KABİR ve TEFEKKÜR-İ MEVT İLE İLGİLİ MESELELER
- Tasavvufta kabir
ziyaretlerine bilhassa yaşadığı asırda şöhret bulmuş ilim adamları ile sûfilerin
kabirlerinin ziyaretlerine çok önem verilmektedir. Hadislerde ise: "Sizden
öncekiler kabirleri mescid ediniyordu. Sakın ha siz kabirleri mescid edinmeyin!
Sizi bundan sakındırıyorum!" (Muvatta',
Kasru's-salat fı's-sefer, 85); "Allah
yahûdî ve hristiyanlara lanet etsin, onlar peygamberlerinin mezarlarını mescid
edindiler." (Buhari, Salat, 48, Cenaiz
162, Enbiya 50; Ebu Davûd, Cenaiz 72; Nesaî, Mesacid, 13) buyrulur. Bu konuda neler
söylersiniz?
- Tasavvuf ricalinin, ulema ve meşayihın
kabirlerini ziyaretlerine büyük önem verdiği doğrudur. Allah Rasûlü'nün,
kabirlerin mabed edinilmemesi konusundaki emirleri ortadadır. Bunların arasını
nasıl telif ederiz? Şimdi bir kerre sizin de zikrettiğiniz hadislerde Allah
Rasûlü'nün hedefi açıktır: Kabirleri mabed, ölüleri de mabud edinmemek. Allah
Rasûlü aynı endişe ile kabir ziyaretini de yasaklamış, daha sonra bu endişenin
zail olmasını müteakip tekrar izin vermişti. Bu duruma göre, kabirlerin mabed
edinilmesi gibi bir tehlike söz konusu ise o zaman ziyaretin bile yasaklanması
gerekir. Ama böyle bir tehlikenin sözkonusu olmadığı zaman ve mekanlarda sırf
ölümden ibret almak, ölüm ötesine hazırlanmak ve şefaati umulan, hakkında hüsn-i
zan beslenilen bir büyük zatın kabrinin Allah rızası için ziyaret etmek şer'î
bakımdan mahzurlu olmasa gerektir. Nitekim herşeye rağmen türbe içinde ve mezar
üstünda namaz kılmak caiz görülmemiştir. Daha önce bir başka vesîle ile
zikrettiğimiz gibi, bugün dînî konulara ilginin bilginin önüne geçmesinden
kaynaklanan cehalet, bir takım yanlışlıklara sebebiyet vermektedir. Yoksa kabir
ve türbeleri başında üç İhlas, bir Fatiha okuyarak ziyaret etmenin ne zararı
olabilir? Kaldı ki bu tür ziyaretlerde insanın hayal dünyası kişiyi alıp zaman
tünelinden ziyaret edilen şahsın dönemine götürmekte ve böylece bir süre de olsa
insan dünya kaygılarını unutup güzel insanların huzurlu dünyasını hayalinde
canlandırmaktadır. Konunun bu boyutlarını da düşünmek gerekir. Tek veçheden
bakıldığında isabetli karar vermek zordur.
- Rabıta-i
mevt veya tefekkür-i mevt denilen "ölümü düşünme" konusunun tasavvuftaki yeri
nedir? Açıklar mısınız?
- Tasavvufta "tefekkür-i mevt"
olarak, bazan da rabıta-i mevt olarak anılan "ölümü hatırlayıp düşünme" olayının
çok önemi vardır. Hz. Peygamber: "Dünyevî zevkleri kıran ve tûl-i emeli
unutturan ölümü çokça hatırlayınız." (Tirmizî, Zühd, 4; Nesaî, Cenaiz, 3; İbn Mace, Zühd, 31) buyurur. Bir defasında da "kendisine zekî müminin kim
olduğu" sorulmuştu da şu karşılığı vermişti: "Ölümü çokça hatırlayan ve
ölümden sonrasına iyi hazırlanandır." (İbnMace, Zühd, 31) Benzeri hadislerin
ışığında mutasavvıflar "Ölmeden evvel ölmek" (bk. Keşfu'l-hafa, II, 291, hadis: 2669)
şeklinde bir anlayış geliştirerek her nefesi son nefes bilip ölüme her an hazır
olmanın yollarını aramışlardır. Tefekkür-i mevt bir bakıma her nefesi son nefes
bilmektir. Tefekkür-i mevt "Hesaba çekilmeden evvel kendinizi hesaba
çekiniz." (Tirmizî, Kıyame, 25)
hadisinin ışığında insanın amellerini tartması,
ölümü hatırlayarak nasıl hesap vereceğini düşünmesidir. Kalplerdeki dünya
sevgisini, kafalardaki masiva ilgisini azaltmasıdır. Bedenin rûha verdiği
bulanıklığı atmasıdır. İnsanı her an dünyaya esir etmeye çalışan şeytanın: "Ne
yiyeceksin? Ne giyeceksin? Nerede barınacaksın?" şeklindeki şaşırtıcı
sorularına: "Ölüm yiyeceğim, kefen giyeceğim, kabri mesken tutup orada
barınacağım." şeklinde radikal cevaplar vermesidir. İnsana en yakın olan şey,
ölümdür. Çünkü herkes ölecek yaştadır.