KEŞF - MÜKÂŞEFE İLE İLGİLİ MESELELER
- Keşf ve mükâşefe ne
demektir?
- Keşf, perdenin açılması ve yükselmesi
suretiyle bazı şeylere muttali' olmak, gizli olan bir takım hususların zahir ve
açık hale gelmesi, gayb olan şeylerin meşhûd olmasıdır. Yani karanlık bir gecede
çakan bir şimşeğin ortalığı aydınlatması gibi, keşf de anî bir aydınlanma ile
bazı örtülü ve karanlık şeyleri ortaya çıkarır. Keşf, genellikle belli riyazat
ve mücahede sonucu bir takım kabiliyet ve melekelerin iyice geliştirilmesi ve
ruhî bazı güçlerin meydana çıkarılmasıdır. Bugün insanlanmızın çoğu, mücahede ve
riyazat sonucu ruhanî lezzetlere, keşf ve kerametlere ermeyi umar. Halbuki
mücahede ve riyazat, vecd ve keşf, asla gaye değil, belki vasıtadır. Halk,
Allah'a yakınlıkta hiçbir anlam ifade etmediği halde keşf ve mükaşefeyi kemal
alameti olarak görür. Halbuki keşf, bir isti'dad işidir.
- Hz. Ali "Görmediğim Allah'a inanmam" diyor. Başkaları da buna benzer şeyler
söylüyorlar. Bu konuda bilgi verir misiniz?
- Hz. Ali
ve diğer İslam büyüklerinden sadır olan bu tür sözler, İmanda ayne'l-yakîn ve
hakka'l-yakîn mertebelerini ve ihsan kıvamını göstermektedir: "Allah'ı
görürmüşçesine kulluk." Bir bakıma "vahdet-i şühûd" da diyebileceğimiz bu makam,
Allah'a îmanın şühûda dönüştüğü makamdır. Burada görmekten kasdedilen illa basar
gözüyle Allah'ın zatını görmek değildir. Bu görme basiretle Allah'ın kudretini,
yüceliğini ve bir oluşunu, sıfat ve isimlerinin tecellîlerini görmektir.
Sıfattan mevsûfa geçip Hakk'ı idrak etmektir.
-
Tasavvufta gizlilik ilkesi ve sırrı ifşa mes'elesi nedir? İslam'da herşey açık
ve net değil midir? İslam muammalar dini olmadığı halde tasavvuftaki bu
bilinmezler neyin nesidir? Ayet-i kerime ve hadîs-i şeriflerle îzah eder
misiniz?
- Tasavvufta Allah'ın velî kullarına
bahşettiği; şahıslarına münhasır bilgileri gizlemeleri esası vardır. Nitekim ilk
sûfî müfessir ve müelliflerden sayılan Kuşeyrî bu konuda şunları söylemektedir:
"Alimler ilmi yaymak borcundadırlar. Velîler ise sırları gizlemek durumundadır.
Eğer bilginler ilmin delillerini gizleyecek olurlarsa kendilerine cehennem
ateşinden yular takılır. Veliler ise kendilerine verilen sırları ifşa edecek
olurlarsa bu sırlar kendilerinden alınır. (bk.
Letaifu'l-işarat, I, 160)
İslam'ın ahkam boyutunda, günlük hayat ve sistem planında getirdiği bütün
ilkeler net ve açıktır. Ancak bu ilkelerin özellikle gönül aleminde yorumlanması
ve Hakk'ın tecellîlerinin algılanması herkes için farklıdır. Herkesin
görmediğini görebilecek bir göz, herkesten farklı şeyler duyabilecek bir kulak,
elbette başkaları tarafından yadırganacaktır. Bu durumda farklı şeyler duyan bir
kimsenin bunu duymayanların yanında ifşa etmemesi kendisi için daha sağlıklı bir
yoldur.
Bu konuyu şöyle bir örnekle açıklayalım. Bugün
radyo ve televizyon aracılığı ile atmosferdeki radyo-aktif dalgalarının
yansıttığı ses ve görüntüleri algılayabiliyoruz. Radyo ve televizyonun icad
olmadığı bir zamanda havanın içinde bu dalgalar yok muydu? Elbette vardı. Ama
onları alacak cihazlar yoktu. Bu cihazın olmadığı zamanlarda bu sesleri
duyabilecek bir kulağa sahip birisi bunlardan haber verse, insanlar kendisine
karşı çıkarak "bu adam deli" diyebilirdi. Çünkü insanlar için ölçü kendileridir.
İnsanın ibadet ve taat sonucu hissettiği bir takım hazlarla, gördüğü bir takım
vakıalar ancak kendini ilgilendiren ve bağlayan şeylerdir. Nitekim müfessir
Âlûsî: "Hayır, o (Kur' an) kendilerine ilim verilenlerin sînelerinde (yer
eden) apaçık ayetlerdir." (el-Ankebüt, 29/49)ayetini velîlerin ve
sofilerin gönlüne doğan bir takım sırları gizleme konusunda delil olarak
göstermekte ve bu tür hakikatların rabbani alimlerden başkasına açıklanmaması
gerektiğini belirtmektedir.(bk. Rûhu'l-Meanî,
XXI, 16) Ayrıca herkese anlayabileceği dilden
konuşmak esastır. Nitekim hadiste: "İnsanlara anlayabilecekleri biçimde
konuşun. İyi anlatılamadığı için Allah ve Rasulu'nün sözlerinin yalanlanmasını
ister misiniz?" (Buhari, İlim,
49)