İkinci Kısm
MUHTELİF BİLGİLER
BÖLÜCÜLER. BOZUK MEZHEPLER
Müslimânlar
iki kısmdır. Birincisi, Ehl-i sünnet fırkasıdır. Hak olan, doğru olan bu Eh-i
sünnet fırkasındaki müslimânlar dört mezhebe ayrılmışlardır. Bunların
i'tikâdları, îmânları birdir. Aralarında hiç ayrılık yokdur. İkincisi, Ehl-i
sünnet i'tikâdında olmıyanlardır. Bunlara, bid'at ehli, ya'nî mezhebsiz denir.
Şî'îler ve vehhâbîler bunlardandır. Zemânımızda, İbni Teymiyyeciler, Cemâleddîn-i
Efgânî, Muhammed Abduh, Seyyid Kutb, Mevdûdîciler ve Teblîg-i Cemâ'atcılar ve
Vehhâbîler, bid'at ehlidirler. Vehhâbîler, kendilerine beşinci mezheb diyorlar.
Bu sözleri doğru değildir. (Beşinci mezheb) diye birşey yokdur. Bugün,
din bilgilerini bu dört mezhebden birinin ilmihâl kitâblarından öğrenmekden
başka çâre yokdur. Herkes, kendine kolay gelen mezhebi seçer. Onun kitâblarını
okur, öğrenir. Her işini bu mezhebe uygun yapar. O mezhebi (Taklîd) etmiş
olur. O mezhebden olur. Herkese, anasından babasından işitdiğini, gördüğünü
öğrenmek kolay geleceği için, müslimânlar, anasının, babasının mezhebinde
olmakdadır. Mezheblerin bir olmayıp, dört olması, insanlar için kolaylıkdır. Bir
mezhebden çıkıp, başkasına girmek câiz ise de, yenisini öğrenmek için, senelerce
çalışmak lâzım olur ve eski mezhebini öğrenmek için yapdığı çalışmaları boşuna
gitmiş olur. Hem de, eski bilgileri ile yenisini karışdırarak, birçok işleri
yapmakda şaşırabilir. Bir mezhebi beğenmiyerek ondan çıkmak hiç câiz olmaz.
Çünki Selef-i sâlihîni techîl etmek, beğenmemek küfr olur demişlerdir.
Şimdi,
Pâkistânda Mevdûdî ve Hamîdullah ve Teblîg-ı cemâ’atcılar ve Mısrda Cemâleddîn-i
Efgânî ve Kâhire müftîsi Muhammed Abduh ve bunun talebeleri Seyyid Kutb ve Reşîd
Rızâ gibi mezhebsiz kimseler ve bunların kitâblarını okuyarak aldananlar,
mezhebleri birleşdirmeli diyorlar. Dört mezhebin kolay taraflarını seçip
toplamalı, islâmiyyeti kolaylaşdırmalı diyorlar. Kısa aklları ile, noksan
bilgileri ile, bu fikri savunuyorlar. Kitâblarına göz atılınca, tefsîr, hadîs,
üsûl ve fıkh bilgilerinden haberleri olmadığı, çürük mantıkları ve yaldızlı
yazıları ile, cehllerini ortaya koydukları hemen görülmekdedir. Çünki:
1 — Dört
mezheb âlimleri (Hükm-i müleffık bâtıldır) buyuruyor. Ya’nî, birkaç mezhebe
birlikde uyarak yapılan bir ibâdet, bu mezheblerin hiç birinde sahîh olmadığı
zemân, mezhebleri karışdırması bâtıl olur, sahîh olmaz. Dört mezheb âlimlerinin
“rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” bu sözbirliğine uymıyan kimse, bu
mezheblerin hiçbirinden olmaz. Mezhebsiz olur. Mezhebsiz olanın işleri,
islâmiyyete uygun olmaz. Uydurma olur. Dîni oyuncak hâline getirmiş olur.
2 —
Müslimânları, ibâdetleri tek bir yolda sıkışdırmak, islâm dînini güçleşdirmek
olur. Allahü teâlâ ve Onun Peygamberi “sallallahü aleyhi ve sellem”,
isteselerdi, herşeyi açık bildirirler, işler tek bir yola uyarak yapılırdı.
Fekat, Allahü teâlâ ve Onun Resûlü “sallallahü aleyhi ve sellem” insanlara
acıdıkları için, herşeyi açık bildirmediler. Ehl-i sünnet âlimlerinin
“rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” anlayışlarına göre, çeşidli mezhebler
ortaya çıkdı. Bir kimse sıkışınca, kendi mezhebinin kolay tarafına kayar. Dahâ
da sıkışınca, başka mezhebi taklîd ederek, o işi kolayca yapar. Tek mezheb
yapılırsa, böyle kolaylık olmaz. Mezhebsizler, kolaylıkları topladık sananlar,
farkına varmadan, müslimânların işlerini güçleşdirmiş olurlar.
3 — Bir
ibâdetin bir kısmını bir mezhebe göre yaparken, diğer kısmını, bu mezhebe göre
yapmayıp, başka mezhebe göre yapmağa kalkışmak, birinci mezheb imâmının
bilgisini beğenmemek olur. Selef-i sâlihîni “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”
techîl etmenin küfr olduğu yukarıda bildirilmişdi.
İbâdetleri
değişdirmek istiyenler, Ehl-i sünnet âlimlerini “rahmetullahi teâlâ aleyhim
ecma’în” tahkîr edenler, târîhde çok görüldü. Mezheblerin kolaylıklarını seçip,
dört mezhebi kaldırmalı diyenlerin, mezheb imâmlarının kitâblarından bir
sahîfeyi bile doğru okuyup anlıyamadıkları meydândadır. Çünki, mezhebleri ve
mezheb imâmlarının yüksekliklerini anlıyabilmek için, âlim olmak lâzımdır. Âlim
olan, câhilce, ahmakca bir çığır açıp, insanları, felâkete sürüklemez. Târîh
boyunca, ortaya çıkmış olan câhillere, sapıklara aldananlar, felâkete
sürüklenmişlerdir. Bindörtyüz seneden beri her asrda gelmiş olan ve hadîs-i
şerîflerle övülmüş bulunan (Ehl-i sünnet) âlimlerine uyanlar, se’âdete
kavuşmuşlardır. Bizler de ecdâdımızın, o sâlih, temiz müslimânların, Allah için,
islâmiyyetin yayılması için, canlarını veren şehîdlerin doğru yoluna sarılmalı,
türedi dinde reformcuların zehrli, zararlı yazılarına aldanmamalıyız!
Fekat ne
yazık ki, Kâhire mason locası başkanı olan Abduhun zehrli fikrleri, bir yandan
Mısrda (Câmi’ul-ezher) medresesine yayıldı. Böylece Mısrda, Reşîd Rızâ ve
Ezher medresesi Rektörü Mustafâ Merâgî ve Kâhire müftîsi Abdülmecid Selîm ve
Mahmûd Şeltüt ve Tentâvî Cevherî ve Abdürrâzık pâşa ve Zekî Mubârek ve Ferîd
Vecdî ve Abbâs Akkâd ve Ahmed Emîn ve Doktor Tâhâ Hüseyn pâşa ve Kâsım Emîn ve
Hasen Bennâ gibi (Dinde reformcular) türedi. Bir yandan da, üstâdları
Abduha yapıldığı gibi, bunlara da ilerici islâm âlimi denilerek, kitâbları
türkçeye terceme edildi. Câhil din adamlarının ve gençlerin doğru yoldan
kaymalarına sebeb oldular.
Büyük islâm
âlimi, ondördüncü asrın müceddidi olan seyyid Abdülhakîm Efendi “rahmetullahi
aleyh”, (Kâhire müftîsi Abduh, islâm âlimlerinin büyüklüğünü anlıyamamış, islâm
düşmanlarına satılmış, sonunda mason olarak islâmiyyeti içerden yıkan azılı
kâfirlerden olmuşdur) buyurdu.
Abduh gibi
küfre veyâ bid’ate, dalâlete sürüklenenler, kendilerinden sonra gelen genç din
adamlarını da doğru yoldan çıkarmak için, âdetâ birbirleri ile yarış etmişler,
(Ümmetimin felâketi, fâcir [sapık] olan din adamlarından olacakdır)
hadîs-i şerîfinin haber verdiği felâketlere ön-ayak olmuşlardır.
Abduh 1323
[m. 1905] de Mısrda ölünce, yetişdirmiş olduğu çömezleri de, boş durmamış, kahr
ve gadab-ı ilâhînin tecellîsine sebeb olan çok sayıda zararlı kitâblar neşr
etmişlerdir. Bunlardan biri, Reşîd Rızânın (Muhâverât) kitâbıdır. Bu
kitâbında, üstâdı gibi, Ehl-i sünnetin dört mezhebine saldırmış, mezhebleri fikr
ayrılığı sanarak ve ictihâd üsûl ve şartlarını, te’assub ve münâkaşa şeklinde
göstererek, (islâm birliğini bozmuşlardır) diyecek kadar dalâlete düşmüşdür.
Dört mezhebden birini taklîd eden, bin seneden beri gelmiş milyonlarca hâlis
müslimân ile âdetâ alay etmişdir. Asrın ihtiyâclarını karşılamayı, dîni, îmânı
değişdirmekde arayacak kadar islâmiyyetden uzaklaşmışdır. Dinde reformcuların
birleşdikleri tek nokta, kendilerini gerçek müslimân ve asrın ihtiyâclarını
kavramış, geniş kültür sâhibi bir islâm âlimi olarak tanıtmaları, islâm
kitâblarını okuyup, anlayıp, Resûlullahın vârisi oldukları müjdelenmiş ve (Zemânların
en hayrlısı, onların zemânıdır) hadîs-i şerîfi ile övülmüş Ehl-i sünnet
âlimlerinin yolunda giden hakîkî, sâlih müslimânlara da, avâm gibi düşünen
taklîdciler demeleridir. İslâmiyyet ahkâmından, fıkh bilgilerinden haberleri
olmadığını, ya’nî din bilgilerinden mahrûm, kara câhil olduklarını, konuşmaları
ve yazıları açıkca gösteriyor. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”,
(İnsanların en üstünü îmânı doğru olan âlimlerdir) ve (Din âlimleri,
Peygamberlerin vârisleridir) ve (Kalb bilgileri, Allahın esrârından bir
sırdır) ve (Âlimlerin uykusu ibâdetdir) ve (Ümmetimin âlimlerine
saygılı olunuz! Onlar, yer yüzünün yıldızlarıdır) ve (Âlimler kıyâmet
günü şefâ’at edeceklerdir) ve (Fıkh âlimleri kıymetlidir. Onlarla berâber
bulunmak ibâdetdir) ve (Talebesi arasında âlim, ümmeti arasında olan
Peygamber gibidir) hadîs-i şerîfleri ile, binüçyüz seneden beri gelmiş olan
Ehl-i sünnet âlimlerini mi medh buyuruyor? Yoksa, bunlardan sonra türemiş olan
Abduhu ve çömezlerini mi övüyor? Bu süâle yine Resûlullah “sallallahü aleyhi ve
sellem” efendimiz cevâb vermekde, (Her asr, önceki asrdan dahâ kötü olacakdır.
Böylece, kıyâmete kadar bozulacakdır!) ve (Kıyâmet yaklaşdıkça, din
adamları eşek leşinden dahâ bozuk, dahâ kokmuş olacaklardır) buyurmakdadır.
Bu hadîs-i şerîfler, (Tezkire-i Kurtubî muhtasarı)nda yazılıdır.
Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” medh ve senâ buyurduğu islâm
âlimlerinin hepsi ve binlerle Evliyânın hepsi, sözbirliği ile bildiriyor ki,
Cehennemden kurtulacağı müjdelenen bir fırka, (Ehl-i sünnet vel-cemâ’at)
denilen âlimlerin mezhebidir. Ehl-i sünnet olmıyanlar, Cehenneme gideceklerdir.
Yine bildiriliyor ki, (Mezheblerin telfîkı) bâtıldır. Ya’nî, dört
mezhebin kolaylıklarını toplayıp uydurma tek bir mezheb yapmanın bâtıl, saçma
birşey olacağını da sözbirliği ile bildirmişlerdir.
Aklı olan
kimse, bin seneden beri gelmiş olan islâm âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ
aleyhim ecma’în” sözbirliği ile övdükleri Ehl-i sünnet mezhebine mi uyar? Yoksa,
yüz seneden beri türemiş olan kültürlü (!), ilerici din câhillerine mi inanır?
Cehenneme
gidecekleri, hadîs-i şerîflerle bildirilmiş olan yetmişiki fırkanın ileri
gelenleri, çenesi kuvvetli olanları, her zemân, Ehl-i sünnet âlimlerine
“rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” saldırmışlar, bu mubârek müslimânları
lekelemeğe yeltenmişler ise de, kendilerine âyet-i kerîmelerle ve hadîs-i
şerîflerle cevâb verilerek rezîl edilmişlerdir. Ehl-i sünnete karşı, ilm ile
başarı sağlıyamıyacaklarını görünce, eşkiyâlığa, zorbalığa başlamışlar, her
asrda binlerce müslimân kanı dökülmesine sebeb olmuşlardır. Ehl-i sünnetin dört
mezhebinde bulunan hakîkî müslimânlar ise, hep birbirlerini sevmişler, kardeş
olarak yaşamışlardır.
Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem”, (İş hayâtında, müslimânların mezheblere
ayrılması, Allahü teâlânın rahmetidir) buyuruyor. 1282 [m. 1865] senesinde
doğmuş ve 1354 [m. 1935] de Kâhirede füc’eten ölmüş olan Reşîd Rızâ gibi dinde
reformcular ise, mezhebleri birleşdirerek, islâm birliği kuracaklarını
söylüyorlar. Hâlbuki Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, yeryüzündeki
bütün müslimânların tek bir îmân yolunda, dört halîfesinin doğru yolunda,
birleşmelerini emr buyurdu. İslâm âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”,
elele vererek, çalışıp, dört Halîfenin i’tikâd yolunu kitâblara geçirdiler.
Peygamberimizin emr etdiği bu tek yola, (Ehl-i sünnet vel-cemâ’at) ismini
verdiler. Yeryüzündeki bütün müslimânların bu tek (Ehl-i sünnet) yolunda
birleşmeleri lâzımdır. İslâmda birlik istiyenler, sözlerinde samîmî iseler,
mevcûd olan bu birliğe katılmalıdırlar. Fekat, ne yazıkdır ki, islâmiyyeti
içerden yıkmağa çalışan masonlar, ingilizler, hep böyle yaldızlı sözlerle
müslimânları aldatmışlar, (işbirliği sağlıyacağız) maskesi altında (îmân
birliği)ni parçalamışlardır.
İslâm
düşmanları, tâ ilk asrdan beri, islâmiyyeti yoketmek için çalışıyorlar. Şimdi
de, masonlar, komünistler, yehûdîler, hıristiyanlar, çeşidli plânlarla
saldırıyorlar. Cehenneme gidecekleri bildirilmiş olan sapık müslimânlar da,
doğru yolda olan Ehl-i sünneti lekelemek, müslimânları doğru yoldan ayırmak
için, hîle ve iftirâ yapıyorlar. Böylece, islâm düşmanları ile işbirliği
yaparak, Ehl-i sünneti yıkmağa uğraşıyorlar. Bu saldırıların öncülüğünü
(İngilizler) yapdı. Bütün imperatorluk kaynaklarını, hazînelerini, silahlı
kuvvetlerini, donanmasını, tekniğini, politikacılarını ve yazarlarını bu alçak
savaşlarında ileri sürdü. Böylece, dünyânın en büyük iki islâm devleti olan ve
Ehl-i sünnetin bekçisi bulunan Hindistândaki Gürgâniyye ve üç kıt’a üzerine
yayılmış bulunan Osmânlı islâm devletlerini yıkdı. Bütün memleketlerde islâmın
değerli kitâblarını yok etdi. İslâm bilgilerini birçok yerlerden sildi, süpürdü.
İkinci cihân harbinde, komünistler yok olmak üzere iken, bunların
kuvvetlenmelerine, yayılmalarına sebeb oldu. Müslimânların mukaddes yerleri olan
Filistinde yehûdî devletinin kurulması için çalışan Siyonizm (Sihyûniyye)
teşkilâtını, İngiliz başvekîllerinden James Balfour, 1917 de meydâna getirdi.
İngiliz hükûmeti, bu işi senelerce destekleyip, 1366 [m. 1947] da İsrâil
devletinin kurulmasını sağladı. Yine İngiliz hükûmeti, Arabistân yarımadasını
Osmânlılardan alıp, Sü’ûd oğullarına teslîm ederek, 1351 [m. 1932] de, sapık
i’tikâdlı, vehhâbî devleti kurulmasını sağladı. Böylece islâmiyyete en büyük
darbeyi vurdu. Vehhâbîlerin, ingilizlerden aldıkları emrler ile, Hicâzdaki
müslimânlara yapdıkları zulm ve işkenceler, (Kıyâmet ve Âhıret) kitâbının
sonunda uzun yazılıdır.
Abdürreşîd
İbrâhîm efendi, 1328 [m. 1910] da İstanbulda basılan türkçe (Âlem-i islâm)
kitâbının ikinci cildinde, (İngilizlerin islâm düşmanlığı) yazısının bir yerinde
diyor ki, (Hilâfet-i islâmiyyenin bir ân evvel kaldırılması, ingilizlerin
birinci düşüncesidir. Kırım muharebesine sebeb olmaları ve burada türklere
yardım etmeleri, hilâfeti mahv etmek için bir hîle idi. Pâris muâhedesi, bu
hîleyi ortaya koymakdadır. [1923 de yapılan Lozan sulhunde yapdıkları
teklîflerde ingilizler, bu düşmanlıklarını açıkca göstermişlerdir.] Her zemân
müslimânların başına gelen felâketler, hangi perde ile örtülürse örtülsün, hep
ingilizlerden gelmişdir. İngiliz siyâsetinin temeli, islâmiyyeti yok etmekdir.
Bu siyâsetin sebebi, islâmiyyetden korkmalarıdır. Müslimânları aldatmak için,
satılmış vicdansızları kullanmakdadırlar. Bunları islâm âlimi, kahraman olarak
tanıtırlar. Sözümüzün hülâsası, islâmiyyetin en büyük düşmanı ingilizlerdir.)
Abdürreşîd efendi, 1363 [m. 1944]de Japonyada vefât etdi.
İngilizler,
yüzyıllardır islâm memleketlerini kana boyamakla kalmamış, İskoç masonları,
binlerce müslimânı ve din adamlarını aldatarak, mason yapmış, (insanlığa yardım,
kardeşlik) gibi lâflarla, seve seve dinden çıkmalarına, mürted olmalarına sebeb
olmuşdur. İslâmiyyeti büsbütün yok etmek için, bu mürted masonları maşa olarak
kullanmışlardır. Böylece, Mustafâ Reşîd pâşa, Âlî pâşa, Fuâd pâşa, Midhad pâşa,
Tal’at pâşa, Cemâl pâşa ve Enver pâşa gibi masonları, islâm devletlerinin
yıkılmalarında kullanıldıkları gibi, Cemâleddîn-i Efgânî ve Muhammed Abduh gibi
masonlar ve yetişdirdikleri çömezler de, islâm bilgilerini bozmağa, yok etmeğe
âlet olmuşlardır. Bu mason din adamlarının yazdıkları yüzlerce yıkıcı, bozucu
din kitâbları arasında Mısrlı Reşîd Rızânın (Muhâverât) kitâbı, arabîden
çeşidli dillere terceme edilerek, islâm memleketlerine dağıtılmakda,
müslimânların dinlerini ve îmânlarını bozmağa çalışmakdadırlar. Ehl-i sünnet
âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” kitâblarını okumamış,
anlıyamamış birkaç genç din adamının da bu akıntıya kapılarak felâkete
sürüklendikleri ve başkalarının da felâketlerine sebeb oldukları görülmekdedir.
(Muhâverât)
kitâbı, 88.ci sahîfede bildirilmişdir. Bu kitâbda, Ehl-i sünnetin dört mezhebine
çatılmakda, islâm bilgilerinin dört kaynağından biri olan (İcmâ’-ı ümmet)
inkâr edilmekde, herkes; Kitâbdan, Sünnetden kendi anladığına göre amel etmeli
denilmekdedir. Böylece, islâm bilgilerini kökünden yıkmağa çalışmakdadır.
Müslimân kardeşlerimize, bu kitâbın bozukluğunu ve zararlarını anlatmak için
(Din adamı bölücü olmaz) kitâbını hâzırlıyarak, türkçe, ingilizce ve arabî
dillerinde neşr eyledik. Ayrıca, büyük islâm âlimi Abdülganî Nablüsînin
“rahmetullahi teâlâ aleyh” (Hulâsat-üt-tahkîk fî-beyân-ı hükm-ittaklîd
vettelfîk) ve Yûsüf-i Nebhânînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Huccetullahi
alel’âlemîn) ve Muhammed Hayât Sindînin (Gâyet-üt-tahkîk) risâlesi ve
Hind âlimlerinden Muhammed Abdürrahmân Silhetînin “rahmetullahi teâlâ aleyh”
(Seyf-ül-ebrâr) kitâblarının, o zararlı kitâba tam bir cevâb olduklarını
görüp, bu dört kitâbı da ofset yolu ile teksîr ve neşr eyledik.
(Hulâsat-üt-tahkîk)
sonunda buyuruyor ki, (müslimânlar, yâ müctehid olur, yâhud, ictihâd derecesine
yükselmemişdir. Müctehid de, yâ (Mutlak müctehid) olur. Yâhud, (Mukayyed
müctehid) olur. Mutlak müctehidin, başka bir müctehidi taklîd etmesi câiz
değildir. Kendi ictihâdına uyması lâzımdır. Mukayyed müctehidin ise, bir mutlak
müctehidin mezhebinin usûllerine uyması vâcibdir. Bu usûllere uyarak yapacağı
kendi ictihâdına uyar.
Müctehid
olmıyanlar, dört mezhebden dilediğine uyar. Fekat, bir işi bir mezhebe göre
yaparken, bu mezhebin, bu işin sahîh olması için şart etdiği şeylerin hepsini
yapması lâzımdır. Bu şartlardan birini yapmazsa, bu işi sahîh olmaz. Bu işin
bâtıl olacağı sözbirliği ile bildirilmişdir. Bir mezhebin dahâ üstün olduğuna
inanması şart değil ise de, herkesin, kendi mezhebinin üstün olduğuna inanması
iyi olur. Bir ibâdeti veyâ bir işi yaparken, birkaç mezhebi (Telfîk etmek),
ya’nî bu işi bu mezheblerin birbirlerine uymıyan sözlerine göre yapmak, dört
mezhebden çıkmak ve beşinci bir mezheb meydâna getirmek olur. Bu iş, karışdırmış
olduğu mezheblerin hiçbirine göre sahîh olmaz, bâtıl olur. Dîni oyuncak yapmış
olur. Bunun için, (Havz-ı kebîr)den az olan ve kulleteyn denilen
mikdârdan az olmıyan bir suyun içine necâset düşmüş, suyun rengi, kokusu veyâ
tadı değişmemiş olup, bu su ile abdest alırken niyyet etmez ise ve abdest
uzvlarını sıra ile yıkamaz ve uğmaz ve birbirleri ardı sıra çabuk yıkamazsa ve
Besmele ile başlamazsa, bunun abdesti, dört mezheb imâmlarının hiçbirine göre
sahîh olmaz. Buna sahîh diyen, beşinci bir mezheb uydurmuş olur. Bir müctehidin
dahî, dört mezhebin sözbirliğine uymıyan beşinci bir söz söylemesi câiz
değildir. [Yukarıda ismi geçen (Kulleteyn) mikdârı suyun ne demek olduğu
(Se’âdet-i Ebediyye) kitâbında uzun bildirilmişdir.] Sadr-üş-şerî’a, (Tavdîh)
kitâbında diyor ki, (Bir işin yapılması için, Eshâb-ı kirâmdan iki dürlü haber
gelmiş ise, sonradan gelenlerin, bir üçüncüsünü söylemeleri, söz birliği ile
câiz değildir. Her asrın âlimleri de, Eshâb-ı kirâm gibidir diyenler oldu).
Molla Husrev “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Mir’ât-ül-üsûl)de diyor ki, (Bir
işin yapılmasında, birinci asrın âlimlerinden, birbirlerine benzemiyen iki haber
gelmiş ise, bu iş için üçüncü bir söz söylemenin câiz olmadığı icmâ’ ile
bildirilmişdir. Her asrın alimlerinin de, Eshâb-ı kirâm gibi olduğunu söylemek
sahîhdir). Celâleyn tefsîrinin ilk yazarı Celâleddîn-i Mihallî, Süyûtînin (Cem’ul
Cevâmi’)i şerhinde diyor ki, (İcmâ’a muhâlefet harâmdır. Âyet-i kerîme ile
men’ edilmişdir. Bunun için, Selefin ihtilâf etdiği bir iş için, üçüncü bir söz
söylemek harâm olur).
Bir ameli
iki veyâ üç veyâ dört mezhebin birbirlerine uymıyan sözlerine göre yapmak, bu
mezheblerin icmâ’ını bozar. Bu ameli bu mezheblerden hiç birine göre sahîh
olmaz. Ya’nî, (Telfîk) câiz değildir. Kâsım bin Katlûbega, (Tashîh)de
diyor ki, (Bir işi iki muhtelif ictihâda uyarak yapmanın sahîh olmıyacağı
sözbirliği ile bildirildi. Bunun için, abdest alırken başının hepsini mesh
etmiyen kimse, köpeğe değdikden sonra nemâz kılarsa, bu nemâzı sahîh olmaz.
Böyle nemâzın, sözbirliği ile bâtıl olduğu Şâfi’î âlimlerinden Şihâbüddîn Ahmed
bin İmâdın “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Tevkîfül-hükkâm) kitâbında da
yazılıdır). Yukarıda yazılı kimse, başının hepsini mesh etmediği için, imâm-ı
Mâlik “rahmetullahi teâlâ aleyh”, köpeğe süründüğü için de imâm-ı Şâfi’î
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, bunun abdesti ve nemâzı sahîh olmaz dediler.
Hanefî
âlimlerinden Muhammed Bağdâdî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Taklîd)
risâlesinde diyor ki, (Başka bir mezhebi taklîd edebilmek için üç şart vardır:
Birinci şart, İbni Hümâm (Tahrîr)de yazıyor ki, kendi mezhebine göre
başladığı bir işi, başka mezhebe uyarak temâmlıyamaz. Meselâ, Hanefîye göre
aldığı abdest ile Şâfi’îye göre nemâz kılamaz. İkinci şart, İbni Hümâm,
(Tahrîr) kitâbında, Ahmed bin İdrîs Karâfîden alarak diyor ki, taklîd etdiği
iki mezheb de, bu (Müleffak) işe bâtıl dememelidir. Abdest alırken,
Şâfi’îye uyarak a’zâlarını uğmaz ve Mâlikîye uyarak nikâh ile alması câiz olan
kadına dokunursa, bu abdest ile kıldığı nemâz, bu iki mezhebe göre de sahîh
olmaz. Üçüncü şart, mezheblerin kolaylıklarını toplamamalıdır. İmâm-ı Nevevî ve
birçok âlimler, bu şarta çok ehemmiyyet vermekdedir. İbni Hümâm, bu şartı
bildirmemişdir. Hasen Şernblâlî, (İkd-ül-ferîd)de diyor ki, (Hanefîye
uyarak velîsiz veyâ Mâlikîye uyarak şâhidsiz yapılan iki nikâhdan her biri sahîh
olur. Fekat hem velîsiz, hem de şâhidsiz olan bir nikâh sahîh olmaz). Avâmın bu
şartı gözetmesi çok güç olduğundan, câhillerin başka mezhebi, zarûret olmadan
taklîd etmeleri men’ edilmişdir. Bir âlime sorup öğrenmeden taklîd etmeleri
sahîh olmaz denilmişdir.) Muhammed Bağdâdînin yazısı burada temâm oldu.
İsmâ’îl
Nablüsî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Dürer) şerhini şerh ederken (İkd-ül-ferîd)den
alarak diyor ki, (İnsanın bir mezhebe bağlı kalması şart değildir. Başka mezhebi
taklîd ederek de işini yapabilir. Fekat, bu iş için, o mezhebde olan şartların
hepsini yerine getirmesi lâzımdır. Birbirine bağlı olmıyan iki işi, başka iki
mezhebe uyarak başka dürlü yapabilir). Başka mezhebi taklîd ederken, şartların
hepsini yapmak lâzım demek, telfîkin sahîh olmadığını bildirmekdedir.
Hanefî
âlimlerinden Abdürrahmân İmâdî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Mukaddime)
kitâbında diyor ki, (Bir kimse, zarûret olunca, başka üç mezhebden birini taklîd
edebilir. Fekat, o mezhebin bu iş için bildirdiği şartların hepsini de yapması
lâzımdır. Meselâ, hanefî mezhebinde olan bir kimsenin, şâfi’îyi taklîd ederek
necâset bulaşmış kulleteyn mikdârı sudan abdest alırken, niyyet etmesi ve
tertîbi gözetmesi ve imâm arkasında Fâtiha okuması ve ta’dîl-i erkânı muhakkak
yapması lâzımdır. Bunları yapmazsa, nemâzının bâtıl olacağı sözbirliği ile
bildirilmişdir). Başka mezhebi taklîd için, zarûret hâlinde olmasını yazması
lâzım değildi. Burada zarûret demekle, ihtiyâcı bildirmiş olmakdadır. Çünki,
âlimlerin çoğuna göre, insanın dâimâ aynı bir mezhebe uyması lâzım değildir.
Kendi mezhebine uyarken, harac, meşakkat hâsıl olursa, başka mezhebi taklîd
edebilir. Bu yazılarımız telfîkin sahîh olmadığını göstermekdedirler.
İbni Hümâmın
(Tahrîr) kitâbında, telfîkın sahîh olduğunu gösteren bir yazı yokdur.
Muhammed Bağdâdî ve İmâm-ı Münâvî, İbni Hümâmın (Feth-ul-kadîr)
kitâbında, (İctihâd ve burhân ile, başka mezhebe nakl etmek günâhdır. Böyle
kimse ta’zîr olunur. İctihâd ve burhân olmadan nakl ise dahâ fenâdır. Nakl,
işlerini, ibâdetlerini başka mezhebe göre yapmakdır. Nakl etdim demekle olmaz.
Buna va’d denir. Nakl denmez. Böyle söz vermekle, o mezhebe tâbi’ olması vâcib
olmaz. (Bilmediğinizi bilenlerden sorunuz!) âyet-i kerîmesi, âlim olduğu
bilinen [çok zan olunan] kimseden hükm istemeği emr etmekdedir. Âlimlerin,
mezheb değişdirmeği yasak etmeleri, mezheblerin kolaylıklarını toplamağı önlemek
içindir. Âlimlerin çoğuna göre, her müslimân, başka başka işlerinde, kendine
kolay gelen ictihâda uyabilir) dediğini bildirdiler. Bir câhil, İbni Hümâmın
(Her müslimân, her işinde, kendine kolay gelen ictihâda uyabilir) sözü, telfîkın
sahîh olduğunu gösteriyor derse, bu anlayışı yanlışdır. Çünki o söz, bir işin
hepsini bir mezhebe göre yapmağı gösteriyor. Bir işi çeşidli mezheblere uyarak
yapmağı göstermiyor. Bunu anlıyamıyan mezhebsizler ve dinde reformcular, İbni
Hümâmı kendilerine yalancı şâhidi gösteriyorlar. Hâlbuki İbni Hümâm, (Tahrîr)
kitâbında, telfîkın câiz olmadığını açıkca yazmakdadır.
Dinde
reformcular, İbni Nüceymin “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Kâdihân fetvâsında, vakf
toprak, gaben-i fâhiş ile satılırsa, Ebû Yûsüfe göre, gaben-i fâhiş olduğu için
câiz olmaz. İmâm-ı a’zama göre ise, vakf görevlisinin satış için yapdığı
vekîlinin gaben-i fâhiş ile satması câiz olur diyor. Ebû Yûsüfe göre vakfın
istibdâl yolu ile satılması, Ebû Hanîfeye göre de, vekîlin gaben-i fâhiş ile
satması câiz olup, iki ictihâd birleşdirilerek, bu satış sahîh olur) yazısını
telfîkın sahîh olacağına misâl gösteriyorlar. Hâlbuki, buradaki telfîk, bir
mezheb içinde olmakdadır. İkisinin de sözleri, aynı üsûlden çıkmışdır. İki
mezhebin telfîkı böyle değildir. İbni Nüceymin telfîka câiz demediği, (Kenz)
kitâbına yapdığı (Bahr-ür-râık) şerhindeki, (Başka mezhebdeki cemâ’ate
imâm olanın, o mezhebin şartlarına da uyması lâzımdır) sözünden de
anlaşılmakdadır.) (Hulâsat-üt-tahkîk) sonundan terceme temâm oldu.
Hindistân
âlimlerinden Muhammed Abdürrahmân Silhetî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Seyf-ül-ebrâr-il-meslûl
alel-füccâr) kitâbında, fârisî olarak buyuruyor ki, allâme hâfız Hasen bin
Muhammed Tayyıbî, (Mişkat) şerhinde (Kolaylaşdırınız! Güçleşdirmeyiniz!)
hadîs-i şerîfini açıklarken, (Mezheblerin kolaylıklarını toplayan zındık
olur) demişdir. Tayyıbî 743 [m. 1343] de Şâmda vefât etmişdir. (Seyf-ül-ebrâr)
kitâbının birinci baskısı, 1300 [m. 1882] senesinde Hindistânda yapılmışdır.
Hakîkat kitâbevi tarafından 1415 [m. 1994] de yeniden tab’ edilmişdir. Demek
oluyor ki:
1 — Her
müslimânın, bir ibâdet, bir iş yaparken, dört mezhebden birine uyması lâzımdır.
Dört mezhebin âlimlerinden başka bir âlime uymak câiz değildir.
2 — Her
müslimân, kendine kolay gelen, dilediği bir mezhebe uyabilir. Bir işini bir
mezhebe, başka işini başka mezhebe göre yapabilir.
3 — Bir işi
çeşidli mezheblere uyarak yapmağa gelince, o mezheblerden birinde, bu işin
sıhhati için şart olan şeylerin hepsini yapmak lâzımdır. Bu iş, bu mezhebe göre
sahîh olur. Buna (Takvâ) denir, çok iyi olur. Bu mezhebi (Taklîd)
etmiş, diğer mezhebleri de gözetmiş olur. Bir mezhebi taklîd etmek, bunun bütün
şartlarını yerine getirmekle câiz olur. Bir ibâdeti, bir işi uyduğu mezheblerin
hiçbirine göre sahîh olmaz ise, buna (Telfîk) denir. Telfîk, hiçbir
sûretle câiz değildir.
4 — İnsan,
seçdiği mezhebe her zemân bağlı kalmağa mecbûr değildir. Dilediği zemân başka
mezhebe nakl edebilir. Bir mezhebe tâbi’ olmak için, bu mezhebin fıkh
bilgilerini iyi öğrenmek lâzımdır. Bu da ilmihâl kitâblarından öğrenilir. Bunun
için, hep bir mezhebe bağlı kalmak kolay olur. Bir mezhebden ayrılıp, başka
mezhebe intikâl etmek veyâ her hangi bir işde başka mezhebi taklîd etmek güçdür.
Başka mezheb, ancak ihtiyâc hâlinde, ya’nî harac bulununca ve bütün şartlarına
uyarak taklîd edilebilir.
Başka
mezhebin de fıkh bilgilerini öğrenmek güç olduğu için, câhillerin, ya’nî fıkh
bilgisi olmıyanların başka mezhebi taklîd etmelerini fıkh âlimleri men’
etmişlerdir. Meselâ (Bahr-ül-fetâvâ)da, (Hanefî mezhebinde olanın yarası
durmadan aksa, her nemâz vaktinde abdest alması güç olsa, Şâfi’î mezhebine
uyarak nemâz kılması câiz olmaz) denilmekdedir. Çünki, Şâfi’î mezhebinin
şartlarına da uymayınca, nemâzı sahîh olmaz. İbni Âbidîn ta’zîr bahsinde bunu
geniş anlatmakdadır. Ehl-i sünnet âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”,
câhillerin ibâdetlerini fesâddan korumak için, harac, ya’nî meşakkat olmadıkça,
mezheb taklîd etmelerine izn vermemişlerdir.
Tahtâvî,
(Dürr-ül-muhtâr hâşiyesinde), Zebâyıh kısmında diyor ki, (Tefsîr
âlimlerinden ba’zısı buyurdu ki, (Âl-i İmrân) sûresinin yüzüçüncü (Allahın
ipine sarılınız!) âyet-i kerîmesi, fıkh âlimlerinin bildirdiklerine
sarılınız demekdir. Fıkh kitâblarına uymıyanlar, dalâlete düşer ve Allahü
teâlânın yardımından mahrûm kalır ve Cehennem ateşinde yanar. Ey îmân sâhibleri!
Bu âyet-i kerîmeyi düşünerek, Cehennemden kurtulacağı müjdelenmiş olan (Ehl-i
sünnet vel-cemâ’at) fırkasına sarılınız! Çünki, Allahü teâlânın rızâsı,
yardımı, bu fırkadan olanlaradır. Bu fırkadan olmayanlara, Allahü teâlâ gadab
edecek. Cehennemde azâb yapacakdır. Ehl-i sünnet olmak için, dört mezhebden
birini taklîd etmek lâzımdır. Bu dört mezhebden birine uymıyan kimse, Ehl-i
sünnet değildir. Yetmişüç fırkadan yalnız biri Ehl-i sünnetdir. Diğer yetmişiki
fırka bid’at sâhibidir. Cehenneme gidecekdir. Bunlara (Dinde reformcu) denir.
Zındık olmakdan kurtulmak için, bir mezhebe girmek, ya’nî Ehl-i sünnet olmak
lâzımdır). Dört mezhebin kolaylıklarını toplıyan kimse, dört mezhebden hiçbirine
uymamış, Ehl-i sünnetden ayrılmış olur. Mezhebsiz olur. Görülüyor ki, dört
mezhebden hiçbirine uymıyan kimse, mezhebsizdir. Dört mezhebi telfîk eden, ya’nî
dört mezhebi karışdıran, mezhebsizdir. Dört mezhebden yalnız birini taklîd
ediyor ise de, bir inanışı, Ehl-i sünnet i’tikâdına uymıyor ise, bu kimse de
mezhebsizdir. Bu üç kimse, Ehl-i sünnet değildir. Bid’at sâhibidirler. Dalâlet
yolunu taklîd etmekdedirler. Hakîkî müslimânlar ise, dört mezhebden birini,
ya’nî hak yolu taklîd ederek, Ehl-i sünnet olmakdadır. Dört mezhebin îmân
bilgileri aynıdır. İbâdetlerinde ufak ayrılıklar var ise de, bu farklar, Allahü
teâlânın rahmetidir. Herkes dört mezhebden, kendine kolay geleni seçer.
İlm
olmazsa, din, sıyrılıp kalkar aradan,
öyleyse, cehâlet denilen, yüz karasından,
kurtulmaya
çalışmalı, başdan başa millet,
kâfi değil mi yoksa, bu son ders-i felâket?
Bu felâket
dersi, neye mal oldu, düşünsen,
beynin eriyip, yaş gibi, damlardı gözünden.
Son
olaylar, ne demekdir, bilsen ne demekdir:
Gelmezse eğer, kendine millet, gidecekdir.
Zîrâ, yeni
bir sarsıntıya pek dayanılmaz,
zîrâ, bu sefer, uyku ölümdür uyanılmaz.
Ahlâkı
düzeltip, fenne çok çalışmak lâzım,
dîne bağlı, atomla silâhlı er olmak lâzım!
Din
bilgisi, harb gücü, ileri olmak gerek,
ikisidir ancak, millete huzûr verecek.
Başka
sözlere, artık aldanma aç gözünü,
bu ikisi edecekdir, mahşerde ak yüzünü!