Fetâvel-Haremeyn'den 10 Suâl-Cevap 59.Madde

59 — Hindistânın büyük âlimlerinden Ahmed Rızâ hân Berilevî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Fetâvel-Haremeyn) ismindeki fetvâ kitâbında, yirmisekiz süâle cevâb vermekdedir. Bu fetvâları, Ehl-i sünnet âlimlerinin beyânlarına tam uygundur. Bunlardan on adedi, teberrüken aşağıda bildirilmişdir:

Süâl 1: Hindistândaki ingiliz câsûsları, kendilerine (Neyâşire) diyorlar. Cebrâîl aleyhisselâmın ve meleklerin ve cinnin ve şeytânların ve göklerin ve mi’râc mu’cizesinin ve Cennetin ve Cehennemin var oldukları ve bedenlerin müslimânların inandığı şeklde, tekrâr dirilecekleri doğrudur diyorlar. Fekat, bunları bildiren âyet-i kerîmelere, (Bâtıniyye) denilen kimselerin bir kısmının yapdıkları gibi, uydurma ma’nâlar veriyorlar. Bu söylenen şeyler, maddeden yapılmış değildir. Ma’nâ ve hayâlî şeylerdir, diyorlar. Âdetlerin ve fizik kanûnlarının dışında birşey var olamaz diyorlar. Böylece, Allahü teâlânın, tabî’at kanûnları dışında birçok şeyler yaratacağını inkâr ediyorlar. Mu’cizelere inanmıyorlar. Bunlara, tabî’atda gördükleri, öğrendikleri şeylere göre, ma’nâ veriyorlar. Allahın dînini yaymak için yapılan cihâdda, kâfirlerden alınan esîrlerin köle olarak kullanılması harâmdır, zulmdür. Vahşîlerin yapdığı şeydir, diyorlar. Bütün dinlerde bildirilmiş olan bu işi, Allah emr etmemişdir, diyorlar. Tefsîr kitâblarının ve hadîs kitâblarının hiçbirine inanmıyorlar. Bunların içindekilerin hepsini âlimler uydurmuşdur, diyorlar. Elimizde doğru olarak yalnız Kur’ân var. Biz Kur’âna yeni bilgilerimize göre ma’nâ veririz. İlk müslimânların anladıklarına ve onlardan bize ulaşanlara inanmayız diyorlar. Böyle söyliyenlere (Müslimân) ve (Ehl-i kıble) denir mi? Çünki bu câsûslar, müslimân olduklarını bildiriyor ve (Kelime-i şehâdet) söyliyorlar ve kıbleye karşı nemâz kılıyorlar. Hattâ, hakîkî müslimân kendilerinin olduğunu ve hâlis islâm dîninin de onların söyledikleri gibi olduğunu iddiâ ediyorlar. Bunlara müslimân mı diyeceğiz, kâfir mi diyeceğiz? Söylediklerine yanlış, bozuk mu diyeceğiz?

Cevâb 1: Hiç öyle değildir. Vallâhi, bunların müslimânlıkla hiç ilgileri yokdur. Bunlar, ingilizlerin beslediği islâm düşmanlarıdır. Kâfirlerin, mürtedlerin en kötüleridirler. Çünki bunlar, dinde zarûrî olarak bilinen şeyleri inkâr ediyorlar. Bunların kelime-i şehâdet söylemeleri ve Kâ’benin kıble olduğunu söylemeleri, (Mü’min) olduklarını ve Ehl-i kıble olduklarını göstermez. Zarûrî olan, açık, meydânda olan din bilgilerini değişdirmeğe, âlimlerin hiç biri ve i’tikâd ve fıkh kitâblarının hiç biri izn vermemişdir.

Süâl 2: Bunların ingiliz câsûsu oldukları anlaşıldı. Bunlardan işitdiklerini, anlayıp da, bunlara müslimân diyenler, hattâ islâm âlimi, dinde söz sâhibleri olduklarını söyliyenler, din büyükleri için söylenmiş olan kelimelerle bunları övenler, ismlerini söyliyerek, bunlar zemânımızın bir dâneleridir. Kitâbları, gençler için bulunmaz ni’metdir. Yazıları, kemâl sâhibi olduklarına şâhiddir. Dînimizin direğidirler. İslâm dîninin bekçisidirler, diyenler için ne buyurursunuz? Böyle övenler, onların kitâblarını basanlar, yazanlar ve din büyüklerinin kitâblarıdır diye reklâmlarını yapanlar için ne dersiniz?

Cevâb 2: Dinde zarûrî olan şeylerden birine inanmayan kâfir olur. Bunun kâfir olduğunda ve Cehennemde sonsuz azâb çekeceğinde şübhe eden de kâfir olur. Bunun kâfir olacağı, (Bezzâziyye) ve (Dürr-ül-muhtâr) ve Kâdı İyâdın (Şifâ) ve İmâm-ı Nevevînin (Ravda) ve İbn-i Hacer-i Mekkînin (el-A’lâm) kitâblarında açıkca bildirilmişdir “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”. Bir hıristiyanı, bir yehûdîyi ve dîn-i islâmdan ayrılanlardan birini kâfir kabûl etmeyen kimsenin kâfir olacağında şübhe eden kimsenin de kâfir olacağını, islâm âlimleri söz birliği ile bildirdiler. Bu söz birliği adı geçen kitâblarda yazılıdır. Kâfir olmasında şübhe eden de kâfir olunca, onu müslimân bilenin nasıl olacağını ve hele, onu islâm âlimlerini öven kelimelerle medh edenin nasıl olacağını düşünmelidir. Bu sözümüzden, böyle kimseleri islâm âlimi sananların ve bunların küfr saçan sözlerini, yazılarını övenlerin, yayanların, kâfir olacaklarını iyi anlamalıdır. Övmek, yaymağa çalışmak ve reklâmını yapmak, râzı olmağı, beğenmeği gösterir. Küfre rızâ, küfr olur. Küfre rızâ demek, kâfirin küfr üzere kalmasını istemek değildir. Onun küfrünü beğenmek demekdir.

Süâl 3: (Bid’at ehli) ne demekdir?

Cevâb 3: Bid’at sâhibinin Ehl-i sünnetden ayrılmasına sebeb, eğer hazret-i Alînin hazret-i Ebû Bekrden ve hazret-i Ömerden dahâ üstün olduğuna inanması ise, böyle inananın (Bid’at sâhibi) olacağı (Hulâsa) ve (Hindiyye) ve başka birçok kıymetli kitâbda yazılıdır. Bu iki halîfenin veyâ ikisinden birisinin halîfe olmasına inanmayan için fıkh âlimleri kâfir olur, dedi. Kelâm âlimleri ise, yine bid’at sâhibi olur, dediler. İhtiyâtlı davranarak, bid’at sâhibi olur demelidir. Eğer, Allahü teâlâ mahlûkdur derse veyâ şimdi mevcûd olan Kur’ân-ı kerîm noksandır ve Eshâb tarafından ve dahâ sonraları değişdirilmiş yerleri vardır derse yâhud hazret-i Alî veyâ oniki imâmdan biri, Peygamberlerden “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” dahâ üstündür derse, kesinlikle kâfir olur. Buna, mürtedlere yapılan gibi yapılacağı, (Hindiyye), (Zahîriyye), (Hadîkat-ün-nediyye)de ve fıkh kitâblarında yazılıdır. (Makâlet-ül-müfessire an-ahkâm-il-bid’at-il-mükeffire) kitâbında bu husûsda geniş bilgi vardır.

[İbni Âbidîn, nikâhı câiz olmıyanları anlatırken diyor ki, bir kimse, eğer hazret-i Alîye tapınıyorsa veyâ Cebrâîl aleyhisselâm Kur’ân-ı kerîmi Alîye getirmeğe emr olundu. Şaşırıp Muhammed aleyhisselâma getirdi derse veyâ hazret-i Ebû Bekr Eshâbdan değildir derse yâhud hazret-i Âişeye kazf ederse, ya’nî zinâ etdi derse kâfir olur. Hazret-i Alî, iki halîfeden dahâ üstündür derse veyâ Eshâbdan herhangi birini seb, şetm eder, söğerse, ya’nî kötülerse, kâfir olmaz, bid’at ehli olur.

Üçüncü cildde diyor ki, bir kimse, iki halîfeyi seb ederse, bu ikisine la’net ederse, kâfir olur. Dürzî ve mülhid ve İsmâ’ilî denilen kimseler, islâmın beş şartını yapıyorlar ise de, tenâsüha inandıkları ve şerâba, zinâya halâl dedikleri ve âyet-i kerîmelere bozuk ma’nâlar verdikleri için kâfir oluyorlar.

İbni Âbidîn, (Ukûd-üd-dürriyye) kitâbında, şeyh-ul-islâm Abdüllah Efendinin “rahmetullahi teâlâ aleyh” şî’îler hakkındaki fetvâsını uzun yazmakda, küfre varanlarını bildirmekdedir.]

Süâl 4: Bâtıniyye denilen kimseleri övenler, bunlar için ilmin yıldızları ve âlimlerin güneşleri ve zemânımızın büyük âlimi ve asrımızın önderi gibi sözlerle övenler için ve bu sözlere inananlar için ne dersiniz?

Cevâb 4: Bu övülenler, mürted oldukları bildirilenlerden ise ve övenleri böyle olduğunu biliyorlarsa, bunlar da, mürted olur. Övülenler mürted değil iseler, bunları da övmenin çok çirkin, çok kötü olduğu meydândadır. İbni Ebiddünyâ ve Ebû Ya’lâ ve Beyhekînin Enes bin Mâlikden ve İbni Adînin Ebû Hüreyreden haber verdikleri hadîs-i şerîfde, (Fâsık medh olunduğu zemân, Rabbimiz gadaba gelir) buyuruldu. Böyle medhlere izn vermek, neşr etmek, reklâmını yapmak, bunlardan râzı olmağı gösterir. Kötülükden râzı olmak da kötüdür. [Eshâb-ı kirâmın ve bütün Ehl-i sünnetin düşmanı olduğu anlaşılan ahund Humeynîyi medh edenleri, onun dînî ve siyâsî yolunu beğenenleri işitiyoruz. Bunların, bu hadîs-i şerîfi ve fetvâyı dikkat ile okumaları ve ibret almaları, gafletden uyanmaları lâzımdır.]

Süâl 5: Allahü teâlâ ve Peygamber “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yalan söyleyebilir demeği nasıl karşılıyorsunuz?

Cevâb 5: Yalan söylemek, noksanlıkdır, çirkindir. Allahü teâlâda ve Resûlünde çirkin şeylerin bulunmadığı sözbirliği ile bildirilmişdir. (Sübhânessübbûhan ayb-i kezbin makbûh) kitâbımda bunu uzun bildirdim. Kelâm ve tefsîr âlimlerinden vesîkalar yazdım. Böyle söyliyenlerin doğru yoldan sapmış, bozuk kimseler olduklarını arab ve acem âlimleri çeşidli kitâblarında bildirmişlerdir. Hadîsde üstâdımdan allâme Ahmed bin Zeyn bin Dahlân-i Mekkînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Ed-Dürer-üs-seniyye) kitâbında bunların dalâletleri geniş anlatılmış ve Medîne-i münevvere müftîsi mevlânâ Ebüssü’ûdun “rahmetullahi teâlâ aleyh” bunları red eden yazıları bildirilmişdir. Bunlar şeytânın yoluna kapılmışlar, şeytân askeri olmuşlardır. Şeytânın askerleri, elbette perişân olacaklardır demekdedir.

Süâl 6: Zemânımızda (Gayr-ül-mukallidîn) ya’nî mezhebsiz denilen kimseler türedi. Bunlar, dört mezhebden hiçbirine uymuyorlar ve başkalarının uymalarını da istemiyorlar. Kendilerine (Ehl-ül-hadîs) adını vermişler. Biz yalnız hadîse uyarız, diyorlar. Câhil, din tahsîlinden mahrûm, hakkı bâtıldan ayıramıyan, doğruyu eğriyi seçemiyen kimselerin, Mısrda, Hicâzda ve Irakda, Şâmda biraz arabî öğrenerek kendilerini din adamı tanıtanların, din kitâbı yazdıklarını görüyoruz. Bunlar için ve kitâbları için ne dersiniz?

Cevâb 6: Hanefî mezhebi âlimlerinden allâme seyyid Ahmed Tahtâvî, (Dürr-ül-muhtâr) hâşiyesinde, zebâyıh bahsinde diyor ki, (Fıkh âlimlerinin yolundan, sivâd-i a’zamdan ayrılan, Cehenneme götüren yola sapmış olur. Bunun için, ey mü’minler! (Ehl-üs-sünne vel-cemâ’a) denilen (Fırka-i nâciyye)nin, ya’nî Cehennemden kurtulmuş olduğu Peygamberimiz tarafından bildirilmiş olan tek fırkanın yoluna sarılınız! Çünki, Allahü teâlânın yardımı ve koruması ve se’âdete ulaşdırması, yalnız bu yolda bulunanlar içindir. Allahü teâlânın gadabı ve azâbı bu fırkadan ayrılanlar içindir. Bu fırka-i nâciyye, bugün, dört mezhebin içinde toplanmışdır. Bu dört mezheb, Hanefî, Şâfi’î, Mâlikî ve Hanbelî mezhebleridir. Bu dört mezhebden birinde bulunmayan kimse, bid’at ehli ve Cehennem ehli olur). [Ya’nî, sapık veyâ kâfir olur.] Büyük imâm Süfyân-ı Sevrî “radıyallahü anh” (fıkh âlimi olmayan, hadîs-i şerîflere uyarsa, dalâlete sürüklenir) buyurdu. Büyük imâm İbnülhacerül Mekkî (El-Medhal) kitâbında da bunu haber vermekdedir. (El-bârîkat-uş-şârika alâ mârîkat-ül-müşârika) kitâbımda mezhebsizlere karşı fetvâlarım ve risâlelerim mevcûddur.

Süâl 7: Ba’zıları, mezhebsizlerin Ehl-i sünnet olduklarını, hattâ diplomalı din adamı olduklarını söylüyorlar. Ehl-i sünnetden yalnız ufak tefek bilgilerde ayrıldıklarını, bu ayrılığın da, Hanefî, Şâfi’î, Mâlikî mezheblerinin birbirlerinden ayrılıkları gibi fâideli olduğunu, böylece, islâm dînine yardım etdiklerini söylüyorlar. Bunun için, mezhebsizlerin de, Hanefî ve Şâfi’î mezhebinde olanlar gibi olması ve onları din kardeşi bilmemiz, gönülden sevmemiz ve saymamız lâzım gelmez mi? Müctehid olmadığı hâlde, hadîse uyarak iş yapmak, muhabbet serhoşlarının, Allah âşıklarının yolu değil midir? Eshâb-ı kirâmdan Ebû Zer-i Gaffârî “radıyallahü anh” de, (Mallarınızı yığarak kenz, defîne yapmayınız!) hadîs-i şerîfi ile amel etmedi mi? Mezhebsizler için, böyle söyliyenlere karşı ne dersiniz?

Cevâb 7: Böyle sözler, hiç doğru değildir. Böyle söyleyenler de, onlardan olur. Hattâ onlardan dahâ kötüdürler. Bid’at sâhibine nasıl hurmet olunabilir? Taberânînin Abdüllah bin Beşîrden haber verdiği hadîs-i şerîfde, (Bid’at sâhibine hurmet eden, islâm dîninin yıkılmasına yardım etmiş olur) buyuruldu. Taberânînin (Kebîr)inde ve Ebû Nu’aymın (Hilye)sinde, Mu’âzdan “radıyallahü anh” haber verilen hadîs-i şerîfde, (Bid’at sâhibine hurmet etmek için yürüyen kimse, islâmı yıkmağa yardım etmişdir) buyuruldu. Böyle hadîs-i şerîfler çok vardır. İctihâd derecesine yükselmemiş olanın, ibâdetlerini, işlerini hadîs-i şerîflere uyarak yapması ve dört mezhebden birine uymaması, dalâletdir, sapıklıkdır. Mü’minlerin yolundan ayrılmakdır. Nahl sûresinin kırküçüncü âyetinde meâlen, (Bilmediklerinizi zikr ehlinden sorunuz!) buyuruldu. Ebû Dâvüdün Câbir bin Abdüllahdan haber verdiği hadîs-i şerîfde, (Bilmediklerinizi sorunuz. Cehâletin ilâcı süâldir) buyuruldu. Bu âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf, bilmiyenlerin bilenlerden sorup öğrenmelerini emr etmekdedirler. Buradan anlaşılıyor ki, mezhebsizler için, yukarıda yazıldığı gibi konuşanlar ve bunları kabûl edenler ve inananlar da onlardan olur. Dalâletde, sapıklıkda ortakdırlar.

Süâl 8: İki seneden beri Hindistânda bu çeşid insanlar türedi. (Nedvet-ül-ulemâ) dedikleri bir cem’iyyet kurmuşlar. Bunu, islâmiyyete hizmet ve müslimânları uyandırmak için yapdık diyorlar. Burada her çeşid insan, i’tikâdları bozuk kimseler toplanmış. Mezhebsiz kimseler ve Ehl-i sünnet mezhebinden birkaç kişi, yüksek kürsîlere oturmuşlar, nutk söylüyorlar. Buna ne dersiniz!

Cevâb 8: Bu yapdıkları harâmdır. Dalâletdir. İlmi az olan müslimânları, mezheblerine karşı soğutmakdır. Müslimânlar, sapık din adamlarının Ehl-i sünnet âlimi olarak tanınanlar ile işbirliği yapdıklarını, hepsinin kürsîlerde oturduklarını görünce, onları da büyük ve kıymetli sanırlar. Onlara da hürmet ederler. Bu ise, büyük günâhdır. İslâm dîni, bid’at sâhiblerine hakâret edilmesini, sert davranılmasını emr ediyor. Onlara saygı gösterilmesini men’ ediyor. İslâm âlimleri, akâid kitâblarında, meselâ (Şerh-ul-mekâsıd) kitâbında, (Bid’at sâhiblerine sert davranmak, onları aşağı görmek, red ve tard etmek lâzımdır) dediler. Müslimânlar, onları yüksek yerlerde görünce, kalbleri meyl eder. Sözlerini dinlerler. Şeytânın aldatması ile, onları sevmeğe başlarlar. Bunların doğru yoldan kaymalarına sebeb, onlarla işbirliği yapanlardır. Ayrı inanışlı kimselerin biraraya gelmeleri, dînin yıkılmasına sebeb olur. Müslimânları uyandıracağız diyenler, bunları zehrlemekde, felâkete sürüklemekdedirler.

Süâl 9: Nedveyi kurmakdan maksadları, sünnî ve diğer bid’at fırkaları arasındaki ayrılığı yok etmek imiş. Birbirlerinin sözlerini, inanışlarını red etmemeleri, kardeşce geçinmeleri lâzım imiş. Âlimler, birbirlerine uymayan inanışlarını, düşüncelerini söylememeli ve yazmamalı imiş. Bütün müslimânların ve talebelerinin de böyle yapmalarına örnek oluyorlarmış. Ayrılık, münâkaşa, helâk olmaya sebeb olur. Nefsin arzûlarından, kendini beğenmekden ileri gelir, diyorlar. Bu sözleri doğru mudur? Yoksa, bozuk ve azgınlık mıdır?

Cevâb 9: Bid’at yayıldığı zemân, bunu red etmek ve zararlarını, kötülüğünü yaymağa çalışmak, farzdır. Bunun farz olduğunu islâm âlimleri sözbirliği ile bildirmişlerdir. Selef-i sâlihîn ve bugüne kadar gelen âlimler, hep böyle yapdılar. Bid’at sâhiblerini red etmeyen, onları kendi hâline bırakan kimse, müslimânların sözbirliğinden ayrılmış olur. İslâm cemâ’atinden uzaklaşmış olur. Bid’atleri ve bid’at işleyenleri sevmiş olur. Bu ise, Ehl-i sünnet mezhebini ve bu doğru yolda olan müslimânları kötülemekdir. Ma’rûfu nehy etmek ve münkeri emr etmekdir. Müslimânları, Allahü teâlânın la’netine sürüklemekdir. Büyük âlim, müslimânların imâmı Ahmed ibnü Hacer-il-Mekkî hazretleri (Es-Savâ’ık-ul-muhrika) kitâbının önsözünde diyor ki, (Bu kitâbdaki yazıların hakîkatlarını, özlerini kavrayacak kadar derin ilme mâlik olmadığım hâlde, bu yazıları yazmağa beni sürükleyen sebeb, Hatîb-ül-Bağdâdînin (El-Câmi’) kitâbında bildirdiği şu hadîs-i şerîf olmuşdur: (Fitneler, bid’atler yayıldığı ve Eshâbım kötülendiği zemân, hakîkati bilen, bildiğini bildirsin! Bildiğini bildirmeyenlere, Allahü teâlâ ve melekler ve bütün insanlar la’net eylesin! Allahü teâlâ, bunların ibâdetlerini ve hiç bir iyiliklerini kabûl etmez). (Böyle davranmak, fesâd çıkarmak olur, günâhdır. Bunlar kendilerini yok etmekdedirler) sözü, Allahü teâlâya iftirâdır. İslâm âlimlerini kötülemekdir. Ehl-i sünnet mezhebinden ayrılmakdır. Mühim bir farzı inkâr etmek, buna harâm demekdir.

Süâl 10: Bu Nedvenin en büyük maksadı, Ehl-i kıble arasındaki ayrılıkları yok etmek, Ehl-i sünnet ve ehl-i bid’at olan çeşidli inanışdaki müslimânları birleşdirmek, ayrılıkları kaldırmak, hepsini süt ve şeker gibi fâideli ve tatlı hâle getirmek imiş. Kalblerinin birlikde atmasını, birisinin zararına, acısına hepsinin ortak olmasını sağlamak imiş. İnanışları ayrı ise de, Kelime-i şehâdet getiren herkesin kardeş olduklarını bildirmek imiş. Bunu, (Ey müslimânlar! Birbirinizle kardeş olunuz!) hadîs-i şerîfindeki emre uymak için yapıyorlarmış. Hiçbir şeyde ayrılık yapmamak, birbirini kötülememek lâzım imiş. Böyle birleşmek, Allahü teâlânın emri, farzı imiş. Yalnız böyle birleşenlerin nemâzı, orucu, tâ’atları kabûl olur imiş. Böyle birleşmiyenler dünyâ ve âhiret se’âdetine kavuşmazmış. Hattâ, Ehl-i kıble birbirlerini sevmedikce, îmân sâhibi olamaz. Cennete giremezmiş. İnsanların her günâhının afv edilmeleri mümkin ise de, birbirleri ile geçimsizlikleri ve düşmanlıkları afv edilmez imiş.

Cevâb 10: Yukarıdaki yazıların hepsi islâmiyyete uygun değildir. Müslimânlara zararlıdır. İnsanları dalâlete sürüklemekdir. Böyle olduğunu, çeşidli hadîs-i şerîfler ve din imâmlarının sözleri göstermekdedir. Bid’at sâhibleri ile görüşmeği yasaklayan ve onlardan uzaklaşmayı emr eden hadîs-i şerîflerden birkaçını bildirelim: (Sahîh-i Müslim)de Ebû Hüreyreden haber verilen hadîs-i şerîfde, (Onlardan kaçınız! Sizi dalâlete götürmesinler. Fitneye düşürmesinler) buyuruldu. Ebû Dâvüdün Abdüllah ibni Ömerden haber verdiği hadîs-i şerîfde, (Hasta olurlarsa, ziyâretlerine gitmeyiniz!) buyuruldu. İbni Mâcenin Câbirden haber verdiği hadîs-i şerîfde, (Karşılaşınca, onlara selâm vermeyiniz!) buyuruldu. Ukaylînin Enes bin Mâlikden “radıyallahü teâlâ anh” haber verdiği hadîs-i şerîfde, (Onlarla birlikde bulunmayınız! Onlarla birlikde yiyip içmeyiniz. Onlardan kız alıp vermeyiniz!) buyuruldu.

[Bu hadîs-i şerîf, bid’at sâhibleri ile arkadaşlık etmeği, onlarla birlikde yiyip içmeği, onlardan kız alıp vermeği yasaklamakdadır. (Hindiyye) ve (Bahr-ür-râık) kitâblarının sâhibleri “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” diyor ki, (Zındıklar, bâtınîler, ibâhîler ve inanışları küfre sebeb olan bütün mezhebsizler, putlara, ya’nî heykellere ve yıldızlara tapınanlar gibi müşrikdirler. Bu müşriklerle evlenmek ve câriye olarak vaty etmek harâmdır.)

Yukarıda yazılanlardan anlaşılıyor ki, dört mezhebden birinde bulunmıyanın, ya’nî Ehl-i sünnet olmıyanın inanışı küfre sebeb olursa, müşrik olur. Bunlarla nikâhlanmak ve kesdiklerini yimek harâm olur. Küfre sebeb olmıyanı, bid’at ehli olup, bunlarla nikâhlanmak harâm olmuyor. Nikâhları sahîh oluyor ise de, bunlarla birlikde yaşamak, hattâ selâmlaşmak, hadîs-i şerîflerle yasak edildiği için, bunlarla evlenmemelidir. Ehl-i sünnet ile evlenmelidir.]

İbni Hibbânın bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Onların cenâzelerinin nemâzını kılmayınız! Onlarla birlikde nemâz kılmayınız!) buyuruldu. Deylemînin Mu’azdan haber verdiği hadîs-i şerîflerde, (Ben onlardan değilim. Onlar da benden değildirler. Onlara karşı cihâd etmek, kâfirlerle cihâd etmek gibidir) buyuruldu. İmâm-ı Ca’fer-us-Sâdık, babası Muhammed Bâkırdan, bu da babası Zeynel’âbidîn Alîden, bu da babası Hüseynden, bu da imâm-ı Alîden “radıyallahü anhüm” haber verdiler ki, Ebû Ümâmeye söylenilen hadîs-i şerîfde, (Kaderî ve mürci’î ve hâricî fırkasında bulunanlarla görüşme! Bunlar, (bid’at sâhibleridir) dînini bozarlar. Yehûdîlerin ve hıristiyanların yapdıkları gibi, hıyânet ederler) buyuruldu. İbni Asâkirin Enes bin Mâlikden haber verdiği hadîs-i şerîfde, (Bid’at sâhibini gördüğünüz zemân, ona karşı sert davranın! Allahü teâlâ, bid’at sâhiblerinin hepsine düşmandır. Onlardan hiçbiri sırat köprüsünden geçemiyecek, Cehennem ateşine düşeceklerdir) buyuruldu. Ebû Dâvüdün ve Hâkimin hazret-i Ömerden haber verdikleri hadîs-i şerîfde, (Kaderiyye fırkasında olanlarla birlikde bulunmayınız! İşlerinizi onlara danışmayınız!) buyuruldu. Ahmed ibni Hanbelin ve Ebû Dâvüdün ve Tirmüzînin ve İbni Mâcenin Abdüllah ibni Mes’ûdden ve Taberânînin Ebû Mûsel-Eş’arîden “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” haber verdikleri hadîs-i şerîfde, (İsrâil oğulları [ya’nî yehûdîler] günâh işlediler. Âlimleri, bunlara nasîhat verdi; dinlemediler. Âlimleri, sonra bunlarla görüşdüler. Berâberce yiyip içdiler. Allahü teâlâ aralarına düşmanlık sokdu. Dâvüd aleyhisselâmın ve Îsâ aleyhisselâmın ağızlarından bunlara la’net etdi) buyurdu.

Tirmüzî ve Ebû Dâvüd ve İbni Mâce, Nâfiden alarak bildiriyorlar ki, Abdüllah ibni Ömere bir adam gelerek bir kimseden selâm getirdi. Abdüllah, buna, (O kimsenin bid’at sâhibi olduğunu işitdim. Bid’at sâhibi ise, benden ona selâm götürme) dedi. Hasen-i Basrî ve Muhammed ibni Sîrîn (Bid’at sâhibleri ile birlikde bulunmayınız!) dediler. Eyyûb-i Sahtiyânî diyor ki, Talak bin Habîb ile oturuyordum. Sa’îd bin Cübeyr yanımızdan geçdi. Bana dönerek, (Onunla oturma! O, bid’at sâhibidir) dedi. Esmâ bin Ubeyd diyor ki, Alî ibni Sîrînin yanına bid’at sâhibi olan iki kişi gelerek, sana bir hadîs soracağız dediklerinde, hayır, sormayınız, dedi. Bir âyet soracağız dediklerinde, hayır, buradan gidiniz, yoksa ben giderim, dedi. Gitdiler. Orada bulunanlar, Kur’ân-ı kerîmden bir âyet üzerinde konuşsaydın ne olurdu, dediler. Onların âyet-i kerîmeyi değişdirerek okumalarından ve bu değişikliğin kalbimde yer etmesinden korkdum, dedi. Selâm bin Ebî Muti’ diyor ki, bid’at sâhibi bir kimse Eyyûba gelip, sana bir kelime soracağım dedikde, senden yarım kelime bile dinlemem, dedi. Bir kimse Sa’îd bin Cübeyre birşey sordu. Cevâb vermedi. Sebebi soruldukda, bid’at sâhibidir, onunla konuşulmaz, dedi. Ebû Ca’fer Muhammed Bâkır “radıyallahü teâlâ anh” diyor ki, (Münâkaşa edenlerin yanında oturmayınız! Bunlar âyet-i kerîmelere diledikleri gibi ma’nâ verirler). İmâm-ı Ahmed ibni Hacer-i Mekkî, (Mişkât) kitâbının şerhinde, Abdüllah ibni Ömerin “radıyallahü teâlâ anh”, benden selâm söylemeyiniz dediğini bildirirken, çünki, bid’at ehlinden kaçınmakla emr olunduk demekdedir. (Mirkat) kitâbında, (Kaderiyye fırkasında olanlarla birlikde bulunmayınız!) hadîs-i şerîfini bildirirken, çünki, agyâr ile görüşmek, insanı helâke, felâkete sürükler, demekdedir. (Şir’at-ül-islâm) kitâbında diyor ki, selef-i sâlihîn “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, bid’at ehli ile birlikde bulunmazdı. Çünki, hadîs-i şerîfde, (Bid’at sâhibleri ile birlikde bulunmayınız! Onların kötülükleri, uyuz hastalığı gibi bulaşıcıdır) buyuruldu. Hadîs-i şerîfde, (Kaderiyye fırkasında olanlara selâm vermeyiniz! Hastalarını ziyâret etmeyiniz! Cenâzesinde bulunmayınız! Onların sözlerini dinlemeyiniz! Onlara sert cevâb veriniz! Hakâret ediniz!) buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ bid’at sâhibine sert cevâb verenin kalbini îmânla doldurur. Korkulu şeylerden korur. Bid’at sâhibine kıymet vermiyen kimseyi Allahü teâlâ kıyâmetin korkularından korur) buyuruldu. (İrşâd-üs-sâri şerhu sahîh-il-Buhârî) kitâbında diyor ki, bid’at ehli olan kimsenin tevbe etdiği anlaşılmadıkça, ondan uzaklaşmak lâzımdır. Bu za’îf kul [ya’nî Ahmed Rıdâ Hân], bu konuda bir risâle hâzırlamakdayım. Bid’at ehlinden kaçmak, onlara sert davranmak lâzım olduğunu Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden vesîkalar yazarak açıklamakdayım. Ayrıca âlimlerin sözlerini de bildirmekdeyim. Bu kitâbım, gözlerin nûru ve gönüllerin şifâsı olacakdır.

Bid’at sâhibleri ile berâber bulunmanın zararları bu kadar çok olunca, onları sevmenin ve övmenin zararlarının ne kadar olacağını düşünmelidir. Hadîs-i şerîfde, (Kişi, sevdiği ile berâberdir) buyuruldu. İmâm-ı Alînin ve başkalarının bildirdikleri hadîs-i şerîfde, (Yemîn ederim ki, Allahü teâlâ, insanı sevdikleri ile berâber haşr edecekdir) buyuruldu. Taberânînin bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, insanı sevdiklerinin arasında haşr edecekdir) buyuruldu. Ebû Dâvüdün ve Tirmüzînin, Ebû Hüreyreden bildirdikleri hadîs-i şerîfde, (İnsanın dîni, arkadaşının dîni gibidir. Herkes, kiminle arkadaşlık etdiğine baksın!) buyuruldu. (Fih-un-Nesrîn bi-cevâbil-es’ilet-il-ışrîn) kitâbımda yukarıdaki hadîs-i şerîfler üzerinde geniş açıklamalar vardır.

Nedvet-ül-ulemânın maksadı, mel’ûn şeytânın maksadıdır. Bilgisi az olan müslimânları doğru yoldan kaydırmağa uğraşmakdadırlar. Müslimânları birleşdirmek farzdır, sözleri ile yeni bir din ortaya koymakdadırlar. (İbâdetler kabûl olmaz. Böyle olmayanlar, berekete ve se’âdete kavuşamaz) sözleri de, Allahü teâlâya iftirâdır. Bid’at ehli ile çekişmeğe ve onları düşman bilmeğe günâh demeleri ve bu günâhı afv olmaz bilmeleri ve afvı imkânsızdır demeleri de, kendilerinin Ehl-i sünnet vel-cemâ’atin hak yolundan ayrıldıklarını ve âyet-i kerîmeleri inkâr etdiklerini gösteriyor. Bir âyet-i kerîmede meâlen, (Allahü teâlâ, şirkden başka dilediği kimselerin bütün günâhlarını afv eder) ve (Allahü teâlâ, bütün günâhları elbette afv eder) buyuruldu. Onların, bu günâhın afvı imkânsızdır demeleri, bu âyet-i kerîmeleri inkâr olmakdadır. (Allahın kulları, kardeşler olunuz!) hadîs-i şerîfine de yanlış ma’nâ vermekdedirler. Bu hadîs-i şerîfin ma’nâsı, (Umdet-ül-Kâri) ve başka kitâblarda da bildirildiği gibi, (Kardeşler olmanızı sağlayacak şeyleri yapınız!) demekdir. Buna göre, bid’at sâhiblerinin, hak yolda bulunan müslimânlarla kardeş olabilmeleri için, bid’atlerini terk etmeleri ve sünnet-i seniyyeyi kabûl etmeleri lâzımdır. Bid’atlerinde devâm edip de, Ehl-i sünnet olan müslimânları kendileri ile kardeş olmağa çağırmaları, açık bir dalâlet, sapıklık ve çirkin bir hîledir. (Fetâvelharemeyn)den terceme burada temâm oldu. Bu kitâb arabî olup, İstanbulda ofset yolu ile basdırılmışdır. Kitâbın yazarı Ahmed Rızâ hân Berilevî “rahmetullahi aleyh”, 1340 [m. 1921] de Hindistânda vefât etmişdir.