Geri kalışımızın sebebleri

Sual: Yabancı yazar, müslümanların geri kalışını ictihâda bağlayıp, (Fukahâ, ictihâd kapısının kapatılmasında ve bundan böyle dört mezheble iktifâ edilmesinde ittifak etmiştir. Bunun netîcesinde İslâm düşüncesi duraklamış, hukukta ve diğer İslâmî ilimlerde taklîd ve saplantının yayılmasına sebep olmuştur) diyor. Bu hususta açıklama yapar mısınız?

CEVAP

İctihâd kapısını kimse kapatmamıştır. Ehli olmadığı için kendiliğinden kapanmıştır. Kapalıya kapalı demek, kapatmak değildir. Kapatmaya yetkisi olanın açmaya da yetkisi olur. İctihâd edip etmemekle, geri kalışımızın bir alâkası yoktur. Milyonlarca insan ehil olup olmadığına bakmadan, kitap yazıyor, ictihâd yapıyor. Madem ictihâd yüzünden geri kaldık. Şimdi herkes ictihâd yaptığı hâlde niçin ilerlemiyoruz?

Mason Abduh ve onun Reşit Rıza ve Merâgî gibi çömezleri, mezheplere saldırıp, (mezhepler birleştirilmeli) diyerek mezhepleri kaldırmaya çalışmışlardır. İngiliz câsusu Hempher de aynı yolda hareket ederek Sünnîliği yıktırıp Necdîliği kurdurmuştur. Aynı art niyetli kimseler, (Herkes ictihâd etmeli) diyerek ehli olmıyan kimselerin de ictihâda yeltenmelerine sebep olmuşlardır. Hadîs-i şerîfte, (Her asır, bir öncekinden daha kötü olacaktır) buyuruldu. Bu bakımdan sonraki asırlarda birinci asırdaki gibi büyük âlimler yetişmedi. Yetişmesi de çok zordur. Bu zoru başarabilen az da olsa çıkarsa, buna kimse bir şey demez.

Hicrî 4. asırdan sonra mutlak müctehid olarak meşhur olan görülmedi. Mutlak müctehide ihtiyâç da kalmadı. Çünkü Allahü teâlâ ve onun Resûlü Muhammed aleyhisselâm, kıyâmete kadar, hayat şekillerinde ve fen vâsıtalarında yapılacak değişikliklerin, yeniliklerin hepsine şâmil olan hükümlerin hepsini bildirdi. Müctehidler de, bunların hepsini anlayıp, açıkladı. Sonra gelen âlimler, bu ahkâmın, yeni olaylara nasıl tatbik edileceğini tefsîr ve fıkıh kitaplarında bildirdi. Müceddid denilen bu âlimler kıyâmete kadar mevcuttur.

İctihâd kapısı açık diye herkes destursuz girerse, birbirine zıt gibi görünen hadîs-i şerîfleri görünce ne yapacaktır? Meselâ imâm arkasında Fâtiha’nın okunacağına dâir de, okunmıyacağına dâir de hadîs var. İcâzetsiz bir kimse, bunları okuyunca ya Peygambere sû-i zan edecek, yâhut hadîs âlimine iftirâ edecektir. Ehli olmayanların hüküm çıkarmak niyetiyle hadîs okuması, elbette doğru olmaz. Dünya işlerinde bile işinin ehli olmayan bir kimse, yaptığı şeyi başaramaz. Meselâ, (Ehliyeti olan şoför olmalıdır) demek yanlış mıdır? (Herkes araba kullansın) demek doğru olur mu? (Herkes göz ameliyatı yapmalıdır) demek ne kadar saçmalıktır. (Herkes hadîs kitabı okumalı, hadîsten hüküm çıkarmalı, Kur’ân meâli okuyup ondan hüküm çıkarmalı) demek daha tehlikelidir.

Araba kullanmasını bilmeyen, bir kazâ yapabilir ve canından olabilir. Fakat hadîsi, Kur’ânı anlamayan kimse, bunlarla amel edeceğim derken dîninden olur. Her işi ehline bırakmak kadar tabiî ne olabilir? Biz, (İş ehline verilmeli) diyoruz. O, (hayır herkes hadîs okumalı, herkes meâl okumalı, anladığı gibi amel etmelidir) demek istiyor. Bu, ilme düşmanlıktır. Herkesin âlim olmasını, müctehid olmasını istemek, akla da, ilme de aykırıdır. Müctehid olmanın birçok şartları vardır. Profesör olmak kadar kolay değildir. Bunlardan biri de ilâhî mevhibe’ye sahip olmak ya’nî evliyâ olması da lâzımdır. Fakat her evliyâ da müctehid değildir. İctihâd, ayağa düşürülmemelidir.

Âlimin dindeki yerini bilmiyenler, “Elimizde Kur’ân var iken âlime ne lüzûm var, İslâm âlimlerinin bin yıl önce verdiği fetvâlar bizi bağlamaz” diyorlar. Kur’ân-ı kerîmi herkes kolayca anlasa idi, Peygambere de ihtiyâç kalmazdı. Hadîs-i şerîfler, Kur’ân-ı kerîmin açıklaması mâhiyetindedir. Hakîkî âlimler de, hadîs-i şerîfleri açıklamışlardır. Arapça bilen herkese âlim denmez. Hakîkî âlim, Kur’ân-ı kerîmi, hadîs-i şerîfleri açıklıyan salâhiyetli, yüksek insandır. Sünneti, bid’ati bilir. Hakkı bâtıldan ayırır. Selef-i sâlihîn i’tikâdında, ya’nî Ehl-i sünnet vel-cemâ’at i’tikâdındadır.

Çok ilmi olduğu hâlde, hakkı bâtıldan ayıramıyan, hakîkî âlim değildir. 72 sapık fırkanın önderleri de derin âlim idi, hakkı bâtıldan ayıramadıkları için dalâlete düşmüşlerdir. Meselâ Vâsıl bin Atâ, hocası Hasan-ı Basrî hazretlerine i’tirâz edip, Mu’tezile fırkasını kurdu. İbni Teymiyye’nin de ilmi çok idi. Selef-i sâlihînin sözbirliğinden ayrıldı. Necdî fırkasının kurulmasına sebep oldu. Bugünkü mezhepsizlerin de önderi durumundadır. Şu hâlde, âlim, çok bilen değil, hakkı bâtıldan ayıran Ehl-i sünnet i’tikâdındaki din mütehassısıdır. Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde övülen âlimler böyle kimselerdir. Bunların sözleri senettir. Bunlar peygamberlerin vârisleri, vekîlleridir. İctihâdlarında isâbet etmeseler de yine sevâb alırlar. Bunlara tâbi olanlar da kurtulur.

geri    mezhep    ileri