Peygamberimiz (s.a.s.) zamanında Şam'da bir Yahudi hahamı vardı. Bu haham zamanın ileri gelen Yahudilerindendi. Bir gün bin sûre ve her sûresi bin âyetten ibaret olan Allah (C.C.)'nın kelâmını Tevrat'ı okurken dört yerinde Hazret-i Peygamberimizin ismi şerifine rastladı.
Peygamberimizin îslâmiyeti anlatmakla vazifeli olduğunu ve Medine'de İslâm dinini yaydığını daha evvel çok duyuyor ve yayılan Islâmiyete ve Peygamberimize karşı büyük bir kin besliyordu. Bundan dolayı Tevrat kitabında O'nun isminin bulunmasına tahammül edemiyerek hasedinden o dört sahifeyi yırtıp attı. Fakat Cenab-ı Allah ona İslâmiyeti nasip edecekti, ikinci gün gene Tevrat okumaya başladığında bu sefer sekiz yerde Peygamberimizin ismi şerifine rastladı. Sekiz sahifenin sekizini de yırtması lâzımdı. Bir hayli düşündükten sonra onları da yırtmaya karar verdi, yırtarak onları da ateşe atıp yaktı. Ne var ki Cenab-ı Allah ikaz etmeye devam ediyordu. Sabahleyin açıp da okumaya başlayınca bu sefer yirmi dört sahifede ayrı ayrı yirmi dört kere peygamberimizin ismi geçiyordu. Bu defa yırtıp atamadı. Çünkü yırta yırta o koca kitabı baştan sona bitirmesi lâzım geliyordu. Hergün ismi şerifin bir kat daha arttığını görünce, Peygamberimizin hakiki bir kurtarıcı olduğunu, Allah tarafından gönderilmiş bir Nebiyyi Kerîm olduğunu anlaması gerekiyordu, îçine bir ateş düştü. Oturduğu yerden kalkarak doğru en samimi olduğu bir haham arkadaşının yanına gidip durumu anlattı, kendisine Medine'nin yolunu tarif etmesini rica etti. Arkadaşı:
— Yahu sen şaşırdın mı? O bir sihirbazdır. Sakın ha Medine'ye gideyim falan deme! diyerek sıkı sıkı tenbihte bulundu ise de o artık kararını vermişti:
— Yok, yok! İş senin bildiğin gibi değil... Bu zamana kadar kendimizi aldattığımız yeter, ben gideceğim Medine'ye, diyerek oradan ayrıldı ve Medine'nin yolunu, bilen başka kimselerden öğrenerek yola düştü.
Araya sora artık kaç günde gitti ise Medine'yi buldu ama, Server-i Kâinat Efendimizi hayatta bulamadı. Çünkü O, Medine'ye vardığında Peygamberimiz irtihal edeli dört gün olmuştu. Bir sokakta giderken, gayet nur yüzlü bir zata rastladı. Anladı onun Nur'u ilâhî ile alâkadar olduğunu... Sordu:
— Ey kardeş'. Ben yabancıyım, Resül-ü Zîşan ile müşerref olmaya geldim. Beni onun huzuruna çıkarır mısınız? dedi.
O rast geldiği sahabi Selman-ı Farisi Hazretleri idi:
— Merhaba, hoş geldiniz... Gelin benimle, diyerek önünde yürümeye başladı.
Fakat Peygamberimizin Dar-i Baka'ya irtihal ettiğini ona bir türlü söyleyemiyor, gözlerinden ırmak gibi yaşlar akıtarak ilerliyordu. Yolda yanlarına Cihan Yarı Güzin efendimizi de alarak Ravzai Mutahha-raya vardılar. Orada Şam'dan îslâmiyeti kabul ederek Peygamber Efendimizle müşerref olmak için gelen o zata kabri şerifi göstererek:
— Senin görmek ve dinini kabul etmek için geldiğin o zatı şerif Hazreti Muhammed Mustafa'dır. Ve dört gün evvel bizi öksüz bırakarak Âlem-i bakaya göçüp gitmiştir, dediler.
îslâmiyeti kabul ederek gelen o eski haham ise onlardan daha çok ağlamaya ve gözyaşı dökmeye başladı, öyle ki hüngür hüngür ağlıyor: v
— Onu gören içinizde varsa ben de onları görmüş olayım, diyerek büyük bir aşkla sahabe-i kiramın yüzlerine bakıyordu. Sonra Peygamberimizin en yakın akrabalarından olan Hazreti Ali'den vasıflarını sordu. Her hareketini dikkatlice dinledikten sonra:
— Vallahi benim Tevrat'ta okuyup öğrendiğim sizin anlattığınızın ta kendisidir, diyerek peygamberimizin sırtına giydiği bir elbisesini istedi.
Selman-ı Farisi Hazretleri gidip Hırka-i Şerifi getirince alıp öptü yüzüne gözüne sürdü ve:
— Eşhedü enlâ îlâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlühü, diyerek îslâmiyeti kabul etmek şerefine erdi. Daha sonra ise ellerini kaldırarak şöyle dua etti:
— Ya Rabbi! Sen Erhamürrahimîn'sin, eğer benim sana ve Resulü kibriyana olan îmanımı kabul etti isen sana hamdü senalar olsun ne mutlu bana... Artık ben Resûlüllah'ı görmeden duramayacağım, benim, ruhumu buracıkta, onun kabri başında al da, ona en çabuk zamanda kavuştur beni, diye dua etti.
Cenab-ı Allah (C.C.) onun içten gelen duasını kabul buyurmuştu. Hemen düşerek ruhunu orada Cenab-ı Allah'a teslim edip Resulü Kibriya'ya kavuştu. Eshab-ı Kiram, aldılar, yıkadılar, kefenlediler ve cenazesini kılıp İslâmî usûl üzere defnettiler.
* * *