Yüce Allah kafir ve müşriklere karşı düşmanlık beslemeyi vacip, onlarla dostluk
kurmayı ise haram kılmış ve bu konuda oldukça sert hükümler koymuştur. Öyle ki,
yüce Allah'ın kitabında, tevhidden sonra hakkında en çok hüküm ve açıklama
bulunan konu budur.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Onlara: 'Yeryüzünde fesat çıkarmayın!' denildiği zaman: 'Biz ancak ıslah
edicileriz' derler." (Bakara: 2/11)
İbni
Cerir diyor ki:
"Münafıklar; günahları sebebiyle yeryüzünde fesad çıkaranlar, kendilerine
yasaklanan şeyleri yapıp farzları yerine getirmeyenler, Allah'ın (c.c.) dininde
şüpheye düşenlerdir. Oysa ki Allah (c.c.), kesinlikle dininin tasdikini
istemektedir. Bir de, bunlar müminleri yalanlar, onları kendilerinde bulunmayan
şeylerle damgalar ve töhmet altında bırakmaya çalışırlar. Bu müfsidler, Allah'ı
(c.c.), Rasulü'nü (s.a.v.) ve kitaplarını yalanlayanlara yardımda bulunur,
fırsat buldukları anda Allah'ın (c.c.) velileri aleyhinde harekete geçerler."
İbni
Kesir de der ki:
"Bu söylenenler güzeldir. Çünkü yeryüzünde fesat, müminlerin kafirleri veli
edinmeleriyle ortaya çıkar.
Nitekim, Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Kafirler birbirlerinin velileridirler. Siz bunu (birbirinize gerekli
yardımı) yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve büyük bir kargaşa olur."
(Enfal: 8/73)
Müslümanların, kafirlerle dostluk bağlarını kesinlikle koparmaları gerekir.
Çünkü, Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Ey
iman edenler! Müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmeyin ..."
(Nisa:
4/144)
"...Biz
ancak ıslah edicileriz..." (Bakara: 2/11) kavline gelince, bu şu manaya
gelir "Biz, mümin olsun, kafir olsun iki fırkayı da idare etmek, hem bunlarla hem de ötekilerle barış
içerisinde olmak istiyoruz." Oysa Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Asıl fesat çıkaranlar onlardır..." (Bakara: 2/12)
Burada denilmek istenen şudur; "Dikkat edin! Bunlar kendilerinin
itimat edilir kimseler olduklarını iddia ediyor, ıslah edici ve arabulucu
olduklarını ileri sürüyorlar. Oysa, onların yaptıkları şey fesadın ta
kendisidir. Ancak onlar, cehaletlerinden ve bilgisizliklerinden dolayı bunun
fesat olduğunu bilmezler, buna akıl da erdirmezler. Çünkü onlar şuursuzdurlar."
Allah'a (c.c.) yemin olsun ki, İbni Kesir'in anlattıklarını biz
şimdi de işitiyoruz. Mesela; bazı kimseler kendilerine "Sizi fesat ve şer
ehliyle beraber oturmaya sevk eden şey nedir?" diye sorulunca şöyle diyorlar:
"Biz onlarla aramızı düzelterek dünyalık elde etmek istiyoruz. Onlarla
ilişkilerimizi kesmiyoruz ki, ileride yanlarında bizim de bir yerimiz olsun;
bizi dışlamasınlar." diyorlar.
Çünkü bunlar, Allah'ın (c.c.) batıl ehlini
dünyadayken cezalandırmaması
gibi şeyler yüzünden Allah (c.c.) hakkında kötü zanna kapılıyor, kafirleri dost
edinmemeleri, onların kendilerinden hoşnut kalmamaları halinde başlarına bir
bela gelmesinden endişe ediyorlar. Nitekim bunu:
"...
Başımıza bir felaket gelmesinden korkuyoruz..." (Maide: 5/52) diyerek hal
dilleriyle ifade ediyorlar.
"Asıl
fesat çıkaranlar onlardır; fakat farkına varmazlar."
(Bakara: 2/12)
"Münafıklara
da haber ver ki, kendileri için çok acı bir azap vardır. Müminleri bırakıp da
kafirleri dost edinen o münafıklar, onların yanında kuvvet ve şeref mi
arıyorlar? Oysa kuvvet ve şerefin hepsi Allah'ındır.
Allah
size kitapta 'Allah'ın ayetlerinin inkar edildiğini ve onlarla alay edildiğini
işittiğiniz zaman (onlar
konuyu
değiştirip) başka bir söze
geçmedikçe onlarla birlikte oturmayın. Aksi halde, siz de onlar gibi olursunuz'
diye indirdi. Muhakkak ki Allah, münafıkların ve kafirlerin hepsini Cehennemde
bir araya getirecektir.
(Münafıklar) Sizi gözetleyip
dururlar; eğer Allah'tan size bir zafer nasip olursa: 'Biz sizinle beraber değil
miydik?' derler. Eğer (bu zafer) kafirlere nasip olursa, onlara da: "Size
yardım edip, müminlerden size (bir kötülük gelmesini) önlemedik mi?"
derler. Allah, Kıyamet Günü aranızda hüküm verir. Allah, kafirlerin müminlere
(galip gelmelerini sağlayacak) bir yola asla fırsat vermeyecektir.
Münafıklar, Allah'a hile yapmaya kalkışırlar. Allah da onlara hile yapar. Onlar
namaza kalktıklarında üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah'ı
da çok az zikrederler. (Müminler ile kafirler arasında) Bocalayıp
dururlar, ne (tam olarak) onlara ne de (tam olarak) bunlara
katılırlar. Allah, kimi doğru yoldan saptırmışsa, artık onun için (hakka
giden) bir yol bulamazsın. Ey iman
edenler! Müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmeyin. Yoksa onları dost
edinerek, bunu kendi aleyhinize apaçık bir delil mi yapmak istiyorsunuz?"
(Nisa:
4/138-144)
İbni
Kesir diyor ki:
"O münafıklar, müminleri bırakıp kafirleri
dost ve veli edinirler. Yani gerçekte onlarla beraberdirler. Onlara dostluk
gösterir, müminlerin sırlarını gizlice onlara götürürler. Bunlarla baş başa
kaldıklarında "... Biz sizinle beraberiz; onlarla sadece alay ediyoruz."
(Bakara: 2/14) derler. Yani onların müminlerle berabermiş gibi gözükürken
asıl amaçlan müslümanlarla alay etmektir. Allah (c.c.) da, bunların
başvurdukları yolları başlarına çarparak, kafirleri dost edindikleri için şöyle
buyuruyor:
"...
Münafıklar, onların yanında kuvvet ve şeref mi arıyorlar?..."
(Nisa:
4/139)
Allah
(c.c.) daha sonra da her türlü izzetin; saygınlık, şeref, kuvvet ve kudretin
kendisine ait olduğunu bildiriyor
"Kim izzet isterse, izzetin tamamı Allah'ındır
..." (Fatır: 35/10)
"...
Oysa izzet Allah'a, Rasulü'ne ve müminlere aittir. Ama münafıklar bilmezler."
(Münafikun:
63/8)
Yani;
izzeti yüce Allah'tan istemek gerekir ki, bu da O'nun mümin kulları arasında yer
almak ve yalnız O'na kulluk etmekle kazanılır. Çünkü dünyada ve ahirette yardım
ancak böyle kimseler içindir.
Kafirleri veli edinmek münafıkların özelliğidir. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Müminler, müminleri bırakıp kafirleri veli (dost) edinmesinler. Kim böyle
yaparsa, Allah'tan bir şey üzere değildir. Ancak onlardan (gelebilecek bir
zarardan) sakınmanız müstesna..." (Al-i İmran: 3/28)
Her türlü eksiklik ve
kusurdan münezzeh olan Allah (c.c.), müminleri, kafirlerle dostluk kurmaktan menediyor ve sonra da
"Kim bunu yaparsa" yani kafirleri veli edinirse, artık
onun Allah (c.c.) ile bir işi kalmamıştır. O Allah'tan uzaktır, Allah da (c.c.)
onu tanımaz, koruyup yardım etmez buyuruyor. Doğrusu bu, oldukça şiddetli ve
ağır bir tehdittir.
Allah
(c.c.) şöyle buyuruyor:
"Onlardan bir çoklarının kafirleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin
kendilerine sunduğu şey ne kadar kötüdür. Allah onlara gazap etmiştir ve onlar,
azap içinde daimidirler. Oysa ki Allah'a, nebiye ve ona indirilene iman etmiş
olsalardı, kafirleri dost edinmezlerdi. Fakat onların çoğu fasıktırlar."
(Maide:
5/80-81)
Şeyhülislam İbni Teymiyye diyor ki:
"Allah (c.c.), kendisine, Rasulü'ne
ve ona indirilene imanı; kafirleri dost edinmemeye, onları veli tanımamaya
bağlıyor. Onların veli edinilmesi durumunda ise, kişinin imandan çıkacağını
haber veriyor. Zira, imanın varlığı şartlarının varlığına bağlıdır. Şartlar
yerine getirilmediğinde ise iman yoktur. Bir kimse kafirlere dostluk
gösteriyorsa, kendisinde iman yok demektir. Eğer imanlı olsaydı
kafirleri dost edinmezdi."
Allah (c.c.), kafirleri dost edinenlerin gazaba
uğratılacaklarını bildiriyor. Kafirleri veli tanımayı, mümin olmamanın
göstergesi kabul ederek böyle kimselerin ebedi olarak azap içinde
olacaklarını haber veriyor. Halbuki Allah'a (c.c.), Kitabına ve Rasulü'ne
(s.a.v.) iman edenler, kafirleri dost edinmezler. Aksine onlara karşı düşmanlık
beslerler. Tıpkı ileride açıklayacağımız, ibrahim (a,s.) ve onunla
beraber olanların durumunu anlatan haberlerde olduğu gibi. Allah (c.c.) şöyle
buyuruyor:
"Ey
iman edenler! Yahudi ve hristiyanları kendinize dost edinmeyin. Onlar
birbirlerinin dostudurlar. İçinizden her kim onları dost edinirse, o da
onlardandır. Şüphesiz Allah, zalim kimseleri doğru yola iletmez. Kalplerinde
hastalık bulunanların 'başımıza bir felaket gelmesinden korkuyoruz' diyerek
onlara koştuklarını görürsün. Olur ki, Allah kendi katından bir zafer, yahut bir
emir getirir de onlar içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olurlar."
(Maide: 5/51-52)
Allah (c.c.) müminleri, Yahudi ve hristiyanları dost edinmekten
menediyor. Kim bunları veli edinirse, o da onlardandır, yani Yahudi veya
hristiyandır.
İbni
Sirin'den şöyle rivayet edilmiştir:
"Abdullah b. Utbe şöyle dedi:
'Biriniz farkında olmaksızın Yahudi ve hristiyan olmaktan sakınsın.' Biz onun
Maide Suresinin 51. ayetini kastettiğini anladık."
(İbn Ebu Hatim)
Dolayısıyla müşrikleri veli edinen müşrik, kafirleri veli edinen de kafirdir.
Zira ehli kitaptan olsun ya da olmasın
Yine
Rabbimizin bildirdiğine göre, kalplerinde hastalık (şüphe) bulunanların bu
konuda küfre düşmelerinin sebebi şöyle bir gerekçe ileri sürmeleridir:
"...Başımıza bir felaket gelmesinden korkuyoruz..."
(Maide: 5/52)
Münafıklara, neden kafirlerle dost oldukları sorulsa, şöyle cevap verirler:
"Bizim endişe ve sıkıntımız şudur: Olur ki, gelecekte sizin düşman dediğiniz bu
kimseler gücü ellerine geçirip üzerimizde egemen olabilir ve bu durumda
mallarımıza el koyup, bizi ülkemizden sürebilirler. Bu bakımdan kendileriyle
olan ilişkilerimizi kesmiyoruz."
İşte
bu, Allah (c.c.) hakkında su-i zanda bulunmaktır ki, Allah (c.c.) bunlarla
ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
"Allah, hakkında kötü zanda bulunan münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik
erkek ve müşrik kadınlara da azabetsin. (Onların müslümanlar için
istedikleri) kötü olaylar, kendi başlarına gelsin. Allah onlara gazap etmiş,
onları lanetlemiş ve onlara Cehennemi hazırlamıştır. Orası ne kötü bir yerdir."
(Fetih: 48/6)
"...Fakat umulur ki, Allah kendi katından bir zafer, yahut bir emir getirir de,
onlar da içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olurlar."
(Maide: 5/52)
Buradaki "Fakat umulur ki (mümkündür ki)" sözü "asa" fiilinin karşılığıdır. Bu,
Allah (c.c.)'nun fiili hakkında kullanıldığında, "O işin mutlaka olacağı"
anlamına gelir. Rabbimize ham dolsun ki, müminlere fethi nasibetti de, böylece
münafıklarla, bozuk ve kötü zan sahipleri içlerinde gizledikleri şeylerden
dolayı pişmanlık duydular.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Ey
iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve kafirlerden
dininizi alay konusu ve oyuncak edinenleri dost edinmeyin. Eğer gerçekten iman
etmiş kimselerseniz, Allah'tan korkun." (Maide: 5/57)
Bu
ayette Allah (c.c.), mü'minleri, Yahudi ve hristiyanlar ile bunların dışında
kalan diğer kafirleri dost edinmekten men ederek bunun imana aykırı bir davranış
olduğunu açıklıyor.
Allah
(c.c.) şöyle buyuruyor:
"Ey
iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve
kardeşlerinizi veliler edinmeyin. Kim onları veli edinirse, işte onlar
zalimlerin ta kendileridir. De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz,
eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, fesada uğramasından
korktuğunuz ticaretiniz, hoşlandığınız evleriniz size Allah'tan, Rasulü'nden ve
Allah yolunda cihat etmekten daha sevgili ise, artık Allah'ın emri gelinceye'
kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez."
(Tevbe:
9/23-24)
Allah
(c.c.) bu ayetlerde müminlere, dinleri ve inançları farklı olduğu takdirde, en
yakınları olan babalarını ve kardeşlerini dahi dost edinmemelerini, bunları veli
kabul etmemelerini, bunlara idari görevler vermemelerini emrediyor. Kim, bu
gerçeklere ve bu emre rağmen, inançsız ve bozuk akideli kafir babasını,
kardeşini veya bir yakınını veli edinip bunlara yetki verirse, zalimdir. Peki ya
bizzat kendisinin, atalarının ve inancının düşmanı olan kimseleri dost edinir,
veli tanır, kendi adına onları söz sahibi kılarsa durumu ne olur? Acaba bu kimse
zalim olmaz mı? Elbette zalimdir ve Allah'a (c.c.) yeminle belirtmeliyim ki, bu
kişi zalimlerin en zalimidir.
Bu yüce
ayette; kafirleri dost edinmenin, onlara velayet yetkisi vermenin asla bir
mazereti olamayacağı açıklanıyor. Hiç kimsenin babası, kardeşi, ülkesi, malı,
hısım ve akrabası ya da eşleri adına korktuğunu bahane ederek kafirleri dost
edinmesinin, asla mazeret olarak kabul edilmeyeceği gerçeği vurgulanıyor.
Burada şöyle bir soru akla gelebilir:
"Tefsir alimlerinin bir çoğu bu ayetin cihat
hakkında nazil olduğunu söylerken, siz buna nasıl bakıyorsunuz?"
Bu
soruya iki şekilde cevap verebiliriz:
1-
Bilindiği gibi cihat, her müslümana gücü ve imkanı nisbetinde farzdır. Söz
konusu sekiz sınıf mazeret gösterilerek, cihat terk edilemez. Dolayısıyla,
müşriklere karşı düşmanlığı terketmek ve onlarla ilgi ve bağları koparmamak
noktasında da bütün bunlar mazeret olarak ileri sürülemez. Nasıl ki bu sekiz
sınıftan biri veya hepsi ileri sürülerek cihat terk edilemezse, bunlar ileri
sürülerek müşriklere dostluk da gösterilemez, bunlar adına kafir ve müşriklerle
işbirliği içine asla girilemez.
2-
Ayetin kendisi de bizim anlattığımız noktaya delalet etmektedir. Çünkü ayette
şöyle buyruluyor:
"...
Size Allah'tan, Rasulü'nden ve Allah yolunda cihattan daha sevgili ise ..."
(Tevbe:
9/24)
Allah
(c.c.) ve Rasulü'nün (s.a.v.) sevgisi, kesinlikle müşriklere karşı düşmanlığı ve
onlarla her türlü bağı kesmeyi, müşriklere karşı gereken tavrı sergilemeyi vacip
kılar. Nitekim cihat sevgisi de böyle bir tercihin yapılmasını gerektirir.
Başarı Allah'tandır.
Bu
gerçekler insaf sahibi bir kimseye ulaştığında meseleyi açık bir şekilde
anlayacaktır. Ancak taassubu sebebiyle Allah'ın (c.c.) basiretini körelttiği
kimse, gerçekleri görmezlikten gelecektir. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Üzerlerine Rabbinin (azap) sözü hak olmuş bulunanlar, kendilerine her
türlü ayet gelmiş olsa bile, o acı azabı görmedikçe yine de iman etmezler."
(Yunus: 10/96-97)
"...İman ettikleri halde hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret etmedikçe,
sizin onlarla hiçbir dostluğunuz yoktur..." (Enfal:
8/72)
"Kafirler de birbirlerinin velisidirler. Eğer siz bunu (birbirinize gerekli
yardımı) yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve büyük bir kargaşa olur."
(Enfal: 8/73)
Allah (c.c.), kafirlerin birbirlerinin velileri olduklarını ve müslümanlardan
uzak olduklarını bildiriyor. Eğer müslümanlar da bir araya gelip birbirleriyle
dost olmazlarsa, büyük bir fitnenin ve kargaşanın ortaya çıkacağını haber
veriyor.
Müslümanların kafirleri sevmesi ve veli edinmesi,
dinde büyük bir fitneye sebep olur. Hatta bu fitne sadece dinde olmayıp, insanın
kendisi ve malları için de söz konusudur. Çünkü vacip ve farzların terk
edilmesi, bir çok haramların işlenir hale gelmesi, İslam şeriatının dışına
çıkılması gibi durumlar hem dinde hem de insanın kendisi ve malları üzerinde
büyük bir fitne ve kargaşa nedenidir. Dolayısıyla, bozguncuların:
"Müşriklerle dostluk, barış ve afiyet getirir."
türünden sözlerinin hiçbir anlamı yoktur?
Allah
(c.c.) şöyle buyuruyor:
"Onlar,
küfür işledikleri gibi, sizin de küfür işleyip kendileriyle bir olmanızı arzu
etmektedirler. Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan herhangi bir dost
edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse, bulduğunuz yerde onları tutun ve öldürün.
Onlardan ne bir dost ne de bir yardımcı edinmeyin."
(Nisa: 4/89)
Yüce Allah,
kafirlerin, müslümanların da tıpkı kendileri gibi kafir olmalarını istediklerini
haber veriyor. Daha sonra da iman ehlini, hicretle sonuçlansa bile, müşriklerle
kafirleri dost edinmekten menediyor. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Ey
iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri dost
edinmeyin. Size gelen hakkı hakkı inkar etmişken onlara sevgi gösteriyorsunuz.
Oysa ki onlar, peygamberi ve sizi, Rabbiniz olan Allah'a iman ettiniz diye
yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer Benim yolumda cihat etmek ve Benim hoşnutluğumu
kazanmak için çıkmışsanız, onları dost edinmeyin. Ben, gizlediğinizi de açığa
vurduğunuzu da bilirim. İçinizden her kim bunu yaparsa, hak yoldan sapmış olur.
Eğer, onlar size üstün gelirlerse, size düşman olurlar. Ellerini ve dillerini
kötülük etmek için size uzatırlar. Bir küfretseniz diye arzu duyarlar. Kıyamet
Günü, ne akrabanız ne de evladınız size hiçbir fayda sağlamayacak, Allah onlarla
sizin aranızı ayıracaktır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.
İbrahim
ve onunla beraber olanlarda, sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır. Hani
onlar kavimlerine demişlerdi ki: 'Biz sizden ve sizin Allah'tan başka ibadet
ettiğiniz şeylerden uzağız. Sizi tekfir ettik. Siz, bir tek Allah'a iman
etmedikçe, bizimle sizin aranızda ebedi olarak kin ve düşmanlık belirmiştir.'
İbrahim'in, babasına söylediği 'senin için Allah'tan mutlaka mağfiret
dileyeceğim; fakat Allah'tan sana gelecek bir şeyi savmaya gücüm yetmez' sözü
müstesna. Rabbimiz! Sana tevekkül ettik, Sana yöneldik. Dönüş Sanadır. Rabbimiz!
Bizi, inkar edenlerle deneme ve bizi bağışla. Şüphesiz daima galip ve hikmet
sahibi olan Sensin. Gerçek olan şu ki, onlarda sizin için, Allah'ı ve Ahiret
Gününü uman kimseler için uyulacak güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse,
bilsin ki, Allah müstağnidir, hamd olunmaya layıktır. Allah'ın, sizinle,
onlardan düşman olduğunuz kimseler arasına bir sevgi koyması mümkündür. Allah,
buna kadirdir. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.
Allah
sizi, din hususunda sizinle savaşmayan ve sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere
iyilik etmekten ve onlara karşı adaletli davranmaktan menetmez.
Şüphesiz Allah, adil davrananları sever. Allah sizi ancak, din hususunda sizinle
savaşan, sizi yurdunuzdan çıkaran ve çıkarılmanıza yardım eden kimselerle dost
olmaktan meneder. Kim onlarla dost olursa, işte onlar zalimdirler.
Ey
iman edenler! Mümin kadınlar size muhacir olarak geldikleri zaman, onları
imtihan edin. Allah, onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer onların mümin olduklarını anlarsanız, onları kafirlere geri döndürmeyin. Ne bu kadınlar o
kafirlere helaldir ne de o kafirler bu kadınlara helal olur. Kafirlere, kadınlar
için sarfettiklerini verin. O kadınlara mehirlerini verdiğiniz takdirde,
onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Kafir kadınları nikahınızda
tutmayın. Onlar için sarfettiğiniz mehri isteyin; onlar da (kafir erkekler) sarfettikleri mehri
istesinler. Bu, Allah'ın hükmüdür; aranızda O hükmeder. Allah, her şeyi hakkıyla
bilendir, hikmet sahibidir. Eşleriniz için sarfettiklerinizden
bir şey (eğer onların dinden çıkmaları sebebiyle) kafirlere gider, siz de
onlara galip gelirseniz, ganimetten eşleri giden erkeklere sarfettikleri
kadarını verin. İman ettiğiniz Allah'a karşı gelmekten sakının.
Ey
Peygamber! Mümin kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmamak, hırsızlık
yapmamak, zina işlememek, evlatlarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında
bir yalan düzüp getirmemek ve iyilik hususunda karşı gelmemek üzere sana bey'at
etmek için geldiklerinde, onların bey'atlarını kabul et ve onlar için Allah'tan
mağfiret dile. Şüphe yoktur ki, Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edendir.
Ey iman
edenler! Allah'ın, kendilerine gazabettiği bir kavmi dost edinmeyin. Zira onlar,
mezar ehlinden ümitlerini kesen kafirler gibi, ahiretten ümitlerini
kesmişlerdir." (Mümtahine:
60/1-13)
Sahih hadis kaynaklarında da sabit olduğu üzere bu sure, sahabeden
Hatıb b. Ebi-Beltea
hakkında nazil olmuştur. Bu sahabe, Mekke'nin fethedileceği yıl Rasulullah
(s.a.v.) tarafından gizli olarak yürütülen savaş hazırlıklarını bir mektupla
gizlice Kureyş'e bildirmek istemişti. İşte bu surede geçen ayetlerle bu gizli
durum açığa çıkarıldı.( Buhari Cihad: 141, Meğazi: 46,
Tefsir Sure: 60, Müslim Fedailü's-sahabe: 161, Ebu Davud Cihad: 98, Tirmizi
Tefsir Sure: 60, Ahmed:1/79)
Bunun
üzerine; Rasulullah (s.a.v.), derhal Ali'yi (r.a.), mektubu üzerinde taşımakta
olan kadını izleyip, yakalaması için görevlendirdi. Ali (r.a) beraberindeki
arkadaşlarıyla birlikte kadını yolda yakaladı ve üzerindeki mektubu saç
örgülerinin arasından çıkardı. Bunun üzerine bu sahabe hemen Rasulullah'a
(s.a.v.) gelip özür diledi, imanında bir kuşkusu bulunmadığını yemin ederek
açıkladı. Ancak kendisi hicret ettikten sonra geride kalan ailesini orada himaye
edebilecek bir yakınının olmadığını, bu mektubu yazmakla Kureyşliler tarafından
ailesine sahip çıkılmasını amaçladığını belirtti. Ömer (r.a.), bu zatın
öldürülmesi için Rasulullah'tan (s.a.v.) izin istedi. Bunun üzerine Rasulullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Ne bilirsin! Belki de yüce Rabbimiz Bedir Ehlinin
yapacaklarını bilmesi sebebiyle: 'Dilediğinizi yapın! Çünkü ben sizi
bağışlamışımdır.'
buyurmuştur "
Eğer bu
kişi Bedir ehlinden olmamış olsaydı, yazdığı bu mektup sebebiyle kesinlikle
öldürülürdü.
Bu ayetler gösteriyor ki:
Kafirlere karşı düşmanlık göstermek ve onlarla her türlü münasebeti kesmek
vaciptir. Çünkü Allah (c.c.), kendisinin ve müminlerin düşmanlarının veli
edinilmesini yasaklamıştır. Bu sure, onları düşman olarak tanıma bakımından
gereken uyarıyı yapmaktadır.
Rabbimiz olan Allah'a (c.c.) yapılan bir düşmanlık, tüm müslümanlara yapılmış
sayılır. Mesela: Kendini bir an olsun bir efendinin emrindeki bir köle olarak
düşün. Efendin senin her türlü ihtiyacını karşılıyor, sana gelebilecek tüm zarar
ve kötülükleri de engelliyor. Ancak bu efendinin halk arasında birtakım
düşmanları var. Böyle bir durumda sen, efendine düşmanlık gösteren kimseleri
dost edinir misin? Efendin bu noktada sana engel olmasa da, sen böyle bir işi
doğru bulur musun? Fakat, efendin tüm iyilikleri yanında, düşmanlarına karşı
seni uyarmış, onlarla dostluk kurmanı yasaklamış hem de bu konuda oldukça kesin
ve şiddetli davranarak düşmanlarını dost edinmen halinde seni en ağır cezalara
çarptıracağını, bu yüzden sana gazap edeceğini ve istediğin bir şeyden de uzak
bırakacağını söylüyorsa ne yapman gerekir? Böyle bir durumda efendinin düşmanı
şenin de düşmanın olmaz mı? Bütün bu gerçeklere rağmen ona velayet yetkisi
verip, onu dost edinirsen, zalim ve cahillerden olmaz mısın?
Daha
sonra ayette şu ifade yer alıyor:
"Onlara
sevgi gösteriyorsunuz."
Yani,
onların tüm düşmanlıklarına rağmen siz onlara kucak açıyorsunuz. İşte bu,
şüphecilerin şüphelerini iptal etmeye yeter. Allah (c.c.) müşriklere dostluk
göstermeyi reddetmiş ve bunu istemediğini belirtmiştir. Buna rağmen insanlar,
ellerindeki mallar ile batıl ehline yardımda bulunuyor, müslümanların
açıklanmaması gereken sırlarını yazışmayla bildirmeye kalkışıyor, sonra da
dilleriyle böyle bir şey yapmadıklarını (onlara karşı dostluk ve sevgi göstermediklerini)
söylüyorlar. Bu sure, böyle bir mektup ya da yazışma üzerine inmedi mi? Allah
(c.c.) sizi, "Onlara hala sevgi besliyorsunuz" diye azarlamadı mı? Bu
gerçek bütün çıplaklığıyla ortadadır. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Oysa
ki onlar Rabbiniz olan Allah'a inandığınızdan dolayı, Rasulü ve sizi yurdunuzdan
çıkarıyorlar."
Dikkat
edilecek olursa ayette, bu kimselerin hakkı inkar etmeleri, Allah'tan (c.c.)
geleni kabul etmemeleri, sırf Allah'a iman ettikleri için Rasulü ve müslümanları
ülkelerinden çıkarmaları düşmanlık sebebi olarak gösteriliyor. İşte bunlar,
onları düşman olarak tanımak için yeterlidir.
Gizliyi
de açığı da bilen Allah (c.c.), onlarla dostluk konusunda bizi uyarıyor. Bu
oldukça ağır bir tehdittir. Zira O, şöyle buyuruyor:
"Sizden
kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur." Yani kim Allah (c.c.)
düşmanlarını veli edinir, onlara sevgi besler, gizliden gizliye müslümanların
sırlarını onlara iletirse, sırat-ı müstakimden ayrılmış ve gidilmesi gereken
yoldan sapmış olur. Yüce Rabbimiz devamla şöyle buyuruyor:
" Şayet
onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilirler."
Eğer o
kafirler müslümanlara egemen olacak olurlarsa, onlara çok acıklı bir azap
tattırırlar.
"Size
ellerini ve dillerini kötülükle uzatırlar." Size her türlü işkenceyi yapar
hatta sizi öldürürler. Uzakta olmalarına rağmen onlarla dostluk kurup,
yazışmalar yapsanız da, onların şerrinden kendinizi kurtaramazsınız. Çünkü,
kafirlerin memnun kalabilmeleri, ancak dininizi bırakıp onların inancına
dönmeniz halinde mümkündür. Bunun içindir ki, şöyle buyrulmuştur:
"Zaten
inkar edivermenizi isterler." İsterler ki siz de onlar gibi küfre giresiniz.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Kendi
dinlerine uymadıkça Yahudi ve hristiyanlar senden asla razı olmazlar ..."
(Bakara: 2/120)
"Kıyamet Günü yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda vermezler..."
Ayet şu gerçeğe işaret ediyor:
Müşriklerin yanında sizin yakınlarınız, hısım ve akrabanız, çocuklarınız
bulunabilir.
Bu
onlarla dostluk kurmanız, onları veli tanımanız için geçerli bir sebep değildir.
Dikkat edilirse, Hatıb b. Ebi Beltea da kafirlerin yanında çocuklarının ve
yakınlarının olmasını mazeret olarak ileri sürmüştü. Ancak Allah (c.c.), onun bu
mazeretini kabul etmedi. Çünkü müslümanlara farz olan, Allah (c.c.) ve
Rasulü'nün (s.a.v.) sevgisini her şeyden üstün tutmaktır. Bir kimse Allah (c.c.)
ve Rasulü'nü (s.a.v.) çocuklarından, ana-babasından ve her şeyden daha çok
sevmedikçe mümin olamaz. Çünkü:
"Kıyamet Günü yakınlarınız ve çocuklarınız
size fayda vermezler." ayeti; sizi Allah'ın azabından kurtarmazlar demektir.
O halde, nasıl oluyor da bunları Allah'ın isteğine karşı mazeret olarak öne
sürebiliyor, onlar için Allah (c.c.) düşmanlarını dost edinebiliyorsunuz?
Halbuki Allah (c.c.) sizin sözlerinizi, amellerinizi ve niyetlerinizi bilip
görmektedir.
Ayrıca,
Allahu Teala'nın, müminlerin kimlerle dost olup, kimlerle dostluk kurmamaları
gerektiği hususundaki emri, sadece Muhammed'in (s.a.v.) ümmetine has bir emir
değildir. Bu, Allah (c.c.) tarafından gönderilen bütün peygamberler ve ümmetler
için ortak bir noktadır. Kafirlere hiçbir dönemde asla velayet yetkisi
tanınmamıştır. Çünkü Allah'ın (c.c.) emrettiği yol, sırat-ı müstakimdir ve bütün
peygamberler de bu yol üzere bulunmuşlardır. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"İbrahim ve onunla beraber olanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Onlar
kavimlerine demişlerdi ki: 'Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan
uzağız. Sizi tekfir ettik. Sadece Allah'a iman edinceye kadar, sizinle bizim
aramızda sürekli bir düşmanlık ve kin belirmiştir..."
Bu
ayeti kerimede geçen "Sizin için güzel bir örnek vardır." sözü, tıpkı
"Sonra da sana, İbrahim'in hanif dinine uy!..." diye vahyettik."
(Nahl:
16/123) kavline benzer.
Yüce
Allah bize İbrahim (a.s.) ve onunla beraber olanları, onların söyledikleri
sözleri, kavimlerine karşı sergiledikleri tavırları güzel bir örnek olarak
almamızı emrediyor. Çünkü onlar kavimlerine şöyle demişlerdi:
"Biz
sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız."
Bu
ayette de açıkça belirtildiği gibi, müslümanların birarada yaşadıkları kafirlere
karşı kesin tavırlarını ortaya koymaları vaciptir. Müslümanların, kendileriyle
aynı yerde bulunan kafirlere karşı açık tavır koymaları gerekiyorsa,
kendilerinden uzakta bulunanlara karşı çok daha kesin bir tavır sergilemeleri ve
bütün meselelerde açık ve net bir biçimde gereken tavrı takınmaları gerekir.
"Biz
sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız." ayetinde
müşriklerden uzak olmanın öne alınıp, Allah'tan (c.c.) başka ibadet edilen
putlardan uzak olmanın daha sonra zikredilmesinde ince bir nokta vardır. Buna
göre önce müşriklerden daha sonra da onların taptıkları putlardan uzaklaşmak
gerekir. Zira müşrikleri reddetmek, putları reddetmekten daha önemlidir. Çünkü
kişi putlardan uzak olduğu halde, onlara tapanlarla ilişkisini sürdürebilir.
Fakat müşriklerden uzak durup, onlarla bağlarını keserse, elbette onların ibadet
etmekte oldukları şeyle ve putlarıyla da tüm bağlarını koparmış olacaktır. Zira,
müşriklerden uzaklaşmasının asıl sebebi budur. Bununla ilgili olarak Allah
(c.c.) şöyle buyuruyor.
"Sizden de, Allah'ın dışında taptığınız şeylerden de uzaklaşıyor ve Rabbime
yalvarıyorum. Umulur ki, Rabbime dua etmemle (sizin gibi) bedbaht olmam
(istediklerimden mahrum bırakılmam)." (Meryem: 19/48)
Dikkat edilirse
bu ayette de, önce putlara tapanlardan ardından da onların putlarından
uzaklaşıldığı bildirilmiştir. Yine şu ayetlerde de aynı gerçek vurgulanmaktadır:
"Nihayet onlardan ve Allah'tan başka taptıkları şeylerden uzaklaşıp bir tarafa
çekildiği zaman ..."
(Meryem: 19/49)
"Madem
ki siz, onlardan ve onların Allah'ın dışında tapmakta oldukları varlıklardan
uzaklaştınız ..."
(Kehf: 18/16)
Bütün
bu ayetlerde öncelikli olana dikkat etmek, bu ince noktayı asla gözardı etmemek
gerekir. Çünkü bu, Allah'ın (c.c.) düşmanlarını iyi tanımak için önemlidir. Nice
insanlar vardır ki, şirk işlemezler ama, müşriklere karşı düşmanlık
göstermedikleri için asla müslüman olamazlar. Sebebi de, bütün peygamberlerin
izledikleri yolu terk ederek, onların dinlerini gereğince uygulamamalarıdır.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor.
"...Sizi tekfir ettik. Sadece Allah'a iman etmenize kadar, sizinle bizim
aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir..."
Dikkat
edilecek olursa ayette önce "düşmanlık" bunun ardından "öfke" zikredilmiştir.
Zira, birinci durum ikincisinden çok daha önemlidir. İnsan kimi zaman
müşriklere öfke duyabilir; fakat onlara .düşmanlık göstermez. Fakat kişinin müslüman olabilmesi için müşriklere karşı öfke duymanın yanında onlara açık bir
şekilde düşmanlık da göstermesi gerekir. Böyle olmadığı takdirde üzerine düşeni
yapmış olmaz.
Öfke ve
kin kalple ilgilidir. Bunun alametleri dışa vurulmadıkça herhangi bir faydası
olmaz.-Kişi müşriklere düşmanlık edip onlarla bağlarını kesmedikçe onlara sadece
öfke ve kin duymakla müslüman olamaz. Yani kin, nefret ve öfke düşmanlıkla
birlikte olmalıdır ki, kafirlerle bağlar koparılsın. Müslümanlar buna rağmen
onlarla bağlarını sürdürür ve dostluk gösterirlerse, bu onlarla aralarında
herhangi bir buğz ve öfke olmadığını gösterir. Bu, üzerinde düşünülmesi gereken
çok ciddi bir meseledir. Gereğince düşünüldüğü takdirde, bir çok gerçek ortaya
çıkacaktır. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Allah, sizi ancak sizinle din
uğrunda savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için yardım
edenlerle dost olmaktan meneder. Kim onlarla dost olursa işte onlar
zalimlerdir."
Yüce
Allah burada İslama savaş açan müşriklerle bağları kesinlikle koparmayı, onlarla
dostluğu kesmeyi emrediyor. Çünkü bu müşrikler, Allah (c.c.) ve din uğrunda
savaşmaları sebebiyle müslümanlara savaş açarlar. Onları ülkelerinden çıkarır ve
çıkarmak isteyenlere de yardımcı olurlar. Tüm bunlara rağmen, kim hala onları
dost edinirse işte onlar zalimlerin en zalimidirler.
Ayette
zikredilen üç hasletin, hasr ifade eden "hum" zamiri ile bir arada kullanılması
ve "Allah... yasaklar" ifadesindeki yasaklama emrinin Arapçada hasr
ifade eden "innema" edalıyla bir arada zikredilmesi, sayılan özellikleri
üzerinde bulunduran kafir ve müşriklere dostluk göstermeyi kesin bir şekilde
haram kılmıştır. Zira bu imanla çelişmektedir.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Ey
iman edenler! Allah'ın gazabettiği bir topluluğu dost edinmeyin. Zira onlar
kafirlerin kabirdekilerden ümit kestikleri gibi ahiretten ümit kesmişlerdir."
|