Müşriklere dostluk göstermek üç şekildedir:
1 - Hem
zahiri hem de batini anlamda onlarla uyum içinde olan ve onların dediklerini
yapan, onlara meyledip onları gönülden seven bir kimse İslam'dan çıkmış ve kafir
olmuştur, ikrah altında olsun veya olmasın birşey değişmez; çünkü o her bakımdan
kafir ve müşrikleri benimsemekte ve onlarla uyum içinde hareket etmektedir.
Allah (c.c.) bu kimseler hakkında şöyle buyuruyor:
"...Fakat kalbini kafirliğe açarsa, işte Allah'ın gazabı bunlaradır ve onlar
için büyük bir azap vardır." (Nahl:
16/106)
2 - Görünürde
müşriklere karşıymış gibi dururken, kalben onları seven kimse de kafirdir. Bu
kimse görünürde İslam ile amel ettiğinden dolayı malını ve canını güvenceye almış
olur; fakat aslen münafıktır.
3 -
Kalben onlara karşı olmakla birlikte, görünürde onlara katılan kimseler: Bunlar
için iki durum vardır:
a -
Kişinin işkenceye tabi tutulması ya da ölümle tehdit edilmesi durumunda (ikrah
altında) zahiren kafir ve müşriklere muvafakat etmesi caizdir. Ancak görünürde
böyle davranırken kalbinin imanla dolu olması ve ellerinden kurtulduğu anda
imanını açıklaması gerekir.
Nitekim aynı durum Ammar b. Yasir'in de başına
gelmişti. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu:
"Kalbi
imanla dolu olduğu halde inkara zorlanan hariç, kim iman ettikten sonra Allah'ı
inkar ederse..."
(Nahl:
16/106)
Allah
(c.c.) şöyle buyuruyor:
"...Ancak kafirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız başkadır..." (Al-i İmran: 3/28)
İbni
Kesir de Al-i İmran Suresinde bu ayeti tefsir ederken buna dikkat çekmiştir.
b -
Kalben onlara karşı olmakla birlikte (geçerli bir ikrar söz konusu olmadığı
halde), sırf liderlik makamını korumak için, malına, ülkesine ya da çoluk
çocuğuna zarar gelmesinden korktuğu için ya da bunun gibi şeyler sebebiyle
görünürde onlara muvafakat etmesi küfürdür, böyle yapan kimse de mürteddir.
Müşrik ve kafirlere karşı içten içe nefret duyması, onların sevmemesi kendisine
bir yarar sağlamaz.
Allah (c.c.) böyle kimseler hakkında şöyle buyuruyor:
"Bu
azap, onların dünya hayatını ahirete tercih etmelerinden ve Allah'ın kafirler
topluluğunu hidayete erdirmemesinden ötürüdür."
(Nahl:
16/107)
Onları
küfür işlemeye sevk eden şey cehaletleri, kinleri ya da batılı sevmeleri
değildir. Onları böyle bir sona götüren şey, dünyayı tercih etmeleri ve dünyayı
ahiretten üstün tutmalarıdır.
Birçok
kimsenin mazeret olarak ileri sürdüğü şeyler, şeytanın kendilerini aldatması ve
batılı süslü göstermesinden başka bir şey değildir. Bunun sebebi, şeytanın
dostlarının, bu gibi kimseleri aslı olmayan korkularla korkutmalarıdır. Böyle
davrananlar, görünürde müşriklere muvafakat etmenin caiz olduğunu, onlara boyun
eğmek için bu korkuların yeterli olduğunu kabul edip bunu cahil halka gerçek bir
ikrah hali gibi göstermeye çalıştılar. Halbuki alimler, gerçek zorlamanın
mahiyetini açıklamışlardır.
Şehülislam İbni Teymiyye (r.h.) şöyle diyor:
"Mezheplerin bu konudaki
görüşlerini ve kişiye yapılan zorlamanın şiddetine göre ikrahın farklılık arzettiğini açıkladıktan sonra şunu da belirtelim ki; hibe ve benzeri konularda
geçerli olan zorlamalar, küfür sözlerini söyleyebilmek için yeterli kabul
edilmez. Çünkü Ahmed b. Hanbel'in de birçok yerde delilleriyle bildirdiği gibi:
İkrah sözle olduğunda geçerli olmayıp ancak küfre zorlanan kimsenin eziyet ve
işkenceye tabi tutulması veya özgürlüğünün sınırlanması gibi durumlarda
geçerlilik kazanır.
Ahmed b. Hanbel'in sunduğu delillerden biri şudur:
Eğer bir kadın, kendisini
boşamasından ya da kötü muamelede bulunmasından korktuğu için kocasına mehrini bağışlarsa, kadının bundan dönmeye hakkı vardır. Çünkü kocası kadını zor
altında bırakmıştır. Bu durumda boşanma korkusu veya kötü muamele göreceği
endişesi, onun için geçerli bir zorlama kabul edilir. Ancak bu gibi durumlar
küfür işlemek için ikrah sayılmaz.
Yine esir olan bir kimsenin, kafirlerin, kendisiyle, evlenmek istediği kişinin
arasına girerek, onun evlenmesine engel olacaklarından korkması da bu kimsenin
küfür sözü söylemesini mubah kılmaz.
Özetlemek gerekirse; sadece sözle yapılan baskı altında küfrü gerektiren bir
sözü söylemek caiz olmayıp ancak işkence, dövme veya öldürme gibi fiili
tehditlerle caizlik kazanır. Çünkü sadece sözle yapılan baskı zorlama sayılmaz.
Daha önce de ifade edildiği gibi; kafirlerin kendisi ile hanımı arasında bir
engel oluşturmaları da bir zorlama değildir.
Bu gerçekler anlaşılıp halkın içinde bulunduğu durum göz önünde tutulduğunda, Rasulullah'ın (s.a.v.) şu hadisi daha da anlam kazanacaktır:
"İslam garip başladı, yine başladığı gibi garipliğe
dönecektir." ( Müslim İman: 232, Tirmizi İman:
13, İbni Mace Fiten: 51, Darimi Rikak: 43, Ahmed: 1/398, 4/73.)
|