TEBLİĞ YÖNTEMLERİ

Tebliğe Uygun Kişiyi Teşhis Edebilmek
Kişi Hakkında Kanaat Oluşana Dek Tebliğ Yapmayı Sürdürmek
Kişinin Tepkilerini, Samimiyetini İncelemek
Kişinin İmanı Güçlenmeden, İbadete Dair Teklifler Yapmamak
Müminlerin Güç ve İhtişamını Hissettirmek
Anlatılanlar Hakkında Düşündüklerini Sormak
Kişinin Karakterine En Uygun ve En Etkili Anlatım Metodunu Kullanmak
Kişiyi Düşünmeye Sevk Etmek
Atalarının Dininin Etkisinden Kurtarmak
Cahiliye Hayatını Tarif Etmek ve Etkilerini Yok Etmek
Konuşmalarda Yönlendirici Olmak
Kişiyi Yanlış Davranışlardan Alıkoyucu Üslup Kullanmak
Dolaylı Anlatım Yapmak
Vicdanını Kullanmaya, Duyarlı Olmaya Yönlendirmek
Hür Düşünmesini Sağlamak
Baskıcı, Zorlayıcı Davranmamak
Anlatılanlara Kayıtsız Kalmamasını Sağlamak
Yıkıma Uğrayan Önceki Toplumları Anlatmak
Ölümü Hatırlatmak
İnsanın Acizliğini Anlatmak

Tebliğde nelerin anlatıldığı kadar, bunların nasıl anlatıldığı da önemlidir. Tebliğ yapan kişinin görevi, sadece imani konuları anlatmak ve karşısındakine "iman et" demekten ibaret değildir. Tüm bunların yanında, karşı tarafı en çok hangi üslubun, hangi anlatım tarzının etkileyeceğini hesap etmeli, konuşurken sürekli karşı tarafın verdiği tepkileri dikkatle izleyerek, onun anlayıp anlamadığını kontrol etmeli, eğer bir eksiklik varsa buna göre daha yeni bir yöntem belirlemelidir.

Cahiliye toplumlarında, insanlar birbirlerine yalnızca menfaat karşılığında iyi davranırlar. Bir insanın bir diğerine ilgi göstermesinin ardında, mutlaka bir menfaat beklentisi vardır. Bu durum cahiliye toplumunun çoğu üyesi tarafından da bilinir.

Bu kişiler, bu yerleşik durumun doğal bir sonucu olarak, kendilerine ilgi gösteren herkes hakkında, "acaba ne gibi bir menfaat gözetiyor" şeklinde düşünürler. Eğer birisi oturup kendilerine yeni bir "dünya görüşü" aktarsa, yine bu bakış açıları değişmez. Hep, "bana bunu anlatmakla ne gibi bir çıkar gözetiyor" sorusu akıllarının bir köşesinde durur.
Oysa müminin tebliğ yapmak, yani Allah'ın dinini duyurup yaymaktaki tek amacı, Allah'ın kendisine farz kıldığı bir ibadeti yerine getirmektir. Bu hareketi ile sadece Allah'ı razı edebilmeyi, O'nun merhamet ve şefkatine mazhar olabilmeyi hedeflemektedir. Bu nedenle de konuştuğu kişiden hiçbir menfaat beklentisi olmaz. Konuştuğu kişi dini kabul ettiği zaman, ondan kendisi için bir şey yapmasını isteyecek değildir. Çünkü anlattıkları kendi şahsi fikirleri değil, kainatı yoktan var eden Allah'ın dinidir.
Ancak cahiliye toplumundaki insanlar, bu durumdan habersizdirler. Karşılaştıkları insanın bir mümin olduğunun çoğu kez farkında değildirler. Farkında olsalar dahi, müminin menfaat beklememe gibi bir özelliği olduğunu bilemezler. Bu yüzden, bir mümin tebliğ maksadı ile kendilerine yaklaşıp, Allah'ın dinini anlatmaya başladığında, büyük olasılıkla "bu kişi bana bunları anlatmakla ne hedefliyor, benden ne gibi bir menfaat umuyor" gibi düşüncelere kapılacaklardır.
Bu yüzden karşı tarafın kafasındaki benzer şüpheleri gidermek, tebliğdeki en öncelikli konulardan biridir. Konuşulan kişiye, ortada hiçbir menfaat ilişkisinin olmadığı, tebliğdeki yegane maksadın Allah'ın rızası olduğu anlatılmalıdır.
Nitekim Resuller Allah'ın dinini insanlara tebliğ ederken bu şekilde bir yöntem izlemişlerdir. Kuran'da peygamberlerin kavimlerine hitaplarına baktığımızda, öncelikli olarak güvenilirliklerini vurguladıklarını görebiliriz. Örneğin, Ad kavmine gönderilen Hz. Hud, şöyle demiştir:
...Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, sizin O'ndan başka İlahınız yoktur. Siz yalan olarak (tanrılar) düzenlerden başkası değilsiniz. Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz? (Hud Suresi, 50-51)
Hz. Nuh ise, kendisine "…Biz sizi yalancılar sanıyoruz..." (Hud Suresi, 27) diyen kavmine karşı şöyle seslenmiştir:
Dedi ki: "Ey Kavmim, görüşünüz nedir söyleyin? Eğer ben Rabbimden apaçık bir belge üzerinde isem ve Rabbim bana Kendi katından bir rahmet vermiş de (bu,) sizin gözlerinizden saklı tutulmuşsa? Siz bunu istemiyorken biz sizi buna zorlayacak mıyız? Ey Kavmim, ben sizden buna karşılık bir mal istemiyorum. Benim ecrim, yalnızca Allah'a aittir..." (Hud Suresi, 28-29)
Kendisine tebliğ yapılan kişinin tedirginliği, söz konusu menfaat kuşkusundan daha farklı biçimlerde de gerçekleşebilir. Cahiliye toplumunda "zararlı" ve "tehlikeli" insanlarla karşılaşmaya, bunlara karşı mesafeli ve temkinli davranmaya alışmıştır. Bu nedenle, bu refleksin bir sonucu olarak belki müminlerden de çekinebilir. Kendisine zarar verecek insanlarla karşılaştığı gibi yersiz ve saçma bir kuruntuya kapılabilir. Özellikle de, müminlerin inkarcıların önde gelenlerine karşı yürüttükleri fikri mücadeleden rahatsızlık duyup, savunma psikolojisine kapılabilir.
Bu durumda karşı tarafa güvenilirliğin vurgulanması ve sahip olduğu muhtemel ya da görünür korkuların tek tek aşılması gerekmektedir. Eğer kendisine dinin anlatıldığı kişi, müminlerin inkarcıların önde gelenlerine karşı yürüttükleri fikri mücadeleden tedirginlik duymuşsa, öncelikli olarak, bu fikri mücadelenin Kuran ayetlerine dayalı olan mantığı en iyi şekilde açıklanmalıdır. Müminlerin yalnızca Allah'ın dinine düşmanlık gösteren, Kuran ayetlerine karşı mücadele yürüten ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaran kişilere karşı fikri bir mücadele yürüttükleri ve tüm insanlara karşı adalet, hoşgörü ve saygı çerçevesi içinde dostça yaklaştıkları anlatılmalıdır.
Tebliğ yapılan kişi, inkarcıların önde gelenlerinin iman edenler aleyhinde ürettikleri çirkin iftiralardan da etkilenmiş olabilir. Eğer bundan kaynaklanan bir tedirginlik taşıdığı gözlemlenirse, aynı şekilde bu iftiraların da içyüzü kendisine izah edilmeli, gerçeklerle hiçbir ilgisi olmadığı samimiyetle anlatılmalıdır. Kuran'da tarih boyunca tüm elçilere ve salih müminlere atılan iftiralarla ilgili ayetler delil olarak gösterilerek, bu karalamaların gerçekte birer "mümin alameti" olduğu tarif edilmelidir.
Ancak unutulmamalıdır ki, sözle yapılacak olan tüm bu açıklamaları etkili kılacak olan asıl faktör, müminin "hali"dir. Güven vermek, herşeyden önce tavırlarla, bakışlarla, mimiklerle, jestlerle, daha da doğrusu, tüm bu dış etkileri ortaya çıkaran ruh hali ile mümkün olur. Mümin, Allah'ın dinini yaşamadaki kararlılığı, ihlası, samimiyeti ve güçlü imanı oranında karşı tarafı etkileyebilir. Kesin bir kararlılığa, asla sarsılmayacak sebat ve azme sahip olduğu sürece, karşı tarafın ısrarlı şüpheleri ya da dinden uzak kimselerin attığı büyük iftiralar, onda hiçbir olumsuz etki meydana getirmez. Böyle olunca da, güvenilirlik onun karakterinin sağlam bir parçası haline gelir ve tüm tavırlarına yansır.
Bu durum, en açık olarak Allah'ın dinini anlatmakla görevlendirdiği elçilerinde gözükmektedir. Örneğin Hz. Yusuf, zina iftirasıyla suçlanarak haksız yere zindana atılmasına karşın, Allah'a olan teslimiyetinden ve dolayısıyla vakar ve asaletinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Onun bu vasfı da zindandaki diğer mahkumlar tarafından hemen fark edilmiştir. Kuran'da Allah'ın bildirdiğine göre, zindana atıldıktan sonra kendisine iki kişi yaklaşmış, ona gördükleri rüyaları anlatmış ve bunların yorumunu sormuşlardır. Zina gibi bir suçla suçlanarak zindana girmiş olan Hz. Yusuf'ta böyle bir "hikmet" olduğunu hissetmelerinin en önemli sebeplerinden biri ise, Hz. Yusuf'un hal ve tavrındaki güvenilirliktir. Rüyalarının yorumunu sorarken şöyle derler: "...Bunun yorumundan bize haber ver. Doğrusu biz seni, iyilik yapanlardan görmekteyiz." (Yusuf Suresi, 36)
Hz.Yusuf'un ahlakında da görüldüğü gibi iman edenlerin böylesine vakarlı ve güvenilir bir karaktere sahip olmasındaki en büyük etkenlerden biri, tebliği yalnızca bir ibadet olarak görmeleri ve karşı tarafı inandırmak gibi bir sorumluluğa sahip olmadıklarını bilmeleridir. Çünkü bir insanın iman edip etmemesi, "Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar..." (Enam Suresi, 125) ayetinin sırrıyla ancak Allah'ın dilemesiyle olur. Ve "...şüphesiz, insanların çoğu fasıklardır" (Maide Suresi, 49) hükmüne göre de, insanların önemli bir bölümünün iman etmemesi son derece doğaldır. Bu durumda, tebliğ yaptığı bir insanın iman etmemesi, mümini hiçbir şekilde etkilememelidir.
Cahiliye toplumunun baştan beri saydığımız içgüdü ve reflekslerinden kaynaklanan engeller aşılıp da, kendisine tebliğ yapılan kişi karşısındaki mümine saygı ve güven besler hale gelirse, artık Allah'ın Kuran'da bildirdiği gerçekler anlatılmaya geçilebilir. Çünkü tüm bu güven kazandırıcı hazırlıklar, karşı tarafı dini anlamaya açık hale getirmek içindir.
1. Tebliğe Uygun Kişiyi Teşhis Edebilmek
Tebliğ yapan bir kişinin öncelikle bilmesi gereken şey her tebliğ yaptığı kişinin ilk anda iman etmeyebileceğidir. İnsanlar gerek o ana kadar aldıkları eğitim, gerekse çevrelerinin etkisi nedeniyle kendilerine yapılan bu tebliğe olumsuz tepki verebilir, hatta dinlemeyi dahi reddedebilirler. Her insanın duyduğu anda iman etmeyebilir. Bu nedenle de tebliğ yaparken ilk yapılması gereken şey fıtraten dine eğilimi olan ve vicdanlı kişileri seçmektir. Buna karşın, her türlü tavrı ile dine muhalif olan ve kendini beğenmiş, kibirli tavırlar sergileyen bir kimseye tebliğ yapmaya çalışmanın bir önceliği yoktur. Allah, Kuran'da şöyle buyurur:
Çünkü gerçekten sen, ölülere (söz) dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da çağrıyı işittiremezsin. Ve sen körleri düştükleri sapıklıktan çekip hidayete erdirici değilsin; sen ancak, ayetlerimize iman edenlere (söz) dinletebilirsin, işte Müslüman olanlar bunlardır. (Neml Suresi, 80-81)
Bir başka surede yine iman edecek ve etmeyecek olanlar arasındaki farkı Allah şöyle bildirir:
Andolsun, onların çoğu üzerine o söz hak olmuştur; artık inanmazlar. Gerçekten Biz onların boyunlarına, çenelere kadar (dayanan) halkalar geçirdik; bu yüzden başları yukarı kalkıktır. Biz önlerinde bir sed, arkalarında bir sed çektik. Böylelikle onları örtüverdik, artık görmezler. Kendilerini uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir; inanmazlar. Sen ancak, zikre (Kur'an'a) uyan ve gayb ile Rahman olan (Allah')a (karşı) içi titreyerek korku duyan kimseyi uyarırsın. İşte böylesini, bir bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdele. (Yasin Suresi, 7-11)
Mümin, tebliğ yapmaya karar verirken, bu kıstaslara göre düşünmek durumundadır. Eğer muhatap olduğu kişide herhangi bir vicdan ya da samimiyet işareti görmüyorsa, tebliğde ısrar etmek zaman kaybı olacaktır. Çünkü birçok ayette vurgulandığı gibi, insanların çoğu iman etmezler. Müminin görevi, bu çoğunluğun arasında yaşayan, ancak kalbi imana yatkın olan nadide kişileri bulup, onları iman etmeye davet etmektir.
2. Kişi Hakkında Kanaat Oluşana Dek Tebliğ Yapmayı Sürdürmek
Bir önceki maddede anlattığımız kıstasa rağmen, bir insanın imana yatkın olduğu sanılabilir, bunun üzerine tebliğe başlanabilir. Ancak tebliğ yaparken kişinin tepkilerinden, yorumlarından, verdiği karşılıklarından dine bakış açısı hemen anlaşılabilir. O nedenle, eğer bu kişinin samimiyeti hakkında bir işaret yoksa, tebliği kişi hakkında bir kanaat oluşana kadar sürdürmek gerekir. Bu noktada, eğer konuşulan kişinin dine eğilimi olmadığı anlaşılırsa, müminler değerli zamanlarını daha yararlı işlere ve yeni tebliğ faaliyetlerine harcamak üzere tebliğ yapılan kişiden ayrılırlar.
Bu noktada unutulmamalıdır ki, müminin başarısı tebliğ yapılan kişinin iman etmesi ya da etmemesiyle ölçülemez. Müminin görevi sadece dini tebliğ etmektir, hidayeti vermek ise sadece Allah'a mahsustur. Müminin başarısı ancak tebliğ faaliyetini tam anlamıyla, Allah'ın istediği gibi yerine getirmesiyle ölçülebilir. Tebliği gerektiği yerde kesip, daha yararlı bir işe yönelmek ise, yine Allah'ın rızasına uygun bir harekettir. Mümin, imana karşı direnen kişiden, Hz. Hud'un kavmine söylediği aşağıdaki söz gibi bir tavırla yüz çevirmelidir:
Buna rağmen yüz çevirirseniz, artık size kendisiyle gönderildiğim şeyi tebliğ ettim. Rabbim de sizden başka bir kavmi yerinize geçirir. Siz O'na hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Doğrusu benim Rabbim, herşeyi gözetleyip-koruyandır. (Hud Suresi, 57)
3. Kişinin Tepkilerini, Samimiyetini İncelemek
Tebliğ yapan mümin, konuştuğu kişiyi sık sık inceleyip tartmalı, karşısındakinin anlatılanlara verdiği tepkileri dikkatle incelemelidir. Kişinin anlayış durumuna göre bazen konuyu, üslubunu ya da anlatım yoğunluğunu değiştirmesi, veya onun ruh haline, anlama kapasitesine göre belli bir düzenleme yapması gerekecektir. Ancak bu şekilde tebliğde bir manevra imkanı sağlanabilir ve tebliğ yapılan kişiye faydalı, en uygun tavır belirlenmiş olur. Bu yolla kişinin samimiyeti de ölçülür. Eğer dini öğrenme eğilimi varsa konuşulur, fakat menfaat elde etme gibi farklı bir düşüncesi varsa ya da samimiyetsiz olduğuna kanaat getirilmişse anlatmakla vakit kaybedilmez.
Bir konu anlattıktan ya da bir bilgi verdikten sonra karşı tarafın tepkisini gözlemlemek ve bir sonraki anlatılacak konuyu da ona göre belirlemek, Kuran'da Hz. Süleyman'ın kullandığı bir yöntem olarak bildirilir. Hz. Süleyman, ordusundaki elemanlardan biri Hüdhüd'ün aracılığı ile Sebe Melikesi'ne bir mektup yollarken Hüdhüd'e bir emri verir. Bu emri Allah ayetinde şöyle bildirmektedir:
Bu mektubumla git, onu kendilerine bırak sonra onlardan (biraz) uzaklaş, böylelikle bir bakıver, neye başvuracaklar? (Neml Suresi, 28)
4. Kişinin İmanı Güçlenmeden, İbadete Dair Teklifler Yapmamak
Dini yeni tanıyacak insanların öncelikli olarak, Allah'a ve ahiret gününe iman etmesinin sağlanması gerekir. Çünkü dinin gereklerini yapması için, sözkonusu kişinin bunların mantığını kavraması, ibadetleri şuurlu ve istekli olarak yapması gerekir. Bu şekilde olmazsa, taklidi bir şekilde, ne yaptığının farkında olmadan yapabilir veya mantığını bilmediği için yapmak istemeyebilir. Bu nedenle kişiyi dinin ibadetlerini uygulamak isteyeceği, anlayacağı imani seviyeye getirmek önceliklidir. Bu zaman süreci içerisinde o sorana kadar veya uygulayabileceği kanaati oluşana dek, ibadete yönelik teklifler getirilmeyebilir. Zaten Allah'a samimi bir kalple iman eden ve ahiret gününe inanan bir insan da zaman içinde, Kuran'da bildirilen ibadetleri yerine getirmeyi kendiliğinden isteyecektir.
5. Müminlerin Güç ve İhtişamını Hissettirmek
Cahiliye toplumunda, dinin yalnızca fakir insanlara hitap ettiği yönünde yaygın bir batıl inanç vardır. Bu kuşkusuz bir safsatadır, çünkü İslam, tüm insanları aynı yola, Rabbimiz olan Allah'ın yoluna davet etmektedir. Ancak cahiliyedeki bu yanlış inancın yıkılması için, kimi zaman "fiili" örneklere ihtiyaç vardır. Dünyanın en çarpıcı nimetlerine ulaşmışken, büyük bir ihtişam ve güce sahipken, ihlaslı bir biçimde İslam'ı yaşayan ve söz konusu imkanlarını da din yolunda kullanan Müslümanlar, cahiliyenin ön yargılarının kırılması için en iyi örneği oluşturacaklardır.
Dahası, bazı insanlarda güce, zenginliğe ve ihtişama karşı hayranlık besleme eğilimi vardır. Bu kişilerin güzel ahlaklı, samimi, ancak maddi yönden güçlü olmayan Müslümanlardan uzak durup, sırf zengin oldukları için basit ve ahlaksız insanlara rağbet etmelerinin, onlara özenip onlar gibi olmaya çalışmalarının nedeni budur. Kuran'da Hz. Süleyman'ın güç ve ihtişamını ve bunları tebliğde kullanılışı vurgulanır. Allah ayette Hz. Süleyman'ın mülkünden etkilenen Sebe Melikesi'nin teslim oluşu şöyle anlatılır:
Ona: "Köşke gir" denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman:) Dedi ki: "Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk-zemindir." Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman'la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum." (Neml Suresi, 44)
Hz. Süleyman'ın yaptığı gibi, Allah'ın verdiği nimetlerin, Allah'ın dinini tanıtmada bir etki aracı olarak kullanılması da bir ibadettir. Hz. Süleyman yaptırdığı birçok sanat eserini bu amaç için kullanmıştır. Diğer müminler de, sahip oldukları güç ve ihtişamı, dinin tanıtılması yolunda önemli bir etki aracı olarak kullanabilirler.
6. Anlatılanlar Hakkında Düşündüklerini Sormak
Hiçbir zaman unutulmamalıdır ki, tebliğ yalnızca bir "anlatma" işi değildir. Karşı tarafın fikirlerinin öğrenilmesi, sorularına cevap verilmesi, aklına takılan konuların delillerle ortadan kaldırılması gerekir. Bu nedenle, anlatım sırasında sık sık karşı tarafın fikri sorulmalı, ikna olup olmadığı noktalar belirlenmeli ve ona göre yeni bir konuya ya da üsluba geçilmelidir.
Kuran'da Resullerin kullandıkları yöntemlere baktığımızda da, soru yoluyla muhatap oldukları kavmin düşüncesini öğrendiklerini görürüz. Kavmine "Ey kavmim görüşünüz nedir söyler misiniz?..." (Hud Suresi, 88) diye soran Hz. Şuayb bunun bir örneğidir. Hz. İbrahim ise ard arda gelen sorularla kavmine tebliğ yapar:
Andolsun, bundan önce İbrahim'e rüşdünü vermiştik ve Biz onu (doğruyu seçme yeteneğinde olduğunu) bilenlerdik. Hani babasına ve kavmine demişti ki: "Sizin, karşılarında bel büküp eğilmekte olduğunuz bu temsili heykeller nedir? "Biz atalarımızı bunlara tapıyor bulduk" dediler. Dedi ki: "Andolsun, siz ve atalarınız apaçık bir sapıklık içindesiniz." 'Sen bize gerçeği mi getirdin, yoksa (bizimle) oyun oynayanlardan mısın?" "Hayır" dedi. "Sizin Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir, onları Kendisi yaratmıştır ve ben de buna şehadet edenlerdenim." "Andolsun Allah'a, sizler arkanızı dönüp gittikten sonra, ben sizin putlarınıza muhakkak bir tuzak kuracağım." Böylece o, yalnızca büyükleri hariç olmak üzere onları paramparça etti; belki ona başvururlar diye. "Bizim ilahlarımıza bunu kim yaptı? Şüphesiz o, zalimlerden biridir" dediler. "Kendisine İbrahim denilen bir gencin bunları diline doladığını işittik" dediler. Dediler ki: "Öyleyse, onu insanların gözü önüne getirin ki ona (nasıl bir ceza vereceğimize) şahid olsunlar." Dediler ki: "Ey İbrahim, bunu ilahlarımıza sen mi yaptın?" "Hayır" dedi. "Bu yapmıştır, bu onların büyükleridir; eğer konuşabiliyorsa, siz onlara soruverin." Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da; "Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz (biziz)" dediler. Sonra, yine tepeleri üstüne ters döndüler: "Andolsun, bunların konuşamayacaklarını sen de bilmektesin." Dedi ki: "O halde, Allah'ı bırakıp da sizlere yararı olmayan ve zararı dokunmayan şeylere mi tapıyorsunuz?" "Yuh size ve Allah'tan başka taptıklarınıza. Siz yine de akıllanmayacak mısınız?" (Enbiya Suresi, 51-67)
Tebliğ yapan mümin, anlattıklarının etkisini ölçmek, ne yönde anlatıma ağırlık vereceğini tesbit etmek ve konuştuğu kişinin düşünce seyrini takip etmek için ara ara sorular sormalıdır. Karşısındakinin ilerleme kaydedip kaydetmediğini ölçmeli, anlatılanlar hakkında ne düşündüğünü öğrenmelidir. Bunu yaparak kişinin hem samimiyetini ölçmüş , hem de neyi nasıl anlatacağını tayin etmiş olur.
7. Kişinin Karakterine En Uygun ve En Etkili Anlatım Metodunu Kullanmak
Tebliğde etkileyicilik, anlatılanların doğruluğunun yanında, anlatım çarpıcılığı ile de gerçekleşmektedir.
Anlatılmak istenen şeyin üzerinde önemle durup, konunun etkili örneklerle, tam kişinin ihtiyacını karşılayacak şekilde anlatılması bunun bir şeklidir. Bununla beraber, herkesin farklı karakteri ve değişik ihtiyaçları olacağından herkese aynı tarz konuşma üslubu ve hitap tarzı kullanılmaz. Bu nedenle farklı kişilere farklı üsluplar kullanılabileceği gibi aynı kişiye farklı anlatım metodları uygulamak da etkili olacaktır. Örneğin, gerektiğinde bir konuyu uzun uzun detaylarıyla anlatmak yararlı olabilir; bazen de ara ara konu açıp kısa ve vurucu anlatımlar yapılabilir. Bu metodlar, karşıdaki kişinin algılama durumu, ruh hali ve hangi şekilde daha çok etkileneceği tespit edilerek yapılır.
8. Kişiyi Düşünmeye Sevk Etmek
Soru sormanın amacı karşı tarafın fikrini öğrenmek olduğu gibi, onu belli bir konu üzerinde düşünmeye yöneltmek de olabilir. Bu ikincisi tebliğ yaparken son derece etkili bir yöntemdir.
Cahiliye toplumunun en önde gelen özelliği, Kuran'da kast edildiği şekilde düşünmeyi bilmemeleridir. Bu kişiler hayatın gerçek anlamı hakkında düşünmezler, sadece kazanacakları parayı ya da yapacakları gösterişi düşünürler. Elbette ki bir insanın bu konular üzerinde düşünmesi de gerekir ancak burada yanlış olan söz konusu kişilerin hayatlarının sadece bu gibi dünyevi konulardan ibaret olmasıdır. Bu kişiler, evrenin nasıl var olduğu, sahip oldukları bedenin kimin tarafından yaratıldığı, ölümle birlikte insanın nereye gittiği gibi temel imani konular hakkında gereği gibi düşünmezler. Düşünceleri genellikle kişisel çıkarları üzerine kuruludur.
İşte bu nedenle tebliğ yapılan kişiyi mutlaka düşünmeye sevk etmek gerekir. Hem içinde yaşadığı sistemin çarpıklığını görmesi, hem de temel imani konuları kavraması için hayati derecede önemlidir bu. Düşünmek insanın kendi kendine bazı sorular sormasına, eksikleri fark etmesine ve içinde bulunduğu durumdan sıkıntı duymasına neden olacaktır. Bunun sonucu ise doğruyu ve gerçeği aramak olacaktır. Nitekim Allah Kuran'da insanları düşünmeye sevk eder ve sorularla neler üzerinde düşünmeleri gerektiğini hatırlatır. Örneğin bir ayette Allah şöyle buyurmaktadır:
De ki: "Düşündünüz mü hiç; eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alıverir ve kalplerinizi mühürlerse, onları size Allah'tan başka getirebilecek ilah kimdir?" Bak, Biz nasıl ayetleri 'çeşitli biçimlerde açıklıyoruz da' sonra onlar (yine) sırt çevirip-engelliyorlar? (Enam Suresi, 46)
Başka ayetlerde de yine düşündürmeye yönelik sorular vardır:
De ki: "Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir? Onlar: "Allah" diyeceklerdir. Öyleyse de ki: "Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız? İşte bu, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Öyleyse haktan sonra sapıklıktan başka ne var? Peki, nasıl hâlâ çevriliyorsunuz? (Yunus Suresi, 31-32)
Hz. İbrahim de kavminin sapıklığını onları düşündürtmek suretiyle kendilerine buldurturttuğunu Allah şöyle haber verir:
Onlara İbrahim'in haberini de aktar-oku: Hani, babasına ve kavmine: "Siz neye kulluk ediyorsunuz?" demişti. Demişlerdi ki: "Putlara tapıyoruz, bunun için sürekli onların önünde bel büküp eğiliyoruz." Dedi ki: "Peki, dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı? Ya da size bir yararları veya zararları dokunuyor mu?", "Hayır" dediler. "Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk." (Şuara Suresi, 69-74)
İnanmak kişinin özgür iradesi ve isteğine bırakılacağından, mühim olan onu gerçekler üzerinde düşünmeye sevk etmektir. Doğruyu görebilmek için insanın önce konu üzerinde düşünmesi gerekir. Bu nedenle mümin, tebliğ yaptığı kişiyi düşünmeye sevkedici tarzda konuşmalar yapmalıdır.
9. Atalarının Dininin Etkisinden Kurtarmak
İnsanlarda, içinde yaşadıkları toplumun yüzyıllar içinde meydana getirdiği geleneğe uymaya, atalarından kalan örfü sürdürmeye yönelik bir eğilim vardır. Eğer bu gelenek ve örf, Kuran'a uygunsa, bunların yaşanmasında bir sakınca yoktur elbette. Fakat Kuran'da bildirilen gerçeklere ters, Peygamber Efendimizin sünnetine ve İslam örfüne aykırı yönleri varsa -ki çoğu zaman böyledir- Allah bunları yaşamayı yasaklar. Çünkü Müslümanın yol göstericisi, Allah'ın indirdiği Kitap'tır, Peygamber(sav)'in sünnetidir. Müslümanın yol göstericileriyle çeliştikleri takdirde, ne atalarının ne de başka kişilerin ortaya koydukları gelenek ve kurallar onun için hiçbir anlam ifade etmez. Aşağıdaki ayette Allah konuyu açıkça şöyle hükme bağlar:
Onlara; "Allah'ın indirdiklerine uyun" denildiğinde, derler ki; "Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız." Şayet şeytan, onları çılgınca yanan ateşin azabına çağırmışsa da mı (buna uyacaklar)? (Lokman Suresi, 21)
Dinin tebliğ edildiği kişiye de kuşkusuz bu önemli konu anlatılmalı, o kişi, "ataların dini" yerine saf ve katıksız bir biçimde Kuran'a uymaya davet edilmelidir. Aksi halde İslam'ı kavraması ve uygulaması mümkün olmayacaktır.
10. Cahiliye Hayatını Tarif Etmek ve Etkilerini Yok Etmek
Tebliğ yapılan kişiye anlatılmasında büyük yarar olan konulardan biri de, içinden çıktığı cahiliye toplumunun gerçek yüzüdür. Böylece, bu çarpık düzeni, İslam ahlakının mükemmelliği ile kıyas edebilir ve aradaki farkı çarpıcı bir biçimde görebilir.
Dinden uzak kalmış toplumların yaşam sisteminde, insanların ahlaki yapısı, adalet anlayışı tamamen çöküntüye uğramıştır. Böyle toplumlarda kargaşa ve huzursuzluk yaygınlaşır, suç oranı artar, adaletsizlikler de aynı oranda çoğalır. Allah'ın elçileri toplumlarına, içinde bulundukları bu çarpık durumu tarif etmişler ve kurtuluş için Allah'ın sınırlarını çiğnememeyi ve bu sınırlara bağlı kalmayı tavsiye etmişlerdir. Toplumsal ve kişisel aksaklıkların din ahlakının yaşanmasıyla ortadan kalkacağının, Allah'ın hükümlerinin toplumda yerleşik olmasıyla o bozuk sistemi otomatikman değişeceğinin anlaşılması insanları dine yaklaştıran önemli sebeplerden biri olacaktır.
Hz. Yusuf, zindanda kendisine rüya yorumu soran iki kişiyle konuşurken şunları anlatır:
"...Doğrusu ben, Allah'a iman etmeyen, ahireti de tanımayanların ta kendileri olan bir topluluğun dinini terkettim. Atalarım İbrahim'in, İshak'ın ve Yakub'un dinine uydum. Allah'a hiçbir şeyle şirk koşmamız bizim için olacak şey değil. Bu, bize ve insanlara Allah'ın lütuf ve ihsanındandır, ancak insanların çoğu şükretmezler. Ey zindan arkadaşlarım, birbirinden ayrı (bir sürü) Rabler mi daha hayırlıdır, yoksa kahhar (kahredici) olan bir tek Allah mı? Sizin Allah'tan başka taptıklarınız, Allah'ın kendileri hakkında hiçbir delil indirmediği, sizin ve atalarınızın ad olarak adlandırdıklarınızdan başkası değildir. Hüküm, yalnızca Allah'ındır. O, Kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler." (Yusuf Suresi, 37-40)
Hz. Yusuf, kendilerine tebliğde bulunduğu kişilere, içlerinde yaşadıkları toplumun müşrik karakterini anlatmış ve "birbirinden ayrı (bir sürü) Rabler mi daha hayırlıdır, yoksa kahhar (kahredici) olan bir tek Allah mı?" demekle, şirkle tevhid arasındaki büyük farkı göstermiştir. Kuşkusuz bu anlatım çok detaylı bir biçimde yapılabilir. Müşrik karakterinin meydana getirdiği; bencil, haris, menfaatçi, basit ve yabani insan modeli anlatılabilir ve karşılığında müminlerin asil özellikleri sayılabilir. Şirk düzeninin; adaletsiz, acımasız, sahtekar ve çıkarcı yapısı tasvir edilir ve buna karşı İslam ahlakını yaşamanın sonucunda ortaya çıkan ideal yapı ortaya konabilir.
Bu tür karşılaştırmalar, cahiliyenin içinden çıkıp gelmiş olan kişiyi o sistemden tümüyle uzaklaştırıp, İslam'la şereflendirmek için son derece yararlıdır. Örnekler ise, özellikle tebliğ yapılan kişinin yaşadığı toplumsal çevreden seçilmelidir.
11. Konuşmalarda Yönlendirici Olmak
Mümin, tebliğ yaparken asıl amacının din ahlakını anlatmak ve tebliğ yapılan kişinin imanına vesile olmak olduğunu hiçbir zaman unutmamalıdır. Çünkü karşı taraf, büyük olasılıkla konuyu başka yönlere çekmeye eğilim gösterebilir.Bu durumda da dini konulara konsantre olmakta güçlük çekmesi, vicdanında rahatsızlık duyması, ya da ciddiyetsiz olması gibi farklı nedenleri olabilir.
Mümin bu durumda da dikkatli davranmalıdır. Dinlemek istemeyen, sıkılan birisine zorla anlatmanın elbette bir anlamı yoktur. Bilinçli bir konu değişikliği ile geçici olarak başka bir üsluba geçilebilir ve karşı tarafa dinlenme süresi verilebilir. Ancak, konuşmanın kontrolünü karşı tarafa vererek onun boş ve yararsız fikirleriyle ya da çözümsüz sorunlarıyla uğraşmak büyük hata olacaktır.
Kısacası, mümin konuşmada mutlaka yönlendirici davranmalıdır. Karşı tarafın duymak istediklerinden çok, kendi anlatması gerekenleri anlatmalıdır. Hz. Yusuf'un zindandakilerle konuşurken kullandığı "teknik", bu yönden iyi bir örnektir:
Onunla birlikte iki genç de zindana girmişti. Biri: "Ben (rüyamda) kendimi şarap sıkıyorken gördüm." dedi. Öbürü: "Ben de kendimi başımın üstünde ekmek taşıyorken gördüm; kuş da ondan yemekteydi" dedi. "Bunun yorumundan bize haber ver. Doğrusu biz seni, iyilik yapanlardan görmekteyiz." Dedi ki: "Size rızıklanacağınız bir yemek gelecek olsa, ben mutlaka size daha gelmeden önce onun ne olduğunu haber veririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Doğrusu ben, Allah'a iman etmeyen, ahireti de tanımayanların ta kendileri olan bir topluluğun dinini terk ettim. Atalarım İbrahim'in, İshak'ın ve Yakub'un dinine uydum. Allah'a hiçbir şeyle şirk koşmamız bizim için olacak şey değil. Bu, bize ve insanlara Allah'ın lütuf ve ihsanındandır, ancak insanların çoğu şükretmezler. Ey zindan arkadaşlarım, birbirinden ayrı (bir sürü) Rabler mi daha hayırlıdır, yoksa kahhar (kahredici) olan bir tek Allah mı? Sizin Allah'tan başka taptıklarınız, Allah'ın kendileri hakkında hiçbir delil indirmediği, sizin ve atalarınızın ad olarak adlandırdıklarınızdan başkası değildir. Hüküm, yalnızca Allah'ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler. Ey zindan arkadaşlarım, ikinizden biri efendisine şarap içirecek, diğeri ise asılacak, kuş onun başından yiyecek. İşte hakkında fetva istemekte olduğunuz iş (artık) olup bitmiştir." (Yusuf Suresi, 36-41)
Görüldüğü gibi, Hz. Yusuf, kendisine rüya tabiri soran kişilere önce uzun bir tebliğ yapmış, sorularının asıl cevabını ise en sonunda vermiştir. Eğer önce rüyanın tabirini anlatsa, sonra tebliğ yapmayı denese, belki konuştuğu kişiler onu daha az bir ilgiyle dinleyeceklerdi. Aynı şekilde Hz. Musa da Firavun'la konuşurken yönlendirici bir üslup kullanır:
(Firavun) Dedi ki: "İlk çağlardaki nesillerin durumu nedir öyleyse?" Dedi ki: "Bunun bilgisi Rabbimin katında bir kitaptadır. Benim Rabbim şaşırmaz ve unutmaz. Ki (Rabbim), yeryüzünü sizin için bir beşik kıldı, onda sizin için yollar döşedi ve gökten su indirdi; böylelikle bununla her tür bitkiden çiftler çıkardık." (Taha Suresi, 51-53)
Mümin, konuşmanın genel gidişatına hakim olmalı, konuşmayı karşısındakinin istediği şekilde değil de, kendi gerekli gördüğü, en çok faydalı olacağına inandığı şekilde tutmayı ve yönlendirmeyi bilmelidir.
12. Kişiyi Yanlış Davranışlardan Alıkoyucu Üslup Kullanmak
"İyiliği emredip, kötülükten men etme", Allah'ın emrettiği çok önemli bir ibadetlerden biridir. Bu ibadetin tebliğ yapılan kişiye karşı uygulanması gerektiği de açıktır; yalnızca tebliğ yapmakla yani "iyiliği emretmekle" kalınmayacak, aynı zamanda "kötülükten men etme" hükmü de uygulanacaktır.
Kişinin yanlış tavır ve düşünceleri ortaya konarak, Kuran ayetlerine göre doğruları anlatılmalıdır. Tekrar aynı tavırları sergilemesi halinde mahçup duruma düşeceği bir anlatım tarzı uygulanabilir.
13. Dolaylı Anlatım Yapmak
Karşılıklı konuşmalarda genelde kişinin şahsına yönelik bir hitap tarzı kullanılır. Ancak bir tebliğ metodu olarak, bu üslübun dışında bir de, başka şahıslar veya insanlar muhatap alınarak, bazı anlatımlar yapılarak, ama yine karşıdakine iletilmek istenenlerin söylenmesi sağlanabilir. Bu, tebliğ yapan ile tebliğ yapılan arasında muhtemel bir gerginliği engellemek ya da tebliğ yapılan kişinin savunma psikolojisine girerek, kendisine anlatılanlara kulak tıkamasına mani olmak için yararlı bir yöntemdir.
14. Vicdanını Kullanmaya, Duyarlı Olmaya Yönlendirmek
Tebliğdeki amaç sadece bilgi vermek, yani öğretmek değildir. Aksine, bundan daha da önemli olan iş, karşı tarafın vicdanında etki yaratabilmek, onu samimi bir nefis muhasebesi yapmaya sürüklemektir. Bunun için de iki taraf arasında samimi ve sıcak bir diyaloğun kurulması, öğretici bir üsluptan ziyade, yardım edici bir üslubun kurulması gerekir. Hz. İbrahim'in kavmi ile olan diyaloğunun sonucunda, önde gelen inkarcıların bir vicdan muhasebesi yapmak zorunda kalmaları bunun örneğidir. Allah Kuran'da şöyle buyurur:
Böylece o (İbrahim), yalnızca büyükleri hariç olmak üzere onları (putları) paramparça etti; belki ona başvururlar diye. "Bizim ilahlarımıza bunu kim yaptı? Şüphesiz o, zalimlerden biridir" dediler. "Kendisine İbrahim denilen bir gencin bunları diline doladığını işittik" dediler. Dediler ki: "Öyleyse, onu insanların gözü önüne getirin ki ona (nasıl bir ceza vereceğimize) şahid olsunlar." Dediler ki: "Ey İbrahim, bunu ilahlarımıza sen mi yaptın?", "Hayır" dedi. "Bu yapmıştır, bu onların büyükleridir; eğer konuşabiliyorsa, siz onlara soruverin." Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da; "Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz (biziz)" dediler. (Enbiya Suresi, 58-64)
Bu kıssadan da anlaşıldığı gibi, vicdan insanın içindeki doğru bir yol göstericidir. İnsanlar vicdanlarına uydukları sürece doğru davranışlarda bulunurlar. Dinin özünde de bu vardır. Allah Kendi rızasına en uygun olan tavrı insana vicdanı vasıtasıyla bir nevi ilham eder. Bu nedenle, dini öğrenen kişinin de vicdanının önünde, onu samimi olarak kullanmasını engelleyen şeyler varsa, (örneğin çevre etkisinden çekinmek, alışkanlıklarından vazgeçmek vs. gibi) bu engelleri kaldırmak ve onu vicdanına itaat etmeye yöneltmek gerekir.
15. Hür Düşünmesini Sağlamak
Bir insanın doğruyu görebilmesi, doğru karar verebilmesi, Kuran ayetlerine göre yanlış bir düşüncesini doğrusuyla değiştirebilmesi için hür düşünmesi şarttır. Bunun için aklın baskılardan uzak, taassuptan arınmış olması gerekir. Dini yeni öğrenen bir kişinin cahiliye ortamında bunları sağlayamayacağını düşünerek, hür düşünmesini engelleyebilecek sebepleri ortadan kaldırıcı izahlar yapmak gerekir. Bu şekilde rahat olmasını sağlayacak ortam hazırlamak, anlatılanların etkisini de - Allah'ın izniyle - arttıracaktır.
16. Baskıcı, Zorlayıcı Davranmamak
Tebliğ yapan kişi karşısındakini bir şeye inandırmak zorunda, fikrini ona kabul ettirmek durumunda değildir. Ona düşen sadece Allah'ın dinini anlatmaktır. Hidayeti verecek olan, kişinin iman etmesini sağlayacak olan Allah'tır. Bu nedenle ısrarcı ve baskıcı davranmasının hiçbir yararı olmayacaktır. Nitekim Allah Kuran'da, "artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın. Onlara 'zor ve baskı' kullanacak değilsin" (Ğaşiye Suresi, 21-22) ya da "eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi. Öyleyse, onlar mü'min oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın?" (Yunus Suresi, 99) hükmüyle iman edenleri bu tür bir tavırdan kesin biçimde alıkoyar. Baskıcı olmamak ve kişiyi inancında özgür bırakmak, tebliğ yapanın samimiyeti ve bir beklentisi olmadığına dair bir kanaat bırakacağı için, anlatılanları daha etkili kılabilir.
17. Anlatılanlara Kayıtsız Kalmamasını Sağlamak
Kendileriyle konuşmanın görünüşte en kolay, fakat aslında en zor olduğu insanlar, anlatılanlara kayıtsız ve tepkisiz kalanlardır. Çünkü bu tip insanların gerçek fikirlerini öğrenmek kolay kolay mümkün olmaz. Anlatılanlara, susarak veya tepki vermeden tasdik eder görünümleriyle, konuşulanları doğru buldukları zannedilir. Aslında içten pek kabul etmezler, kayıtsız, ilgisiz kalırlar. Karşıt fikirde ısrar eden biri, en azından reaksiyonludur, konuşarak ikna edilebilir, bir sonuç elde edilebilir. Kayıtsız insanın durumu daha karmaşıktır. Böyle insanları ilgili hale getirmek, kayıtsızlığını çözmek için normal konuşma tarzının dışında, dikkatini çekecek, çok etkili üsluplar kullanmak gerekir. Örneğin ölümden bahsedip kendisinin toprak olup çürüyeceğinden bahsedilebilir, maddenin aslı anlatılabilir veya onun çok önem verdiği değerlerin boş ve anlamsızlığı anlatılıp dikkatini toplaması ve kayıtsız halinden çıkması sağlanabilir. Bu şekilde kişinin konuşulanlara karşı duyarlı olması sağlanabilir.
18. Yıkıma Uğrayan Önceki Toplumları Anlatmak
İnsanı inkara sürükleyen faktörlerden biri, kendisine sonsuza dek yaşayacağı, hiç ölmeyeceği hissini veren garip bir aldanıştır. Bazı gençler, hep genç kalacaklarını, ya da en azından çok uzun bir süre sonra yaşlanacaklarını sanırlar. Orta yaşlılar da daha hala çok uzun bir ömürleri olduğu avuntusu ile oyalanırlar. Etraflarındaki medeniyet de onların aldanışını artırır. İnsanlar tarafından yapılmış görkemli binalar, süslü ve göz alıcı eserler, evler, arabalar, gösteriler vs. hepsi onlara içinde yaşadıkları hayatın kalıcı ve sağlam olduğu izlenimini verir.
İşte bu nedenledir ki, tebliğ yapılan kişinin bu büyük fitneden korunması gerekir. Kendini ve etrafındaki medeniyeti kalıcı ve sağlam bir varlıklar topluluğu olarak görmekten kurtulmalı ve aslında hepsinin ve herşeyin Allah'ın iradesi ile ayakta duran ve O dilediğinde anında yok olacak birer hayal, birer vehim olduğunu öğrenmelidir. Bilmelidir ki, evrendeki tüm hayat, Allah'ın "Hayy" (Hayat Veren) sıfatının birer tecellisinden başka bir şey değildir. Ve Allah, bu tecellileri son derece zayıf ve geçici bir tabiatta yaratmıştır.
Eskiden yaşamış ve Allah'ın helak ettiği toplumların haberleri, tebliğ yapılan kişinin zihnine yerleşmiş olan bu aldanışın silinmesi için anlatılabilir. Nice güçlü kavimler, nice görkemli medeniyetler sırf Allah'ın emrine itaat etmedikleri için korkunç bir biçimde helak edilmiş, O'nun gazabı altında sönüp gitmişlerdir. Kuran'da Allah şu şekilde haber vermektedir:
Kendilerinden önce nice nesilleri yıkıma uğrattığımızı görmüyorlar mı? Biz, sizi yerleşik kılmadığımız bir biçimde onları yeryüzünde (büyük bir güç ve servetle) yerleşik kıldık; gökten üzerlerine sağanak (bol yağmurlar) yağdırdık, nehirleri de altlarından akar yaptık. Ama günahları nedeniyle Biz onları yıkıma uğrattık ve arkalarından başka nesiller (inşa edip) var ettik. (Enam Suresi, 6)
Allah'ın elçilerini yollamış olduğu tüm toplulukları, dini yalanlamaları ve Resullere şiddetle karşı koymaları sonucunda, Allah yıkıma uğratmıştır. Kuran'da bu gerçeği Allah, "sonunda onu yalanladılar, böylece onları o gölgelik gününün azabı yakaladı. Gerçekten o, büyük bir günün azabıydı" (Şuara Suresi, 189) hükmüyle bildirir. Bir başka ayette ise şöyle denmektedir:
Kendisi için bir uyarıcı olmaksızın, Biz hiçbir ülkeyi yıkıma uğratımış değiliz, (onlara) hatırlatma (yapılmıştır), Biz zulmedici değiliz. (Şuara Suresi, 208-209)
Helak olmuş kavimlerin anlatılması, hatta bunlardan kalan arkeolojik bulguların gösterilmesi ve içinde yaşanılan kavmin de Allah dilerse her an helak edilebileceğinin anlatılması, tebliğ yapılan kişinin Allah'tan başka güvendiği dayanakların önemli bir bölümünü yok eder. Kendisinde büyük bir güç gördüğü medeniyet ve teknolojinin, insanları Allah'ın aciz bir kulu olmaktan çıkarmadığını, Allah'tan başka da gücüne güven duyulacak ve kendisinden korkulacak bir merci olmadığını ona hissettirir.
19. Ölümü Hatırlatmak
Medeniyetlerin ve toplumların helakı kadar, hatta belki de daha çok düşündürücü ve "ayakları yere bastırıcı" bir konu varsa, o da insanın helakı, yani ölümdür. Bu nedenle, insanların çoğu, başkalarının ölümlerine şahit oldukları halde, kendilerinin de mutlaka bu sonla karşılaşacaklarını, öleceklerini düşünmezler. Bundan hep kaçarlar, sanki hiç ölmeyecekmiş gibi kendilerini kandırırlar. Ölümden hiç bahsetmezler ve büyük bir gaflet içinde yaşarlar. Oysa Allah şu hükmü verir:
...Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir. (Cuma Suresi, 8)
İman edenler ise, inkarcıların aksine sık sık ölümü düşünürler, yaptıklarının hesabını vereceklerini bilerek, her an Allah'ın hoşnut olacağı şekilde davranırlar. Dini öğrenmeye, Allah'ı tanımaya başlayan biri için, ölümü düşünmesi, her an her yerde ölebileceğini fark etmesi onun belli bir bilinç kazanmasına sebep olur ve dini halis bir şekilde yaşamasını teşvik eder.
Bu nedenledir ki, imani şuuru açıcı bu önemli konunun tebliğ yapılan kişiye anlatılması son derece yararlı ve gereklidir. Ölüm hakkında düşünmesinin, dünyanın geçiciliğini anlayıp dine sarılmasında büyük katkısı olacaktır.
20. İnsanın Acizliğini Anlatmak
Allah'ı hakkıyla takdir edememiş bir insan, kendisinin mahiyetini de kavrayamaz. Allah'ın büyüklüğünü, kudretini fark edememiş ise, kendisinin acizliğini de idrak edemez. Bu yüzeysellikteki insan, herşeyi kendisinin yaptığını, gücün kendisinde olduğunu, gerçekte Allah'ın sahip olduğu vasıflara kendisinin sahip olduğunu zanneder, kendi içinde kendini büyütür. Bu bakış açısıyla herşeyi çarpık bir anlayışla görür. Bu nedenle kendisinin; etten kemikten olduğunu, damarındaki ufak bir aksaklıkla ölebileceğini, vücudundaki hiçbir şeye en ufak etkisi olmadığını, ağzı kokan, gözü, kulağı, burnu kısacası tüm vücudu düzenli temizliğe ihtiyaç duyan aciz ve zayıf bir varlık olduğunu iyice tarif etmek gerekir. Ayrıca onu yaşatanın, gözetip koruyanın, ona rızık verenin, bütün güç ve kudret sahibinin Allah olduğunu, sahip olduğunu zannettiği şeyleri Allah'ın verdiğini ve sahibinin de O olduğunu, kısacası Allah'ın büyüklüğünü ve kendi acizliğini anlamasını sağlamak gerekir. İnsanın bilmesi gereken bu en büyük ilmi Allah Kuran'da şöyle haber vermektedir:
Ey insanlar, siz Allah'a (karşı fakir olan) muhtaçlarsınız; Allah ise, Ğaniy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır, Hamid (övülmeye layık)tır." (Fatır Suresi, 15)