|
TEBLİĞ YÖNTEMLERİ
Tebliğe
Uygun Kişiyi Teşhis Edebilmek
Kişi
Hakkında Kanaat Oluşana Dek Tebliğ Yapmayı Sürdürmek
Kişinin
Tepkilerini, Samimiyetini İncelemek
Kişinin
İmanı Güçlenmeden, İbadete Dair Teklifler Yapmamak
Müminlerin
Güç ve İhtişamını Hissettirmek
Anlatılanlar
Hakkında Düşündüklerini Sormak
Kişinin
Karakterine En Uygun ve En Etkili Anlatım Metodunu Kullanmak
Kişiyi
Düşünmeye Sevk Etmek
Atalarının
Dininin Etkisinden Kurtarmak
Cahiliye
Hayatını Tarif Etmek ve Etkilerini Yok Etmek
Konuşmalarda
Yönlendirici Olmak
Kişiyi
Yanlış Davranışlardan Alıkoyucu Üslup Kullanmak
Dolaylı
Anlatım Yapmak
Vicdanını
Kullanmaya, Duyarlı Olmaya Yönlendirmek
Hür
Düşünmesini Sağlamak
Baskıcı,
Zorlayıcı Davranmamak
Anlatılanlara
Kayıtsız Kalmamasını Sağlamak
Yıkıma
Uğrayan Önceki Toplumları Anlatmak
Ölümü
Hatırlatmak
İnsanın
Acizliğini Anlatmak
Tebliğde nelerin anlatıldığı kadar, bunların
nasıl anlatıldığı da önemlidir. Tebliğ yapan kişinin görevi, sadece
imani konuları anlatmak ve karşısındakine "iman et" demekten ibaret
değildir. Tüm bunların yanında, karşı tarafı en çok hangi üslubun,
hangi anlatım tarzının etkileyeceğini hesap etmeli, konuşurken sürekli
karşı tarafın verdiği tepkileri dikkatle izleyerek, onun anlayıp
anlamadığını kontrol etmeli, eğer bir eksiklik varsa buna göre daha
yeni bir yöntem belirlemelidir.
Cahiliye toplumlarında, insanlar birbirlerine
yalnızca menfaat karşılığında iyi davranırlar. Bir insanın bir
diğerine ilgi göstermesinin ardında, mutlaka bir menfaat beklentisi
vardır. Bu durum cahiliye toplumunun çoğu üyesi tarafından da bilinir.
Bu kişiler, bu yerleşik durumun doğal bir sonucu
olarak, kendilerine ilgi gösteren herkes hakkında, "acaba ne gibi bir
menfaat gözetiyor" şeklinde düşünürler. Eğer birisi oturup kendilerine
yeni bir "dünya görüşü" aktarsa, yine bu bakış açıları değişmez. Hep,
"bana bunu anlatmakla ne gibi bir çıkar gözetiyor" sorusu akıllarının
bir köşesinde durur.
Oysa müminin tebliğ yapmak, yani Allah'ın dinini
duyurup yaymaktaki tek amacı, Allah'ın kendisine farz kıldığı bir
ibadeti yerine getirmektir. Bu hareketi ile sadece Allah'ı razı
edebilmeyi, O'nun merhamet ve şefkatine mazhar olabilmeyi
hedeflemektedir. Bu nedenle de konuştuğu kişiden hiçbir menfaat
beklentisi olmaz. Konuştuğu kişi dini kabul ettiği zaman, ondan
kendisi için bir şey yapmasını isteyecek değildir. Çünkü anlattıkları
kendi şahsi fikirleri değil, kainatı yoktan var eden Allah'ın dinidir.
Ancak cahiliye toplumundaki insanlar, bu
durumdan habersizdirler. Karşılaştıkları insanın bir mümin olduğunun
çoğu kez farkında değildirler. Farkında olsalar dahi, müminin menfaat
beklememe gibi bir özelliği olduğunu bilemezler. Bu yüzden, bir mümin
tebliğ maksadı ile kendilerine yaklaşıp, Allah'ın dinini anlatmaya
başladığında, büyük olasılıkla "bu kişi bana bunları anlatmakla ne
hedefliyor, benden ne gibi bir menfaat umuyor" gibi düşüncelere
kapılacaklardır.
Bu yüzden karşı tarafın kafasındaki benzer
şüpheleri gidermek, tebliğdeki en öncelikli konulardan biridir.
Konuşulan kişiye, ortada hiçbir menfaat ilişkisinin olmadığı,
tebliğdeki yegane maksadın Allah'ın rızası olduğu
anlatılmalıdır.
Nitekim Resuller Allah'ın dinini insanlara
tebliğ ederken bu şekilde bir yöntem izlemişlerdir. Kuran'da
peygamberlerin kavimlerine hitaplarına baktığımızda, öncelikli olarak
güvenilirliklerini vurguladıklarını görebiliriz. Örneğin, Ad kavmine
gönderilen Hz. Hud, şöyle demiştir:
...Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, sizin
O'ndan başka İlahınız yoktur. Siz yalan olarak (tanrılar) düzenlerden
başkası değilsiniz. Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir
ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait
değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz? (Hud Suresi,
50-51)
Hz. Nuh ise, kendisine "…Biz sizi
yalancılar sanıyoruz..." (Hud Suresi, 27) diyen kavmine karşı
şöyle seslenmiştir:
Dedi ki: "Ey Kavmim, görüşünüz nedir
söyleyin? Eğer ben Rabbimden apaçık bir belge üzerinde isem ve Rabbim
bana Kendi katından bir rahmet vermiş de (bu,) sizin gözlerinizden
saklı tutulmuşsa? Siz bunu istemiyorken biz sizi buna zorlayacak
mıyız? Ey Kavmim, ben sizden buna karşılık bir mal istemiyorum. Benim
ecrim, yalnızca Allah'a aittir..." (Hud Suresi,
28-29)
Kendisine tebliğ yapılan kişinin tedirginliği,
söz konusu menfaat kuşkusundan daha farklı biçimlerde de
gerçekleşebilir. Cahiliye toplumunda "zararlı" ve "tehlikeli"
insanlarla karşılaşmaya, bunlara karşı mesafeli ve temkinli davranmaya
alışmıştır. Bu nedenle, bu refleksin bir sonucu olarak belki
müminlerden de çekinebilir. Kendisine zarar verecek insanlarla
karşılaştığı gibi yersiz ve saçma bir kuruntuya kapılabilir. Özellikle
de, müminlerin inkarcıların önde gelenlerine karşı yürüttükleri fikri
mücadeleden rahatsızlık duyup, savunma psikolojisine
kapılabilir.
Bu durumda karşı tarafa güvenilirliğin
vurgulanması ve sahip olduğu muhtemel ya da görünür korkuların tek tek
aşılması gerekmektedir. Eğer kendisine dinin anlatıldığı kişi,
müminlerin inkarcıların önde gelenlerine karşı yürüttükleri fikri
mücadeleden tedirginlik duymuşsa, öncelikli olarak, bu fikri
mücadelenin Kuran ayetlerine dayalı olan mantığı en iyi şekilde
açıklanmalıdır. Müminlerin yalnızca Allah'ın dinine düşmanlık
gösteren, Kuran ayetlerine karşı mücadele yürüten ve yeryüzünde
bozgunculuk çıkaran kişilere karşı fikri bir mücadele yürüttükleri ve
tüm insanlara karşı adalet, hoşgörü ve saygı çerçevesi içinde dostça
yaklaştıkları anlatılmalıdır.
Tebliğ yapılan kişi, inkarcıların önde
gelenlerinin iman edenler aleyhinde ürettikleri çirkin iftiralardan da
etkilenmiş olabilir. Eğer bundan kaynaklanan bir tedirginlik taşıdığı
gözlemlenirse, aynı şekilde bu iftiraların da içyüzü kendisine izah
edilmeli, gerçeklerle hiçbir ilgisi olmadığı samimiyetle
anlatılmalıdır. Kuran'da tarih boyunca tüm elçilere ve salih müminlere
atılan iftiralarla ilgili ayetler delil olarak gösterilerek, bu
karalamaların gerçekte birer "mümin alameti" olduğu tarif edilmelidir.
Ancak unutulmamalıdır ki, sözle yapılacak olan
tüm bu açıklamaları etkili kılacak olan asıl faktör, müminin
"hali"dir. Güven vermek, herşeyden önce tavırlarla, bakışlarla,
mimiklerle, jestlerle, daha da doğrusu, tüm bu dış etkileri ortaya
çıkaran ruh hali ile mümkün olur. Mümin, Allah'ın dinini yaşamadaki
kararlılığı, ihlası, samimiyeti ve güçlü imanı oranında karşı tarafı
etkileyebilir. Kesin bir kararlılığa, asla sarsılmayacak sebat ve azme
sahip olduğu sürece, karşı tarafın ısrarlı şüpheleri ya da dinden uzak
kimselerin attığı büyük iftiralar, onda hiçbir olumsuz etki meydana
getirmez. Böyle olunca da, güvenilirlik onun karakterinin sağlam bir
parçası haline gelir ve tüm tavırlarına yansır.
Bu durum, en açık olarak Allah'ın dinini
anlatmakla görevlendirdiği elçilerinde gözükmektedir. Örneğin Hz.
Yusuf, zina iftirasıyla suçlanarak haksız yere zindana atılmasına
karşın, Allah'a olan teslimiyetinden ve dolayısıyla vakar ve
asaletinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Onun bu vasfı da zindandaki
diğer mahkumlar tarafından hemen fark edilmiştir. Kuran'da Allah'ın
bildirdiğine göre, zindana atıldıktan sonra kendisine iki kişi
yaklaşmış, ona gördükleri rüyaları anlatmış ve bunların yorumunu
sormuşlardır. Zina gibi bir suçla suçlanarak zindana girmiş olan Hz.
Yusuf'ta böyle bir "hikmet" olduğunu hissetmelerinin en önemli
sebeplerinden biri ise, Hz. Yusuf'un hal ve tavrındaki
güvenilirliktir. Rüyalarının yorumunu sorarken şöyle derler:
"...Bunun yorumundan bize haber ver. Doğrusu biz seni, iyilik
yapanlardan görmekteyiz." (Yusuf Suresi, 36)
Hz.Yusuf'un ahlakında da görüldüğü gibi iman
edenlerin böylesine vakarlı ve güvenilir bir karaktere sahip
olmasındaki en büyük etkenlerden biri, tebliği yalnızca bir ibadet
olarak görmeleri ve karşı tarafı inandırmak gibi bir sorumluluğa sahip
olmadıklarını bilmeleridir. Çünkü bir insanın iman edip etmemesi,
"Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a
açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş
gibi dar ve sıkıntılı kılar..." (Enam Suresi, 125) ayetinin
sırrıyla ancak Allah'ın dilemesiyle olur. Ve "...şüphesiz,
insanların çoğu fasıklardır" (Maide Suresi, 49) hükmüne göre
de, insanların önemli bir bölümünün iman etmemesi son derece doğaldır.
Bu durumda, tebliğ yaptığı bir insanın iman etmemesi, mümini hiçbir
şekilde etkilememelidir.
Cahiliye toplumunun baştan beri saydığımız
içgüdü ve reflekslerinden kaynaklanan engeller aşılıp da, kendisine
tebliğ yapılan kişi karşısındaki mümine saygı ve güven besler hale
gelirse, artık Allah'ın Kuran'da bildirdiği gerçekler anlatılmaya
geçilebilir. Çünkü tüm bu güven kazandırıcı hazırlıklar, karşı tarafı
dini anlamaya açık hale getirmek içindir.
1. Tebliğe Uygun Kişiyi Teşhis Edebilmek
Tebliğ yapan bir kişinin öncelikle bilmesi gereken şey her
tebliğ yaptığı kişinin ilk anda iman etmeyebileceğidir. İnsanlar gerek
o ana kadar aldıkları eğitim, gerekse çevrelerinin etkisi nedeniyle
kendilerine yapılan bu tebliğe olumsuz tepki verebilir, hatta
dinlemeyi dahi reddedebilirler. Her insanın duyduğu anda iman
etmeyebilir. Bu nedenle de tebliğ yaparken ilk yapılması gereken şey
fıtraten dine eğilimi olan ve vicdanlı kişileri seçmektir. Buna
karşın, her türlü tavrı ile dine muhalif olan ve kendini beğenmiş,
kibirli tavırlar sergileyen bir kimseye tebliğ yapmaya çalışmanın bir
önceliği yoktur. Allah, Kuran'da şöyle buyurur:
Çünkü gerçekten sen, ölülere (söz)
dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da çağrıyı
işittiremezsin. Ve sen körleri düştükleri sapıklıktan çekip hidayete
erdirici değilsin; sen ancak, ayetlerimize iman edenlere (söz)
dinletebilirsin, işte Müslüman olanlar bunlardır. (Neml Suresi,
80-81)
Bir başka surede yine iman edecek ve etmeyecek
olanlar arasındaki farkı Allah şöyle bildirir:
Andolsun, onların çoğu üzerine o söz hak
olmuştur; artık inanmazlar. Gerçekten Biz onların boyunlarına,
çenelere kadar (dayanan) halkalar geçirdik; bu yüzden başları yukarı
kalkıktır. Biz önlerinde bir sed, arkalarında bir sed çektik.
Böylelikle onları örtüverdik, artık görmezler. Kendilerini uyarsan da,
uyarmasan da onlar için birdir; inanmazlar. Sen ancak, zikre
(Kur'an'a) uyan ve gayb ile Rahman olan (Allah')a (karşı) içi
titreyerek korku duyan kimseyi uyarırsın. İşte böylesini, bir
bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdele. (Yasin Suresi,
7-11)
Mümin, tebliğ yapmaya karar verirken, bu kıstaslara göre
düşünmek durumundadır. Eğer muhatap olduğu kişide herhangi bir vicdan
ya da samimiyet işareti görmüyorsa, tebliğde ısrar etmek zaman kaybı
olacaktır. Çünkü birçok ayette vurgulandığı gibi, insanların çoğu iman
etmezler. Müminin görevi, bu çoğunluğun arasında yaşayan, ancak kalbi
imana yatkın olan nadide kişileri bulup, onları iman etmeye davet
etmektir.
2.
Kişi Hakkında Kanaat Oluşana Dek Tebliğ Yapmayı Sürdürmek
Bir önceki maddede anlattığımız kıstasa rağmen,
bir insanın imana yatkın olduğu sanılabilir, bunun üzerine tebliğe
başlanabilir. Ancak tebliğ yaparken kişinin tepkilerinden,
yorumlarından, verdiği karşılıklarından dine bakış açısı hemen
anlaşılabilir. O nedenle, eğer bu kişinin samimiyeti hakkında bir
işaret yoksa, tebliği kişi hakkında bir kanaat oluşana kadar sürdürmek
gerekir. Bu noktada, eğer konuşulan kişinin dine eğilimi olmadığı
anlaşılırsa, müminler değerli zamanlarını daha yararlı işlere ve yeni
tebliğ faaliyetlerine harcamak üzere tebliğ yapılan kişiden
ayrılırlar.
Bu noktada unutulmamalıdır ki, müminin başarısı
tebliğ yapılan kişinin iman etmesi ya da etmemesiyle ölçülemez.
Müminin görevi sadece dini tebliğ etmektir, hidayeti vermek ise sadece
Allah'a mahsustur. Müminin başarısı ancak tebliğ faaliyetini tam
anlamıyla, Allah'ın istediği gibi yerine getirmesiyle ölçülebilir.
Tebliği gerektiği yerde kesip, daha yararlı bir işe yönelmek ise, yine
Allah'ın rızasına uygun bir harekettir. Mümin, imana karşı direnen
kişiden, Hz. Hud'un kavmine söylediği aşağıdaki söz gibi bir tavırla
yüz çevirmelidir:
Buna rağmen yüz çevirirseniz, artık size kendisiyle
gönderildiğim şeyi tebliğ ettim. Rabbim de sizden başka bir kavmi
yerinize geçirir. Siz O'na hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Doğrusu
benim Rabbim, herşeyi gözetleyip-koruyandır. (Hud Suresi,
57)
3.
Kişinin Tepkilerini, Samimiyetini İncelemek
Tebliğ yapan mümin, konuştuğu kişiyi sık sık
inceleyip tartmalı, karşısındakinin anlatılanlara verdiği tepkileri
dikkatle incelemelidir. Kişinin anlayış durumuna göre bazen konuyu,
üslubunu ya da anlatım yoğunluğunu değiştirmesi, veya onun ruh haline,
anlama kapasitesine göre belli bir düzenleme yapması gerekecektir.
Ancak bu şekilde tebliğde bir manevra imkanı sağlanabilir ve tebliğ
yapılan kişiye faydalı, en uygun tavır belirlenmiş olur. Bu yolla
kişinin samimiyeti de ölçülür. Eğer dini öğrenme eğilimi varsa
konuşulur, fakat menfaat elde etme gibi farklı bir düşüncesi varsa ya
da samimiyetsiz olduğuna kanaat getirilmişse anlatmakla vakit
kaybedilmez.
Bir konu anlattıktan ya da bir bilgi verdikten
sonra karşı tarafın tepkisini gözlemlemek ve bir sonraki anlatılacak
konuyu da ona göre belirlemek, Kuran'da Hz. Süleyman'ın kullandığı bir
yöntem olarak bildirilir. Hz. Süleyman, ordusundaki elemanlardan biri
Hüdhüd'ün aracılığı ile Sebe Melikesi'ne bir mektup yollarken Hüdhüd'e
bir emri verir. Bu emri Allah ayetinde şöyle
bildirmektedir:
Bu mektubumla git, onu kendilerine bırak sonra
onlardan (biraz) uzaklaş, böylelikle bir bakıver, neye başvuracaklar?
(Neml Suresi, 28)
4.
Kişinin İmanı Güçlenmeden, İbadete Dair Teklifler Yapmamak
Dini yeni tanıyacak insanların öncelikli olarak, Allah'a ve
ahiret gününe iman etmesinin sağlanması gerekir. Çünkü dinin
gereklerini yapması için, sözkonusu kişinin bunların mantığını
kavraması, ibadetleri şuurlu ve istekli olarak yapması gerekir. Bu
şekilde olmazsa, taklidi bir şekilde, ne yaptığının farkında olmadan
yapabilir veya mantığını bilmediği için yapmak istemeyebilir. Bu
nedenle kişiyi dinin ibadetlerini uygulamak isteyeceği, anlayacağı
imani seviyeye getirmek önceliklidir. Bu zaman süreci içerisinde o
sorana kadar veya uygulayabileceği kanaati oluşana dek, ibadete
yönelik teklifler getirilmeyebilir. Zaten Allah'a samimi bir kalple
iman eden ve ahiret gününe inanan bir insan da zaman içinde, Kuran'da
bildirilen ibadetleri yerine getirmeyi kendiliğinden
isteyecektir.
5.
Müminlerin Güç ve İhtişamını Hissettirmek
Cahiliye toplumunda, dinin yalnızca fakir
insanlara hitap ettiği yönünde yaygın bir batıl inanç vardır. Bu
kuşkusuz bir safsatadır, çünkü İslam, tüm insanları aynı yola,
Rabbimiz olan Allah'ın yoluna davet etmektedir. Ancak cahiliyedeki bu
yanlış inancın yıkılması için, kimi zaman "fiili" örneklere ihtiyaç
vardır. Dünyanın en çarpıcı nimetlerine ulaşmışken, büyük bir ihtişam
ve güce sahipken, ihlaslı bir biçimde İslam'ı yaşayan ve söz konusu
imkanlarını da din yolunda kullanan Müslümanlar, cahiliyenin ön
yargılarının kırılması için en iyi örneği oluşturacaklardır.
Dahası, bazı insanlarda güce, zenginliğe ve
ihtişama karşı hayranlık besleme eğilimi vardır. Bu kişilerin güzel
ahlaklı, samimi, ancak maddi yönden güçlü olmayan Müslümanlardan uzak
durup, sırf zengin oldukları için basit ve ahlaksız insanlara rağbet
etmelerinin, onlara özenip onlar gibi olmaya çalışmalarının nedeni
budur. Kuran'da Hz. Süleyman'ın güç ve ihtişamını ve bunları tebliğde
kullanılışı vurgulanır. Allah ayette Hz. Süleyman'ın mülkünden
etkilenen Sebe Melikesi'nin teslim oluşu şöyle anlatılır:
Ona: "Köşke gir" denildi. Onu görünce
derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman:)
Dedi ki: "Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir
köşk-zemindir." Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim;
(artık) ben Süleyman'la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim
oldum." (Neml Suresi, 44)
Hz. Süleyman'ın yaptığı gibi, Allah'ın verdiği nimetlerin,
Allah'ın dinini tanıtmada bir etki aracı olarak kullanılması da bir
ibadettir. Hz. Süleyman yaptırdığı birçok sanat eserini bu amaç için
kullanmıştır. Diğer müminler de, sahip oldukları güç ve ihtişamı,
dinin tanıtılması yolunda önemli bir etki aracı olarak
kullanabilirler.
6.
Anlatılanlar Hakkında Düşündüklerini Sormak
Hiçbir zaman unutulmamalıdır ki, tebliğ yalnızca
bir "anlatma" işi değildir. Karşı tarafın fikirlerinin öğrenilmesi,
sorularına cevap verilmesi, aklına takılan konuların delillerle
ortadan kaldırılması gerekir. Bu nedenle, anlatım sırasında sık sık
karşı tarafın fikri sorulmalı, ikna olup olmadığı noktalar
belirlenmeli ve ona göre yeni bir konuya ya da üsluba geçilmelidir.
Kuran'da Resullerin kullandıkları yöntemlere
baktığımızda da, soru yoluyla muhatap oldukları kavmin düşüncesini
öğrendiklerini görürüz. Kavmine "Ey kavmim görüşünüz nedir
söyler misiniz?..." (Hud Suresi, 88) diye soran Hz. Şuayb
bunun bir örneğidir. Hz. İbrahim ise ard arda gelen sorularla kavmine
tebliğ yapar:
Andolsun, bundan önce İbrahim'e rüşdünü
vermiştik ve Biz onu (doğruyu seçme yeteneğinde olduğunu) bilenlerdik.
Hani babasına ve kavmine demişti ki: "Sizin, karşılarında bel büküp
eğilmekte olduğunuz bu temsili heykeller nedir? "Biz atalarımızı
bunlara tapıyor bulduk" dediler. Dedi ki: "Andolsun, siz ve atalarınız
apaçık bir sapıklık içindesiniz." 'Sen bize gerçeği mi getirdin, yoksa
(bizimle) oyun oynayanlardan mısın?" "Hayır" dedi. "Sizin Rabbiniz
göklerin ve yerin Rabbidir, onları Kendisi yaratmıştır ve ben de buna
şehadet edenlerdenim." "Andolsun Allah'a, sizler arkanızı dönüp
gittikten sonra, ben sizin putlarınıza muhakkak bir tuzak kuracağım."
Böylece o, yalnızca büyükleri hariç olmak üzere onları paramparça
etti; belki ona başvururlar diye. "Bizim ilahlarımıza bunu kim yaptı?
Şüphesiz o, zalimlerden biridir" dediler. "Kendisine İbrahim denilen
bir gencin bunları diline doladığını işittik" dediler. Dediler ki:
"Öyleyse, onu insanların gözü önüne getirin ki ona (nasıl bir ceza
vereceğimize) şahid olsunlar." Dediler ki: "Ey İbrahim, bunu
ilahlarımıza sen mi yaptın?" "Hayır" dedi. "Bu yapmıştır, bu onların
büyükleridir; eğer konuşabiliyorsa, siz onlara soruverin." Bunun
üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da; "Gerçek şu ki, zalim
olanlar sizlersiniz (biziz)" dediler. Sonra, yine tepeleri üstüne ters
döndüler: "Andolsun, bunların konuşamayacaklarını sen de bilmektesin."
Dedi ki: "O halde, Allah'ı bırakıp da sizlere yararı olmayan ve zararı
dokunmayan şeylere mi tapıyorsunuz?" "Yuh size ve Allah'tan başka
taptıklarınıza. Siz yine de akıllanmayacak mısınız?" (Enbiya Suresi,
51-67)
Tebliğ yapan mümin, anlattıklarının etkisini ölçmek, ne yönde
anlatıma ağırlık vereceğini tesbit etmek ve konuştuğu kişinin düşünce
seyrini takip etmek için ara ara sorular sormalıdır. Karşısındakinin
ilerleme kaydedip kaydetmediğini ölçmeli, anlatılanlar hakkında ne
düşündüğünü öğrenmelidir. Bunu yaparak kişinin hem samimiyetini ölçmüş
, hem de neyi nasıl anlatacağını tayin etmiş olur.
7.
Kişinin Karakterine En Uygun ve En Etkili Anlatım Metodunu Kullanmak
Tebliğde etkileyicilik, anlatılanların
doğruluğunun yanında, anlatım çarpıcılığı ile de gerçekleşmektedir.
Anlatılmak istenen şeyin üzerinde önemle durup, konunun etkili
örneklerle, tam kişinin ihtiyacını karşılayacak şekilde anlatılması
bunun bir şeklidir. Bununla beraber, herkesin farklı karakteri ve
değişik ihtiyaçları olacağından herkese aynı tarz konuşma üslubu ve
hitap tarzı kullanılmaz. Bu nedenle farklı kişilere farklı üsluplar
kullanılabileceği gibi aynı kişiye farklı anlatım metodları uygulamak
da etkili olacaktır. Örneğin, gerektiğinde bir konuyu uzun uzun
detaylarıyla anlatmak yararlı olabilir; bazen de ara ara konu açıp
kısa ve vurucu anlatımlar yapılabilir. Bu metodlar, karşıdaki kişinin
algılama durumu, ruh hali ve hangi şekilde daha çok etkileneceği
tespit edilerek yapılır.
8.
Kişiyi Düşünmeye Sevk Etmek
Soru sormanın amacı karşı tarafın fikrini
öğrenmek olduğu gibi, onu belli bir konu üzerinde düşünmeye yöneltmek
de olabilir. Bu ikincisi tebliğ yaparken son derece etkili bir
yöntemdir.
Cahiliye toplumunun en önde gelen özelliği,
Kuran'da kast edildiği şekilde düşünmeyi bilmemeleridir. Bu kişiler
hayatın gerçek anlamı hakkında düşünmezler, sadece kazanacakları
parayı ya da yapacakları gösterişi düşünürler. Elbette ki bir insanın
bu konular üzerinde düşünmesi de gerekir ancak burada yanlış olan söz
konusu kişilerin hayatlarının sadece bu gibi dünyevi konulardan ibaret
olmasıdır. Bu kişiler, evrenin nasıl var olduğu, sahip oldukları
bedenin kimin tarafından yaratıldığı, ölümle birlikte insanın nereye
gittiği gibi temel imani konular hakkında gereği gibi düşünmezler.
Düşünceleri genellikle kişisel çıkarları üzerine kuruludur.
İşte bu nedenle tebliğ yapılan kişiyi mutlaka
düşünmeye sevk etmek gerekir. Hem içinde yaşadığı sistemin
çarpıklığını görmesi, hem de temel imani konuları kavraması için
hayati derecede önemlidir bu. Düşünmek insanın kendi kendine bazı
sorular sormasına, eksikleri fark etmesine ve içinde bulunduğu
durumdan sıkıntı duymasına neden olacaktır. Bunun sonucu ise doğruyu
ve gerçeği aramak olacaktır. Nitekim Allah Kuran'da insanları
düşünmeye sevk eder ve sorularla neler üzerinde düşünmeleri
gerektiğini hatırlatır. Örneğin bir ayette Allah şöyle
buyurmaktadır:
De ki: "Düşündünüz mü hiç; eğer Allah
sizin işitmenizi ve görmenizi alıverir ve kalplerinizi mühürlerse,
onları size Allah'tan başka getirebilecek ilah kimdir?" Bak, Biz nasıl
ayetleri 'çeşitli biçimlerde açıklıyoruz da' sonra onlar (yine) sırt
çevirip-engelliyorlar? (Enam Suresi, 46)
Başka ayetlerde de yine düşündürmeye yönelik
sorular vardır:
De ki: "Göklerden ve yerden sizlere
rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi
ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri
evirip-çeviren kimdir? Onlar: "Allah" diyeceklerdir. Öyleyse de ki:
"Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız? İşte bu, sizin gerçek
Rabbiniz olan Allah'tır. Öyleyse haktan sonra sapıklıktan başka ne
var? Peki, nasıl hâlâ çevriliyorsunuz? (Yunus Suresi,
31-32)
Hz. İbrahim de kavminin sapıklığını onları
düşündürtmek suretiyle kendilerine buldurturttuğunu Allah şöyle haber
verir:
Onlara İbrahim'in haberini de aktar-oku:
Hani, babasına ve kavmine: "Siz neye kulluk ediyorsunuz?" demişti.
Demişlerdi ki: "Putlara tapıyoruz, bunun için sürekli onların önünde
bel büküp eğiliyoruz." Dedi ki: "Peki, dua ettiğiniz zaman onlar sizi
işitiyorlar mı? Ya da size bir yararları veya zararları dokunuyor
mu?", "Hayır" dediler. "Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk."
(Şuara Suresi, 69-74)
İnanmak kişinin özgür iradesi ve isteğine bırakılacağından,
mühim olan onu gerçekler üzerinde düşünmeye sevk etmektir. Doğruyu
görebilmek için insanın önce konu üzerinde düşünmesi gerekir. Bu
nedenle mümin, tebliğ yaptığı kişiyi düşünmeye sevkedici tarzda
konuşmalar yapmalıdır.
9.
Atalarının Dininin Etkisinden Kurtarmak
İnsanlarda, içinde yaşadıkları toplumun
yüzyıllar içinde meydana getirdiği geleneğe uymaya, atalarından kalan
örfü sürdürmeye yönelik bir eğilim vardır. Eğer bu gelenek ve örf,
Kuran'a uygunsa, bunların yaşanmasında bir sakınca yoktur elbette.
Fakat Kuran'da bildirilen gerçeklere ters, Peygamber Efendimizin
sünnetine ve İslam örfüne aykırı yönleri varsa -ki çoğu zaman
böyledir- Allah bunları yaşamayı yasaklar. Çünkü Müslümanın yol
göstericisi, Allah'ın indirdiği Kitap'tır, Peygamber(sav)'in
sünnetidir. Müslümanın yol göstericileriyle çeliştikleri takdirde, ne
atalarının ne de başka kişilerin ortaya koydukları gelenek ve kurallar
onun için hiçbir anlam ifade etmez. Aşağıdaki ayette Allah konuyu
açıkça şöyle hükme bağlar:
Onlara; "Allah'ın indirdiklerine uyun"
denildiğinde, derler ki; "Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz
şeye uyarız." Şayet şeytan, onları çılgınca yanan ateşin azabına
çağırmışsa da mı (buna uyacaklar)? (Lokman Suresi,
21)
Dinin tebliğ edildiği kişiye de kuşkusuz bu önemli konu
anlatılmalı, o kişi, "ataların dini" yerine saf ve katıksız bir
biçimde Kuran'a uymaya davet edilmelidir. Aksi halde İslam'ı kavraması
ve uygulaması mümkün olmayacaktır.
10. Cahiliye Hayatını Tarif Etmek ve Etkilerini Yok
Etmek
Tebliğ yapılan kişiye anlatılmasında büyük yarar
olan konulardan biri de, içinden çıktığı cahiliye toplumunun gerçek
yüzüdür. Böylece, bu çarpık düzeni, İslam ahlakının mükemmelliği ile
kıyas edebilir ve aradaki farkı çarpıcı bir biçimde görebilir.
Dinden uzak kalmış toplumların yaşam sisteminde,
insanların ahlaki yapısı, adalet anlayışı tamamen çöküntüye
uğramıştır. Böyle toplumlarda kargaşa ve huzursuzluk yaygınlaşır, suç
oranı artar, adaletsizlikler de aynı oranda çoğalır. Allah'ın elçileri
toplumlarına, içinde bulundukları bu çarpık durumu tarif etmişler ve
kurtuluş için Allah'ın sınırlarını çiğnememeyi ve bu sınırlara bağlı
kalmayı tavsiye etmişlerdir. Toplumsal ve kişisel aksaklıkların din
ahlakının yaşanmasıyla ortadan kalkacağının, Allah'ın hükümlerinin
toplumda yerleşik olmasıyla o bozuk sistemi otomatikman değişeceğinin
anlaşılması insanları dine yaklaştıran önemli sebeplerden biri
olacaktır.
Hz. Yusuf, zindanda kendisine rüya yorumu soran
iki kişiyle konuşurken şunları anlatır:
"...Doğrusu ben, Allah'a iman etmeyen,
ahireti de tanımayanların ta kendileri olan bir topluluğun dinini
terkettim. Atalarım İbrahim'in, İshak'ın ve Yakub'un dinine uydum.
Allah'a hiçbir şeyle şirk koşmamız bizim için olacak şey değil. Bu,
bize ve insanlara Allah'ın lütuf ve ihsanındandır, ancak insanların
çoğu şükretmezler. Ey zindan arkadaşlarım, birbirinden ayrı (bir sürü)
Rabler mi daha hayırlıdır, yoksa kahhar (kahredici) olan bir tek Allah
mı? Sizin Allah'tan başka taptıklarınız, Allah'ın kendileri hakkında
hiçbir delil indirmediği, sizin ve atalarınızın ad olarak
adlandırdıklarınızdan başkası değildir. Hüküm, yalnızca Allah'ındır.
O, Kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan
din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler." (Yusuf Suresi,
37-40)
Hz. Yusuf, kendilerine tebliğde bulunduğu
kişilere, içlerinde yaşadıkları toplumun müşrik karakterini anlatmış
ve "birbirinden ayrı (bir sürü) Rabler mi daha hayırlıdır, yoksa
kahhar (kahredici) olan bir tek Allah mı?" demekle, şirkle tevhid
arasındaki büyük farkı göstermiştir. Kuşkusuz bu anlatım çok detaylı
bir biçimde yapılabilir. Müşrik karakterinin meydana getirdiği;
bencil, haris, menfaatçi, basit ve yabani insan modeli anlatılabilir
ve karşılığında müminlerin asil özellikleri sayılabilir. Şirk
düzeninin; adaletsiz, acımasız, sahtekar ve çıkarcı yapısı tasvir
edilir ve buna karşı İslam ahlakını yaşamanın sonucunda ortaya çıkan
ideal yapı ortaya konabilir.
Bu
tür karşılaştırmalar, cahiliyenin içinden çıkıp gelmiş olan kişiyi o
sistemden tümüyle uzaklaştırıp, İslam'la şereflendirmek için son
derece yararlıdır. Örnekler ise, özellikle tebliğ yapılan kişinin
yaşadığı toplumsal çevreden seçilmelidir.
11. Konuşmalarda Yönlendirici Olmak
Mümin, tebliğ yaparken asıl amacının din
ahlakını anlatmak ve tebliğ yapılan kişinin imanına vesile olmak
olduğunu hiçbir zaman unutmamalıdır. Çünkü karşı taraf, büyük
olasılıkla konuyu başka yönlere çekmeye eğilim gösterebilir.Bu durumda
da dini konulara konsantre olmakta güçlük çekmesi, vicdanında
rahatsızlık duyması, ya da ciddiyetsiz olması gibi farklı nedenleri
olabilir.
Mümin bu durumda da dikkatli davranmalıdır.
Dinlemek istemeyen, sıkılan birisine zorla anlatmanın elbette bir
anlamı yoktur. Bilinçli bir konu değişikliği ile geçici olarak başka
bir üsluba geçilebilir ve karşı tarafa dinlenme süresi verilebilir.
Ancak, konuşmanın kontrolünü karşı tarafa vererek onun boş ve yararsız
fikirleriyle ya da çözümsüz sorunlarıyla uğraşmak büyük hata
olacaktır.
Kısacası, mümin konuşmada mutlaka yönlendirici
davranmalıdır. Karşı tarafın duymak istediklerinden çok, kendi
anlatması gerekenleri anlatmalıdır. Hz. Yusuf'un zindandakilerle
konuşurken kullandığı "teknik", bu yönden iyi bir
örnektir:
Onunla birlikte iki genç de zindana
girmişti. Biri: "Ben (rüyamda) kendimi şarap sıkıyorken gördüm." dedi.
Öbürü: "Ben de kendimi başımın üstünde ekmek taşıyorken gördüm; kuş da
ondan yemekteydi" dedi. "Bunun yorumundan bize haber ver. Doğrusu biz
seni, iyilik yapanlardan görmekteyiz." Dedi ki: "Size rızıklanacağınız
bir yemek gelecek olsa, ben mutlaka size daha gelmeden önce onun ne
olduğunu haber veririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Doğrusu
ben, Allah'a iman etmeyen, ahireti de tanımayanların ta kendileri olan
bir topluluğun dinini terk ettim. Atalarım İbrahim'in, İshak'ın ve
Yakub'un dinine uydum. Allah'a hiçbir şeyle şirk koşmamız bizim için
olacak şey değil. Bu, bize ve insanlara Allah'ın lütuf ve
ihsanındandır, ancak insanların çoğu şükretmezler. Ey zindan
arkadaşlarım, birbirinden ayrı (bir sürü) Rabler mi daha hayırlıdır,
yoksa kahhar (kahredici) olan bir tek Allah mı? Sizin Allah'tan başka
taptıklarınız, Allah'ın kendileri hakkında hiçbir delil indirmediği,
sizin ve atalarınızın ad olarak adlandırdıklarınızdan başkası
değildir. Hüküm, yalnızca Allah'ındır. O, kendisinden başkasına kulluk
etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların
çoğu bilmezler. Ey zindan arkadaşlarım, ikinizden biri efendisine
şarap içirecek, diğeri ise asılacak, kuş onun başından yiyecek. İşte
hakkında fetva istemekte olduğunuz iş (artık) olup bitmiştir." (Yusuf
Suresi, 36-41)
Görüldüğü gibi, Hz. Yusuf, kendisine rüya tabiri
soran kişilere önce uzun bir tebliğ yapmış, sorularının asıl cevabını
ise en sonunda vermiştir. Eğer önce rüyanın tabirini anlatsa, sonra
tebliğ yapmayı denese, belki konuştuğu kişiler onu daha az bir ilgiyle
dinleyeceklerdi. Aynı şekilde Hz. Musa da Firavun'la konuşurken
yönlendirici bir üslup kullanır:
(Firavun) Dedi ki: "İlk çağlardaki
nesillerin durumu nedir öyleyse?" Dedi ki: "Bunun bilgisi Rabbimin
katında bir kitaptadır. Benim Rabbim şaşırmaz ve unutmaz. Ki (Rabbim),
yeryüzünü sizin için bir beşik kıldı, onda sizin için yollar döşedi ve
gökten su indirdi; böylelikle bununla her tür bitkiden çiftler
çıkardık." (Taha Suresi, 51-53)
Mümin, konuşmanın genel gidişatına hakim olmalı, konuşmayı
karşısındakinin istediği şekilde değil de, kendi gerekli gördüğü, en
çok faydalı olacağına inandığı şekilde tutmayı ve yönlendirmeyi
bilmelidir.
12. Kişiyi Yanlış Davranışlardan Alıkoyucu Üslup Kullanmak
"İyiliği emredip, kötülükten men etme", Allah'ın
emrettiği çok önemli bir ibadetlerden biridir. Bu ibadetin tebliğ
yapılan kişiye karşı uygulanması gerektiği de açıktır; yalnızca tebliğ
yapmakla yani "iyiliği emretmekle" kalınmayacak, aynı zamanda
"kötülükten men etme" hükmü de uygulanacaktır.
Kişinin yanlış tavır ve düşünceleri ortaya konarak, Kuran
ayetlerine göre doğruları anlatılmalıdır. Tekrar aynı tavırları
sergilemesi halinde mahçup duruma düşeceği bir anlatım tarzı
uygulanabilir.
13. Dolaylı Anlatım Yapmak
Karşılıklı konuşmalarda genelde kişinin şahsına yönelik bir
hitap tarzı kullanılır. Ancak bir tebliğ metodu olarak, bu üslübun
dışında bir de, başka şahıslar veya insanlar muhatap alınarak, bazı
anlatımlar yapılarak, ama yine karşıdakine iletilmek istenenlerin
söylenmesi sağlanabilir. Bu, tebliğ yapan ile tebliğ yapılan arasında
muhtemel bir gerginliği engellemek ya da tebliğ yapılan kişinin
savunma psikolojisine girerek, kendisine anlatılanlara kulak
tıkamasına mani olmak için yararlı bir yöntemdir.
14. Vicdanını Kullanmaya, Duyarlı Olmaya
Yönlendirmek
Tebliğdeki amaç sadece bilgi vermek, yani
öğretmek değildir. Aksine, bundan daha da önemli olan iş, karşı
tarafın vicdanında etki yaratabilmek, onu samimi bir nefis muhasebesi
yapmaya sürüklemektir. Bunun için de iki taraf arasında samimi ve
sıcak bir diyaloğun kurulması, öğretici bir üsluptan ziyade, yardım
edici bir üslubun kurulması gerekir. Hz. İbrahim'in kavmi ile olan
diyaloğunun sonucunda, önde gelen inkarcıların bir vicdan muhasebesi
yapmak zorunda kalmaları bunun örneğidir. Allah Kuran'da şöyle
buyurur:
Böylece o (İbrahim), yalnızca büyükleri
hariç olmak üzere onları (putları) paramparça etti; belki ona
başvururlar diye. "Bizim ilahlarımıza bunu kim yaptı? Şüphesiz o,
zalimlerden biridir" dediler. "Kendisine İbrahim denilen bir gencin
bunları diline doladığını işittik" dediler. Dediler ki: "Öyleyse, onu
insanların gözü önüne getirin ki ona (nasıl bir ceza vereceğimize)
şahid olsunlar." Dediler ki: "Ey İbrahim, bunu ilahlarımıza sen mi
yaptın?", "Hayır" dedi. "Bu yapmıştır, bu onların büyükleridir; eğer
konuşabiliyorsa, siz onlara soruverin." Bunun üzerine kendi
vicdanlarına başvurdular da; "Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz
(biziz)" dediler. (Enbiya Suresi, 58-64)
Bu
kıssadan da anlaşıldığı gibi, vicdan insanın içindeki doğru bir yol
göstericidir. İnsanlar vicdanlarına uydukları sürece doğru
davranışlarda bulunurlar. Dinin özünde de bu vardır. Allah Kendi
rızasına en uygun olan tavrı insana vicdanı vasıtasıyla bir nevi ilham
eder. Bu nedenle, dini öğrenen kişinin de vicdanının önünde, onu
samimi olarak kullanmasını engelleyen şeyler varsa, (örneğin çevre
etkisinden çekinmek, alışkanlıklarından vazgeçmek vs. gibi) bu
engelleri kaldırmak ve onu vicdanına itaat etmeye yöneltmek
gerekir.
15. Hür Düşünmesini Sağlamak
Bir insanın doğruyu görebilmesi, doğru karar verebilmesi,
Kuran ayetlerine göre yanlış bir düşüncesini doğrusuyla
değiştirebilmesi için hür düşünmesi şarttır. Bunun için aklın
baskılardan uzak, taassuptan arınmış olması gerekir. Dini yeni öğrenen
bir kişinin cahiliye ortamında bunları sağlayamayacağını düşünerek,
hür düşünmesini engelleyebilecek sebepleri ortadan kaldırıcı izahlar
yapmak gerekir. Bu şekilde rahat olmasını sağlayacak ortam hazırlamak,
anlatılanların etkisini de - Allah'ın izniyle -
arttıracaktır.
16. Baskıcı, Zorlayıcı Davranmamak
Tebliğ yapan kişi karşısındakini bir şeye inandırmak zorunda,
fikrini ona kabul ettirmek durumunda değildir. Ona düşen sadece
Allah'ın dinini anlatmaktır. Hidayeti verecek olan, kişinin iman
etmesini sağlayacak olan Allah'tır. Bu nedenle ısrarcı ve baskıcı
davranmasının hiçbir yararı olmayacaktır. Nitekim Allah Kuran'da,
"artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt
verici-bir hatırlatıcısın. Onlara 'zor ve baskı' kullanacak değilsin"
(Ğaşiye Suresi, 21-22) ya da "eğer Rabbin dileseydi,
yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi. Öyleyse, onlar mü'min
oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın?" (Yunus
Suresi, 99) hükmüyle iman edenleri bu tür bir tavırdan kesin biçimde
alıkoyar. Baskıcı olmamak ve kişiyi inancında özgür bırakmak, tebliğ
yapanın samimiyeti ve bir beklentisi olmadığına dair bir kanaat
bırakacağı için, anlatılanları daha etkili kılabilir.
17. Anlatılanlara Kayıtsız Kalmamasını
Sağlamak
Kendileriyle konuşmanın görünüşte en kolay, fakat aslında en
zor olduğu insanlar, anlatılanlara kayıtsız ve tepkisiz kalanlardır.
Çünkü bu tip insanların gerçek fikirlerini öğrenmek kolay kolay mümkün
olmaz. Anlatılanlara, susarak veya tepki vermeden tasdik eder
görünümleriyle, konuşulanları doğru buldukları zannedilir. Aslında
içten pek kabul etmezler, kayıtsız, ilgisiz kalırlar. Karşıt fikirde
ısrar eden biri, en azından reaksiyonludur, konuşarak ikna edilebilir,
bir sonuç elde edilebilir. Kayıtsız insanın durumu daha karmaşıktır.
Böyle insanları ilgili hale getirmek, kayıtsızlığını çözmek için
normal konuşma tarzının dışında, dikkatini çekecek, çok etkili
üsluplar kullanmak gerekir. Örneğin ölümden bahsedip kendisinin toprak
olup çürüyeceğinden bahsedilebilir, maddenin aslı anlatılabilir veya
onun çok önem verdiği değerlerin boş ve anlamsızlığı anlatılıp
dikkatini toplaması ve kayıtsız halinden çıkması sağlanabilir. Bu
şekilde kişinin konuşulanlara karşı duyarlı olması
sağlanabilir.
18. Yıkıma Uğrayan Önceki Toplumları Anlatmak
İnsanı inkara sürükleyen faktörlerden biri,
kendisine sonsuza dek yaşayacağı, hiç ölmeyeceği hissini veren garip
bir aldanıştır. Bazı gençler, hep genç kalacaklarını, ya da en azından
çok uzun bir süre sonra yaşlanacaklarını sanırlar. Orta yaşlılar da
daha hala çok uzun bir ömürleri olduğu avuntusu ile oyalanırlar.
Etraflarındaki medeniyet de onların aldanışını artırır. İnsanlar
tarafından yapılmış görkemli binalar, süslü ve göz alıcı eserler,
evler, arabalar, gösteriler vs. hepsi onlara içinde yaşadıkları
hayatın kalıcı ve sağlam olduğu izlenimini verir.
İşte bu nedenledir ki, tebliğ yapılan kişinin bu
büyük fitneden korunması gerekir. Kendini ve etrafındaki medeniyeti
kalıcı ve sağlam bir varlıklar topluluğu olarak görmekten kurtulmalı
ve aslında hepsinin ve herşeyin Allah'ın iradesi ile ayakta duran ve O
dilediğinde anında yok olacak birer hayal, birer vehim olduğunu
öğrenmelidir. Bilmelidir ki, evrendeki tüm hayat, Allah'ın "Hayy"
(Hayat Veren) sıfatının birer tecellisinden başka bir şey değildir. Ve
Allah, bu tecellileri son derece zayıf ve geçici bir tabiatta
yaratmıştır.
Eskiden yaşamış ve Allah'ın helak ettiği
toplumların haberleri, tebliğ yapılan kişinin zihnine yerleşmiş olan
bu aldanışın silinmesi için anlatılabilir. Nice güçlü kavimler, nice
görkemli medeniyetler sırf Allah'ın emrine itaat etmedikleri için
korkunç bir biçimde helak edilmiş, O'nun gazabı altında sönüp
gitmişlerdir. Kuran'da Allah şu şekilde haber
vermektedir:
Kendilerinden önce nice nesilleri yıkıma
uğrattığımızı görmüyorlar mı? Biz, sizi yerleşik kılmadığımız bir
biçimde onları yeryüzünde (büyük bir güç ve servetle) yerleşik kıldık;
gökten üzerlerine sağanak (bol yağmurlar) yağdırdık, nehirleri de
altlarından akar yaptık. Ama günahları nedeniyle Biz onları yıkıma
uğrattık ve arkalarından başka nesiller (inşa edip) var ettik. (Enam
Suresi, 6)
Allah'ın elçilerini yollamış olduğu tüm
toplulukları, dini yalanlamaları ve Resullere şiddetle karşı koymaları
sonucunda, Allah yıkıma uğratmıştır. Kuran'da bu gerçeği Allah,
"sonunda onu yalanladılar, böylece onları o gölgelik gününün
azabı yakaladı. Gerçekten o, büyük bir günün azabıydı" (Şuara
Suresi, 189) hükmüyle bildirir. Bir başka ayette ise şöyle
denmektedir:
Kendisi için bir uyarıcı olmaksızın, Biz
hiçbir ülkeyi yıkıma uğratımış değiliz, (onlara) hatırlatma
(yapılmıştır), Biz zulmedici değiliz. (Şuara Suresi,
208-209)
Helak olmuş kavimlerin anlatılması, hatta bunlardan kalan
arkeolojik bulguların gösterilmesi ve içinde yaşanılan kavmin de Allah
dilerse her an helak edilebileceğinin anlatılması, tebliğ yapılan
kişinin Allah'tan başka güvendiği dayanakların önemli bir bölümünü yok
eder. Kendisinde büyük bir güç gördüğü medeniyet ve teknolojinin,
insanları Allah'ın aciz bir kulu olmaktan çıkarmadığını, Allah'tan
başka da gücüne güven duyulacak ve kendisinden korkulacak bir merci
olmadığını ona hissettirir.
19. Ölümü Hatırlatmak
Medeniyetlerin ve toplumların helakı kadar,
hatta belki de daha çok düşündürücü ve "ayakları yere bastırıcı" bir
konu varsa, o da insanın helakı, yani ölümdür. Bu nedenle, insanların
çoğu, başkalarının ölümlerine şahit oldukları halde, kendilerinin de
mutlaka bu sonla karşılaşacaklarını, öleceklerini düşünmezler. Bundan
hep kaçarlar, sanki hiç ölmeyecekmiş gibi kendilerini kandırırlar.
Ölümden hiç bahsetmezler ve büyük bir gaflet içinde yaşarlar. Oysa
Allah şu hükmü verir:
...Elbette sizin kendisinden kaçtığınız
ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da,
müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size
yaptıklarınızı haber verecektir. (Cuma Suresi,
8)
İman edenler ise, inkarcıların aksine sık sık
ölümü düşünürler, yaptıklarının hesabını vereceklerini bilerek, her an
Allah'ın hoşnut olacağı şekilde davranırlar. Dini öğrenmeye, Allah'ı
tanımaya başlayan biri için, ölümü düşünmesi, her an her yerde
ölebileceğini fark etmesi onun belli bir bilinç kazanmasına sebep olur
ve dini halis bir şekilde yaşamasını teşvik eder.
Bu
nedenledir ki, imani şuuru açıcı bu önemli konunun tebliğ yapılan
kişiye anlatılması son derece yararlı ve gereklidir. Ölüm hakkında
düşünmesinin, dünyanın geçiciliğini anlayıp dine sarılmasında büyük
katkısı olacaktır.
20. İnsanın Acizliğini Anlatmak
Allah'ı hakkıyla takdir edememiş bir insan,
kendisinin mahiyetini de kavrayamaz. Allah'ın büyüklüğünü, kudretini
fark edememiş ise, kendisinin acizliğini de idrak edemez. Bu
yüzeysellikteki insan, herşeyi kendisinin yaptığını, gücün kendisinde
olduğunu, gerçekte Allah'ın sahip olduğu vasıflara kendisinin sahip
olduğunu zanneder, kendi içinde kendini büyütür. Bu bakış açısıyla
herşeyi çarpık bir anlayışla görür. Bu nedenle kendisinin; etten
kemikten olduğunu, damarındaki ufak bir aksaklıkla ölebileceğini,
vücudundaki hiçbir şeye en ufak etkisi olmadığını, ağzı kokan, gözü,
kulağı, burnu kısacası tüm vücudu düzenli temizliğe ihtiyaç duyan aciz
ve zayıf bir varlık olduğunu iyice tarif etmek gerekir. Ayrıca onu
yaşatanın, gözetip koruyanın, ona rızık verenin, bütün güç ve kudret
sahibinin Allah olduğunu, sahip olduğunu zannettiği şeyleri Allah'ın
verdiğini ve sahibinin de O olduğunu, kısacası Allah'ın büyüklüğünü ve
kendi acizliğini anlamasını sağlamak gerekir. İnsanın bilmesi gereken
bu en büyük ilmi Allah Kuran'da şöyle haber vermektedir:
Ey insanlar, siz Allah'a (karşı fakir olan)
muhtaçlarsınız; Allah ise, Ğaniy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır,
Hamid (övülmeye layık)tır." (Fatır Suresi, 15)