FÂİDELİ BİLGİLER
ÖNSÖZ
Besmeleyle başlıyalım kitaba,
Allah adı, en iyi bir sığnaktır.
Nîmetleri sığmaz ölçü, hisâba,
Çok acıyan, affı seven bir rabdır!
Allahü teâlâ,
dünyâda bütün insanlara acıyarak, fâideli şeyleri yaratıp göndermekdedir.
Dünyâda iken, günâhlarına tevbe etmiş olan mü'minlerin günâhları ne kadar büyük
olsa da, âhiretde, bunları muhakkak afv edecekdir. Tevbe etmeden ölen, Cehenneme
gitmesi gereken mü’minlerden dilediğini afv edecek, Cennete kavuşduracakdır. Her
canlıyı yaratan, her vârı, her ân varlıkda durduran, hepsini korku ve dehşetden
koruyan yalnız Odur. Böyle bir Allahın şerefli ismine sığınarak, bu kitâbı
yazmağa başlıyoruz.
Allahü
teâlâya hamd olsun! Resûlullaha salât ve selâm olsun! Onun temiz Ehl-i beytine
ve âdil, sâdık Eshâbının “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” hepsine hayr düâlar
olsun!
(Dünyâ
mücâdeledir) sözünü lüzûmsuz sanmamalıdır. Yazın şiddetli sıcak ile, kışın karlı
havada dondurucu soğuklar gibi, tabî'at kuvvetlerine ve kötü kimselerin,
kâfirlerin hîle ve iftirâlarına karşı ma'nevî silâhlarla ve maddî saldırılarına
karşı mücâdele hâlindeyiz. Düşmanla mücâdele için, önce düşmanı iyi tanımak
lâzımdır. Yoksa, kendimizi koruyacağız derken, komşumuza, dostumuza zarar
verebiliriz. İnsanın râhat yaşaması için, lâzım olan şeylere (Mal) ve (Mülk)
denir. İğneden, iplikden, eve, apartmana kadar, herşey maldır. Allahü teâlâ,
ba'zı kimselere ve topluluklara, ba'zı malları kullanmak için, izn vermişdir. Bu
mallar ve bir adamın zevcesi, çocukları, komşuları, akrabâları, onun mülkü olur.
Herkes mülkünü, Allahü teâlânın izn verdiği kadar kullanır. Fazlasını kullanmak
ve başkasının mülkünü kullanmak hiç câiz değildir. (Mala, mülke olma mağrûr,
deme var mı ben gibi. Bir muhâlif yel eser, savurur harman gibi!) sözü
meşhûrdur. Harâm yoldan gelen mala, mülke (Dünyâ) denilmekdedir. Dünyâ, ya'nî
harâm ve mekrûhlar zararlıdır. Bir şeyin fâideli, zararlı olduğu, kitâblarda
başka dürlü bildirilmekdedir. Bunlardan en doğrusu, Allahü teâlânın ayırdığıdır.
Allahü
teâlânın emrlerine (Farz), yasak etdiği şeylere (Harâm) denir. Peygamberin
emrlerine (Sünnet), yasaklarına (Mekrûh) denir. Bunların dördüne (İslâmiyyet)
denir. Kalbde îmân bulunmasına alâmet, ahkâm-ı islâmiyyeyi beğenmek, kabûl
etmekdir. Bir sünneti bile beğenmiyenin îmânı gider, kâfir olur. Îmânı var iken,
islâmiyyetin bir hükmüne uymıyan kimseye (Fâsık) denir. İslâmiyyete uymamak
(Günâh) olur. Kâfir, Cehennemde sonsuz yanacak, fâsık, günâhı kadar yanacak,
sonra Cennete götürülecekdir. Îmânı olup, islâmiyyete uyan kimseye (Sâlih kul)
denir. Dağda, çölde yaşayıp da, dinden, islâmiyyetden haberi olmıyan kimse,
kâfir ve fâsık olmaz. Kıyâmetde hesâblaşdıkdan sonra, Cennete ve Cehenneme
girmez. Hayvanlar gibi yok edilirler. İlâhî dinlerden islâmiyyet, büyük se'âdete
sebeb olan çok büyük ni'metdir. Bu ni'metin kıymetini anlamıyanlar, cezâlarını
çekeceklerdir.
Her
müslimânın, hergün beş vakt (nemâz kılması) lâzımdır. Bu nemâzlar, kalbde îmân
bulunduğuna alâmetdir. Bu nemâzlara inanmıyan (Kâfir) olur. Bozulmuş olan bir
semâvî dîne inanan kâfire (Ehl-i kitâb) ya'nî (Kitâblı kâfir) denir. Buna
inanmıyan kâfire (Müşrik) denir. Kâfirlerden yehûdîlerle hıristiyanlar,
müşrikdir. Şimdi yer yüzünde müşrik olmıyan bir kâfir yokdur. Muhammed
aleyhisselâmın ba'zı sözlerini yanlış anlıyan ve anlatan müslimâna (Bid'at
sâhibi) müslimân denir. Şî'îler ve vehhâbîler, bid'at sâhibi müslimândırlar.
Bunlardan, Muhammed aleyhisselâmın bir sözüne bile inanmıyanlar kâfir olur.
Muhammed aleyhisselâmın sözlerini hiç değişdirmeden inanan müslimânlara (Ehl-i
sünnet) olan hakîkî müslimân denir. Bu hakîkî müslimânların reîsi İmâm-ı a'zam
Ebû Hanîfe Nu'mân bin Sâbitdir. Ehl-i sünnet i'tikâdında olan hakîkî müslimânlar,
ibâdet yapmakda, dört mezhebe ayrılmışlardır: (Hanefî, Şâfi'î, Mâlikî ve Hanbelî)
mezhebi. Bu dört mezheb birbirlerini kardeş bilirler. Birbirlerinin arkasında
nemâz kılarlar. Bu hakîkî müslimânları bozuk olan bid'at ehli ile
karışdırmamalıdır. Bid'at ehli olanlar islâmiyyeti içerden yıkmakdadırlar.
Elhamdülillah! Bugün yer yüzünde bulunan müslimânların çoğu, doğru yol olan, (Ehl-i
sünnet) mezhebindedir. Bozuk yolda olan vehhâbîlerle şî'îler azalmakdadır.
Kendilerine
müslimân diyen kimseler, üç fırkaya ayrılmışdır. Birinci fırka, Eshâb-ı kirâmın
yolunda olan, hakîkî müslimânlardır. Bunlara (Ehl-i sünnet) ve (Sünnî) ve
(Fırka-i nâciyye), ya’nî Cehennemden kurtulan fırka denir. İkinci fırka, Eshâb-ı
kirâma düşman olanlardır. Bunlara, (Râfizî) ve (Şî’î) ve (Fırka-i dâlle), ya’nî
sapık fırka denir. Üçüncüsü, sünnîlere ve şî’îlere düşman olanlardır. Bunlara (Vehhâbî)
ve (Necdî) denir. Çünki bunlar, ilk olarak, Arabistânın Necd şehrinde meydâna
çıkmışdır. Bunlara (Fırka-i mel’ûne) de denir. Çünki, bunların müslimânlara
müşrik dedikleri, (Kıyâmet ve Âhıret) ve (Se’âdet-i Ebediyye) kitâblarımızda
yazılıdır. Müslimâna kâfir diyene, Peygamberimiz la’net etmişdir. Müslimânları
bu üç fırkaya parçalayan, yehûdîlerle ingilizlerdir.
İslâm
dîninin inançlarını, emrlerini ve yasaklarını doğru olarak bildiren binlerle
kıymetli kitâb yazılmış, bunların çoğu yabancı dillere çevrilerek, her memlekete
yayılmışdır. Bu doğru kitâbları yazan islâm âlimlerine (Ehl-i sünnet âlimi)
denir “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”. Buna karşılık, yalnız kendi
zevklerini düşünen, kısa görüşlü kimseler ve mevki’ ile, para ile, ingilizlere
satılmış olan ahmaklar, her zemân, islâmın fâideli, feyzli ve ışıklı yoluna
saldırmış, Ehl-i sünnet âlimlerini lekelemeğe, islâm dînini değişdirmeğe,
müslimânları aldatmağa uğraşmışlardır. Müslimânlar ile dinsizler arasındaki bu
mücâdele her asrda olmuş ve kıyâmete kadar olacakdır. Cenâb-ı Hak, böyle
olmasını ezelde irâde buyurmuşdur.
Ehl-i sünnet
âlimleri, bütün bilgilerini Eshâb-ı kirâmdan öğrendiler. Eshâb-ı kirâm da,
Resûlullahdan aldılar. Eshâb-ı kirâm, islâmiyyeti bildirmek için, uzak
memleketlere dağıldılar. Bunun için, kitâb yazmağa vakt bulamadılar. İkiyüz
seneden sonra gelen âlimler arasında, din bilgilerine kendi görüşlerini,
zemânlarındaki fen bilgilerini ve eski felesofların sözlerini karışdıranlar
oldu. Böylece, yetmişiki bozuk (Bid’at) fırkası meydâna geldi. Bunlara
(Zındık) denir. Zındık denilen din adamlarının zuhûr etmesinde yehûdîlerin ve
ingilizlerin çok te’sîri oldu.
Hangi
fırkadan olursa olsun, nefsine uyan ve kalbi bozuk olan Cehenneme gidecekdir.
Her mü’min, nefsini tezkiye için, ya’nî nefsine yaratılışındaki küfrü ve
günâhları temizlemek için, her zemân çok (Lâ ilâhe illallah) ve kalbini tasfiye,
ya’nî nefsden ve şeytândan ve kötü arkadaşlardan ve zararlı bozuk kitâblardan
gelmiş olan küfrden ve günâhlardan kurtulmak için (Estagfirullah) okumalıdır.
Ahkâm-ı islâmiyyeye uyanın düâları muhakkak kabûl olur. Nemâz kılmıyanın ve açık
kadınlara, avret yeri açık olanlara bakanın ve harâm yiyip içenin ahkâm-ı
islâmiyyeye uymadığı anlaşılır. Bunların düâsı kabûl olmaz.
Müslimânlar
iki kısmdır: Havâs [âlimler] ve avâm [câhiller]. Türkçe (Dürr-i Yektâ)
kitâbında diyor ki, (Avâm, sarf, nahv ve edebiyyât ilmlerinin üsûllerini,
kâ’idelerini bilmeyen kimselerdir. Bunlar, fıkh ve fetvâ kitâblarını anlıyamaz.
Bunların, îmân ve ibâdet bilgilerini Ehl-i sünnet âlimlerinden sorup,
öğrenmeleri farzdır. Âlimlerin de, sözleri, va’zları ve yazıları ile, önce îmân,
sonra dînin temeli olan beş ibâdeti öğretmeleri farzdır. (Zahîre) ve (Tâtârhâniyye)
kitâblarında, îmânın şartlarını ve Ehl-i sünnet i’tikâdını öğretmenin her şeyden
evvel lâzım olduğu bildirilmekdedir.) Bunun içindir ki, büyük âlim, zâhir ve
bâtın ilmlerinin mütehassısı seyyid Abdülhakîm Efendi “rahmetullahi aleyh”[1],
vefâtına yakın, (İstanbul câmi’lerinde, otuz seneye yakın, yalnız îmânı ve Ehl-i
sünnet i’tikâdını ve islâmın güzel ahlâkını anlatmağa çalışdım) demişdir. Bunun
için, biz de, bütün kitâblarımızda, Ehl-i sünnet i’tikâdını, islâmın güzel
ahlâkını, herkese iyilik ve devlete hizmet ve yardım etmek lâzım olduğunu
bildiriyoruz. Din câhillerinin ve mezhebsizlerin [zındıkların] devlete karşı
kışkırtıcı, kardeşi, kardeşe düşman yapıcı, bölücü yazılarını tasvîb etmiyoruz.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Din, kılınçların gölgeleri
altındadır) buyurarak, müslimânların devlet ve kanûn himâyesinde râhat
yaşayabileceklerini bildirdi. Devlet kuvvetli oldukça, râhat, huzûr artar.
Avrupa, Amerika gibi kâfir memleketlerde râhat yaşayan, dînî vazîfelerini
serbestçe yapan müslimânlar da, kendilerine hürriyyet veren hükûmete, kanûnlara
karşı gelmemeli, fitneye, anarşiye âlet olmamalıdır. Ehl-i sünnet âlimleri,
böyle olmamızı emr etmekdedirler. Dört mezhebden birinin âlimlerine, (Ehl-i
sünnet âlimi) denir.
Dikkat:
Dünyânın her yerinde ayrı ayrı manzaralar var. İnsan bakmağa doyamıyor. Bunlar
kendi kendisine mi var olmuş? Her varlık, hep hesâblı ve düzenli, sanki herşey
aynı bir makinadan çıkmış. Her şey fizik, kimyâ, biyoloji, astronomi kanûnlarına
bağlı. Hele, insanın yaratılışındaki âhenk ve nizâm! İçimizdeki organların, bir
makinanın parçaları gibi, birlikde çalışması, anlıyanları hayrân bırakmakdadır.
Meşhûr ingiliz kâfiri Darwin bile, (Gözün yapısındaki intizâmı, incelikleri
düşündükce, hayretden tepem atacak gibi oluyor) demiş. Bütün varlıklar,
birbirlerine değişmez kanûnlarla bağlı. Din sâhibleri, bunları yaratan, bilen,
bir hâlık var diyor. Hiçbir dîne inanmıyan kâfirler ise, herşey rastgele,
tesâdüfle var olmuş diyor. Yaratıcı, Peygamberleri ile haber de gönderiyor. (Herşeyi
ben yaratdım. Hepinizin sâhibi benim. Bana inanırsanız, sizi Cennetime
koyacağım. Sayısız ni’metler vereceğim. Sonsuz zevk ve se’âdet içinde
yaşayacaksınız. Peygamberlerime inanmıyanları Cehennemde sonsuz yakacağım)
diyor. Cennet ve Cehennem yok ise, Peygamberlere inanmış olanlar, aldanmış ise,
bunlar hiç zarar görmiyecek. Fekat Peygamberlerin sözleri doğru olduğundan,
bunlara inanmıyanlar ve bunların sözlerini değişdirenler, sonsuz yanacak.
Allahü
teâlânın emrlerine (Farz), yasak etdiği şeylere (Harâm) denir. Peygamberin
emrlerine (Sünnet), yasaklarına (Mekrûh) denir. Bunların dördüne (İslâmiyyet)
denir. Kalbde îmân bulunmasına alâmet, ahkâm-ı islâmiyyeyi beğenmek, kabûl
etmekdir. Bir sünneti bile beğenmiyenin îmânı gider, kâfir olur. Îmânı var iken,
islâmiyyetin bir hükmüne uymıyan kimseye (Fâsık) denir. İslâmiyyete uymamak
(Günâh) olur. Kâfir, Cehennemde sonsuz yanacak, fâsık, günâhı kadar yanacak,
sonra Cennete götürülecekdir. Îmânı olup, islâmiyyete uyan kimseye (Sâlih kul)
denir. Dağda, çölde yaşayıp da, dinden, islâmiyyetden haberi olmıyan kimse,
kâfir ve fâsık olmaz. Kıyâmetde hesâblaşdıkdan sonra, Cennete ve Cehenneme
girmez. Hayvanlar gibi yok edilirler. İlâhî dinler, büyük se’âdete sebeb olan
çok büyük ni’metdirler. Bu ni’metin kıymetini anlamıyanlar, cezâlarını
çekeceklerdir.
Azîz
vatanımızın her yerinde, din adamlarının, hep bu doğru Ehl-i sünnet yolunu
yaymağa, savunmağa çalışdıkları şükrânla görülmekdedir. Ehl-i sünnet âlimlerinin
kitâblarını okumamış veyâ anlıyamamış tek-tük câhilin şaşkınca konuşduğu ve
yazdığı işitiliyor ise de, bunlar, milletin sağlam îmânı ve birbirlerini
kardeşçe sevmeleri karşısında, eriyip gitmekde, sâhibinin cehâletini ve
zevallılığını göstermekden başka te’sîri olmamakdadır.
Müslimânları
parçalayıcı, bozguncu yolda olanlar, Ehl-i sünnet âlimlerine, tesavvuf
büyüklerine “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” leke sürmeğe çalışıyorlar.
Bütün Ehl-i sünnet âlimleri gibi, Ahmed Cevdet Pâşa ve ilm hey’etimiz de,
bunlara gerekli cevâbları vermişler, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem”
Kur’ân-ı kerîmden çıkardığı doğru ma’nâları değişdirilmekden korumuşlardır. Biz,
bu kitâbımızda hak yol ile bâtıl yolu, ayrı ayrı bildiriyoruz. Kıymetli
okuyucularımızın, akl-ı selîmleri ve temiz vicdânları ile, bu kitâbı inceliyerek,
âdil bir hükm vermeleri ve hak üzere, doğru yolu gösteren kitâbımıza sarılıp
birleşmeleri, yalancı, iftirâcı ve sapık olanlardan sakınmaları, böylece, sonsuz
felâkete düşmekden korunmaları için, yüce Allahımıza düâ ederiz.
Kitâbımızın
ba’zı yerlerine sonradan yapılan açıklamalar, köşeli parantez [ ] içine
yazılmışdır. Bu açıklamaların hepsi, mu’teber kitâblardan alınmışdır.
Mîlâdî sene Hicrî şemsî Hicrî kamerî
1996 1374 1416