Muhammed Abduh 47.Madde
47 —
Seyyid Kutbun tutduğu yolu
açıklamadan önce, onun akl hocası (Abduh) üzerinde de bilgi vermek fâideli
olacakdır. Muhammed Abduh, 1265 [m. 1849] da Mısrda tevellüd ve 1323 [m. 1905]
de orada vefât etmişdir. O zemân Mısrda çıkan (Vakâyı’-ul-Mısriyye)
gazetesindeki ve El-Menâr mecmû’asındaki ve El-Ahrâm gazetesindeki yazıları,
bozuk düşüncelerini ortaya koymakdadır. Bir müddet Beyrutda da fe’âliyyetde
bulundu. Ehl-i sünnet âlimleri, bunun kötü maksadlarını anladığı için, yüz
bulamayınca, Pârise gitdi. Orada, islâma karşı mason plânlarını uygulamayı
hâzırlayan Cemâleddîn-i Efgânînin çalışmalarına katıldı. (El-Urvetül-vüskâ)
mecmû’asını çıkardılar. Sonra Beyruta ve Mısra gelerek, Pârisde varılan
karârları uygulamağa, gençleri aşılamağa başladı ise de, hidiv Tevfîk Pâşa
hükûmeti, derslerinin ve yazılarının zararlı olduğunu anlıyarak, onu mahkeme
me’mûrluklarında kullandı. Fekat o, bütün yazılarında islâmiyyeti yıkmağa,
masonların plânlarını uygulamağa uğraşdı. Masonların yardımı ile, Kâhire müftîsi
oldu. Ehl-i sünnete saldırmağa başladı. İlk iş olarak, Câmi’-ül ezher medresesi
ders programlarını bozmağa, gençlere kıymetli bilgilerin okutulmasını önlemeğe
başladı. Üniversite kısmındaki dersleri kaldırdı. Lise ve orta kısmdaki kitâblar,
yüksek sınıflarda okutuldu. Masonlar, dahâ önce Osmânlılarda da böyle yapmış ,
tanzîmatda medreselerden fen dersleri kaldırılmış, din dersleri de, yüksek
bilgilerden mahrûm edilmişdi. Çünki, islâm dîni ilm üzerine kurulmuşdur. İlm
olmayınca, hakîkî din adamı kalmayınca, islâmiyyet bozulur. Bulut olmayınca,
yağmur beklemek, mu’cize istemek olur. Allahü teâlâ bunu yapabilir. Fekat, âdeti
böyle değildir. İslâm âlimi yetişebilmesi için, islâm ilmleri meydâna çıkıp,
yayılıp, böyle yüz sene geçmesi lâzımdır. Düşmanlar, islâm güneşini söndürdü.
Bunların önderliğini, ingilizler yapdı. Hazret-i Mehdî “rahmetullahi teâlâ
aleyh” zemânında yeniden doğacak. Beyrutdaki mason locasının başkanı Hannâ Ebî
Râşid, 1381 [m. 1961] de yayınladığı (Dâire-tül-me’ârif-ül-masoniyye)
kitâbının yüzdoksanyedinci (197) sahîfesinde diyor ki, (Cemâleddîn-i Efgânî,
Mısrda mason locası reîsi idi. Âlimlerden ve devlet adamlarından üçyüze yakın
üyesi vardı. Ondan sonra, imâm üstâd Muhammed Abduh reîs oldu. Abduh, büyük bir
mason idi. Bunun, masonluk rûhunu arab memleketlerine yaydığını kimse inkâr
edemez).
Muhammed
Abduhun yapdığı reformları, değişiklikleri görerek onu islâm âlimi sananlar az
değildir. Ehl-i sünnet âlimleri, onun yazılarına cevâb yazmış, maskesini
yırtmışlardır. Ayrıca, Elmalılı Hamdi efendi, (Fil) sûresinin tefsîrinde,
bunun bozuk yazılarından bir kısmını ortaya koymakdadır. Bozuk düşünceleri,
şöyle sıralanabilir:
1:
Akl ile dîni, birbirinden ayrı sanarak, bunları ilk birleşdiren ben olacağım
demekdedir.
2:
Kendinden önce, islâm âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” mantık,
matematik, târîh, coğrafya okumadıklarını, fen dersleri öğrenmenin günâh
sanıldığını, bu bilgileri islâma sokacağını bildirmekdedir. Bunların, asrlardan
beri, her medresede okutulduğunu ve bu konularda binlerce kitâb yazılmış
olduğunu inkâr etmekdedir. Böylece, Ehl-i sünnet kitâblarının okutulmasına son
verip, islâm düşmanlarının felsefe adı altında yazdıkları, dinsizlik
propagandalarının, islâm memleketlerine yayılmasına çalışmakdadır. Bu düşman
propagandalarına karşı koyan Câmi’ul-ezher profesörlerine, ilm, fen, mantık
düşmanı, gerici damgasını basmakdadır.
3:
1297 [m. 1880] de resmî gazetede, dört evlenmeğe saldırmakdadır.
4:
Kendinden önce gelen binlerle islâm âliminin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”,
dîne, islâmlıkla ilgisi bulunmıyan şeyler sokduklarını, nassları anlarken
yanıldıklarını söylemekde, bunları düzeltmekde olduğunu bildirmekdedir.
5: (İslâmiyyet
ve nasrâniyyet) kitâbında, (Bütün dinler birdir. Dış görünüşleri değişikdir)
demekde, yehûdî, hıristiyan ve müslimânların, birbirlerini desteklemelerini
dilemekdedir. Londrada, bir papasa yazdığı mektûbda, (İslâmiyyet ve
hıristiyanlık gibi iki büyük dînin el ele vererek kucaklaşmasını beklerim. O
zemân, Tevrât ve İncîl ve Kur’ân birbirlerini destekleyen kitâblar olarak her
yerde okunur ve her milletçe saygı görür) diyor. Hıristiyanlığı, hak din
sanmakda, müslimânların Tevrât ve İncîl okuyacakları zemânı beklemekdedir.
6:
Mü’minler doğru yoldan ayrılmış, bugünkü hâle gelmiş. Din ilmle el ele verecek,
o zemân Cenâb-ı Hak nûrunu bütünlemiş olacak demekdedir. Allahü teâlâ nûrunu,
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” efendimiz zemânında temâmlamamış,
islâm âlimleri ilm ile el ele vermemiş sanmakdadır.
7:
(İslâmiyyet ve nasrâniyyet) kitâbında, (Bir kimseden, yüz bakımdan
kâfirliği, bir bakımdan îmânı bildiren bir söz işitilse, o kimse îmânlı kabûl
edilir. Herhangi bir felesofun, fikr adamının yüz bakımdan kâfirliği gösterdiği
hâlde, bir bakımdan îmânı göstermiyen söz söylemesini düşünmek, ahmaklıkdır. O
hâlde, herkes îmânlı bilinmelidir. İslâmiyyetde zındık kelimesi yokdur. Sonradan
meydâna çıkmışdır) demekdedir. Küfrü açıkca görülmiyen bir müslimânın sözündeki
bir îmân, onu küfrden kurtarır, kâidesini yanlış anlatarak, bütün kâfirlere,
felesoflara mü’min demekdedir. Kendi de zındık olduğu için, bu kelimenin
söylenmesini istememekdedir. (Künûz-üd-dekâik)da ve Deylemîde yazılı
(Ümmetim arasında zındıklar çoğalacakdır) hadîs-i şerîfini inkâr etmekdedir.
8:
Zilzâl sûresindeki, (Zerre ağırlığında hayr işliyen, karşılığına elbet
kavuşur) meâlinde olan âyet-i kerîmeyi tefsîr ederken, (Müslim olsun, kâfir
olsun, sâlih amel işliyen herkes Cennete girecekdir) diyor. En câhillerin, en
kalın kafalı olanların bile güleceği bu yanlış ve haksız savunmasını, onun
hayranları, hattâ izinde yuvarlanan çömezleri bile kabûl etmemişdir. Bunlardan,
Abduhcu Seyyid Kutb, Nisâ sûresinin yüzyirmidördüncü âyet-i kerîmesini tefsîr
ederken, (Üstâd Muhammed Abduh, düşünüşünü nakz eden âyet-i kerîmelerin
sarâhatini hiç hâtırlamıyor. Bu âyetler Abduhun görüşünü nakz etmekdedir) demek
zorunda kalmışdır. Evet, Abduha Pârisde yutdurulan masonluk afyonunun dozu, o
kadar çokdu ki, aklı ve şu’ûru, âyet-i kerîmeler arasındaki bağlantıları
göremiyecek kadar altüst olmuşdu.
9:
(Asr sûresi) tefsîrinde, (Îmân; akl ve vicdânın elde edemiyeceği şeylere,
taklîd ile inanmak değildir. Anadan, babadan işitilen birtakım sözleri
ezberlemek, söylemek, îmân olmaz. İslâmiyyet taklîd düşmanıdır. Önceden gelmiş
olmak, bir değer sağlamaz. Herşey akl ile araşdırarak çözülür) demekdedir. (Tevhîd)
risâlesinde ise, (Dinde bulunan birşeyi akl kavrıyamazsa, ona inanması lâzımdır)
demekde, sözleri birbirini tutmamakdadır.
10:
Mısrdaki Hilâl neşriyyâtının sâhibi ve (Medeniyyet-i islâmiyye) târîhinin
müellifi Curci Zeydân, Abduh için diyor ki, (Muhammed Abduh, eskilerin sözlerine
bağlanmamış, onların koyduğu kâidelere değer vermemişdir.)
11:
(Fâtiha) sûresinin tefsîrinde, (Kur’ân-ı kerîm, o zemân yaşayan kimselere
hitâb etmiş, bunlara bir üstünlükden değil, onlar da insan olduğu için, hitâb
etmişdir) demekde, Eshâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”
kavuşdukları üstünlüğü bildiren hadîs-i şerîfleri inkâr etmekdedir.
12:
(Fâcirlerin amel defteri Siccîndedir) meâlindeki âyet-i kerîmeyi kendisi
tefsîr etmeğe kalkışarak, (Ba’zı kimselerin kitâbında (Sencum) Habeş
dilinde çamur demek olduğunu gördüm. Bu kelime Habeşden Yemene gelmiş olabilir.
Âyetin ma’nâsı, fâcirlerin amelleri çamur gibidir, oluyor) diyor. Resûlullahın,
Eshâb-ı kirâmın, derin islâm âlimlerinin tefsîrini beğenmeyip, âyet-i
kerîmelere, tesâdüf ve ihtimâl ile ma’nâlar veriyor.
13:
(Fil sûresi) tefsîrinde, (Ebâbîl kuşları, sivri sinek olabilir. Asker de
çiçek veyâ kızamıkdan ölmüş olabilir) diyor. Yüzyıl dahâ sonra gelseydi,
kimbilir nasıl ma’nâ verecekdi. Hâlbuki, bunların ma’nâlarını Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” açıkça bildirdi. Tefsîr âlimleri, o ma’nâları
bulup, kitâblarına yazdı.
14:
(Vennâs) sûresini tefsîr ederken, (Her insanın içinde bir şeytân vardır.
Fekat bu, insanın içinde kötülük arzûlarını doğuran bir kuvvet demekdir. Cinne
benzetilen bir te’sîrdir) diyor.
İslâm
âlimlerinin kitâblarından, bilgilerinden haberi olmıyan bu zevallı adam, akla,
ilme, fenne uymalı diyerek ortaya çıkmakda, mezheb imâmlarını taklîd etmeği
inkâr etmekde, bütün din bilgilerini, zemânının fen buluşlarına, felsefecilerin
o günkü düşünüşlerine uydurmağa kalkışmakdadır. İslâm âlimlerinin kitâblarını
okumak istemediği, fen tahsîli de olmadığı için; kısa görüşlerine ve
işitdiklerine göre din kitâbları yazmakda, din bilgisi yaymakdadır. Bu
davranışları, kelâm, fıkh ve tesavvuf bilgilerinden haberi olmadığını, islâmın
zevkini tatmamış olduğunu göstermekdedir. İslâm âlimlerinin yüksekliklerini
sezmiş olsaydı ve nefsinin pençesinden kurtulsaydı ve maddenin, rûhun hakîkatini
anlasaydı, böyle saçmalamazdı.
15:
Bir yehûdi dönmesi olan Alî Mürtedânın kardeşi Radînin yazdığı (Nehc-ül-belâga)
adındaki kitâbı şerh etdi. Müslimânlar arasında bölücülük yapan bu kitâbı
dahâ önce, İbni Ebilhadîd Abdülhamîd Medâinî şî’î ve sonra Meysüm Bahrânî şî’î
şerh etmişlerdir. Abduhun şerhi 1301 [m. 1885] de Beyrutda basılmışdır.
[m. 1885]
de Beyrutda Medrese-tüs-sultâniyye talebesine yapdığı propagandalarını bir araya
toplıyarak (Risâlet-üt-tevhîd) kitâbını meydâna getirdi. Bu kitâbı,
ölümünden bir sene sonra basıldı.