Mûsâ Cârullah Beykiyef 38-41.Madde
38
— Dinde
reformcu diyor ki; (İslâmiyyetdeki âile hayâtında erkek tam hâkim, kadın da tam
mahkûmdur. Anadolu köylerinde erkeğinden çok çalışan, erkeği gibi çift süren
kadınlar da vardır. Erkek dışarda, kadın ev içinde çalışır. Gezmeğe ve eğlenmeğe
vaktleri kalmaz. Maddî ve ma’nevî ihtiyâçları da azdır. Fakîrlik ve baskı
altında ezilen erkekler, intikâmlarını kadınlardan alır gibi, onlara işkence
ederler. Kadın isyândan ziyâde itâ’at gösterir. Erkeğin düşüncesi, onu kadına
karşı haklı, şefkatli davrandıracak kadar değildir. Kadının zekâsı ve düşüncesi
de, bu meşakkatlere niçin katlandığının sebeblerini ve kurtuluş yolunu arayacak
kadar değildir. Onun için, kadını boşamak pek hâtıra gelmez. Avrupalılara
imrenen ve onlara benzemeğe çalışan büyük şehrlerde, boşanmak dahâ çokdur.
Bunlar, islâm âdetlerini, şahsiyyetlerini, rûhlarını ve âilenin kıymetini
kaybetmekdedirler. Paraya ve hayvanlar gibi, şehvânî arzûlara ve modaya uymak
sebebleri ile, kadın da, çalışmak zorundadır. Bu ilerici denilen insanların
dinleri, milliyyetleri, fikrleri, hisleri birbirine benzemez. Hele Avrupada,
Amerikada okuyup gelen kızların ma’nevî değerleri dahâ çok bozulmuşdur. Bir
hıristiyan kadın gibi yaşayış yolundadırlar. Bütün yapdıkları samîmî değil,
taklîd iledir) diyor.
Cevâb: Dinde reformcu Mûsâ Beykiyefin görüşü
ve yazısı burada insâflı olmuşdur. Öyle kadınları işitiyoruz ki, hıristiyan
kadınlarının papas karşısında günâh çıkarmalarına bile imreniyorlar.
Avrupalıları, Amerikalıları taklîd etmekden alınan delicesine bir zevkle
dînimizin temeline dokunan şu müdhiş misâle bakınız! İslâmiyyetde, insanın
Allahına yalvarmak ve günâhını afv etdirmek için günâhları önce bir insanın afv
etmesine ihtiyâç yokdur. Yalnız, zulm, işkence yapılmış, hakkı çiğnenmiş
olanların, zâlimleri afv etmeleri lâzımdır. İslâmiyyetde, gizli işlenmiş olan
günâhları bir kula afv etdirmek şöyle dursun, günâhını başkasına bildirmek bile
câiz değildir. Günâhı işlemek suç olduğu gibi, bunu başkasına söylemek de suçdur.
Dînimizdeki nezâkete, nezâhete bakınız! İnsanın izzetini, şerefini korumakdaki
islâmiyyetin şu inceliğine hayrân olmak yakışırken, hıristiyanlığın, bilhâssa
kadınların nâmûsunu, şerefini ayaklar altına alan (günâh çıkarma)
rezâletine imrenmek için, insanın, ilericilere kazılmış olan dalâlet çukurlarına
düşmesi lâzım gelir.
İslâmiyyetde kadın ev içinde ve dışında çalışmak, para kazanmak mecbûriyyetinde
değildir. Evli ise erkeği, evli değilse babası, babası da yoksa, en yakın
akrabâsı çalışıp onun her ihtiyâcını karşılamağa mecbûrdur. Kendisine bakacak
hiç kimsesi bulunmıyan kadına, devletin (Beyt-ül-mâl) denen hazînesi
bakmağa me’mûrdur. İslâmiyyetde geçim yükü erkek ve kadın arasında
paylaşdırılmamışdır. Bir erkek, zevcesini tarlada, fabrikada veyâ herhangi bir
yerde çalışmağa zorlayamaz. Eğer kadın isterse ve erkek de izn verirse, kadın
kadınlar için iş bulunan yerlerde, erkekler arasına karışmadan çalışabilir.
Fekat, kadının kazancı kendisinindir. Kocası ondan cebrle hiçbir şey alamaz. Onu
kendi ihtiyâçlarını dahî satın almasına zorlıyamaz. Ev işlerini yapmağa da
zorlıyamaz. Kadın ev işini kocasına bir hediyye, bir lutf olarak yapar. Bunlar,
müslimân hanımların sâhib oldukları birer fazîletdir. Onlardaki şerefli bir
sıfatdır. İslâmiyyetin kadınlara böyle haklar tanıması ve onları erkek elinde
bir köle veyâ oyuncak olmakdan koruması, Allahü teâlânın kadınlara büyük kıymet
verdiğini gösterir.
İslâm
kitâbları kadının erkeğe ve erkeğin kadına ve çocuklarına ve anasına, babasına
ve hattâ komşusuna ve hattâ gayrı müslim vatandaşlara karşı olan güzel
vazîfelerini, haklarını uzun bildirmekdedir. Hadîs-i şerîfde, (Îmânı en olgun
olanınız, ahlâkı en güzel olanınızdır) buyuruldu. Başka bir hadîs-i şerîfde,
(En iyiniz, evinizde, kadınlarınıza karşı en iyi olanınızdır) buyuruldu.
Bir hadîs-i şerîfde, (Size iyi huyların hepsini bildirmek için gönderildim)
buyuruldu. Âile hayâtını düzenliyen ve erkekle kadının vazîfelerini ayıran
ve çalışmalarını teşvîk eden nice hadîs-i şerîfler, din kitâblarında
sayılamıyacak kadar çokdur. Din câhillerinin, bu hadîs-i şerîflere uymıyan
yanlış ve bozuk hareketleri, islâmiyyet için kusûr ve leke olamaz. Bu hakîkatler
karşısında, ilerici denilen kimselerin yazılarının ne kadar yanlış ve haksız
oldukları meydândadır.
39
— (İlerici,
taklîdci hanım kız, hıristiyan kızı gibi, çıplak gezmek istiyor. İstediği
erkekle flört [arkadaşlık] yapmak istiyor. İstediği zemân, istediği yere gitmek
istiyor. Dînini, ahlâkını ve âdetlerini parçaladığının farkında bile değildir.
Örtülü müslimân hanımlarına nefretle, alay ederek bakıyor. Hattâ, bunlara
söğüyor. Bir erkek, köprü başında, çarşıda, eğlence yerinde, komşudaki
toplantıda, vapurda, mektebde rastgele bir kızla tanışıyor, anlaşıyor ve
evleniyor. Fekat böyle olan evlenmenin yarın için müdhiş bir ahlâk düşüklüğünü
hâzırladığından haberleri yokdur.
Dünyânın
her köşesinde kadının nâmûsu, başka dürlü anlaşılır. İslâmiyyetde kadının
nâmûsu, tesettürle başlar. Müslimân kadının, akrabâsından hangi erkeğe
görüneceğini ve kimlere görünmiyeceğini, din açıkça bildirmişdir. Kadın bunlara
uydukça nâmûsludur. Bu nâmûs gevşediği dakîkada, ahlâk bozukluğu başlar. Şimdi
evli erkekler, çıplak kadınları ile sokağa çıkıyorlar. Zevc ve zevce, ayrı ayrı
zevklerini başkalarında arıyorlar. Erkekler içki yerlerine, kumarhânelere,
umûmhânelere gidiyorlar. Her ahlâksızlığı yapmakdan çekinmiyorlar. Kadınlardaki
ahlâk bozukluğuna kocaları sebeb oluyor. Bir üniversitelinin bir fâhişe ile
evlendiğini gördüm. Kafasında kirli hâtıralar yerleşdirmiş olan bir kadın, afîf
bir zevce olamaz. Tanıdığım evli bir adam, karısı ile birlikde âile
toplantılarına gidiyor. Karısı bir baba ile, bu adam da, genç bir ana ile
sevişdi. Bir gün dördünü bir arada gördüm. Başka ilerici birisi, yine ilerici
bir kadınla evlendi. Eşini arkadaşlarına çırılçıplak çıkarıyordu. Erkek evde yok
iken, kadın, erkek misâfirleri kabûl ediyordu. Nihâyet, bunlardan birini sevdi.
Zevcinden ayrıldı ve yuva yıkıldı. Fekat bir ay sonra, bir başkasını da sevdi.
Mekteb bir
terbiye yeri, bir fazîlet ocağı iken, üzülerek söyliyeyim ki, en terbiyeli
çocuklar bile, burada ahlâklarını gayb ediyorlar. Çocuk mektebde çirkin sözler,
kötü huylar öğreniyor. Çocuklar mektebde ve sokakda öğrendikleri çirkin şeyleri,
âile ocağına kadar yayıyorlar. Evdekilerin dînî, ahlâkî hareketlerini
beğenmediklerini söylemekden çekinmiyorlar.
Hanımlarımızın mûsikîye, çalgıya tutulmaları da, bir âfet hâlini almışdır.
Mûsikînin rûhda yapacağı heyecan yerine, harîs, tenbel ve hayâllerindeki
zevklerin mahrûmiyyeti ile, içi yanan serhoş kimselerin nağmeleri dinlenir,
bunlar yalnız raksetmek, dansetmek ve kucaklaşmak gibi en aşağı hayvânî hisleri
okşar. Radyoda ve televizyonda dinlenilen şarkılara da dikkat ediniz. Hep
birbirini kucaklamak arzûsu ile çırpınan şehvetli kimselerin niyâzları,
mâceralarıdır. Evlerden gelen radyo seslerinde bu ma’nâlar analiz edilirse,
âilelerde din, ahlâk, âr ve hicâb perdelerinin sıyrılmakda olduğu görülür. Caz
takımı başlayınca rûhların bağlı olduğu gizli, sihrli bir telle, bütün varlıklar
kımıldanır. Başları ile, elleri ile ve vücûdlarının her parçası ile birbirine
aşk i’lân ederler. Ba’zan, sekiz-on, hattâ onbeş erkeğin bir kadın peşine
takılmasını, ilkbehârlarda böyle grup hâlinde dişilerini ta’kib edip sıkışdıran,
kedilere ve köpeklere benzetirim. Erkek, yabancı bir kadına karşı irtikâb etdiği
nâmûssuzluğun, başka bir erkek tarafından kendi vâlide, hemşîre veyâ refîkasına
karşı yapılacağını düşünebilirken, yine bunu yapması, nâmûs duygusunun onda
yokluğundan değil de, nedendir, sorarım? Köylerde din ve ahlâk duygusu devâm
etdiği için, fuhş ve sefâhet azdır) diyor.
Cevâb: Dinde reformcunun yukarıdaki uzun
yazılarında, kadınlar hakkında dikkate değer ve ibret verici hakîkatler
bulunmakla berâber, bu karışık sorunun çözülmesi için, belli başlı bir prensib
ortaya koymamışdır. Bu sosyal hastalıklar, insâflı bir kalemle, görüldükleri
gibi yazılmışdır. Avrupa kadınlarını İstanbuldaki müslimân denilen kadınlardan
üstün tutarak, açık saçık gezmelerinin oralarda kötü olmadığını bildiriyor.
İstanbul gençlerinin de, onlar gibi yetişmesini istediği anlaşılıyor. Köylü
kadınlarımızın fazla nâmûslu olmalarına da, ilmî esâslara dayanmadığı için,
çabuk bozulabilir diyor. İstanbuldaki, ilmli, ilerici kadınlar arasındaki, kendi
zemânındaki, ahlâk düşkünlüğünü, kendisi acı acı anlatdığına göre, kadınları
fenâlıkdan korumak için, hangi bilgilerin öğretilmesini istediği anlaşılmıyor.
Nâmûsun ve
iffetin pek kıymetli ve pek övünülecek güzel bir sıfat olduğunu âlim ve câhil
herkes bilir. Fekat, çok kimse, bu bilgisine uygun hareket etmez. Dinde
reformcunun, köylerdeki nâmûsun fazla olduğu hâlde, nâmûs fikrinin za’îf
olduğunu bildirmesi, doğru bir düşünce değildir. Bilgisiz ve şu’ûrsuz olarak
yerleşen âdetler ve akîdeler, mukaddes an’aneler hâline geldikden sonra, akla ve
bilgiye dayanan düşüncelerden ve teorilerden dahâ kuvvetli olur. Allah
korkusunun ve din ve ahlâk gibi kuvvetli temellere dayanan nâmûs ve iffet
duygusunun, ilmî esâslardan mahrûm olduğunu kabûl etmek de, büyük bir
haksızlıkdır.
40
— (Kadınların
nâmûsunu korumak için haremlikle, selâmlığı ayırmak veyâ aralarına ipek perdeler
koymak, çok dayanıksız bir tedbîrdir. Müslimân memleketlerinde, kadınları,
renkli ve ipekli kumaşları altında, keskin hayâllerimizle birer Venüs düşünerek,
bu hârik-ul’âde heykellerin san’atinden ma’nâlar çıkarır ve bunlarla kalbimizin
boşluklarını doldururuz. Garbın psikologları arasında, şarkın güneşli ve çiçekli
ufukları kadar, tesettüründeki hayâlî zevklerine imrenenler çokdur.
Tesettürün,
kadın güzelliğini artdırdığı muhakkakdır. Bunun sebebi şudur ki, yakından
herşeyin inceliklerini, derinliklerini görürken, uzaklık bu incelikleri ve
derinlikleri bize süslü gösterir. Gözlerimiz yakından görmeğe alışdığı şeyleri,
uzakdan açıkça görmediği zemân, güzel zan etdiğimiz şeylerin güzelliğini
hayâlimiz temâmlar. Bugün, bizim olan ve hiç kıymet vermediğimiz şeyler,
elimizden çıkdığı zemân, kıymetli olur. İşte birşey ile aramıza uzaklık,
perdeler girince, o şeye olan arzûmuz derecesinde hislerimiz ve te’essürlerimiz
canlanır. Sokakda kapalı bir kadınla karşılaşınca, hayâlimiz uyanır. Çarşafın
altında, hayâlimizdekini var sanırız. Sosyal hayâtımızı düzeltmek için kadına da
lâyık olduğu yeri vermeliyiz. İslâmiyyet, kadının örtünmesini emr etmiş. Fekat,
nasıl örtüneceğini bildirmemişdir. Kadının örtünmesinden, ya’nî tesettürden
maksad, neslin temiz, iffetli, fuhuş ve kötülükden korunması ise, bunu başka
dürlü de elde edebiliriz. Bunun için, Allahü teâlânın insanlara ihsân etdiği
aklı ve zekâyı terbiye ederek, nefse hâkim olmalıyız. Böylece nefsi, hayvânî
arzûları peşinde koşacak yerde, iyilik isteyecek şeklde temizlemeli ve
düzeltmeliyiz. Yüksek bilgili ve terbiye görmüş ve aklı ve düşüncesi iyi işliyen
bir kadın, nâmûsu koruyan ma’nevî kuvveti dinde bulmasa bile, kendi aklı ve
düşüncesi ile elde edebilir. Sonra, küçük yaşdan erkekle berâber bulunmağa
alışınca, büyük yaşda da, zararı olmaz. İffetin, nâmûsun ne olduğunu anlayacak
kadar akla ve düşünceye mâlik olan bir kızın, istediği gibi açık gezmesi,
istediği yerlere gitmesi, hiç zararlı olmaz. Fekat, bu değişikliği zemânla
yapmak lâzımdır. Müslimân kadınlarına, haydi çarşaflarınızı atınız ve
istediğiniz gibi hareket ediniz diyemeyiz. Kurnaz hareket etmeliyiz.
Meşrûtiyyeti iyi yerleşdiremediğimizi gördük. Netîce çok acı oldu. Kadın,
yaratılışındaki zevkini okşamak için, şimdilik zarîf ve şık giyinsin. Sonra,
yavaş yavaş açılması, sıra ile gelir. Hükûmet, şimdilik kadının elbisesine düzen
versin. Güzel olmakla beraber, şehveti tahrîk edici yerleri örtsün, çarşaf ve
peçe yerine, bir baş örtüsü ile mantoyu kabûl etsin. Sonra iş yavaş yavaş
gelişir. Bundan başka, kadınların hava almaları, zevk ve hayâtı duymaları
hakkıdır. Meselâ, lokantalarda yemek yimek, gezmek, sinemaları, tiyatroları
görmek hakkı olsun. Fekat bunları yapmadan önce, erkeklerin saldırmalarını bir
kanûnla yasak etmelidir) diyor.
Cevâb: Dinde reformcuların sözlerine dikkat
edilirse, masonların asrlarca evvel hâzırladıkları ve her devrdeki adamlarına
söyletdikleri plânlar, programlar olduğu hemen göze çarpar. Bunlar, ittihâdcılar
zemânındaki dinde reformcular ağzından ve kalemlerinden de i’lân edilmişdi.
Mason Mustafâ Reşîd Pâşayı iş başına getirince, söyletdiler. İngiliz câsûsları,
harb malzemesi ve para yardımı ile câhil ittihâdcıları iş başına getirince, bir
yandan dinde reformculara söyletdiler. Bir yandan da, yeni mason kanûnları
çıkartdılar. İslâmiyyete saldırmağa başladılar. Câhil ittihâdcılar dedik. Çünki,
ahmakça harbler açarak, yüzbinlerce müslimân kanının dökülmesine sebeb olan ve
zindanlarda ve darağaçlarında sayısız ma’sûmların canına kıyan ittihâdcıların
çoğu din câhili idi. Fekat, müslimânlar dinlerini iyi öğrenir ve gençlere
öğretirlerse, islâm düşmanlarının bütün plânları, kendi başlarına yıkılacakdır.
Allahü teâlâ, İsrâ sûresi, seksenbirinci âyetinde, (İslâmiyyet gelince, şirk,
küfr dayanamaz, gider) buyurdu. Bu âyet-i kerîme gösteriyor ki, müslimânlar,
akla ve islâmiyyete ve devletin kanûnlarına uyarak çalışırsa, kâfirler birşey
yapamaz. İslâmiyyete saldıranlar yıkılıp gidecekdir.
Bu
reformcu, maksadlı yazılarını gençlere aşılayabilmek için, birçok mühim ve acı
hakîkatleri yazmakdan da çekinmemişdir. Evet, bunlar, bir satır zehrli yazı ile
milleti aldatabilmek için, şekerli, kaymaklı, bir kitâb dolusu doğru yazı
yazmakdan çekinmezler. Müslimânları aldatma plânlarından biri de, zehrlerini
şeker kaplıyarak müslimânlara draje gibi yutdurmalarıdır.
İslâm
kadınlarının örtünmesi, bunların nâmûslarını korumak için olduğu gibi, bu
örtüler, kadınla erkeği birbirinden ayıran ma’nevî sınırlar demekdir. Bu
örtülerin sâyesinde, bir erkek, kendi evindeki kadınlardan birine karşı bile,
sokakda resmî ve saygılı davranır. Bu örtüler, erkekle kadın arasına konulan
hayâ perdeleridir. Örtünen kadının bir erkek hayâlinde dahâ güzel
canlandırılması, kadının şerefini azaltmaz, yükseltir.
Kadında
bedî’î güzellikden ziyâde, onda ictimâ’î fâide aramak, ona ictimâ’î hayâtda yer
vermek lâzımdır demesi de, doğru değildir. Çünki, kadın, o ictimâ’î yerinde de,
süslenmekden ayrılmıyor.
Hayvânî
hislere aldanmamak için, nefsi terbiye etmek lâzımdır. Fekat, bu işi, yalnız
nefse hâkim olmağa bırakarak, tesettürden vaz geçmek, hiç doğru olamaz. Çünki,
tahsîl ve terbiye gören insanlar arasında nefslerine hâkim olamıyanların çok
bulunduğu, gazetelerde bile sıksık görülmekdedir. (Nefse hâkim olmak)
söylemesi kolay, yapması güç olan bir şeydir. Yûsüf aleyhisselâm gibi büyük bir
Peygamberin bile, (Benim nefsim kötü şeyler istemez demiyorum) buyurduğu,
Yûsüf sûresinde bildirilmekdedir. Artık başkalarına ne demek düşer? Nefse hâkim
olmak ve bunun mikdârı herkes için değişir. İnsan bunu kendi bile anlayamaz.
Hele iffet ve nâmûs dersini dinden değil de, yalnız aklından alan kimseye göre,
nâmûsun kıymeti, nâmûslu tanınmak düşüncesinden ileri gitmez. Nâmûsun kıymeti ne
kadar bilinirse bilinsin ve akl ve düşünce ne kadar yerinde olursa olsun,
insanın yaratılışında bulunan ve herkesi aldatabilen nefs karşısında, akl
başarısız kalabilir. Bunun için, dahâ başlangıçda, nefsi kımıldatmamak ve onu
tahrîk eden yolları kapamak lâzımdır. Kadının örtünmesi, bu yolları en kesdirme
ve en kolay olarak kapayan bir çâredir.
Kızların
oğlanlarla bir arada yetişmesinin ve bu alışkanlığın, ileride iffet ve
nâmûslarını korumağa yarıyacağını düşünmek de doğru değildir. Gençlerin karışık
hayâta alışmaları, bunun kötü netîcelerini de gâyet tabî’î görmek tehlükesine
sebeb olur. Kadınların erkekler arasında açılması, kadın-erkek arasındaki
yaklaşma duygusunu gösteren tabî’î bir hâldir. Bunu red eden yalancı ve gâfil
sözlere, değil bir müslimân, hiçbir erkek inanmaz. Kadınların kollarını,
omuzlarını, gerdanlarını, baldırlarını erkeklere açdığı, plâjlarda, birlikde
eğlendikleri yerlerde, erkekler onlara bakmaz mı olmuşdur? Kadınlar kollarının,
gerdanlarının, baldırlarının açılmasına alışıldığını görünce, göğüslerini,
sırtlarını, omuzlarını da açmağa, mini etek kullanmağa başladılar. Sonunun neye
varacağı anlaşılamayan bu açılmalar, kadınlara mahsûs bir ihtiyâcı
göstermekdedir. Demek ki, kadınlar, açılmalarına alışınca, dahâ çok
açılmakdadırlar. Eski açıklıkları gayr-i tabî’î görülmekdedir. Kadınlarda
açılmanın böyle yayılması, örtünmek sıkıntısından kurtulmak, havalanmak gibi öne
sürülen sebeblerden başka maksadlarla yapıldığını göstermekdedir. İster
birdenbire olsun, ister yavaş yavaş olsun, bu açıklıklar, ahlâk bozukluğuna
doğru atılmış adımlardır. Hattâ, erkekleri yabancı kadınlarla zevklenmenin
kıyısından köşesinden istifâdelendiren bu açıklıkların, kendileri de tam
sefâhetdir. Kadınların yabancı erkeklere açılmasını ve sosyete hayâtı
yaşamalarının fuhşa, ahlâksızlığa, ev bark yıkmağa, âile fâci’a ve ölümlerine
yol açdığını gösteren misâller çokdur.
İslâmiyyet,
kadınla, kızla konuşmayınız, eğlenmeyiniz, papaslar gibi kadınsız yaşayınız
demiyor. İslâmiyyet, komşunun karısını, kızını başdan çıkarmayınız, onların hayâ
perdelerini parçalamayınız, âile yuvalarını yıkmayınız, istediğiniz kızı alınız,
onunla, evinizde serbestçe, râhatça istediğiniz gibi eğleniniz diyor. Karınızı,
kızınızı, yabancı erkeklerin arasına sokup, onların edeblerini, hayâlarını ve
istikbâllerini bozmayınız! Kendinizin ve başkalarının âile yuvalarını yıkacak
taşkınlıklardan sakınınız diyor. Bir kızı mes’ûd etmek için çalışın, kazanın ve
genç iken, erken evlenin diyor.
Kadınların
yabancı erkekle dans etmeleri ve balolarda, karıkocaların açıkca yer
değişdirmeleri, kadınları hayâtda, kolaylığa ve çalışmağa getirmekde olmayıp,
âile yuvalarını yıkdığı acı acı görülmekdedir. Kadın-erkek münâsebetlerinin
yalnız karı-koca arasında kalmasını istemeyip de karışık ve sınırsız bir temâs
vücûde getirmek için yapılan balolar, islâmiyyetdeki nikâh cem’iyyetlerinin
yerini almağa başladı. Şu kadar fark var ki, müslimânların nikâhı, belli bir
kadınla belli bir erkeğin bir araya geleceğini i’lân etmekde, sosyetenin balosu
ise, evli veyâ bekâr birçok kadınla birçok erkeğin gelişi güzel yaklaşacaklarını
i’lân etmekdedir. İslâmiyyetde yalnız nikâh ile birleşmek câizdir.
Kadınlara,
sosyete hayâtında olduğu gibi, başka erkeklerle de düşüp kalkmak serbestliği
verilirse, âilesi erkeklerinin kıskanmasına ve vicdân azâbı çekmesine sebeb
olmakla berâber, erkeklerin de, sayısız yabancı kadınlardan zevk almasına yol
açacakdır. Bunu kim bilmez, kim anlamaz? İbtidâ’î ve gerici denilen kimseler de,
bu zevkı, bu lezzeti pek iyi bildikleri hâlde, öte yandaki vicdân azâbı,
kendilerini frenlemekde, durdurmakdadır. Nefslerinin, isteklerine ve
lezzetlerine dayanamıyan, irâdesi gevşek kimseler, medeniyyetin terakkîsi,
ilericilik gibi yalan ismlerle, vicdânların bu frenini koparmış, kendilerine pek
tatlı ve yaldızlı bir sosyete hayâtı kurmuşlardır. Nefslerinin zevkleri peşinde
koşanlar, bu hayâtı hızla yaymakdadırlar. Bu hayâta ilericilik diyenler olduğu
gibi, tabî’ate uymak şeklinde değerlendirenler de vardır. Hâlbuki islâmiyyet
tabî’ate en uygun yaşayış yolunu göstermekdedir. İslâmiyyet, en tabî’î bir din
olmakla berâber, insan tabî’atinin fazîletden ayrıldığı yerlerde, o da
tabî’atden ayrılır. Fazîlet tarafını tutar. Medenî haklar denilsin, tabî’ate
dönülsün, nasıl övülürse övülsün, bu akıntının en açık sebebi ve sürükleyen
kuvveti, şehvet ve zevkdir. Sosyete adamları, karşılıklı zevklerini düşünmeyip,
kadınlara hak ve hürriyyet vermek niyyetinde olsalardı, kadınların karşılıklı
değişdirilmesini isteyemezlerdi. Bunun içindir ki feministler, birisinin
karısından, kızından istifâde edemiyeceğini anlayınca kendi kadınlarının,
kızlarının, onunla görüşmesine değil, görünmesine de yanaşmazlar. İyi
anlaşılıyor ki, balo ve gece kulüplerinde, kadınlarını, kızlarını başka
erkeklere peşkeş çekenler, kendi zevkleri için veyâ mal, mevkı’ elde etmek için,
kadınlarını fedâ eden kimselerdir. Kadınlara hak tanınmasını, onlara hürriyyet
verilmesini, kadınlardan dahâ çok isteyen erkeklere dikkat edilirse, bunlar,
sokaklara taşan ve salonlarda kaynaşan kokulu, yumuşak kadın dalgaları arasına
dalmağı ve başkalarının kadınlarından kolaylıkla zevk almağı arayan kimselerdir.
Bu zevâllılar, başka erkeklerin de, kendi kadınlarına, kızlarına ve
kızkardeşlerine böyle serbestçe saldıracaklarını düşünmezler. Yâhud o zevklerle,
lezzetlerle kendilerinden geçerek, bu can sıkıcı zararı unuturlar, veyâhud
zevklerine, şehvetlerine karşı, onları fedâ etmekden de çekinmezler.
Sosyete
hayâtında kazancı çok ve zararı az olanlar, yakınları arasında yüzüne
bakılabilecek genç kadın bulunmayan erkeklerdir. İşte erkeklerin, kadınlara
hürriyyet verilmesini istemeleri sebeblerinin başında, böyle aldatıcı ve egoist
sebebler bulunmakdadır. Bu konuda biraz aşırı yazdığımızı söyliyenler
bulunacakdır. Fekat, işin doğrusu budur. Çünki, müslimân memleketinde yetişen
kadınlara bu fikr, erkeklerin ilmde ve fende ilerlediklerine imrenmek yolu ile
gelmemişdir. İlmde ve teknikde yüksek bir yeri olan afîf erkeklerin
kadınlarında, böyle bir hürriyyet arzûsu görülmemişdir. Eğer erkekler, eğlence
ve sefâhat hayâtına dökülmeselerdi, kadınlardan da, böyle hürriyyet isteyen
görülmeyecekdi. Kadınların avukatlığını yapan erkekler de bulunmayacakdı.
Kadınlara
böyle bir hürriyyet verilmesini isteyen erkekler, (Gayr-i meşrû’ bir şey
istemiyoruz ki...) diyorlar. Meşrû’ olarak ne istedikleri kendilerine sorulunca,
cevâb veremiyorlar. (Kadınları esâretden kurtaracağız) deyip geçiyorlar.
(Nisâ) sûresinin otuzüçüncü âyetinde meâlen, (Erkekler, kadınları terbiye
edici ve onlara iş vericidir. Allahü teâlâ, erkekleri kadınlardan üstün
yaratmışdır) buyuruldu. Dinde reformcular, kadınları, bu âyet-i kerîmede
bildirilen yerlerinden kurtaracaklarmış! Bunun neresi meşrû’dur. İslâmiyyetin
erkekleri kadınlardan üstün tutmasında birçok sebeb ve fâide vardır. Bu üstünlük
âile hayâtının düzgün olması için de lâzım ve zarûrîdir. (Âile içinde kadın ile
erkeğin hakkı eşid olmalı. Hayât müşterekdir) sözü de kıymetsizdir. (Enbiyâ)
sûresi yirmiikinci âyetinde meâlen, (Allahdan başka bir ilâh, bir tanrı
dahâ bulunsaydı, âlemdeki nizâm bozulur, karma karışık olurdu) buyuruldu. Bu
âyet-i kerîmedeki kuvvetli mantığa dayanarak düşünenlere göre, âile içinde,
derece derece herkesin ayrı bir hakkı ve değeri, şerefi lâzımdır ve âile
arasında bir baş bulunmasına zarûret vardır. Millete bütün hakların verildiği
bildirilen cumhûriyyet idâresinde bile bir devlet başkanı, ya’nî cumhûrreîsi
vardır. Demek ki, devlet idâresinde olduğu gibi, her toplulukda ve her biri
topluluk olan âile hayâtında, son sözün herhâlde bir yere bağlanması lâzımdır.
Sözlerini
haklı ve meşrû’ göstermek için, (Kadınlara ilmde ve fende istiklâl vereceğiz)
gibi savunanlar da oluyor. Bu istiklâl, bu hürriyyet, kadınları erkeklerin
kontrolünden kurtaracağız demek olduğundan, yukarıdaki âyet-i kerîmeyi
değişdireceğiz demekdir. Çünki, kadınların erkeklerin kontrolü altında
bulunmasına ve onlardan iznsiz istedikleri yerlere gidememelerine (esâret)
diyorlar. Esâretden kurtulmağı, iş güç altında ezilen Anadolunun kadınları
istemiyorlar da, sosyetenin serbest kadınları istiyor! (Kadınlar ilm ve san’at
hürriyyeti sâyesinde, erkekler gibi çalışarak, erkeklerin ellerine bakmakdan
kurtulmalıdır) diyorlar. Erkekler, evlerine getirdiği ekmeği kadınların başına
mı kakıyorlar ki, bu sığıntı ve aşağı hayâtdan kadınları kurtaracaklar? Hâlbuki,
bu ilerici kadınlar, evlerinde gördükleri işleri, erkeklerinin başına
kakmakdadırlar. Hattâ, erkeklere yüklemek yolundadırlar. Dikkat edilirse,
müslimân erkekleri, kadınlarından dahâ çok merhamete muhtâç hâldedirler. Çünki,
para kazanmak, evin ihtiyâçlarını bulup getirmek yükü erkeğin omuzlarındadır.
(Hayât müşterekdir) diyerek, bu ağır yükü kadınlara da yüklemeğe kalkışmak,
(başınızın çâresine bakınız!) diyerek erkeklerin kadınları himâyelerinden silkip
atması demek olup, kadınların zararına bir düşüncedir.
(Hayât
müşterekdir) sözü, dinde reformcuların savunduğu gibi, erkeklerin yüklendiği
kazanma yüküne kadınların yardım etmesi ise, bu yardımı evin içinde de
yapabilirler. Orta hâlli sosyete âilelerin çoğunun evinde hizmetçiler bulunur.
Erkekler gibi, kadınların elbisesi de terzilere dikdirilir. Şuna dahâ çok
şaşılır ki, hürriyyete kavuşmuş olan sosyete kadınlarının evlerinde yemek
pişirmek, çocuklara bakmak ve hemen bütün işler hizmetçilere yapdırılıyor.
Böylece, kadının kazancı kendi süsü, boya, koku ve berber masrafları ile
hizmetçinin ücretini karşılayamaz bile. Geçim yükü, yine yalnız erkeğin sırtında
kalmakdadır.
Geçim
yüküne ortak olan kadınlardan, yüzüne bakılamıyacak kadar çirkin olanların ev
dışında ne kadar düşkün ve üzücü hâl aldıkları her tarafda görülmekdedir.
Güzelliğine güvenen ve güzel olmağa çalışan kızların güzelliği de yaşlandıkça
azalıyor. Hele pudra, ruj, boya kullanan kadınların derileri aşınarak dahâ çabuk
çirkinleşiyorlar. Boya kullanmadığı gün, yüzleri işkembe gibi buruşuk, iğrenç
oluyor. Bunun için, her sabâh kalkınca, sâatlerce ayna karşısında, tuvalet,
makyaj yapmak zorunda kalıyorlar. Bir kış sabâhı, alaca karanlıkda tramvayda
giderken, Bâyezîd meydânında bir çöpçü kadının kar süpürdüğünü görünce,
yüreğimiz sızladı. Bu müslimân ninenin, sıcak odasında yatmasını veyâ okumasını,
yâhud çocuklarının ihtiyâçlarını hâzırlamasını arzûladık. Çünki, islâmiyyet,
kadınların bütün ihtiyâçlarını kocasına yüklemişdir. Kocası yoksa, yakın
akrabâsı verecekdir. Kimsesi yoksa, Beyt-ül-mâl, ya’nî devlet bakacakdır.
Kadının her ihtiyâcı ayağına gelecekdir. Kadınların çoklarının, hayâtlarından
şikâyetlerini, inlemelerini çok işitdik.
İş
yerlerinde çalışan çirkin kadınların, düşkün, acı hâllerini inkâr edemeyen
reformcular, bunu da savunmağa kalkışarak, mağazalarda, satış yerlerinde güzel
kadınlar bulundurulursa, satılacak mallar arasında, belki dahâ çok, onların
güzelliklerine müşteri çıkanlar bulunur. Böylece işler aksar diyorlar.
Hürriyyetine kavuşarak, erkekler arasında çalışan kadınlardan güzel olmayanların
düşkünlüğü ve kendini güzelleşdirmek için her sâbah ayna karşısında uğraşanların
bitkinliği bir yana, geri kalanlarında, bulunduğu farz edilen, dahâ doğrusu hiç
bulunmadığı hâlde, kraldan ziyâde kralcı erkekler tarafından var diye savunulan
bu hürriyyetin ve istiklâlin doğru ma’nâsı, kadınların, âile teşkîl etmek, evlâd
yetişdirmek, evini düzenlemek gibi meziyyetlerden ve tabî’î kâbiliyyetlerinden
uzaklaşarak, erkeklerin sert, sıkıntılı hayâtına karışmaları, kocaya varmak
ihtiyâcından kurtularak, bekâr erkekler gibi, yâhud evindeki zevcesine bağlı
olmıyan ahlâk düşkünleri gibi olmaları demekdir. Âile hayâtını yıkan bu dağınık
hayât, önce Avrupa mukallidi erkeklerde başlamış, bu uçuruma sonra kadınlar da
sürüklenmişdir. Zevallı gençlik, nerelere sürükleniyor. Sosyete hayâtında âdet
hâline getirilen, kadınlara karşı saygı ve nezâket, hep gösteriş olup, onların
düşkünlüğünü, acınacak hâllerini örtmek için yapılmakdadır. Bugün Avrupada,
nikâhlı, nikâhsız kadından ucuz bir şey yokdur. Müslimânlıkdan uzaklaşan sosyete
kadınları da, bu hâle sürüklenmekdedirler. Nikâhsız olanların çokluğu
meydândadır. Şark edebiyyâtında, şi’rlerde şehvânî düşüncelerin yayılmış olması,
şarkda fuhş ve sefâhet hayâtının yok denecek kadar az olmasındandır. Şarklı bir
şâ’ir, dilberin söz verdiği bûseyi gazeline kıymet vermek için yazmak ister.
Çünki, bu görülmemiş birşey gibidir. Hâlbuki, Avrupada, bunlar caddelerde
yapılır da, aldırış eden olmaz. Dul kadınlar dahâ ucuzdur. Bugün Avrupada ve
sosyetenin, kadın hürriyyetinin yayıldığı islâm memleketlerinde, erkekler kolay
evleniyor. Kadınların koca bulması ise, çok güç oluyor. Erkekler nazlı olup,
kadında güzellik veyâ para arıyor. Kadın ise, erkeğin izdivâç talebini kabûl
etmekdedir. Ev kurmak için kadınların çekdiği bu güçlüklere karşılık olarak, bir
veyâ birkaç gecelik eş arıyan gençlerden, pek kolaylık görüyorlar.
Müslimân
memleketlerinde vakti geçmiş ve kocasız kalmış kız bulunamaz. Erkeklerle
kadınlar birbirine taksîm olunmuş ve artan kadınlar da, islâmiyyetdeki, (teaddüd-i
zevcât) ni’meti sâyesinde, bir ev hanımı olmuşdur. Hâlbuki, Avrupada, artan
kızlar, nikâhsız, gayr-i meşrû’ erkeklerden kazandıkları paraları birikdirerek,
nikâhlı zevc ararlar.
Avrupada ve
sosyete hayâtı bulunan yerlerde aşk denilen şey yokdur. Çünki, her tarafa
kadınlar, kızlar serpilmişdir. Hâlbuki islâm memleketlerinde, bir erkek, kırk
yılda bir güzel kadın görür. Bu nâdir tesâdüfle, ona âşık olur. Dahâ güzelini
ona göstermemek için, aşkın gözüne çekdiği perde ile etrafdaki tesettür perdesi
bir araya gelir. Hattâ, ikinci perdenin, değil başkasını, yine o kadını bile bir
dahâ göstermemesi yüzünden aşk ateşi körüklenir. Şu hâl, islâm memleketlerinde,
kadının çok kıymetli ve ehemmiyyetli olduğunu göstermekdedir. Kadını, ma’şûkalık
makâmından uzaklaşdıran sosyete hayâtında, kadınların ne kıymeti olabilir?
Sosyete
kadınlarının acınacak hâlini (madame le Lara Mardirous) adında, Fransanın büyük
bir şâ’ir kadınından dinleyelim. Bunları Cenâb Şihâbüddîn beğ (Evrâk-ı eyyâm)
adındaki mecmû’asında terceme etmişdir.
(Kadınlarınıza söyleyiniz! Se’âdetlerinin kıymetini bilsinler! Kapalı yaşamağa
alışsınlar! Kapalı yaşamak, onları öyle sıkıntılardan korur ki... Ah, şu
omuzumda hıçkırarak ağlamış kızların adedini bilseler. Kulaklarım, sevilmiş
kızların çok fecî’ ve kalbleri yakan şikâyetleri ile dolu. Evet, ışıklar ve
çiçeklerle dolu bir baloya girebilmek, çok tatlı gibi görünür. Fekat, sevdiği
zevci ile oraya gelen kadının kalbini kemiren kıskançlığı, ne çok elem verici
bir yılandır? Bunu düşünebilir misiniz? Balo, tiyatro, bütün buluşma yerleri,
zevcesine bağlı olan bir erkek, yâhud kocasını seven bir kadın için (Seint
office)’in bir azâb hücresi, bir Cehennemdir. Bunları zevcelerinize,
hemşîrelerinize iyice anlatınız!)
(Kadınların
yükselmesi, erkeklerin yükselmesi için de lâzımdır. Çünki, iki kanadından biri
çalışmıyan millet, ilerliyemez. Ancak kadınları ile birlikde yükselebilir) gibi
ağızlarda sakız gibi çiğnenen bir söz var. Böyle karışık ve örtülü sözler
maksadlarını açıkça söyleyemiyenlerin, yardımcı kelimeler altında bildirmeğe
kalkışmalarını göstermekdedir. Kadınların ilerlemesi demek, onların câhil
bırakılmaması, ahlâklarına, terbiyelerine ehemmiyyet verilmesi demekdir.
Kadınların inceliklerine uygun, ince san’atları onlara yapdırmağa islâmiyyet
birşey demez. Müslimân kadınlarının, erkeklerin yapamıyacağı ince işleri harbde
de, sulh zemânında da yapmaları ve bunları kadınlardan öğrenmeleri câizdir.
Fekat, yine yabancı erkeklerin arasında bulunmamaları lâzımdır.
Müslimân
Türkleri, memleketimize, vatanımıza bağlayan en kuvvetli şey, âile içindeki dînî
ve an’anevî temiz hayâtımızdır. Bu hayâtı, ya’nî harem ve selâmlık hayâtımızı
mukaddes vazîfe bilenlerimiz, en hassâs bir damarla memlekete bağlı bulunurlar.
Kadınların
erkekler arasında çalışmasını savunmakda, dinde reformcuların kuvvetli bir
silâhı da, maddî istifâde, ekonomik kazançdır. Meselâ: Bir dükkân açarsınız.
Kasaya veyâ tezgâha güzel bir kız korsunuz. Dükkânın gözlere dağıtdığı şehvânî
hediyyelerle müşteriler çoğalır diyorlar. Hâlbuki, böyle açık kadınların
bulunduğu dükkânlara ve içki satılan dükkânlara müslimân müşteriler gelmez.
Harâm vâsıtalarla olan kazançlar da, habîs olur, bereketsiz olur. Sonu dünyâda
da, âhıretde de zarar ve ziyân olur.
(Çok mühim
ihtâr: Kadınların, kızların, yabancı erkeklere çıplak görünmesi, erkeklerin de
bunlara bakması harâmdır, büyük günâhdır. Harâm vâsıtası ile dünyâ malı kazanmak
müslimâna yakışmaz. Böyle kazanılan malların fâidesi ve bereketi olmaz. Harâma
ehemmiyyet vermiyen, kâfir olur.)
Müslimân
olduğunu söyliyen bir kimsenin, yapacağı bir işin, ahkâm-ı islâmiyyeye uygun
olup olmadığını bilmesi lâzımdır. Bilmiyorsa, bir ehl-i sünnet âliminden sorarak
veyâ bu âlimlerin kitâblarından okuyarak öğrenmesi lâzımdır. İş, ahkâm-ı
islâmiyyeye uygun değil ise, günâh veyâ küfrden kurtulamaz. Her gün hakîkî tevbe
etmesi lâzımdır. Tevbe edilen günâh ve küfr, muhakkak afv olur. Tevbe etmezse,
dünyâda ve Cehennemde, azâbını, ya’nî cezâsını çeker. Bu cezâlar, kitâbımızın
muhtelif yerlerinde yazılıdır.
Erkeklerin
ve kadınların nemâzda ve her yerde örtmesi lâzım olan yerlerine (Avret
mahalli) denir. İslâmiyyetde avret mahalli yokdur diyen kâfir olur. İcmâ’
ile, ya’nî dört mezhebde de avret olan bir yerini örtmeğe ve başkalarının böyle
avret mahalline bakmamağa ehemmiyyet vermiyen, ya’nî azâbından korkmıyan kâfir
olur. Sporcuların avret mahallerini açması ve maçları seyr etmeye gitmek
böyledir. Erkeklerin diz ile kasıkları arası, Hanbelî mezhebinde avret değil ise
de, diğer mezheblerde, avret olup, açması büyük günâhdır. (Ben müslimânım) diyen
kimsenin, îmânın ve islâmın şartlarını ve dört mezhebin icmâ’ı, ya’nî sözbirliği
ile bildirdiği farzları ve harâmları öğrenmesi ve ehemmiyyet vermesi lâzımdır.
Bilmemek özr değildir. Ya’nî, bilip de, inanmamak gibidir. Kadınların
yüzlerinden ve ellerinden başka yerleri, dört mezhebde de avretdir. Kadınların
avret yerini açmaları ve erkekler yanında şarkı söylemeleri ve mevlid okumaları
harâmdır. İcmâ’ ile olmayan, ya’nî diğer üç mezhebden birine göre avret olmayan
bir yerini, ehemmiyyet vermiyerek açan kâfir olmaz ise de, büyük günâh olur.
Erkeklerin diz ile kasık arasını, ya’nî uyluğunu açmaları da böyledir.
Bilmediğini öğrenmesi farzdır. Öğrenince, hemen tevbe etmeli ve örtmelidir.
Aşağıdaki
hadîs-i şerîfler, ibni Hacer-i Mekkî hazretlerinin (Zevâcir) kitâbından
alınmışdır. Bu kitâb 1356 [m. 1937] senesinde Mısrda basılmışdır. İki cüz’ bir
aradadır. İbni Hacer-i Mekkî hazretleri Şâfi’î fıkh âlimlerinden idi. 899 [m.
1494] da tevellüd, 974 [m. 1567] de Mekke-i mükerremede vefât etmişdir.
Bir hadîs-i
şerîfde, (Uyluğunuzu göstermeyiniz ve ölünün ve dirinin uyluğuna bakmayınız)
buyuruldu.
Bir hadîs-i
şerîfde, (Avret yerini başkasına gösterene, Allahü teâlâ şiddetli azâb
yapacakdır) buyuruldu.
Bir hadîs-i
şerîfde, (Avret yerini açmak büyük günâhdır) buyuruldu.
Bir hadîs-i
şerîfde, (Üç kişi Cennete hiç girmeyecekdir: Birincisi deyyûs, ya’nî
karısının, kızının başka erkeklerle düşüp kalkmasına göz yuman kimse. İkincisi,
kendisini erkeklere benzeten kadınlar. Üçüncüsü, içki içmeğe devâm edenler)
buyuruldu. Kadınların kendilerini erkeklere benzetmesi demek, onlar gibi caket,
pantalon giyinmesi, başlarını onlar gibi traş etmesi olup, büyük günâhlardandır.
Bir hadîs-i
şerîfde, (İki kişi vardır ki, Cehenneme gireceklerdir: Birincisi, yanlarında
kırbaçlar, coplar taşıyıp insanları haksız olarak dövenlerdir. İkincisi,
erkeklere kendilerini çıplak gösteren ve ince, altındaki deri görünen elbise ile
erkekler yanına giden kadınlardır. Bunlar, kötü iş için erkeklerin yanına
giderler) buyuruldu.
Ebû Dâvüd,
hazret-i Âişeden “radıyallahü anhâ” bildiriyor ki, kızkardeşi Esmâ, Resûlullahın
yanına geldi. Arkasında ince elbise vardı. Derisinin rengi belli oluyordu.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, baldızına bakmadı. Mubârek yüzünü
çevirdi ve (Yâ Esmâ! Bir kız, nemâz kılacak yaşa geldiği zemân, onun,
yüzünden ve iki ellerinden başka yerlerini erkeklere göstermemesi lâzımdır)
buyurdu. Bu hadîs-i şerîfden anlaşılıyor ki, kadınların yabancı erkekler yanına
ve sokağa başı açık çıkmaları büyük günâhdır. İmâm-ı Zehebî buyuruyor ki;
erkeklere zînetini gösteren kadınlara, meselâ altın, inci gibi şeyleri örtüsünün
üstüne takan, koku süren, renkli ve ipek kumaş örtünmüş olan, kol ağızları geniş
olup kolları görünen ve bunlar gibi kendilerini erkeklere gösteren kadınlara
Allahü teâlâ dünyâda ve âhıretde azâb edecekdir. Bu kötülükler, kadınlarda çok
olduğu için, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” (Mi’rac gecesi
Cehennemi gördüm. Cehennemdekilerin çoğunun kadın olduğunu gördüm) buyurdu.
Bir hadîs-i
şerîfde buyuruldu ki, (Allahü teâlâya ve âhıret gününe inanan, hamâma
peştemal ile örtülü girsin! Allahü teâlâya ve âhıret gününe inanan kimse,
zevcesini hamâma göndermesin!)
Bir hadîs-i
şerîfde buyuruldu ki, (Îrân memleketi, müslimânların eline geçecekdir. Orada,
hamâm denilen binâlar vardır. Erkekler, hamâma peştemal ile örtülü olarak
girsinler ve oraya zevcelerini, yalnız tedâvî için ve hayzdan, nifâsdan
temizlenmek için göndersinler!)
Bir hadîs-i
şerîfde buyuruldu ki, (Allahü teâlâya ve âhıret gününe inanan bir kimse,
yabancı bir kadınla bir odada yalnız kalmasın!).
Bir hadîs-i
şerîfde buyuruldu ki, (Ümmetimin erkeklerinin âhır zemânda hamâma gitmesi
harâm olur. Çünki, hamâmlarda avret yerleri açık olanlar bulunur. Avret yerini
açana ve başkasının avret yerine bakana, Allah la’net eylesin!).
Bir hadîs-i
şerîfde buyuruldu ki: (Erkeklerin dizleri ile göbekleri arası avretdir.)
Bir hadîs-i
şerîfde, (Zinâ eden kimse, puta tapan kimse gibidir) buyuruldu. Bu
hadîs-i şerîf, zinânın büyük günâh olduğunu göstermekdedir.
Bir hadîs-i
şerîfde, (Şerâb içmeğe devâm eden bir müslimân öldüğü zemân, Allahü teâlâ onu
puta tapan kâfir gibi cezâlandırır) buyuruldu. Zinânın şerâb içmekden dahâ
kötü, dahâ günâh olduğu muhakkakdır.
Bir hadîs-i
şerîfde, (Bu ümmetin hayrlı olması, aralarında zinâ yayılıncaya kadar devâm
edecekdir. Zinâ aralarında yayılınca, Allahü teâlâ hepsine azâb eder)
buyuruldu.
(Aralarında zinâ ve ribâ yayılan bir memleketde bulunanlara Allahü teâlânın
azâbı halâl oldu) buyuruldu. Ribâ, fâiz almak ve fâiz vermek demekdir.
Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem”Eshâbına sorarak, (Zinâyı nasıl bilirsiniz?)
buyurdu. Yâ Resûlallah! Allahü teâlâ ve Onun Resûlü zinâyı harâm etmişdir.
Kıyâmete kadar harâmdır dediler. (Bir kimse, komşusunun kadını ile zinâ
ederse, yabancı on kadınla zinâ etmekden dahâ çok azâb çeker) buyurdu.
Bir hadîs-i
şerîfde buyuruldu ki, (Cennet, deyyûsa harâmdır). Deyyûs, zevcesinin [ve
kızının] zinâ yapdığını bilip, susan ve kızmayan kimsedir.
Bir hadîs-i
şerîfde, (Yabancı kadına şehvetle elini süren kimsenin kıyâmet günü eli
boynuna bağlanacakdır. Onu öperse, dudakları Cehennem ateşinde yanacakdır)
buyuruldu.
Yabancı bir
kızla zinâ etmek büyük bir günâhdır. Evli kadınla yapmak, dahâ büyük günâhdır.
Mahrem akrabâsı ile zinâ yapmak hepsinden büyük günâhdır. Dul kadının zinâ
yapması, kızın yapmasından dahâ büyük günâhdır. Yaşlı adamın yapması, gençlerin
yapmasından dahâ büyük günâhdır. Âlimin zinâsı, câhilin zinâsından dahâ büyük
günâhdır.
Başı,
kolları açık ba'zı kadınların kendilerini haklı göstermek için, (Allah kalbe
bakar, kalbi bozuk olanları Cehennemde yakacakdır. Başı, kolu açmak, kalbin
bozuk olduğunu göstermez) gibi sözleri, tesettüre ehemmiyyet vermemeği
göstermekdedir. Kalbin temizlenmesi için, ahkâm-ı islâmiyyeye uymak lâzım olduğu
her kitâbda yazılıdır. Başı, kolu açık olan kızların (Allah kalbe bakar, bizim
kalbimiz temizdir) demeleri, doğru değildir. Açıklık, kalbin temiz olmadığına
alâmetdir.
Kadınların
açılmalarının zararlı olduğunu uzun yazmamız, vatandaşlarımızın dünyâ ve âhıret
sıkıntılarına düşmelerini istemediğimiz içindir. Onlara olan iyilik ve hizmet
duygumuzdan ileri gelmekdedir. Yoksa, açık gezen kadınları ve erkekleri ve
sosyete hanımlarını, aşağı, kötü, kendisini ise nâmûslu, iyi bilmek, müslimânlık
değildir. Her müslimânın, açık gezenleri, içki içenleri, sosyete hayâtı
yaşıyanları görünce, onlara acımaları, imkân bulursa, tatlı sözle ve kitâba,
kanûna uygun yazı ile nasîhat vermeleri, hiç olmazsa, zararlı yoldan
kurtulmaları için düâ etmeleri lâzımdır. Günâh işliyeni görünce, kendi
günâhlarımızı hâtırlamalıyız! Kusûrlarımız, günâhlarımız afv edilmezse, başımıza
gelecek azâbları düşünmeliyiz. Başkalarını ayblamak, kötülemek, gıybet etmek
harâmdır. Onların günâhlarından dahâ büyük günâh işlemiş oluruz. Allahü teâlâ
sabr edenleri ve iyilik edenleri sever. İnsanlara hizmet edenleri, nasîhat
verenleri, tatlı dilli, güler yüzlü olanları, iyi iş yapanlara yardım edenleri
sever. Kendini beğenenleri sevmez. Allahü teâlânın sevdiği güzel işleri
yapmalıyız! Güzel huylu olmalıyız. Suçlulara sert davranmak, can yakmak,
hükûmetin vazîfesidir. Müslimân dili ile, eli ile kimseyi incitmez. Başkasını
incitmek günâhdır ve fitne çıkmasına sebeb olur. Fitne çıkmasına sebeb olmak
ise, ayrıca dahâ büyük günâh olur. Müslimân, günâh işlemez. Hükûmete, kanûnlara
karşı gelmez. Suç işlemez. Herkesin sevgisini, saygısını kazanan şerefli bir
insandır.
Hanefî
âlimlerinin büyüklerinden Hayreddîn Remlî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Fetâvâyı
hayriyye)nin nafaka bâbında diyor ki, (Erkeğin zevcesini mülkü olan veyâ
kirâladığı müstakil bir evde oturtması vâcibdir. Zevcesine nafaka vermiyen erkek
habs olunur. Evin sâlih komşular arasında bulunması lâzımdır. Bu komşular, bu
kadının din ve dünyâ işlerine yardım ederler. Zevcin zulm yapmasına mâni’
olurlar. Evin mutbahı, halâsı, hamamı, odaları olacakdır. Bu evde, zevcesinin
istemediği kimse bulunmaz. Zevc kaçıp gayb olur, nafaka vermezse, zevce nafaka
bağlaması için mahkemeye mürâceat eder. Zevcinden ayrılmasını isteyemez. Hâkim
âdete uygun nafaka bedeli tâyin edip, zevcenin bu parayı zengin akrabâsından
ödünç almasını söyler. Onlara da, bu kadına ödünç vermelerini emr eder. Ödünç
vermiyeni habs eder. Zevci buldurup buna ödetir. Zevci büyük günâha girdiği
için, ta’zîr cezâsı da verilir. Zevcinin nafaka vermiyeceğinden korkan kadın,
mahkemeye gidip, zevcinin kefîl göstermesini isterse, hâkim, kefîl göstermesini
emr eder. Zevc kaçmaz, fekat nafakayı getirmezse, hâkim, nafakanın, ya’nî
yiyecek, giyecek ve kirânın mikdârını ta’yîn edip, bu parayı her ay zevcesine
verdirir. Zekât vermesi lâzım olan nisâba mâlik kimsenin, zevcesine zengin
nafakası vermesi lâzımdır.
Kadın
zevcinin kaçdığını ve nafaka bırakmadığını iki şâhid ile isbât ederse, şâfi’î
hâkim, nikâhlarını fesh eder. Dul kadın, iddet zemânı temâm olunca, hanefî
mezhebine göre de, başka erkekle evlenebilir. Zevc, sonra gelip, nafaka
bırakdığını isbât ederse, kabûl edilmez. Nâşize [âsi] olan veyâ boşanıldığı
kendisine bildirilen kadına nafaka verilmez). Fekat, zevcesini boşayarak, evini,
barkını, se’âdetini yıkmak, kolay bir şey değildir. Nikâh kısmında diyor ki,
(Baba, yetişkin kızını, ondan izn almadan, birine verse kız bunu haber alınca
kabûl etmez ise, nikâh sahîh olmaz. Kız, işitdiğim zemân red etmişdim dese,
inanılır). Yukarıdaki yazı, islâm kadınının, erkek elinde oyuncak olmadığını,
kadın haklarının devletin garantisinde olduğunu göstermekdedir.
41
— (Kadın,
erkeğin istediği gibi kullanacağı, istemediği zemân def’ edeceği bir mahlûk
değildir. İnsanın dünyâda ve âhıretde mes’ûd olmasını isteyen cenâb-ı Hakkın
irâdesine göre, izdivâcı bir kâide altına almalıyız. Avrupalılar, bir zevceden
başkasını yasak etdi ise de, çoğunun gayrimeşrû’ birkaç zevcesi ve metresleri
vardır) diyor.
Cevâb: Poli-gami ya’nî çok evlenmek,
Avrupalıların ve ilerici, ya’nî taklîdcilerin müslimânlara saldırdığı
sebeblerden biridir. Hâlbuki, müslimânlar dörde kadar kadın alırken, Avrupalılar
sayısız kadın ve metreslerle düşüp kalkıyorlar. Dörde kadar evlenebilmek için,
islâmiyyet şartlar koymuşdur. Bu şartları herkes yerine getiremez. Bunun içindir
ki, müslimân erkeklerin birden fazla evlenmesi sınırlıdır ve az kimselere nasîb
olmakdadır. Zâten, birden fazla evlenmek, bir emr değil, şartlara bağlı bir
izndir. Birden fazla evlenmek yasak olan yerlerde, fuhşun, zinânın çoğaldığı
görülmekdedir.
Dinde
reformcuların çok evlenmeği kötülemek için ileri sürdükleri biricik sebeb, bunun
kadınlar üzerinde nâhoş te’sîr bırakmasıdır. Çok evlenmenin, nüfûsun artmasına
yardım edeceğini onlar da söylüyor. Bu artışın sıcak memleketlere mahsûs olması
sözü ve aklı, zekâsı işleyenlerde şehvânî kuvvetlerin azalması iddi’âsı,
müşâhedeye ve mantığa sığmayan düşüncelerdir. Hattâ, medenî denilen soğuk
memleketlerde, kadın haklarının tanınması, kadına hürriyyet verilmesi için
yükselen seslerin, propagandaların sebebi incelenince, kadınlara karşı olan
şehvânî arzûlar, maske altından meydâna çıkmakdadır.
Bizdeki
Avrupa taklîdcilerinin de, bu konuda, şehvânî arzûların peşinde koşdukları
meydânda ise de, bunların asl hedefi, başlıca gâyeleri, islâmiyyete saldırmak
olduğu, her sözlerinden anlaşılmakdadır. Kadınlara hak verilmesi veyâ şehvânî,
hayvânî arzûların serbest bırakılması, ikinci plânda kalmakda, bütün kuvvetleri
ile, islâmiyyete mahsûs olan hükmlere, hattâ iznlere saldırarak, islâmiyyeti yok
etmeğe, bunun yerine Avrupalıların ahlâksızlıklarını, hıristiyanlığı getirmeğe
uğraşdıkları görülmekdedir. Milliyyetçi, türkçü perdesi arkasında çalışan çok
sinsi ve usta bir dinde reformcu olan Ziyâ Gökalp, (Din ve İlm) adındaki
manzûmesinde, bakınız nasıl zehr kusmakdadır:
Kadın
temâm olmadıkça, eksik kalır bu hayât!
Âilenin
adle uygun olmak için binâsı,
Nikâh,
talâk, mîrâs, bu üç işde gerek müsâvât!
Bir kız,
irsde yarım erkek, izdivâcda dörtdebir,
Bulundukca,
ne âile, ne memleket yükselir.
Başka
yazılarında, Kur’ân-ı kerîme, nemâza saldırdığı gibi, bu şi’rinde, kadın hakları
perdesi altında, İslâmiyyeti lekelemeğe kalkışıyor. Kadınla erkeğin eşit
olmasında direnen ilericiler, Allahü teâlânın yapdığı anatomik ve fizyolojik
eşitsizliği de düzeltseler ya! Bir horoz, sekiz-on tavuğu idâre eder. Fekat bir
tavuk sürüsü içinde iki horoz bir arada bulunamaz. Hayvânâtın hemen hepsinde de
böyledir. Koyun yetişdirmekle geçinen insanlar, sürünün içinde birkaç koç
bulundurarak, fazlasını keser veyâ satarlar.
Kadın ile
erkek arasında her bakımdan müsâvât yokdur. Kadın, yalnız erkeği kendine çekecek
kuvveti ile te’sîr edebilir. Birçok işlerde, hep erkekden aşağıdadır. Dünyânın
her yerinde, kadın süslenmek ister. Ne kadar muhterem olsalar, kıymetli bir eşyâ
gibi, başkalarına âid olmak durumundadırlar. Güzel görünmek arzûsunu hiçbir şeye
fedâ edemeyen kadınlar, kendilerini erkeklerin ve erkekler arasında da seçilmiş
olanların mükâfâtı gibi görürler. Ba’zı memleketlerde kadınlara verilen haklar,
ya’nî erkeklerle müsâvî tutulmaları, yaratılışdaki noksanlıklarını gideremez.
Erkeğin beyni, kadın beyninden büyük ve dahâ ağır olduğu hâlde, köylerde
kadınlar erkek gibi ve onlardan dahâ çok çalışırlar. Fekat bu çalışmaları,
onları hâkim ve âmir yapamamışdır. Kur’ân-ı kerîmde, erkeklerin kadınlardan
üstün olduğu bildirilmişdir. Allahü teâlâ, erkekleri kadınlardan kuvvetli ve
hâkim yaratmışdır. Dünyâya gelecek çocuğun anası ve babası dahâ ziyâde oğlan
olmasını isterler. Bu da, erkeğin hayâtda bir dayanak, bir kuvvet ve kadının bir
noksanlık olduğunu göstermekdedir. Kadının, ne yaparsa yapsın, bir senede ancak
bir çocuğu olur. Erkeğin buradaki fe’aliyyeti hududsuzdur. Bir erkek, bir sene
içinde kadınlarının sayısında çocuk babası olabilir. Bu çocukların babası ve
anaları da bellidir. Çocuk yetişdirme bakımından bir erkek, âdetâ yüzlerce
kadına bedeldir.
Bütün
bunlardan başka, dünyâya gelen kız sayısı, oğlandan fazladır. Muhârebelerde de
erkekler dahâ çok azalmakdadır. Ba’zan da, erkeklerin evlenmek istememesinden,
evlenecek kadın sayısı erkek sayısından binlerce fazla oluyor. Böyle olduğunu
gazetelerde sıksık okuyoruz.
Aşağıdaki
yazı, 3 Receb-ül-ferd 1393 ve 2 Ağustos 1973 Perşembe târîhli Türkiye
gazetesinden alınmışdır:
Amerikada
mevcûd yaşama istatistiklerine göre, kadınlar erkeklerden dahâ uzun bir hayât
süresine sâhibdirler.
İstatistikler, kadın sayısının erkek sayısını iki milyon geçdiğini ve 25
yaşından yukarı her yaş grubunda, kadın sayısının erkek sayısından dahâ fazla
olduğunu göstermekdedir.
Dünyâda
yapılan istatistiklere göre, 65 yaş ve yukarısı her 1000 erkek için, 1275 kadın
mevcûddur. 1980 yılında, bu yaş grubunda olan her 1000 erkek için 1500 kadın
mevcûd olacak ve bu büyüme, kadınlar lehine dahâ da artacakdır. 65 ve yukarısı
yaşda bütün kadınların 2/3’ü duldur ve her üç dul kadına karşı bir dul erkek
mevcûddur. 1950-1960 arasında dul kadınların sayısı% 17,7 çoğaldığı hâlde, buna
karşılık dul erkek sayısı % 2,4 azalma göstermişdir.
Yine
Amerikada, erken doğumlarda kız çocuklarının ölüm oranı, erkek çocuklara nazaran
% 50 azdır. Doğumu ta’kîb eden ilk ay içinde meydâna gelen ölümlerdeki kız
çocukların sayısı, erkeklerden % 50 azdır. Doğumu ta’kîb eden bir yıl içinde
ölen her 100 çocukdan 75’i erkekdir.
Büyüme
çağında kızlar, oğlanlardan dahâ çabuk gelişir, konuşur ve muayyen bir yaşa
kadar dahâ çabuk büyür. Beş ilâ dokuz yaş arasındaki çocuk ölümlerinde, erkek
çocuk ölümleri kızlara nazaran iki mislidir. 10 ilâ 19 yaş arasında bu oran %
145 olarak kendini göstermekdedir.
Bütün yaş
grubları içinde kalb hastalıklarına en fazla yakalananlar, erkeklerdir. 40 ilâ
70 yaş arasındaki kritik yaş grubu içinde bir kadına karşılık iki erkek bu
hastalıkdan ölmekdedir. Ülser, kanser, zâtürrie, tüberküloz ve gut
hastalıklarına erkekler kadınlardan dahâ fazla yakalanmakdadırlar. Meselâ,
kadınlarda görülen kanser tiplerinden rahim ve göğüs kanserleri, erkeklerde
görülen akciğer, mi’de ve prostat kanserlerinden dahâ kolay tedâvî edilmekdedir.
Kadınlar
erkeklerden belki dahâ sık fekat dahâ ufak tefek hastalıklara yakalanmakdadırlar.
Kayd edilen 365 hastalıkdan erkeklerin 245, kadınların ise sâdece 120 dânesine
dahâ kolay yakalandığı tesbît edilmişdir.
İstanbulda
neşr edilen 5 Receb-ül-ferd 1404 ve 18 Nisan 1983 târîhli Hürriyyet gazetesinde
diyor ki, (Nüfus sayımının kesin ve resmî sonuçlarına göre, İstanbulda her dört
dul erkeğe 17 dul kadın düşdüğü anlaşılmışdır.) Bu netîce, dul kadın sayısının,
dul erkek sayısından dört kat fazla olduğunu gösteriyor.
Kadınların
fazla olduğunu gösteren vesîkalardan biri de, nâmûsunu satarak yaşıyan
kadınların sayısının çok olmasıdır. Böyle kadınların, hele ilerici
memleketlerde, çok olduğu meydândadır. Bu kadınlarla münâsebetde bulunmakdan
kendini koruyamayan erkekler, evli iseler de, bekâr iseler de bunlarla
evlenseler, bunlara verecekleri nâmûssuzluk parasını, âile nafakası yapsalar
fenâ mı olur? Dinde reformcular, ilericiler bu soruya, fenâ olmaz, iyi olur,
diyemiyorlar. Çünki bunlar, kadınların dâimâ değişdirilebilecek hâlde kalmasını
istiyorlar. Çok evlenmeği beğenmiyenler, belki de zevklerini yapabilmek için
kendilerine bol sayıda kadın kalmamasından korkanlar olsa gerek.
Erkeğin,
gayr-i meşrû’ münâsebetde bulunduğu kadınları görüşü başka olur, âilesine karşı
görüşü başka olur, denilirse; bu sözden de anlaşıldığı üzere gayr-ı meşrû’
çalışan kadınlar, değerini kaybetmiş, aşağı kimselerdir. Bunun içindir ki,
yüksek mevkı’li bir kadınla münâsebetde bulunmak, katkat dahâ fenâ, dahâ ayb bir
iş sayılmakdadır.
Kadınlar
zarûret ve ihtiyâc ile veyâ aldatılarak fuhşa sürükleniyor, erkekler için böyle
şey düşünülemez. O, bu işde, para kazanmıyor. Üstelik para vermekdedir. Kadının
erkekle müsâvî olamıyacağı buradan da anlaşılmakdadır.
Kadın ne
kadar güzel olsa, yine erkeğe karşı matlûb mevki’inde görünmekden vaz geçmez.
Hayâsı azalmış olanlar, kadınlığı ticâret malı hâline getirir. Demek ki, kadın
erkekden dahâ çekingendir. Bu çekingenlik, şehvetlerinin azlığından değil,
hislerini gizlemeğe erkeklerden fazla muktedir olmalarındandır. Kadınlarda
şehvet dahâ fazla olduğu gibi, hayâları da erkeklerden dahâ fazladır. Hayâsı
azalan kadın bile, genelevde oturur. Onun ayağına kadar gelen, üstelik para da
veren erkekdir. Dünyânın hiçbir yerinde, müşterileri kadın olan, sermâyeleri
erkek olan bir genelev yokdur.
Kadınların
hayâsı, erkeklerden dahâ çok sabrlı ve metânetli olmalarını sağlar. Onların
birçok ağır işlere atılmalarını da önler. Kadına da, erkeğe de, bir hayvan kadar
kıymet vermiyen belli komünistleri ve müslimânları aldatmak için, hükûmetlerine
(Sosyalist İslâm Cumhuriyyeti) ismini takan komünist uşaklarını bir
tarafa bırakırsak, bugün en sıkışık durumdaki milletler bile, kadınlarına silâh
takarak cepheye göndermiyor. Erkekler azalınca, kadınları geri ve hafîf işlerde
kullanıyor. Erkekler, bu ağır ve tehlükeli işleri yüklenmelerine ve vatanları,
evlâdları için canlarını vermelerine karşılık; harblerin, ağır sanâyi’in sebeb
olduğu nüfus kaybını önlemek için, kadınlardan da, çok evlenmeğe karşı
üzülmeyecek kadar bir fedâkârlık bekleyebilir.
Erkeklerin
düşmanla cihâdı ile kadınların nefsleri ile savaşmaları, bizim burada
bildirdiğimiz gibi, şu hadîs-i şerîfde de birbiri ile karşılaşdırılmakdadır:
(Allahü
teâlâ, kıskançlığı kadınlara ve cihâdı erkeklere yükledi. Hangi kadın, bu emre
îmân ederek vazîfesinde sabr gösterirse, şehîd olan mücâhid kadar sevâb
kazanır). Bu hadîs-i şerîfde, kadınların çok evlenmeğe sabr göstermelerine
işâret buyurulmakdadır. Kadın, hem kıskanacak, hem de buna katlanacakdır. İşte
bu büyük fedâkârlık, erkeklerin cihâdı gibi tutulmuşdur. Cihâd ile teaddüd-i
zevcâtin birbirine karşı tutulmasının uygun olduğu şuradan da anlaşılıyor ki,
teaddüd-i zevcât, nüfusun artmasına, harb ise azalmasına sebeb olur. Mustafâ
Sabri “rahmetullahi aleyh” efendinin (Beyân-ül Hak) adındaki mecmû’adaki
yazısında, teaddüd-i zevcâtin cihâd karşılığı olarak düşünülmesi, çok açık îzâh
edilmişdir.
İslâmiyyet,
teaddüd-i zevcâti emr etmemiş, izn vermişdir. Bu izni kullanmamak elbet günâh
olmaz ise de, bu iznin sosyal hayâta, ilme ve akla uygun olduğuna inanmak, böyle
olmadığını söyliyenleri haksız bilmek dînî bir vazîfedir. Bundan başka,
islâmiyyetin bu izninden istifâde etmek istemiyenlerin teaddüd-i zevcât
ihtiyâcını karşılamak üzere, bunun yerine günâh olacak başka yolları aramamaları
da şartdır. Şimdi, bu iznden istifâdeye kalkışanlar yok iken, dinde
reformcuların bu izn üzerinde ileri geri konuşmaları, bölücülerin, bindörtyüz
sene önce olmuş bitmiş ve islâm âlimlerince hükmü verilmiş olan hazret-i Alî ile
hazret-i Mu’âviyenin muhârebelerini ortaya çıkararak, Eshâb-ı kirâma dil
uzatmalarına benzemekdedir. Böyle yersiz ve zemânsız çekişmeler, müslimânlar
arasına fitne sokmakdan, islâm düşmanlarını harekete getirmekden başka birşeye
yaramaz. Teaddüd-i zevcât emr değil, bir izndir. Müstehab bile olmayıp, mubâh
olduğu, türkçe (Ni’met-i islâm) kitâbında yazılıdır. Allahü teâlânın bu
iznini kötülemenin câiz olmadığına inanmak da farzdır. Kur’ân-ı kerîmde açıkca
bildirilen bu izni kabûl etmemek veyâ beğenmemek de küfrdür. Şurasını da
söyliyelim ki, kanûn yasak etdiği için veyâ zevcesinin hâtırını gözeterek,
yalnız onunla yaşamağı tercîh eden zevc, teaddüd-i zevcâtdan vaz geçdiği için
sevâb kazanır. Dîn-i islâmın teaddüd-i zevcâta izn vermesi iffeti korumak ve
nüfusu artdırmak içindir. Teaddüd-i zevcâti beğenmiyenlerin sözlerini
incelersek, onların asl canını sıkan şey, birden fazla evlenmek değil, dörde
kadar evlenmekdir. Çünki, teaddüd-i zevcâti beğenmiyenlerin dörtden katkat fazla
metresleri olduğu, gayr-i meşrû’ kadınlarla yaşadıkları meydândadır. Bütün
genelevler kapatılarak, umûmî ve husûsî fuhşlar yasak edilirse, teaddüd-i
zevcâtı beğenmeyenler, fikrlerini derhâl değişdirirler. Teaddüd-i zevcât, gayr-i
tabî’î birşey olduğu için, müslimânlar arasında da kalmamış gibi sözler, ortadan
kalkar. Teaddüd-i zevcât kendiliğinden yayılmağa başlar.
Çok
evlenmek uygunsuz bir iş olduğu için tutunamamış da, onun yerine, tabî’î, medenî
insanlara uygun olan fuhş, zinâ yer almış, öyle mi? Birçok erkekler, inkâr
edemiyecek bir hâldedirler ki, teaddüd-i zevcâtın boşluğunu sefâhetle
dolduruyorlar. Bunun için de, kadın erkek arasındaki perdeleri yırtarak,
kadınların hayâları, şerefleri ile oynuyorlar. Kadınlara tam hürriyyet veren
Avrupa memleketlerinde, erkeklerle kadınlar karmakarışık olmuşdur. İslâmiyyet
ise, kadınları erkeklere taksîm etmiş ve düzeni korumak için, kadınların
örtünmelerini emr etmişdir.
Bir dinde
reformcu, (Erkeklerin dörde kadar evlenmesi, kadın haklarını çiğnemekdir. Bir
erkeğe bir kadın olması, hakların eşit ve insanların adâlet üzere taksîmidir.
Teaddüd-i zevcât, bu müsâvâtı ve adâleti bozmakdadır) diyecek olursa, yukarıdaki
yazılarımız buna gerekli cevâbı vermekde ise de, birkaç satır dahâ yazmak
fâideli olacakdır:
Teaddüd-i
zevcât olmıyan memleketlerde, bunun yerine sefâhetin, fuhşun yayıldığı
meydândadır. O hâlde, kadınların böyle fuhşa sürüklenmesinin, onlara bir hak ve
müsâvât kazandırmak olduğu nasıl söylenebilir? Bütün bu yaygaraların, kadınlara
hak vermek perdesi altında, erkeklerin sefâhetini ve zevkini sağlamak için
olduğu anlaşılmakdadır. Dünyâda kadın sayısının erkeklerden çok olduğunu, her
sene gazetelerde okuduğumuz istatistikler de göstermekdedir. Bunun için, bir
erkeğe birden çok kadın düşecekdir. Eğer düşmez ise, çok evlilik, kendiliğinden
ortadan kalkacakdır. Böylece haksızlık, müsâvâtsızlık sözleri sebebsiz
kalacakdır. Erkek, fazla kadın bulamayınca, bir kadınla yaşayacakdır. Fekat,
fazla kadın bulduğu ve onunla münâsebetde bulunmak arzûsunu yenemediği hâlde,
meşrû’ yolda mı, yoksa meşrû’ olmayan yolda mı bulunsun? İşte, dinde
reformcularla müslimânlar arasındaki bütün ayrılık buradadır. Meşrû’ yolu mu,
meşrû’ olmayan yolu mu kapamak lâzımdır? Birini kapamak, ikincisini yaymak ve
kolaylaşdırmak elbette lâzımdır. Fekat hangisini? Müslimânların ilerlemeleri,
müslimânlığa yapışmakla olabilir. Müslimân olmıyarak kurtulmalarına, ihtimâl
yokdur.
(Nikâh
yapılırken, islâmiyyetde her dürlü şart yapılabilir. Bir kadın, nişanlısından
evlilikleri boyunca tek evli kalmasını, boşama hakkının kendisine verilmesini
istiyebilir) diyorlar. Bu sözleri doğrudur. İslâmiyyet kadına bu hakkı da
vermekdedir. Bu husûsda (İbni Âbidîn)de geniş bilgi vardır.
Erkek, ilk
zevcesinin hâtırını sayarak bir dahâ evlenmesin. Öte yandan şehvetlerine
kapılarak, arzûlarını başka yerlerde arasın bulsun? Kendi iffetine nâmûsuna
kıysın? Başka bir kadının nâmûsunu, iffetini de bozsun. Boyunca da, günâha
girsin. Yukarıda yazdığımız hadîs-i şerîflerde bildirilen azâbları kazansın.
Erkeklerin bu bozuk, kötü işlerini anlayan kadınlarında da kötü hisler uyansın?
Hâtırlarına kıyılamadığı hâlde, iffetlerine kıyılmış olsun? Erkeğin kötü
kadınlarla düşüp kalkdığını işiten zevcesi acabâ ağır bir darbe yimiş olmayacak
mıdır? Nâmûssuz bir erkeğin zevcesi olmak felâketi de, buna eklenmiyecek midir?
Bundan başka, zevcenin de iffeti bozulmak zararı, bu yüzden zevcin zararı,
zevcin münâsebetde bulunduğu kadının zevci varsa onun zararı, zevcenin münâsebet
kuracağı erkeğin zevcesi varsa, onun zararı, bu işlerde yok edilen çocukların
zararı ve ayrıca tehlükeye atılan sıhhatler de düşünülürse, insâflı, doğru karar
vermek çok kolay olur. Gayr-i meşrû’ buluşmalardaki frengi, belsoğukluğu ve
muhakkak öldürücü olan aids hastalıkları, bütün dünyâyı tehdîd etmekdedir.
Allahü teâlânın hikmetinin büyüklüğüne bakınız ki, en fenâ, en tehlükeli
hastalıkları, islâmiyyetin dışındaki hareketlere musallat etmişdir. Bu yolsuz
işlerde gayb olan çocukları, doğmayan çocuklar sanmayınız. İslâmiyyetin emri
burada çok incedir. Zinâya karşı evlileri (Recm) ederek öldürmek emri,
bundan hâsıl olacak çocuğun, soysuz bir piç bırakılarak, insanlıkdaki şerefi yok
edilmiş olduğu için konulmuş bir cezâdır. [Recm, üzerine taşlar atarak öldürmek
demekdir.] Böyle münâsebetlerden alınacak tehlükeli hastalıklar, evdeki
çocuklara da bulaşınca, bütün âile maddeten ve ma’nen ölüme sürüklenmiş olur.
Bütün bu zararları önleyen teaddüd-i zevcâtda yalnız birinci kadının ufak bir
zararı var. Bu zarar da hissî bir zarardır. Vicdânî bir zarar değildir. Çünki,
cânından çok sevdiği Allahın izn verdiği, hoş gördüğü bir şeydir.
Yukarıda
bildirilen fâciaları, zararları önlemek için, bu fedâkârlığı islâmiyyet
kadınlardan bekliyor. Bu fedâkârlıklarından dolayı çok sevâb kazanacaklar.
Nüfûsun artmasına, kendi cinsi olan kadınların koca bulmalarına yardım etmiş
olacaklardır. Kadınlar, fâideleri meydânda olan öyle mukaddes ve millî bir fikr
terbiyesi ile yetişdirilirse, bunun, hisse ve nefse güç gelmekden ibâret olan
zararı da ortadan kalkar. İlericiler, her zorluğa katlanarak yükselmeğe söz
verdik diyorlar. Erkekler muhârebede cân vermeğe hâzırlanırken, kadınlardan da
ufak bir fedâkârlık, beklenilemez mi? Zevclerinin âdet hâline gelen
sefâhetlerini, kötü ve zararlı hareketlerini bilmemezlikden gelmek gibi bir
aşağılık ve alçaklık yerine, nefslerini, fâideli, necîb bir hisse alışdırsalar
iyi olmaz mı?
İttihâdcılar zemânında, millet meclisinde Manisa meb’ûsü Mensûrî zâde Saîd,
teaddüd-i zevcâtın yasak edilmesi için kanûn çıkarılmasını teklîf etmişdi.
Meb’ûslerin çoğu böyle şey olamaz dediler. Kanûn çıkarılamadı. Böyle kanûn
bulunan bir memleketdeki müslimânlar ne yapmalı süâline gelince: Müslimânlar,
kanûna karşı gelmezler. Suç işlemezler. Nikâh ile ve belediye kaydı ile dîne ve
kanûna uygun olarak evlendikleri tek kadınla yaşarlar. Birden fazla evlenmezler.
Kanûna, hükûmete karşı gelmek, cezâ, sıkıntı çekmeğe, fitne çıkarmağa yol açar.
Bu ise câiz değildir. Bir hadîs-i şerîfde, (Fitne uykudadır. Fitneyi
uyandırana, Allahü teâlâ la’net etsin!) buyuruldu.
Osmânlı
devleti zemânında evlenme işi belediyeye veyâ evlenme me’mûrluğuna kayd
etdirelerek, buradan evlenme cüzdânı alınır ve mezhebindeki din bilgilerini
doğru olarak bilen ve nemâzlarını terk etmiyen sâlih bir müslimân, şartlarına
uygun olarak, şer’î nikâhlarını yapardı. Nikâh yapılırken zevc ile zevcenin
karâr verdikleri (Mehr-i mu’accel) ve (Mehr-i müeccel) denilen
altın para mikdârları evlenme cüzdânına yazılırdı. Zevc, mehr-i mu’acceli
düğünden evvel zevcesine öderdi. Mehr-i müecceli ise, zevcesini boşarsa ödemek
mecbûriyyetinde idi. Bu altınları ödemezse ve çocuklarının nafakalarını her ay
annelerine ödemezse ma’âşından kesilerek ödetilir veyâ habs olunurdu. Bu kadar
çok parayı ödemek ve bekârlık sefâletini çekmek ve bir dahâ evlenememek
korkusundan dolayı kimse zevcesini boşayamazdı. Çünki zevcesini haksız olarak
boşayan erkeğe kimse kızını vermezdi. Her müslimân, nikâhın kerâmeti olarak
hâsıl olan muhabbet ve huzûr içinde, ölünciye kadar, zevcesi ve çocukları ile
berâber mes’ûd ve bahtiyâr olarak yaşardı. Muhîti, tanıdıkları arasında kıymetli
olup, herkesden hürmet ve i’tibâr görürdü.