Hadis-i Şerîf Düşmanları 60.Madde

60 — Dinde reformcular, islâmiyyetin bir emrini yok etmek isteyince, son koz olarak hadîs-i şerîflere saldırıyorlar. Bu emrin dayandığı hadîs mevdû’dur diyorlar. Bu sözlerine de inandıramıyacaklarını anlayınca, mevdû’ olmasa bile, za’îf hadîsdir, za’îf hadîsle hükm verilmez diyorlar. Meselâ, erkeklerin altın yüzük takması, harâmdır. Dinde reformcular, bunu bildiren hadîs za’îfdir. Altın yüzük harâm değildir diyorlar. Bu sözleri, kendilerini yalanlamakdadır. Çünki, za’îf hadîs ile hükm verilemiyeceğine göre, (Altın yüzük harâmdır) hükmü çıkarılmış olan hadîsin sahîh olması lâzım gelir. Doğrusu da budur. Ehl-i sünnet âlimleri, hadîs-i şerîfleri incelerken, kılı kırk yarmışlar, mevdû’ hadîslerin hepsini elemişlerdir. Farzları, halâl ve harâmları, yalnız sahîh ve meşhûr hadîslerden çıkarmışlardır. İbni Melek “rahmetullahi aleyh”, (Menâr şerhi) kitâbında, (Za’îf olan hadîs ile vücûb sâbit olmaz. Hadîs ve fıkh âlimlerince, sahîh olduğu anlaşılamıyan bir hadîs ile amel olunmaz) diyerek, bu hakîkati anlatmakdadır. İbni Âbidîn “rahmetullahi aleyh”, (Dürr-ül-muhtâr) hâşiyesinde abdesti anlatırken buyuruyor ki, (Müctehidin bildirdiği hükmlerin delîllerini, senedlerini aramak, mukallide lâzım değildir).

Ehl-i sünnet âlimlerine saldıran ve fıkh kitâblarına saygısız olan kimsenin mezhebsiz olduğu anlaşılır. Abdüllah bin Îsâ San’ânî “rahmetullahi aleyh” (Seyfülhindî fî ibâneti tarîkat-iş-şeyh-in-Necdî) kitâbında, sahîh hadîslere mevdû’ diyenlerin mezhebsiz olduklarını, Ehl-i sünneti yıkmağa uğraşdıklarını vesîkalarla isbât etmekdedir. Bu kitâbını 1218 [m. 1803] senesinde yazmışdır. Müderris seyyid Abdüllah efendi “rahmetullahi aleyh” (İrsalülmekal) kitâbında, hadîs-i şerîflere za’îfdir, mevdû’dur gibi iftirâ edenlere cevâb vermekde, bu yoldakilerin önderliğini yapan ibni Teymiyyeyi ve Şevkânîyi red etmekdedir.

(Usûl-i hadîs) denilen ayrı bir ilm vardır. Bu ilmde, (Mevdû’ hadîs) demek, uydurma hadîs demek değildir. Şimdi, bu ilmden haberi olmıyanlar, mevdû’ hadîsi, lügat ma’nâsı ile düşünerek, uydurma hadîs demek sanıyorlar. Bu ilm üzerinde ve mevdû’ hadîsler üzerinde geniş bilgi edinmek istiyenlere, (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbının ikinci kısmında beşinci maddeyi okumalarını tavsiye ederiz.

İmâm-ı Muhammed Birgivînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Usûl-i hadîs) kitâbını Dâvüd-i Karsî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, şerh etmişdir. Bunu da, Harputlu Yûsüf efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, şerh etmiş, İstanbulda basılmışdır. Bunun doksanbirinci sahîfesinden başlıyarak, arabîden terceme etmeği fâideli gördük:

(Herhangi bir hadîsi haber verirken, bilerek yalan söylemiş olduğu bilinen bir kimsenin haber verdiği hadîs-i şerîflerin hepsine (Mevdû’) veyâ (Müfterî) hadîs denir. Çünki, haber verdiği hadîslerin hepsinin de, uydurma, iftirâ olmak ihtimâli vardır. Görülüyor ki, Usûl-i hadîsde yalanı yakalanan kimse, tevbe etse ve sâlih olsa da, bunun bildirdiği bütün hadîslere mevdû’ denilir. Böyle olduğunu, imâm-ı Süyûtînin (Tedrîb) kitâbı da bildirmekde ve hadîs âlimlerinin çoğu da söylemekdedir. Bid’at fırkalarında olanlar, müslimânları doğru yoldan ayırmak için, zındıklar da, müslimânları aldatmak için, hadîs uydurdular. Tekke şeyhlerinden de, ibâdete tergîb ve günâhlardan terhîb için hadîs uyduranlar oldu. Böyle iyi niyyetli hadîs uydurmak harâmdır. Müslimânları aldatmak için olursa, küfrdür. Sa’lebî, Vâhidî, Zimahşerî, Beydâvî ve Ebüssü’ûd tefsîrlerinde, sûrelerin kıymetlerini anlatan, öven hadîslerin mevdû’ oldukları söyleniliyor. Fâtiha, En’âm, Kehf, Yasîn, Duhân, Mülk, Zilzâl, Nasr, Kâfirûn, İhlâs ve Kul e’ûzü sûrelerini öven hadîslerin sahîh oldukları meydândadır. Bu tefsîrlerin sâhibleri, mevdû’ denilen hadîsleri, sahîh, hasen ve olsa olsa za’îf bildikleri için veyâ güvendikleri hadîs âlimlerinden, böyle olarak aldıkları için, yâhud mevdû’ olduklarını kabûl etmedikleri için yazmışlardır. Çünki, hadîslerin sahîh olup olmadıkları zann-ı gâlib ile anlaşılır. Kesin olarak bilinemez. Hadîs âlimlerinden çoğunun sahîh dediği çok hadîsler vardır ki, bu fennin başka âlimleri, bunlara sahîh dememişdir. Birçoğu da, bunların sahîh olup olmadığını anlıyamamışdır. Çünki, bir hadîsin sahîh olmadığını anlamak çok güçdür. Ancak zan ile anlaşılır. Kesin olarak anlaşılamaz. Bir hadîsin uydurma olduğunu kesin olarak anlamak için, bunu haber verenlerden birinin, bunu ben uydurdum demesi lâzımdır. Yâhud, bana haber verdi dediği kimsenin, bu doğmadan önce ölmüş olduğu bilinmelidir. Yâhud, hadîs denilen sözün, islâmiyyete ve akla, hesâba ve tecribeye uymaması ve te’vîl kabûl etmemesi ile uydurma olduğu anlaşılır. Bunları da ancak hadîs âlimleri anlar. Bu derin âlimler de, bunları anlamakda yanılabilir. Bunun içindir ki, Ebülferec İbn-ül Cevzînin (Mevdû’ât) kitâbındaki mevdû’ dediği hadîslerin çoğuna, sahîh, hasen ve za’îf diyen hadîs âlimleri olmuşdur. İmâm-ı Zehebî “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, İbn-ül-Cevzînin Mevdû’ât kitâbındaki yazılı hadîslerin çoğu, sağlam, güzel hadîslerdir. Buraya kadar yazdıklarımızı, imâm-ı Nevevînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Takrîb) kitâbından ve Süyûtînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Tedrîb) kitâbından ve şeyhül-islâm ibni Hacer-i Askalânînin (Nuhbe) kitâbından aldık). Birgivîden terceme temâm oldu.

Beydâvî ve imâm-ı Gazâlî ve Celâleddîn-i Süyûtî ve Sadreddîn-i Konevî ve Senâüllahı pâni-pütî “rahimehümullahü teâlâ”, gibi en büyük âlimleri sahîh hadîsle, uydurma hadîsi birbirinden ayıramıyacak kadar bilgisiz sanmak, yâhud, uydurma hadîsleri, bile bile, sahîh hadîs olarak yazacak kadar dinsiz veyâhud da, dînini kayırmaz ve vicdânı sızlamaz sanmak, çok büyük saygısızlık ve vicdânsızlık ve insâfsızlıkdır. İslâm âlimlerinin hadîs-i şerîfler üzerinde nasıl bir titizlikle çalışdıklarını, kitâbımızın yedinci ve sekizinci maddelerinde uzun bildirmişdik. O yazıları okuyan akllı ve insâflı bir kimse imâm-ı Gazâlî gibi büyük bir âlimin kitâblarında uydurma hadîs vardır diyecek kadar küstâhlaşan bir dinde reformcuya hiç inanır mı? O yüce âlimler “rahime-hümullahü teâlâ”, hadîs-i şerîfleri anlıyamamışlar da, talebelerinden ibni Teymiyye anlıyabilmiş demek, Ehl-i sünnet âlimlerine düşman olanlardan başkasının söyliyebileceği birşey değildir. İslâm âlimlerinin büyüklüğünü anlıyamıyanlar, o yüce imâmları da, kendileri gibi kısa aklları, bozuk düşünceleri ile yazmış sanıyorlar. (Gazâlînin muhâkemesi, sosyal fikrlerin zararlı te’sîrleri altında kalmış) diyecek kadar aşağı kelimeler kullanıyorlar. Onların her yazılarının, âyet-i kerîmelerin ve hadîs-i şerîflerin îzâhı, açıklaması olduğunu kavrıyamıyorlar. İmâm-ı Rabbânî hazretlerini öven bir kimse, bu sözünde samîmî ise ve o yüce imâmın yazılarını beğeniyorsa, bu yazılara uyması ve onun çok övdüğü Ehl-i sünnet âlimlerini beğenmesi, onlara karşı saygısızlık yapmaması lâzımdır. Âlimin kıymetini, ancak âlim anlar. Ehl-i sünnet âlimlerinin kıymetini anlamamak, onları lekelemeğe, o mubârek zâtlara toz kondurmağa kalkışmak, bu (Fırka-i nâciyye)den ayrılmak olur. Ehl-i sünnetden ayrılanın yâ dalâlet sâhibi sapık veyâ kâfir olacağı (El-besâir li-münkirit-tevessül) kitâbında uzun yazılıdır. Hindistân âlimlerinden Ebû Muhammed Viltorînin (Hidâyet-ül-muvaffıkîn) kitâbının altmışbeşinci sahîfesinde bildirdiği gibi, Celâleyn tefsîri hâşiyesinde Kehf sûresinin (izâ nesîte) âyetinde Allâme Ahmed Sâvî Mâlikî diyor ki, (Dört mezhebden başkasını taklîd etmek câiz değildir. Dört mezhebden birine uymıyan kimse, dalâletdedir. Başkalarını da dalâlete sürüklemekdedir. Bunların ba’zıları da kâfir olmakdadır. Çünki, küfre sebeb olan yollardan biri, âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden ahkâm çıkarmağa kalkışmakdır.)