bikelimâtillâhit-tâmmâti min şerri külli şeytânin ve hâmmatin. Ve min şerri
külli effâkin kâzibetin. Vemin şerri külli gammâzin hâinetin. Ve min şerri külli
aynin lâmmetin. Ve min şerri külli bid’atin dâlletin.
______________________
TEVHÎD
DÜÂSI
Yâ Allah,
yâ Allah. Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah. Yâ Rahmân, yâ Rahîm, yâ
afüvvü yâ Kerîm, fa’fü annî verhamnî yâ erhamerrâhimîn! Teveffenî müslimen ve
elhıknî bissâlihîn. Allahümmagfirlî ve li-âbâî ve ümmehâtî ve li âbâ-i ve
ümmehât-i zevcetî ve li-ecdâdî ve ceddâtî ve li-ebnâî ve benâtî ve li-ihvetî ve
ehavâtî ve li-a’mâmî ve ammâtî ve li-ahvâlî ve hâlâtî ve li-üstâdî Abdülhakîm-i
Arvâsî ve lil mü’minîne vel mü’minât yevme yekûmülhisâb. “Rahmetullahi teâlâ
aleyhim ecma’în.”