Genel Olarak Âdet
(Bu başlık altında âdetle ilgili meseleleri bir
problemi çözer biçimde, oldukça karmaşık olarak anlatmak zorunda olduğumuzdan,
konunun sonuna âdeti kısa ve öz olarak anlatan bir özet ekleyecegiz. Bu konuda
kısa ve genel bilgi edinmek isteyenler, öncelikle orayı okumalı, orası ile
halledemedikleri problemleri çıktığında, burada ilgili bölüme bakmalıdırlar.
Aynı şey lohusalık ve hastalık kanı için de söz konusudur.)
1-
Âdet görme, yani hayız, kadının özelliklerinden ve onu erkekten ayıran
yönlerinden biridir. Âdet, anormal ve çirkin bir olay değil, normal ve kadının
fıtratının, yani yaratılışının gereği olan doğal bir olaydır. Âdet görme,
kadının sihhatli ve normal olduğunu gösterir.
2-
Islâm bu konuda da aşırılıklardan uzak bir orta yolu öğretir: Cahiliyyet
dönemindeki Araplar âdetli kadınlara arkadan cima ederlerdi. Hiristiyanlar
âdetli kadınlara, bu hallerinde iken önden cima ederlerdi. Yahudilerle Mecusîler
ise, tam tersine, âdetli kadından son derece uzak kalır, hattâ âdetleri
bittikten sonra bir hafta daha onlarla bir arada bulunmazlar, onlarla beraber
yemezler, içmezler ve oturmazlardı ve kitaplanndaki emrin bu olduğunu
söylerlerdi. (Müslim, hayz 16; Ebû Dâvûd, tahâret 103.) Ilk ikisi temizlige
dikkat etmeme ve sihhat bozucu bir davranış, diğeri de kadınları küçük düşürücü
ve dışlayıcı bir uygulama idi.
3-
Islâm geldi, "hayız, eziyet verici bir haldır, dolayısı ile hayızlı iken
kadınla cima etmeyin..." (Bakara (2) 222.) âyeti gönderildi. Hiç mi
yaklaşmayacağız diye soranlara, bunu Yahudilerden etkilenerek sormuş
olabilecekleri için, Peygamber Efendimiz; "her şeyi yapın fakat cima etmeyin"
(Müslim, hayz,16; Nesâî, taharet 180; Ibn Mâce, taharet 124; Darimî, vudû 117.)
buyurarak, kadının âdetli iken kirli bir çaput gibi bir kenara atılamayacağını
öğretti. Çünkü âdetlilik, pislik demek değildi. Kur'ân ondan "pisliktir" diye
değil, "eziyettir" diye söz etti. Yani âdetli iken kadınla cima, hem erkek için,
hem de kadın için bir eziyettir ve sağlıga zararlıdır.
4-
Peygamberimiz bunu, uygulayarak da öğretti: O, annelerimiz olan hanımları
âdetli iken göbekle dizkapağı arasını bir peştemal(izar) ile örtmesini söyler ve
geri kalan yerlerinden yararlanır, okşar ve ilgilenirdi. (Buharî, hayz 5;
taharet 175; Darimî, taharet 108; Muvatta, taharet 102) Bunu elbette kendisi
cinsel tatmin aramak için yapmazdı. Çünkü hanımlarının hepsi bir anda âdetli
olmayacağına göre cinsel ihtiyacağı âdetli olmayan hanımlarıyla normal yoldan
giderebilirdi.
Durum bu iken böyle davranmasının iki önemli
nedeni vardı:
a). Bunu yapmakla, bu konudaki batıl inançları
yıkmış ve bunun caiz olduğunu bildirmiş oluyordu.
b). Âdetli iken bedensel ve psikolojik rahatsızlık
duyan kadını, itilmişlik ve yalnızlık duygusundan kurtarmış ve ona eskisi gibi
insan olmakta devam ettiğini göstermiş oluyordu.
Çünkü Peygamberimizin bütün hanımları âdetli iken
kendilerine böyle davranıldığını haber vermişlerdir. (bk. Müslim, hayz 3.)
Bunu bir de onların, görüşüp konuştukları her
kadına bunun normal ve caiz olduğunu anlatmaları ve yaygınlasması için
yapıyordu.
5-
Islâm'da âdetli kadının pis olan yönü sadece kanıdır. Nitekim erkeğin de
idrarı ve dışkısı pistir. Âdetli kadınla cima dışında herşey yapılır. Onun teri
ve tükrügü pis değildir, onunla kucaklasılir, öpülür, beraberce yemek yenir.
Hattâ artığı yenilebilir.
6-
Aişe Annemiz: "Allah Rasulü söylerdi ve ben âdetli iken onun başını
yıkardım. Ben âdetli iken kucağıma yaslanır Kur'ân okurdu". (Buharî, hayz 2, 3;
Müslim, hayz 15; Nesâî, taharet 173,174;Müsned V/400, VI/68,117,135,148.) Âdetli
iken kemikli haşlamanın etini ısırırdım ona verirdim, alır ve benim ısırdığım
yerden ısırırdı. Âdetli iken su içtiğim kabı ona verirdim, alırdı ve ağzını,
benim ağzımı koyduğum yere koyar ve içerdi" (Müslim, hayz 14; Izahi için bk.
Davudoğlu N/990-91; Ebû Dâvûd, tahâret 103.) demiştir.
7-
Âdet görme, Allah'ın bir kanunudur. O, âdetli kadının namaz ve orucunu da
bırakmasını emretmiştir. Kadın nasıl namaz kılma ve oruç tutma emrini yerine
getirirken sevap kazanırsa, âdetli zamanında yine emre uyarak namaz kılmamak ve
oruç tutmamakla da sevap kazanır.
8-
Fıkıh kitaplarımızın hemen hemen hepsinde âdetin, en zor meselelerden
biri olduğu söylenir. Çünkü gerek âdetin başlangıç ve bitim zamanlarının hesabı,
gerek âdet kanının özellikleri ve gerekse âdetli iken yapılabilen ve yapılamayan
şeyler, yani, âdeti ilgilendiren gusül, namaz, Kur-ân okumak, oruç, itikâf hacc,
cinsel ilişki boşama, iddet, istibra vb. meseleler kolaylıkla bilinebilecek
şeyler değildir. Dini titizligi ve gayreti olanlar dışında bu konuyu çok az
kimse bilebilir ve Allah'ın arzusuna uygun olarak yaşama derdi olmayan zayıf
imanli kimseler bu konuda çok büyük hatalar yaparlar ve bünyelerine de,
dinlerine de, eslerine de zarar verirler. Bu yüzden özellikle kadınların bu
konuyu çok iyi bilmeleri gerekir. Erkekler de evin reisi ve kadının "kayyum"u
olmaları bakımından bundan aynı derecede sorumludurlar.
Âdetin Tanımı
9-
Âdet: Hamile olmayan, ergin kadının rahminden (döl yatağından), lohusalık
ya, da kan akmasına sebep olan bir hastalıktan ötürü değil de ergin kadınlık
gereği, belli sürelerle gelen kandır.
Bu, âdeti bir kan ya da olay görmemiz halinde
yapacağımız tariftir.
10-
Âdetli olmayı değişik bir durum ve yeni bir hal olarak düşünürsek âdeti;
sözü edilen kan sebebi ile ortaya çıkan şer'î bir engeldir, diye tarif
ederiz.
Yani birinci tarif, âdet kanının pis bir madde
olmasına, ikinci tarif de sebep olduğu hades (hükmî pislik, yani abdestsızlık ve
gusülsüzlük) haline göredir.
11-
Âdet dediğimiz "hayz" in sözlük anlamı "akmak" tir.
12-
Hayız karşılığı olarak dilimizde kullanılan en yaygın kelime "Âdet"tir.
"Aybaşı", "kirlilik", "namazsızlık", "ay hali" gibi kelimeler de aynı anlamda
kullanılır.
ÂDET KANININ ÖZELLİKLERİ:
Rengi ve Kokusu
"Ümitsızlık" yaşına varmayanlarda saf beyaz akıntı
dışında gelen kırmızı, siyah, hakî, bulanık, saman ya dadişsarısi, hatta yeşil
gibi her renk âdet kanı olabilir. Ümitsızlık yaşına varanlarda ise âdet kanının
rengi sadece koyu kırmızı ya da siyahimsidir. Dolayısı ile ellibeş
yaşınıgeçenlerden gelen ve bu iki rengin dışında olan her akıntı âdet değil,
hastalık kanıdır.
Kanın rengi konusunda, ilk çıktığı ve bezde
belirdigi zamana itibar edilir. Çünkü o anda tazedir ve asıl rengindedir.
Kuruduktan sonraki rengine itibar edilmez. Çünkü kuruyunca rengi
değişebilir.
Âdet kanının kokusu ağır ve rahatsız edicidir.
Hastalıktan dolayı gelen kan ise kokusuzdur.
Âdet Kanının Ilk Çıkışı (Sübûtü)
Ilk âdetini gören ya da ilk doğumunu yapan kadının
âdeti ve lohusalığı ile ilgili hükümler değişiktir ve bu durumdaki kadına
"mübtedie" yani, yeni başlayan, ilk âdet gören denir.
Âdetin ilk başlama yaşı dokuz yaştır.
Yeni başlayan kadının âdet zamanı gördüğü her kan,
üç günden az on günden çok olmadıkça, âdet kanı, doğumunda gördüğü her kan da,
kırk günü geçmedikçe lohusalık kanıdır.
Ilk başlayan kadın bir saat (bir süre anlamında)
kan görüp arkasından ondört gün temiz kalsa, onun ardından da yine bir süre kan
görse ilk on günü âdet sayılır ve bununla ergin olduğuna hükmedilir. Çünkü bu
iki kan arasındaki temizlik, onbeş günden az olduğu için anormal bir
temizliktir. On günün bitiminde; temizlik halinde de olsa, yıkanır. Ramazan ise,
bu on günde tutmadığı oruçlarını kaza eder.
Bu örnekte görüldüğü gibi, yeni başlayanın âdeti
temizlikle başlayamaz ama, temizlikle sona erebilir.
Dokuz yaşını tamamlayan kız ilk defa gördüğü
kandan dolayı namazını ve orucunu bırakır, evli ise karıkoca ilişkisinde
bulunmaz. Kan üç gün tamamlanmadan kesilir ve onbeş gün dolmadan bir daha
akmazsa, âdet kanı değil özür kanı olduğu anlaşılır ve bıraktığı oruç ve
namazlarını kaza eder. Fakat Imam Muhammed'den nakledilen bir görüşe göre bu
durumda olan kadının gelen bu ilk kanın üç gün devam etmedikçe âdet kanı olduğu
kesinlesmez, sahibi de namazı bırakamaz ve orucu erteleyemez. Aricak birinci
görüş daha sağlamdir. Çünkü Allah Teâlâ Kur'ân'da âdeti "ezâ" diye nitelemiştir
(2/222) Kanın çıkmasıyla bu nitelik gerçekleşmiş ve âdet kabul edilmesinin
sebebi oluşmustur.(Bu konuda Malıkîlerin de güzel bir değerlendirmesi vardır:
Dokuz yaşına girmemiş bir kızdan gelen kan bir illet kanıdır. Dokuz ile oniki
yaş arasında bulunan bir kızdan gelen kan, bilen kadınlara ya da doktara
gösterilir, kesinlikle âdettir derlerse ya da şüphelenilirse bir illet kanı
sayılır. Onüç yaşına gelen bir kadından elli yaşına kadar gelen kan ise mutlaka
âdettir. Elli yaşını geçmiş bir kadından yetmiş yaşına kadar gelen kan da yine
bilir kadınlara ya da doktora gösterilir. Yetmiş yaşına ulaşmış bir kadından
gelen kan ise kesinlikle özür kanıdır.Şâfiîlere göre âdetten kesilmede belirli
bir yaşı yoktur. Hanbelîlere göre ise elli yaş âdetten kesilme yaşıdır.)
Âdetin başlaması kanın yuvarlak olan iç ferçte
(kadının cinsel organı) belirip, uzunca olan dış ferce geçmeşiyle ya da sadece
iç dudaklann ucuna kadar gelmesiyledir. Akşamdan bez ya da pamuk koyup,
sabahleyin bezinde ya da pamuğunda kan gören kadının âdeti, kanı gördüğü andan
itibaren başlar. Çünkü "olaylan en yakın zamanına bağlamak" bir kuraldır. Pamuğu
koyduğu andan itibaren başlar diyenler de vardır.Tersine; âdetli bir kadın,
kullandığı bezi sonradan temiz görse, temizliği bezi koyduğu andan itibaren
başlamış sayılır.
Âdetin sona erdiği yaş ise ellibeştir. Bu yaşa
"iyâs" yani "ümitsizlik" yaşı denir ki, kadın artık hamile kalma ümidini
yitirmiş demektir.
Çok nadır olsa bile kadın ellibeş yaşını geçtikten
sonra da âdet görebilir. Meselâ bu yaştan sonra gelen kan koyu kırmızı ya da
siyah ise âdet kanıdır, değil ise hastalık kanıdır, âdet değildir.
Ellibeş yaş ender durumlar dışında, kadının
âdetten kesilmeşinin son yaşıdır. Âdetten kesilmeye başlamanın ilk yaşı ise
kırkbeştir.
Burada ve diğer dinî konularda yaş hesaplamasında
Güneş Yılına değil Ay Yılı'na itibar edilir.
Âdetin Ölçüsü (En Azı ve En Çoğu)
Âdetin en az süresi üç tam gün, yani yetmiş iki
saattır. Ebu Yusuf'a göre iki tam gün ve üçüncü günün de yarıdan çoğu âdetin en
azıdır.
Buna göre meselâ pazar günü güneş doğarken bir
süre kan görse, arkasından da çarsamba günü şafak sökümüne kadar kan kesilse ve
aynı gün güneş doğmadan az önce tekrar kan görse ve güneşin doğumunda kesilse,
ya da ikinci doğuşa kadar sürse, bu kan âdet kanıdır. Çünkü yetmiş iki saatlık
ölçü (nisab) tamamlanmıştır. Kanın bu ölçünün iki ucunda görülmesi yeterlidir,
bu ölçü süresince devam etmesi şart değildir. Arada bir gelmesi, âdet olması
için yeterlidir.Yine bu maddeye ve bu örneğe göre kan yetmişıkı saat dolmadan az
önce kesilse, arkasından onbeş tam gün temiz kalsa bu kan âdet kanı değildir,
çünkü ölçü (nisab) dolmadan normal bir temizlik süresi geçmiştir. Böyle bir
temizlik süresinden sonra gelecek kan önceki ile beraber
hesaplanamayacaktır.
Fakat kanın kesilmesinden sonra onbeş tam gün
dolmadan, meselâ onuncu ya da daha önceki bir gün tekrar kan görse, hepsi âdet
kanı olmuş olur. Eğer on günden sonra, onbeş günden önce görecek olsa, düzgün
âdeti bulunması halinde âdet günleri kadarı, bulunmaması halinde ise on günü
âdet kanı sayılır. Çünkü, ileride de geleceği gibi, âdetin en çoğu on gündür ve
âdet günleri içerisinde kanın sürekli gelmesi şart değildir, yani eksik temizlik
de kesintisiz kan sayılır.(Imam Şafii ve Ahmed'e göre âdetin en azı bir gün ve
bir gece, en çoğu ise onbeş gündür. Imam Malık'e göre ise azı ve çoğu için bir
sınır yoktur. Bu görüşlerin de dayandıkları şer'i deliller mevcuttur).
Âdetin en çok süresi on tam gün, yani, ikiyüzkırk
saattır. Ancak kadın fetva sorduğu müftüye onbirinci günde temizlendığını
bildirse fetva verecek olan, bir kaç saati hesaba katmayıp ona on gün âdet
gördüğünü söyler. Âdetin en azı dışında hep böyle davranılıp, yeni güne geçmiş
birkaç saat hesaba katılmaz. Ta ki, kadınların bu durumu zor bir problem haline
gelmesin.
Bu maddeye göre üç günden az ve on günden fazla
gelen kan âdet kanı değil, hastalık kanıdır.
ÂDET GÜNLERİNDE DEĞİŞME (INTİKAL)
Âdet günlerindeki değişme, yani "intikal", âdet
meseleşinin en önemli noktasıni oluştuiur. Dolayısı ile bu konuda özellikle
kadınların çok dikkatli olması gerektir.
Bazı kadınların âdet günleri düzenlidir. Her ayın
belli gününde başlar ve belli gün kadar sürer. Böyle olan kadınlar için âdet
hesapları konusunda bir zorluk yoktur. Böyle bir kadına, âdeti belli, anlamında
"mu'tâde" denir.
Ancak yaş ve sağlık durumundaki değişmeler, iklim
şartları ve doğum gibi bazı olaylar yüzünden çoğu kadınların âdet günlerinde
oynama, artma, ya da eksilme olabilir. Bu olaya "intikal" denir.
Düzenli âdeti olan, meselâ her ayın belli gününden
başlamak üzere belli gün âdet gören bir kadın, arada bir her nasılsa, yine âdet
gününden başlamak üzere on günü aşkınken görse, âdetine itibar eder, sadece on
günü aşan günlerde değil, âdet günlerini aşanlarda da temiz sayılır. Kan geldiği
için terkettiği ibâdetlerini kaza eder.
Düzenli âdetin değişmesi (intikal), âdet gördüğü
gün sayısında olabileceği gibi, başlama zamanında da olabilir. Buna göre
değişmede (intikalde) su ihtimaller söz konusu olur.
Âdetin zıddına gelen kan, on günü ya aşar veya
aşmaz.
Aşması halinde kan gördüğü bu on günü aşkın günler
içerisinde önceki düzenli âdetinin günlerine rastlayan en az bir âdet ölçüsü
(nisab), yani üç gün bulunur ya da bulunmaz.
Bulunması halinde, bu bulunan günler âdet
günlerine ya eşittir veya değildir.
Âdetin zıddına gelen bu kan on günü geçmemesi
halinde de ya tam on gün olur ya da daha az olur.
Söz konusu kan on günü aşar ve içerisinde önceki
düzenli âdetinin bulunması gereken günlerden en az bir âdet ölçüsü (nisab), yani
üç tam gün kadarı bulunmazsa âdet, zaman olarak değişmiştir ancak sayı
aynıdır.
Açıklaması: Adeti her (dinî) ayın ilk gününden
başlamak üzere beş gün olan bir kadın, ayın âdet görmesi gereken bu ilk beş
gününde, ya da baştan üçünde temiz kalsa, sonra onbir gün kan görse, bu durumda
bu onbir günün içerisinde ilk ihtimale göre âdetinden hiç bulunmamış ikinci
ihtimale göre de sadece iki gün bulunmuştur. Dolayısı ile bu kadının âdeti, kan
gördüğü günden başlamak üzere beş gündür, çünkü kan on günü aşmıştır, bu yüzden
sayı olarak âdetine döner. Yani âdeti sayı bakımından değil de, zaman bakımından
değişmiş (intikal etmiş) olur. Çünkü önceki âdet günleri temiz geçmiş, hattâ
öncelerinde de kan görülmemiştir. Dolayısı ile âdet kabul edilmesi mümkün
değildir.
On günü aşan bu kan içerisinde, önceki âdet
günlerinin en az bir âdet ölçüsü (nisabi), yani üç gün bulunursa, sadece bu üç
gün âdettir, geri kalan hastalık kanıdır.
Önceki âdet günlerinin tamamı bu on günü aşan kan
içerisinde bulunursa, bu durumda âdet; gün sayısı olarak da zaman olarak da
değişmemiş, nerede ise ve ne kadarsa öyle kalmış ve o miktardan fazlası hastalık
kanı olmuş demektir.
Açıklaması: Âdeti her (dinî) ayın ilk gününden
başlamak üzere beş gün olan bir kadın, bir defasında henüz ayın biri olmadan beş
gün kan görse, kan devam edip âdet günleri olan ayın ilk beş gününde de
görüldükten sonra, fazladan da bir gün kan görse, toplam onbir gün eder. Esas
âdet günleri de onların içerisindedir. Bu durumda önceki âdet günleri olan ayın
ilk beş gününde gördüğü kan âdet kanı, önceden beş ve sonradan bir gün gördüğü
kan ise hastalık kanıdır.
Yine bu on günü aşan kan içerisine önceki düzenli
âdetinden bir âdetin en az ölçüsü rastlasa ve fakat bu rastlayan günler önceki
âdet günlerine eşit olmasa, öncekinden az da olsa âdet bu ikinci sayıya geçmiş
ve o, âdetin sayısı olmuştur:
Açıklaması: Âdet günleri ayın ilk beş günü olan bu
kadın, ayın ilk iki gününde temiz kalsa, arkasından onbir gün kan görse, kan
gördüğü günlerin ilk üçü, önceki âdetine rastladığı ve en az âdet ölçüsünü
doldurduğu için âdeti sayılır. Bu durumda âdeti sayı olarak değişmiş zaman
olarak değişmemiş ve beş günden üç güne intikal etmiş olur. Geri kalan sekiz gün
ise hastalık kanıdır.
Kan gördüğü günlerin sayısı on günü geçmedikçe,
düzenli âdeti kaç gün olursa olsun, hepsi âdettir.
Ancak bu kurala, arkasından tam bir temizlik
süresi geçirirse, kaydını eklemek gerekir. Bir tam temizlik, yani onbeş gün
geçmeden tekrar kan görürse yine âdetine döner fazlasını hastalık kanı sayar.
Çünkü aralarında bir tam temizlik bulunmayan kan sürekli akmış sayılır.
Açıklaması: Âdet günleri ayın ilk beş günü olan
örneğimizdeki kadın, ayın ilk günü kan görse, fakat kan beş gün değil, altı gün
sürse altıncısıda âdet kanıdır. Aynı kadın ondört gün temiz kaldıktan sonra
tekrar kan görse bu defa ilk âdetine döner ve o altıncı günü âdet değil,
hastalık kanı sayar, ibâdetlerini kaza eder. Çünkü normal temizliğin en azı
onbeş gündür.
Âdet bir seferle yerleşmiş ve sabitleşmiş
olur.
Meselâ ilk defa âdet gören bir kız ilk âdetinde
altı gün kan görse arkasından yirmidört gün temiz kalsa âdeti böylece yerleşmiş
olur. Dolayısı ile sonraki aylar bir hastalık yüzünden kendisinden sürekli kan
gelecek olsa âdetini ve temizlik günlerini önceden sabitleşen bu sayılara göre
hesaplar.
Âdetin değişmesi, yani düzgün bir âdetin, sayıca
ya da zamanca başka bir düzgün âdete dönüşmesi (intikal), peşpeşe iki âdetin
aynı ölçüde ve önceki âdete zit olarak gelmesiyle olur.
Bu son iki maddeyi daha iyi anlayabilmek için
şöylece örneklendirebiliriz:
Düzenli âdeti meselâ altı gün olan bir kadın, bir
ay yedi gün âdet görse bu yedinci gün hayız olmuş olur, ancak bir sonraki ayda
da yedi gün âdet görmedikçe düzenli âdeti yedi güne çıkmış olmaz. Bu sözü edilen
yedinci gün hayız olmuş olduktan sonra düzenli olup olmaması ne değiştirir? gibi
bir soru akla gelebilir. Bunların farkı su örnekle anlaşılabilir: Düzenli âdeti
meselâ altı gün olan bir kadın bir ay yedi gün, onun arkasındaki ay ise onbir
gün âdet görse, iki ay peşpeşe aynı sayıda âdet görmediği için düzenli âdeti
yine altıdır ve ikinci ayda on günü aşacak gekilde kan gördüğüne göre, yedi
günden fazlası değil altı günden fazlası, yani beş günü hastalık kanıdır: Fakat
iki ay peşpeşe yedi gün sürmesi, düzgün âdetin yedi güne intikal ettiğini
gösterir. Ondan sonraki ay, kanın onbir gün gelmesi halinde, beş değil de sadece
dört günün âdet olmadığı anlaşılır. Ama sabit ve düzgün bir âdeti olmayan
kadından gelen kan, önceki âdeti kaç gün olursa olsun, on günü geçmedikçe âdet
sayılır. Meselâ bir ay altı, bir ay yedi, bir ay sekiz, bir ay dokuz, bir ay on
gün âdet görse bunların hepsi âdettir: Ertesi ay onbir gün kan görse, on günü
âdet bir günü hastalık kanı olmuş olur.
Kısaca âdet bir defa ile sabit ve yerleşmiş, iki
defa ile değişmiş yani intikal etmiş olur.
Kanın Kesilmesi Durumu
Âdetin hakikaten ya da hükmen sona ermesi durumuna
kanın kesilmesi adı verilir. Hakikaten sona ermesi kanın artık akmamasıyla,
hükmen sona ermesi de âdette on günü Lohusalıkta da kırk günü geçmeşiyle olur.
Yani en çok sınırı geçince kan kesilmese de kesildiğine hükmedilir. Bu yüzden bu
her iki duruma da "kanın kesilmesi" tabirini kullanacağız.
Kanın kesilmesi, yani âdetin hakikaten yada hükmen
sona ermesiyle, kadınla, yıkanmadan bile cinsel ilişkide bulunmak caiz olur.
Ancak cinsel ilişkiyi yıkanmasından sonraya ertelemek müstehap (dinen
güzel)'dir.
Kan kesildiği anda içinde bulunduğu farz namazın
vaktinden bir başlangıç tekbiri alacak, yani "Allah" diyecek kadar zaman
kalmışsa o namazı kaza etmesi gerekir.
Meselâ Ramazan'da şafak sökmeden biraz önce kan
kesilecek olsa: O geceki yatsı namazını kaza eder, o günün orucunu ise edâ
(vaktinde) olarak tutar.
Bütün bu konularda zamanın sonuna itibar edilir.
Meselâ, vaktin son anında temizse o vaktin ibâdetini kaza edecek, değilse
etmeyecektir.
Bu maddeye göre; vaktin sonunda bir başlangıç
tekbiri alacak kadar süre kalmışken ergin olan çocuk ve müslüman olan kâfir o
vaktin namazını kaza eder. Kendine gelen deli, ikameye niyyet eden yolcu ve
yolculuğa niyyet eden mukim (yolcu olmayan) için de durum aynıdır.
Vaktin sonunda delirse ya da kadın âdet görse o
vaktin farzı üzerlerinden düşer.
Düzgün âdeti olan bir kadından kan, en çok
süresinden önce ve fakat düzgün âdeti sona erdikten sonra kesilse, yıkanma, ya
da o mümkün değilse teyemmüm alma süresi de âdetinden sayılır ve yıkanmadan
âdeti bitmiş ve temiz olmuş olmaz, kendisi ile cinsel ilişkide bulunulamaz.
Buna göre; bu durumdaki kadın, ancak yıkanabilecek
ya da onun yerine teyemmüm alabilecek bir süre ile beraber bir başlangıçtekbiri
de alabilecek kadar bir zamanına yetiştigi vaktin namazını kaza eder.
Bu durumdaki kadın yahudî ya da hiristiyan (yani
kitabiyye) ise yıkanmadan da müslüman kocası kendisiyle cinsel ilişkide
bulunabilir. Çünkü o yıkanma ile mükellef değildir.
Yıkanabilecek zaman içerisinde; su alıp gözden
uzak bir yere çekilmek ve elbiselerini çıkarmak da hesaba katılır.
Âdeti bu şekilde sona eren bir kadın yıkanmadıkça
ya da o mümkün değilse teyemmüm alıp namaz kılmadıkça, tam bir namaz vakti
geçmeden kocası kendisiyle cinsel ilişkide bulunamaz. Ama yıkanırsa, ya da
teyemmüm edecek bir durumda olur da teyemmüm alıp onunla bir namaz kılarsa hemen
cinsel ilişkide bulunabilirler.
Bu maddeye göre; güneş doğmadan çok az yani
yıkanmadıkça ve başlangıç tekbirine yetmeyecek kadar bir süre önce kan kesilse,
yıkanmadan ya da imkân yoksa teyemmüm almadan ikindinin vakti girinceye kadar
kocası kendisi ile cinsel ilişkide bulunamaz. Yatsıdan az önce kesilmesi halinde
de aynı şartlarla sabahın vakti girinceye kadar cinsel ilişkide
bulunamazlar.
Ancak âdetin ya da lohusalığın en çok süresi, yani
âdette on gün, lohusalıkta kırk gün dolmuş ise hiçbir şey gerekmeden cinsel
ilişkide bulunabilirler. Kırkinci maddede anlatılan duium, budur.
Düzenli âdeti olan da âdeti dolmadan, fakat üç gün
tamamlandıktan sonra kanın kesilmesi halinde, yıkanır ibâdetlerini edâ eder,
ancak düzenli âdet günleri tamamlanıncaya kadar ihtiyaten cinsel ilişkide
bulunmaz.
Meselâ: Düzenli âdeti on gün iken kan üç gün
geldikten sonra kesilse kalan yedi gününde ibâdetlerini edâ eder; ancak
ihtiyaten cinsel ilişkide bulunmaz. Çünkü âdet günleri içerisinde kanın tekrar
gelmesi kuvvetle muhtemeldir.
Lohusada da, düzenli bir âdeti olması, meselâ bir
doğumunda kırk gün kan görmüş olması halinde durum aynıdır. Yani sonraki doğumda
eğer otuzuncu gün kan kesilirse yıkanır, ibâdetlerini edâ eder ve fakat kırk gün
dolmadan ihtiyaten cinsel ilişkide bulunmaz. Ama böyle bir âdeti yoksa,
lohusalığın en azı olmayacağı için, kan kesilip yıkanınca cinsel ilişkide
bulunabilir.
Kadın -ister yeni başlayan, isterse düzgün âdetli
olsun- âdet olabilmesi mümkün olan zamanlarda her kan gördüğünde namazını
bırakır ve üç günden önce kanın her kesildiğinde de namazını kılar. Ancak tekrar
kan gelme ihtimalınıdüşünerek vaktin sonunu bekler.
Meselâ iki gün kan gördükten sonra bir yatsı vakti
girmisken kan kesilse bekler, sahurun bitimine bir süre kalıncaya kadar kan
görmezse sadece abdest alırve namazını kılar. Çünkü üç günü doldurmayan o kan
âdet kanı sayılmaz. Sonunda bırakacağı süre ise normal yıkanıp bir namaz
kılabileceği kadar süredir. Bu durumda namaz için vaktin sonunu beklemek
farzdır. Ama üç gün dolduktan ve fakat âdeti tamamlanmadan önce kanın kesilmesi
ve yıkanması duiumunda ise namaz için vaktin sonunu beklemek farz değil,
müstehap (hoş görülen olur) (38. md. bak).
Kanın kesilmesi dunimu lohusalıkta da her konuda
aynen âdette olduğu gibidir. Ancak Lohusa, geçen günlerin azına çoğuna bakmadan
kanın her kesildiğinde yıkanır. Bu farzdır. Çünkü lohusalığın en az sınırı
yoktur.
Kanın Sürekli Akması Durumu
a)
Düzgün Âdetlide (Mu'tâde'de):
Kanın sürekli akması yani, en çok süresi olan on
günü geçmesi duiumu, düzgün âdetlide olursa, temizliği ve âdeti, her hükürnde,
önceden olduğu gibidir. Ancak temizliği altı aydan fazla idiyse bu durumda altı
aydan biraz az olarak hesaplanır.
Meselâ:
a)
Her ayın ilk altı gününde âdetli kalan, yirmidört gününü temiz
geçiren,
b)
On gün âdetli 179 gün, yani altı aydan biraz da olsa az temiz
geçiren,
c)
On gün âdetli, bir yıl temiz geçiren üç kadın düşünelim.
Bunlardan kanın kesintisiz akması durumunda;
birincisi âdeti olduğu üzere her ayın ilk altı günü kendisini âdetli sayar, altı
gün dolunca yıkanır, kalan yirmidört günü temiz gibi davranır. Ikincisi de yine
aynen kendi âdetini uygular. Üçüncüsü ise on gün âdetli ve altı aydan bir anlık
az bir süre temiz olarak davranır. Ta ki, böylece hamilelik temizliği ile âdet
temizliği birbirniden ayrılmış olsun. Çünkü hamileligin en az süresi altı
aydır.
Bu durumda âdet on gün, temizlik ise iki ay olarak
hesaplanır diyenler de vardır, ama dayanagi güçlü olan yukarıda
söylenendir.
b)
Ilk Âdet Görende (Mübtedie'de):
Kanın sürekli akması durumu âdeti yeni başlayanda
olursa dört ihtimal düşünülebilir:
a)
Kan, ergin olur olmaz akmaya başlamış ve devam etmiş olabilir.
b)
Norrnal bir kan ve nomial bir temizlik gördükten sonra sürekli gelmiş
olabilir,
c)
Anormal bir kan ve anormal bir temizlik gördükten sonra sürekli gelmiş
olabilir,
d)
Normal bir kan ve anormal bir temizlik gördükten sonra sürekli gelmiş
olabilir. Yeni başlayanda (mübtedie) bir başka ihtimal düşünülemez.
a)
Ergin olur olmaz sürekli kan görenin âdeti, devamlı kanın başlangıcından
itibaren on gün, temizliği ise yirmi gündür. Kan devam ettiği sürece hesabı
böylece yerleşmiş olur. Lohusalığı ise kırk gündür. Arkasından yirmi gün temiz
sayılır. Çünkü lohusalığın hemen arkasından âdet kanı gelrriez. Onun arkasından
da on gün âdet sayılır ve bu şekilde devam eder.
b)
Yeni başlayan normal bir kan normal bir temizlik gördükten sonra sürekli
kan görmesi halinde, düzgün âdetli (mu'tâde) olmuş olur ki, onun hükmü daha önce
geçti.
Meselâ; ergin olabilecek yaşa gelmiş bir kız beş
gün kan, arkasından da kırk gün temizlik gördükten sonra kan sürekli akmaya
başlasa âdeti böylece yerlesir. Bu durumda sürekli kanın ilk beş günü âdeti, onu
izleyen kırk günü ise temizliği olmuş olur ve kan sümükçe bu da böylece devam
eder.
c)
Anormal bir kan ve anormal bir temizlik gördükten sonra sürekli kan
gören, ilk kan gördüğü andan itibaren sürekli kan görmüş sayılır. Çünkü iki kan
arasındaki eksik yani, onbeş günden az olan temizlik de, kanın sürmesi
hükmündedir. Yani sürekli kanın ilk on günü -temizlik eksik olduğundan hükmen
sürekli de olsa- âdeti, onu izleyen yirmi gün de temizliği olmuş olur ve hesabı
böylece yerlesir.
d)
Normal bir kan ve anormal bir temizlikten sonra sürekli kan görenin
âdetinde, gördüğü temizlige değil de normal kana itibar edilir.
Meselâ; beş gün kan, arkasından ondört gün
temizlik gördükten sonra sürekli kan gelse, âdeti beş, temizliği ise ayın geri
kalani, yani yirmibeş gün olur. Dolayısı ile temizliği sürekli kan gelmeye
başladıktan sonra onbir gün daha sürer ki, yirmibeş gün doldurulmus olsun.
KADINLARLA ILGİLİ KANIN VE TEMİZLİĞİN
ÇESİTLERİ
a)Kan ve Çeşitleri Kadınlara özgü üç türlü
kan vardır:
1. Âdet kanı (hayız),
2. Lohusalık kanı (nifas),
3. Hastalık kanı
(istihaza).
Bunların herbiri kendi başlığı altında detaylıca
incelenecektir.
Dübürden gelen kan bu üç kanın dışında bir kandır.
Dolayısı ile âdet kanı da değildir. Bu durumda cinsel ilişkide bulunmalarında
sakınca yoksa da bulunmamaları ve kan kesildiğinde kadının yıkanması (tibben)
güzeldir (Müstehap).
Dokuz yaşını doldurmamış kız çocuklarından ve
hamilelerden gelen kan da âdet kanı değil, hastalık kanıdır. Birincisini
hastalık (istihaza) kanından ayınp "fesat kanı" diyenler de vardır, ama doğru
olan hastalık (istihaza) kanı olmasıdır.
Hünsa'dan (hem erkek hem kadın alâmetleri taşıyan,
erdisi, erselik) kan gelmesi halinde, ersuyunun (meninin) da gelip gelmediğine
bakılir; geliyorsa, kana değil er suyuna itibar edilir ve erkek sayılır. Kan da,
sıradan bir hastalık kanı olmuş olur. Çünkü kanın başka kanlarla karısınıası
ihtimalı vardır ama ersuyunun başka şeyle karışma ihtimalı yoktur.
Âdette üç günden az ve on günden fazla,
lohusalıkta ise kırk günden fazla olmayan ve her iki ucunda hükmen de olsa başka
kan bulunmayan kan, normal (sahih) kandır.
Çünkü üç gün âdetin en azı, on gün en çoğu, kırk
gün ise lohusalığın (nifasin) en çoğudur. Kanın bu sınırları içerisinde kalması,
gerçekten olabileceği gibi hükmen de olabilir. Meselâ âdette üç ilâ on gün arası
gelen kan gerçek anlamda normal kandır. On günü aşan kan ise aslında sınırı
astığı için anormal (fasit) kandır, ancak ilk on günü hükmen (sahih)
kanıdır.
Kanın iki ucunda başka kan bulunması:
a)
Ya uçlarından birinde,
b)
Ya da her ikisinde kan bulunan bir temizlik bulunmasıyla olur.
Birinciye örnek: Ilk âdet gören (mübtedie), bir
gün kan, ondört gün temizlik ve tekrar bir gün kan görse, bütün bunların ilk on
günü âdeti sayılır ve birinci ucunda, yani başlangıcında kan bulunduğu için bu
anormal bir kandır. Ikinciye örnek: Düzgün âdetli (Mu'tâde), âdetinden önce bir
kan görse, sonra on gün temizlik ve bir gün kan görse bu temiz geçen on günün
-eğer eski âdeti günlerine rastlıyorsa- hepsi, rastlamiyorsa rastladığıkadarı
âdettir.
Kadından gelen ve normal (sahih) kanın bir önceki
maddede belirlenen özelliklerini taşımayan kan anormal (fasit) kandır.
Anormal (fasit) kan, aynı zamanda hastalık kanı,
yani istihaze olmuş olacağından, çeşitlerinin neler olduğunu kendi başlığı
altında görecegiz.
Temizlik ve
Çeşitleri
Genel (mutlak) anlamda temizlik, kadının âdetli ve
lohusa olmaması halıdır.
Normal (sahih) temizlik; onbeş günden az olmayan,
kendisine kan karısınıayan ve iki normal kan arasında bulunan temizliktir.
Meselâ; ilk âdet gören, onbir gün kan ve onbeş gün
temizlik görse, sonra kanı sürekli akmaya başlasa, bu ilk gördüğü kan, on günü
astığı için anormal (fasit) bir kandır. Temizlik ise görünüşü bakımından normal
(sahih) bir temizliktir. Çünkü onbeş gün hiç kan görülmemiştir. Fakat manası
bakımından ise anormal (fasit) bir temizliktir. Çünkü kanın onbirinci günü
âdetten sayılmayacağından temizlige karısınıistir ve hüküm bakımından
temizliktendir:
Normal temizliğin iki normal kan arasında
bulunması; iki hastalık kanı arasında, veya bir lohusalık ve bir hastalık kanı
arasında veya tek bir lohusalığın iki ucu arasında bulunmamasıyla olur.
Anormal (fasit) temizlik ise belirtilen
niteliklerde normal temizlik gibi olmayan ve Lohusalıkta kırk günden önce arada
bulunan temizliktir. Bu durumda başta ve sonda bulunan kanın az ya da çok olması
hükmü değiştirmez.
Bu söylediğimiz Imam Ebu Hanife'nin görüşüdür.
Imam Muhammed ve Imam Ebu Yusuf ise: Lohusalıkta arada bulunan temizlik, onbeş
gün ya da daha fazla ise ve ondan sonra gelen kanın, me'sela en az üç gün
olmakla âdet kanı olması mümkün ise, bu temizlikten önce gelen kanın Lohusalık,
sonra gelen kanın Lohusalık, sonra gelen kanın ise âdet kanı olduğu
görüşündedirler.
Tam temizlik: ister normal (sahih), isterse
anormal (fasit) olsun, onbeş gün ve daha fazla süren temizliktir.
Eksik temizlik, onbeş günden az olan temizliktir
ve anormal temizlik cinsindendir. Dolayısı ile sürüp giden kan gibidir. Iki, kan
arasını. kanlar ister az ister çok olsun, açmis sayılmaz.
Meselâ: Ilk âdet gören; bir gün kan, ondört gün
temizlik ve tekrar bir gün kan görse ilk on günü âdet sayılır. Düzgün âdetli,
âdetinden önce bir gün kan, on gün temizlik ve tekrar bir gün kan görse, temiz
geçen bu on gün, eğer âdeti o kadarsa âdet sayılır. Âdeti o kadar değilse
çakistigi kadarı âdet sayılır.
Lohusalıkta da durum aynıdır. Yani doğum yapsa ve
kan kesilse, kırkinci gün tekrar aksa, temiz geçen otuz dokuz gün devam etmiş
hükmündedir.
Temizliğin en çoğunun sınırı yoktur. Ömür boyu
devam edebilir. Ancak kanın sürekli akması halinde bir âdet belirleme ihtiyacı
duyulması durumu hariçtir.
ÂDETİNİ ŞAŞIRAN KADININ DURUMU
Âdetinin sayısını ya da zamanını, yani yerini
şaşıran kadına, "dâlle", "Mudille" ya da "Mutehayyira" denir ki, sözlük anlamı
"şaşıran" ya da "şaşırtan" demektir. Şaşırtması, fetva sorduğu fıkıhçıyı hayrete
düşürmesinden ötürüdür.
Her kadının, âdette de Lohusalıkta da, hem âdetli
hem de temiz günlerinin yerini de, yani tamamını da, sayısınıda bilmesi bir
görevdir. Meselâ her ayın ilk beş günü ya da son beş günü âdetli, kalan yirmibeş
günü temiz olması gibi.
Delirmesi, bayılması, bu konudaki tembelliği ya da
dinî konulardaki önemsemezligi gibi bir sebeple âdetini unutan ve her nasılsa
kendisinden sürekli kan gelmeye başlayan kadının, kendine geldiği anda meseleyi
araştırması gerekir; eğer âdetinin yerini ve süresini büyük ihtimalle
bulabilirse ona göre davranması, bulamazsa -ki böyle hem zamanı hem de süreyi
şaşırmaya genel şaşırma denir- hükümlerde ihtiyatli olanla amel etmesi
gerekir.
Boşanmadaki iddet meselesi dışında âdeti ve
temizliği için bir ölçü konmaz. Boşanma ve iddet bekleme söz konusu olduğunda,
âdeti on gün, temizliği ise altı aydan bir saat kadar az olarak belirlenir. Buna
göre söz konusu kadın iddetini doldurmak için, ondokuz ay on günden dört saat
kadar eksik bekler. Çünkü boşamanın, âdetinden bir saat kadar sonra olmuş olması
muhtemeldir ve bu durumda o âdet hesaba katılmayacaktır.
Mescide girmez, haccın rükünlerinden olan ziyaret
tavafi dışında tavaf yapmaz ve kesin olarak temizliğine rastlatmak için ziyaret
tavafını on gün sonra tekrar eder. Sade tavafını da yapar, çünkü O, Mekkelilerin
dışındakiler için vaciptir. Ancak bunu tekrarlamaz.
Mushaf'a el sürmez.
Kendisiyle hiç cinsel ilişkide
bulunulmaz.
Farz, vacip ve meşhur sünnetlerin dışında
namaz kılmaz.
Namaz dışında Kur'ân-ı Kerîm okumaz, namazda da
yeterli olanın en azı kadar okur. Kunutu ve diğer duâları, okuyabilir.
Temiz olmakla âdetin girmesi arasında tereddüt
ettiği her sefer, bütün vakitleri o vakitte abdest alarak, temiz olmakla âdetin
çıkması arasında tereddüt ettiği her sefer de yine her namazı yıkanarak kılar.
Meselâ âdetinin her ay bir defa ve âdetinin sona ermeşinin de ayın son yarısında
olduğunu hatırlayan ve bunların dışında birşey hatırlamayan bir kadın, ayın
birinci yarısında âdetin girmeşiyle temiz olma arasında tereddütlü, ikinci
yarısında da temiz olmakla âdetin çıkması arasında tereddütlüdür. Ama hiç bir
şey hatırlamıyorsa o her zaman temiz olmakla âdetin girmesi arasında
tereddütlüdür ve hükmü de aynen temiz olmakla âdetin çıkması arasında tereddüt
edenin hükmü gibidir.
Bu durumdaki kadın Ramazan Ayını tamamen oruçlu
geçirir.
Âdetinin her ay ne kadar olduğunu bilmediği halde
dönüşü mümkün (ric'î) olarak boşanırsa dönüşün son sınırı otuz dokuzuncu gün
olarak belirlenir. Çünkü âdetinin üç gün, temizliğinin onbeş gün olması, boşama
işleminin de temizliğiriin son anına rastlaması muhtemeldir. Bu durumda iddeti,
iki âdet ve üç temizlik süresi ile sona erecek demektir ki, bu hesaba göre
otuzdokuz gün eder.
Şaşırma âdetin sadece yerinde yani, ayın hangi
günlerine rastladığında olursa buna da özel yada kısmi şaşırma adı verilir. Bu
durumdaki kadın ya âdet günleri sayısınin iki katı kadarında tereddüt eder, ya
da iki katından az bir zamanda tereddüt eder. Meselâ âdetinin üç gün olduğunu
bilse fakat ayın altı günlük süresinde şüphe etse, âdetinin hiçbir gününü
kesinkes bilemiyor demektir. Ama beş günlük bir sürede şüphe etse bir gün, yani
üçüncü gün kesinkes âdetli olduğunu biliyor demektir. Buna göre:
Âdet günlerinin üç gün olduğunu bilse fakat bunu
ayın son on günü içerisinde şaşırsa, bu on günün ilk üç gününü her vakit için
abdest alarak namaz kılar. Çünkü orada âdetli olmakla temiz olmak arasında
tereddüt vardır. Üç günden sonra ayın sonuna kadar ise her vakitte yıkanarak
namaz kılar. Çünkü orada âdetli olmakla temiz olmak ve âdetten çıkmak arasında
tereddüt vardır.
Ancak âdeti meselâ altı gün olup bunu on gün
içerisinde şaşırsa, bu on günün beşinci ve altıncıgünlerinin her halükârda âdet
olduğu kesinlik kazanır ve o günlerde aynen âdetli gibi davranır. Diğerlerinde
ise az önce söylediğimiz gibi hareket eder.
ADET HALİNDE
OLAN BİR KADIN ARAFAT VAKFESİNİ YAPABİLİR Mİ?
Adet halinde olan bir kadın Arafat vakfesini
yapabilir, Müzdelifede durup dua edebilir ve Mina'da Cemrelere taşlarını
atabilir. Bu husus için hiç bir sakınca yoktur. Yalnız Mescidü'l-Haram ve başka
camilere giremez. Dolayısıyla Kabe'yi de tavaf etmesi haramdır. Şafii mezhebinde
yapılan tavaf sahih değildir. Hanefi mezhebine göre de sahih ise de tahrimen
mekruhtur. Ceza olarak bir deve kesmek de icab eder. Eskiden Safa ile Merve,
Mescidü'l-Haram'ın dışında oldukları için adet halinde olan kadın sa'y
edebilirdi. Şimdi ise Safa ile Merve, Mescidü'l-Haram'ın müştemilatından
oldukları için sa'y etmesi de haramdır.
Çocuk emzirmekte olan kadının, iddet beklemesi
halinde âdet görmedikçe iddeti bitmiş olmaz. Böyle olan kadın ilaç alır ve âdet
günlerinde bir sarılık görülse bu âdet kanıdır, onunla iddeti sona ermiş
olabilir.
Bekâr kızın sadece âdet gördüğü günlerde,
bekârlığı bozulmuş olan kadının ise her zaman fercinin ağzına pamuk koyması
(tampon uygulaması) güzel bir davranış (müstehap)'tır. (Yalnız pamuğu iç ferce
kadar sokmak dinen de, tıbben de sakıncalıdır).
Bekârlığı bozulanın âdet günlerinde kullanması
sünnet, temiz günleride kullanması ise müstehaptır diyenler de vardır. Çünkü o,
bakire kadar kendisinden emin değildir. Böyle davranmakla özellikle namaz için
ihtiyatlı davranmış olur.
Ancak hem bâkire, hem de bekârlığı bozulan, pamuk
koymadan namaz kılsalar da caizdir (olur).
Pamuk veya bez kullanan kadının, kullandığı pamuğu
veya bezi güzel kokularla kokulandırmak suretiyle kandan doğacak kötü kokuları
gidermesi sünnettir.
Bundan; âdetli günlerinde vücudunun salgıladığı
ağır kokulu maddeleri gidermek için sık sık yıkanmasından ve mahremi
olmayanların duyamayacağı şekilde güzel kokular sürünmesinin de müstehap (dince
hoş) olduğu anlaşılır.
Kullandığı pamuk ya da bezin tamamını iç ferce
koyması mekruhtur, çünkü bu eliyle tatmine benzer.
Hünsa'dan (erdisi, erselik) kan gelmesi halinde
bakılır. Eğer meni (ersuyu) da geliyorsa meniye itibar edilir ve erkek olduğuna
karar verilir. Çünkü meni başka şeylerle karışmaz.
Hayız gören dokuz çeşit canlı vardır: Deve,
sırtlan, tavşan, zehirli keler, yarasa, köpek, gelincik ve yılanın dişileri.
Ancak hayız (âdet) deyince, çeşitli hükümleri olan âdet akla gelir. O da sadece
kadının gördüğü hayızdır... Diğerlerindeki hayız ise akmak anlamında hayızdır.
Çünkü "hayız" kelimesinin kök anlamı akmaktır.
Özet Olarak Âdet ve Hükmü
Âdetle ilgili olarak buraya kadar
söylediklerimizi, konunun genişçe açıklanması ve çok önemli meselelerde
başvurulup, problem çözer gibi düşünülmesi gereken sunuşudur. Konuyu genel
çizgileriyle kavrayabilmek ve problemli meseleler olmadıkça kolayca
uygulayabilmek için, ayrı bir özetini vermek yararlı olur. Bu özetle hastalık
kanının ve lohusalığın da belli başlı meseleleri anlaşılmış olacaktır
1.
Âdet kanı sağlığın belirtisidir.
2.
Âdetin başlamayaşı dokuz, bitiş yaşı genellikle ellibeştir. Buna göre
dokuz yaşın altındakilerden gelen kan asla âdet kanı değildir, ellibeş yaşın
üstündekilerden gelen kan sadece koyu ve siyah ise âdet kanıdır, diğer renklerde
ise yine âdet kanı değildir.
3.
Onbeş yaşına gelen kadın, âdet görmese de ergin sayılır.
4.
Âdet kanının rengi çok çeşitli olabilir. Âdeti göstermede en belirgini
siyaha çalan kırmızı, en zayıfi da toprak rengidir.
5.
Âdetin en azı üç, en çoğu on gün sürer. Bundan az ya da çok gelen kan
hastalık kanıdır.
6.
Kireç beyazı ya da saf beyaz akıntı temizliğin göstergesidir.
7.
Temizliğin en azı onbeş gündür, en çoğunun sınırı yoktur.
8.
Iki ay üstüste aynı sayıda kan görmekle düzgün âdet oluşur ve arada bir
ay fazla ya da eksik gelse yine düzgün âdetine itibar eder. Eksiklik ya da
fazlalık hesaba katılmaz.
9.
Âdet günleri içerisinde kanın akmadığı süreler de yine âdetli
sayılır.
10.Âdetli kadın namazını ve orucunu
terkeder, terkettiği orucu sonradan kaza eder, namazı ise kaza etmez.
11.Âdetli kadın, Kur'ân okuyamaz, camiye
giremez, Kâbe'yi tavaf edemez, cima yapamaz.
12.Âdeti on günden az sürede sona eren
kadın yıkanmadan ya da aradan bir namaz vakti geçmeden cima edemez. On günde
sona eren ise yıkanmadan da cima edebilir.
13.Âdetli ve lohusa, göbeği ile diz kapağı
arasına çıplak olarak dokundurmadıktan sonra kocasıyla her türlü cinsel oynaşma
yapabilir. Normal insandır. Onunla yenilir içilir, yatılır. Tükrügü ve artığı
pis değildir.
14.Bir hastalık sonucu sürekli kan gören
kadın, âdetli ve temiz günlerini, sağlıklı zamanına göre ayarlar. Âdeti ayın
kaçında başlıyor ve kaç gün sürüyorsa her kameri ayın o gününü ve o süreyi
âdetli, geri kalanını temiz kabul eder, ibâdet ve ilişkilerini ona göre
ayarlar.
15.Sürekli kan gören kadın, âdetini kesin
bilmiyorsa, kesine yakın bilgisine göre davranır. Hiç bilmiyorsa ihtiyatli olana
göre hareket eder. Ve her ay altı gün âdetli,kalan günleri ise temiz sayar.
Hanımı âdetli iken erkek onunla sevişip kendini
tatmin edebilir mi? Bunun günahı var mıdır?
Âdetli karısının dizkapağı-göbek arasına
dokunmadıktan sonra, onunla her türlü cinsel oynaşma yapabilir. Karısının
eliyle, ya da vücudunun başka yerleriyle tatmin olabilir ve diz kapağı - göbek
arasından da örtü varken yararlanabilir. Bunda hiç bir sakınca olmadığı gibi,
hem kendini boşaltıp haramdan koruduğu, hem de âdetli iken bir bakıma hasta olan
ve yalnızlık hissedebilmesi muhtemel bulunan eşiyle ilgilendigi için bu sevap ve
yapılması gereken bir davranıştır. Efendimizin, bütün hanımlarına, onlar hayızlı
iken bu şekilde yaklaştığı rivayet edilmiştir. Hatta bazılarına göre âdetli
hanımıyla cima dışında herşeyi yapabilir. Imâm Muhammed bu görüşdedir
ÂDETLİ KARISI İLE CİNSEL İLİŞKİDE
BULUNANIN NE YAPMASI GEREKIR?
Önce bunun sağlık açısından, sakıncalı, tıbben
mahzurlu, tiksinti ve her iki taraf için de eziyet verici bir iş olduğunu
söylemeliyiz.
"Sana hayızlı ile cimayı soruyorlar. De ki, bu
(her iki tarafâ da) eziyet verici bir şeydîr. Onlar âdetli iken onlardan ayrılın
ve temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Iyice temizlendiklerinde Allah'ın
size emrettiği yerden onlara gidin. Allah çok tevbe edenleri ve
tertemiz'olanları sever." (K. B akara 222)Görüldüğü gibi âdetli karısı ile
cinsel ilişkiyi Allah yasaklamıştır ve bu yasağın haram kılma anlamına geldiği
söylenmiştir. Her şeye rağmen şeytana uyar ve bu çirkin haramı işlerse, ikisi de
isteyerek yapmışsa ikisi de günah işlemiş olur. Ikisinin de pişmanlık duyup
tevbe etmesi ve istigfar etmesi gerekir. Hz. Ebûbekir Efendimize birisi bunu
sormuş ve: "Istigfar et (bağışlanma dile) ve bir daha da yapma" cevabını
almıştır. Biri istemeden diğeri onu
zorlayarak yapmışlarsa, sadece zorlayan günahkâr olur. Işin fetvâ
açısından hükmü budur. Ancak bir veya yarım dinar (bir dînar, yaklaşık 4.5 gr.
altın demektir) sadaka vermesi müstehap (hoş ve daha temizleyici) bir davranış
olur. Bunun açıklaması da hadis-i şeriflerden alınarak şöyle yapılır: Bu günah,
âdetin ilk günlerinde yapılmışsa bir dînâr, sonlarında ise yarım dînâr verilir.
Ya da kan siyah devresinde ise bir, sarı devresinde ise yarım dînâr verilir. Bu
da diğeri ile aynı kapıya çıkar.(Mavsili, el-Ihtiyâr I/28.)
Bu söylediklerimiz elbette asıl cinsel ilişki
(cima) için sözkonusudur. Onun dışında ise koca karısından pekçok yolla
yararlanabilir .
Âdetim her ay değişik sayıda oluyor. Ortalamasını
mı almak gerekir. Ayrıca son günlerde gelen bulanık akıntıyı da âdetten mi
hesaplamalıyız?
Âdet günleri bir seferle sabitleşmiş, iki ay peş
peşe aynı sayıda gelmekle düzgün âdet halini almış olur. Dolayısıyla her ay
6,7,8 gibi sayılarda değişen ve iki ay peş peşe aynı sayıda olmayan âdet düzenli
değildir ve on günü geçmedikçe, kaç gün gelmişse, hepsi âdettir. Akıntı tam
saflaşıncaya kadar gelen bulanıklık da âdetten sayılır.
Âdetli ile Lohusa, birçok yönden birbirine
benzedikleri için, ilgili hükümlerin çoğu da birbirinin aynıdır. Meselâ âdetliyi
ilgilendiren oniki hükümden sekizi aynı zamanda lohusayı da ilgilendirir. Bir
diğer deyişle şimdi sayacağımız bu sekiz hükümde her ikisi de ortaktır.
Hem Âdetliyi Hem de Lohusayı Ilgilendirenler
l. Namaz:
Âdetlinin ve lohusanın namaz kılmaları ve secde
yapmaları haramdır.
Namaz ister farz, ister vacip, ister sünnet, ister
nafile ve isterse geçmiş bir namazın kazası olsun. Secde de ister Kur'ân-ı
Kerîm'deki secde âyetlerinin okunması ve dinlenmesiyle yapılacak olan tilâvet
(okuma) secdesi olsun,isterse şükür secdesi olsun. Dolayısıyla âdetlinın ve
lohusanın, her nasılsa, okudukları ya da duydukları secde âyetinden ötürü secde
yapmaları gerekmez. Çünkü kendilerinde bunun için gerekli olan ehliyet
yoktur.
Ancak namaz vakitleri girdiğinde bu durumda olan
kadının abdest alıp evinin namaza ayırdığı köşesinde namaz kılacak kadar bir
süre oturması ve tesbih ve hamd ile meşgul olması güzel (müstehap)'dır. Böylece
uzun süre ayrı kalacağı namaza karşı usanç duymamış olur. Bir rivayette de böyle
yapan kadına kıldığı en güzel bir namaz sevabı verilir, denir.
Her vaktin, bir başlangıç tekbiri sığacak son
anına itibar edilir. Imam Azam'a göre başlangıç tekbiri(tahrîme) sadece "Allah"
demekle olabilir. Dolayısı ile son andan maksat, "Allah" diyebilecek kadar bir
zaman dır.
Yani herhangi bir vakitten bu kadar bir süre
kaldığında kadın kan görse o vaktin namazı kendisinden düşer.Yine o kadar bir
süre kaldığında kan kesilse, o vaktin namazını kaza etmesi gerekir.
Namaz; kadın ister ilk âdet gören, isterse düzgün
âdetli olsun, kanın ilk görüldüğü andan itibaren terkedilir. On günü geçmedikçe,
âdet günlerinin sayısını aşan kan ile de namaz terkedilir. Yine âdet zamanı
gelmeden fakat en az onbeş gün temiz kaldıktan sonra gelen kan ile de namazı
bırakır. Sonra bunların âdet kanı olmadığı anlaşılırsa bıraktığı namazları kaza
eder.
Bunun bir istisnâsı vardır oda; kalan temizlik
günleri, âdet günlerine eklendiği takdirde on günü aşacak bir zamanda kan
görmesi durumudur. Meselâ, âdet günleri yedi, temizlik günleri yirmi gün olarak
yerleşen bir kadın, onbeş gün temiz kaldıktan sonra kan görse yirmi güne kadar
namazını kılması istenir. Çünkü büyük ihtimalle bu kadın âdet günleri olan yedi
günde de kan görecek ve o takdirde kan gördüğü günlerin sayısı oniki gün olmuş
olacaktır. Demek ki ilk beş günde gelen kan âdet kanı değildir.
2. Oruç:
Âdetlinın ve lohusanın her türlü oruç tutmaları
haramdır. Ancak bu durumda tutmadıkları oruçlarını sonradan kaza ederler. Hattâ
oruçlu iken akşam olmadan az önce kan gelse o günün orucu bozulur ve onun da
kazası gerekir.
Bu oruç eğer farz ise, âdetle geçen farz oruçların
kaza edilmeleri gerekli olduğu için, nafile ise, nafileye başlamak onu bitirmeyi
gerektirdigi için kaza edilir.
Halbuki, namazda durum böyle değildir. Kadın bu
günlerdeki namazlarından sorumlu olmadığı için, daha önce de söylediğimiz gibi
son anında kan gördüğü vaktin namazı üzerinden düştüğü gibi, başladığı farz
namaz esnasında kan gelse o namaz da üzerinden düşer. Ancak başladığı ve
esnasında kan gördüğü namaz nafile ise, kan gelmekle bozulur ama, sonradan kaza
edilmesi gerekir. Çünkü az önce söylediğimiz gibi, nafileye başlamak onu
bitirmeyi gerekli kılar.
Yine adamak suretiyle kendisine namaz ya da oruç
vâcip kıldığıiçin âdet görse, ya da lohusa olsa başka günde adağını yerine
getirmesi gerekir.
Ancak âdet gördüğüm gün oruç tutmak, ya da namaz
kılmak Allah için üzerime borç olsun, demenin hiçbir anlamı yoktur. Böyle
demekle namazı ya da orucu kendisine borç etmiş olmaz.
Kur'ân-ı Kerîm Okuma:
Âdetlinın ve Lohusanın, Kur'ân-ı Kerîm'den, bir
âyetten az da olsa, okumaları haramdır. Çünkü Hz. Peygamberimiz: "âdetli kadın
da cünüb de Kur'ân'dan birşey okumasın" buyurmuşlardır. (Tirmizî, taharet98,111;
Nesâî, taharet 170; Ibn Mâce, taharet 105; Darimî, vudû' 103)
Bu, Kur'ân-ı Kerîm'i, Kurân olarak okuma halindeki
hükümdür. Kur'an'dan olan sözlerle duâ, ya da zikir kastetmesi halinde,
okuyacağı şeyler uzunca bir âyet kadar varsa hüküm yine aynıdır. Ama,
"bismillah", "elham-dülillah" gibi kısa ifadelerse bu caizdir. Buna
göre"bismillahir-Rahmânir-Rahîm" ve "elhamdü-lillâhi Rabbîl-alemin" gibi şeyleri
söylemenin câiz olmaması gerekir, ancak duâ, bereket ve hayır kastiyla
söylemenin bir sakıncası olmadığı çoklarınca söylenmiştir. Hattâ sırf duâ
kastıyla okuması halinde meselâ "Fâtiha"nin tamamını bile okumasında sakınca
yoktur, diyenler de vardır. Ancak duâ anlamına gelmeyen âyetleri duâ kastıyla
okumak onları duâ yapmış olmayacağından, maksadı duâ etmek de olsa onları
okuyamaz.
Âdetli ya da Lohusa ve hattâ cünüp olan birisi
Kurân öğreticisi ise her iki kelimeden birini atlamak suretiyle kesik kesik okur
ve öğretir. Bazılarına göre âyetin yarısını öğretir keser ve diğer âyetin
yarısını öğretir ve böylece devam eder. Bu durumdaki bir kadının. Kur'ân-ı
Kerîm'i, kelime aralarını ayırmak suretiyle, harf harf ya da kelime kelime
heceleyerek okumasında sakınca yoktur. bu mekruh değildir.
Âdetlinın ve LohusanınTevrat'i, Incil'i ve Zebur'u
okuması da mekruhtur. Çünkü bunlar da aslında Allah'ın sözü idiler. Insanlar
bunları sonradan bozdu, ancak içlerinde asıllarından bazı parçaların bulunması
muhtemeldir.Bundan; hem hükmü hem de okunuşu neshedilen(kaldırılan) Kur'ân
âyetlerini okumanın da en azından mekruh olduğu anlaşılır.
Sadece ağzı yıkamak Kur'ân okumayı helâl kılmaz.
Nitekim sadece elleri yıkamak da dokunmayı helal kılmaz.
Kunut duâlarını, diğer zikir ve duâları okuması,
ezanı dinlerken müezzine katılması ve Mushafa bakması da mekruh (nahoş)
değildir.
Kur'ân'a Dokunma:
Tam bir âyetin yazılı olduğu şeye âdetlinın ve
Lohusanın dokunması da haramdır. Dolayısıyla bir âyetten kısa bir Kur'ân
parçasına dokunması mekruh (nahoş) değildir. Ancak bir âyetten az da olsa
dokunamaz, diyenler de vardır. Bu Kur'ân parçasının; meselâ bir parada ya da bir
tabloda olması halinde de durum aynıdır.
Abdest organları dışındaki bir organla dokunması
halinde de en sağlam görüşe göre, yine haram işlemiş olur.
Tefsir, Hadîs ve Fıkıh gibi şeriat kitaplarına
dokunması da haramdır. Çünkü bunlarda Kur'ân âyetleri bulunmaması mümkün
değildir.
Bu ifade açıklamalı nahiv (arapça gramer)
kitaplarına da dokunamayacağını anlatır. Ancak Imam Azam'a göre hem nahiv
kitaplarına hem de Hadîs ve Fıkıh kitaplarına dokunmak, bu ilimleri öğrenmekte
olanlar için haram değildir. Arkadaşı olan diğer iki Imam ise aksi
görüştedirler. Ne var ki, bu durumda bu kitapları tutmak isteyenler de ta'zim ve
hürmet göstermek zorundadırlar ve bunu elbiselerinin yenleriyle tutarak değil,
her abdestleri kaçtığında yeniden abdest alarak yapmalıdırlar.
Dokunma konusunda Kur'ân'ın yazılı kısmı ile
yapraklarının boş bulunan beyaz kısmı ve Mushafa bitişik olan cildi eşittir.Bu
hüküm sadece Kur'ân-ı Kerîm'e aittir. Tabloda, parada, duvarda, tefsir ve hadis
kitaplarında ise dokunmanın haram olduğu yer sadece Kur'ân âyetinin yazılı
olduğu yerdir, bunun dışındaki yerlerine dokunması haram değildir.
Kur'ân-ı Kerîm'e, ondan ayrı bir şeyle. Meselâ ona
bitiştirilmemiş bir ciltle ya da elbisenin yeniyle dokunması caizdir. Ancak
elbisenin yeniyle dokunmasının mekruh (nahoş) olduğunu söyleyenler de vardır.
Çünkü Kur'ân'a bitişik cilt ondan sayıldığı gibi, insanın üzerindeki elbisesi de
kendisinden sayılır, demişlerdir.
Zikir ve duâ mecmualarını tutmak caiz ise de hoş
değildir, tutmamak daha iyidir.
Âdetli ve Lohusa olan kadın Kur'ân-ı Kerîm'i ve
içinde Kur'ân âyetleri bulunan yazı parçalarını, okumadan yazacak olsa dahi
yazamaz. Ancak okumadan yazabileceğini söyleyenler de vardır. Çünkü kalem Kur'ân
dan ayrı bir araçtır, nasıl Kur'ân-ı Kerîm, kendisinden ayrı bir şeyle
tutulabiliyorsa, bu durumdaki kalemle de yazılabilir, demişlerdir ki, bunun
kıyasa daha uygun olduğu söylenmiştir. Yeter ki, eliyle dokunmus olmasın
Sadece ellerin yıkanması dokunmayı helal kılmaz
(Bak. Md.76).
Kur'ân-ı Kerîm'in yabancı dillerle yapılmış
tercümelerine el sürmek de mekruhtur.
Küçük çocuklara, abdestleri olmasa bile, Kur'ân-ı
Kerîm'i vermekte bir sakınca yoktur. Ancak mümeyyiz olanlarına, Kur'ân-ı Kerîm'e
ta'zimi, yani saygıyı öğretmek için abdest aldırmak güzel bir davranıştır.
Mescide Girme:
Bu durumdaki kadının, beklemeksizin geçmek
şeklinde de olsa mescide girmesi haramdır. Mescidlerin üzeri de mescid
hükmündedir.Ancak yırtıcı bir hayvandan, hırsızdan, soğuktan, susuzluktan..
korkmak gibi bir zorunluluk (zaruret) bulunması durumu müstesnadır. Böyle
durumlarda da mümkünse teyemmüm yaparak girmesi daha güzel olur.
Bayram ve cenaze namazlarının kılındığı açık
alanlardan geçmesinde bir sakınca yoktur. Çünkü bunlar mescid hükmünde
değildir.
Mezarları ziyaret etmesi de caizdir.
Tavaf Yapma:
Âdetlinın ve lohusa kadının Kâbe'yi tavaf etmeleri
de haramdır. Bu durumda iken tavaf yapmışsâ tavafi geçerlidir (sahih), ancak bir
hatâ ve bir günah işlemiştir,bu yüzden büyük başlardan bir ceza kurbanı kesmesi
gerekir. Tavafın, mescidin içinde yapılmasıyla dışında yapılması arasında fark
yoktur.
Cinsel Ilişki:
Âdetli ve Lohusa kadına cima ve arada bir engel
olmaksızın göbeğiyle diz kapağı arasından yararlanma, şehvetle olmasa dahi,
haramdır. Bu bölgenin dışından ve engel varken bu bölgeden yararlanmak ise
helâldir. Yani âdetli ya da lohusa karısıyla yatmanın da, onu öpmenin de ve
cinsel tatmin konusunda göbeğiyle diz kapağı arası dışından çıplak olarak dahi
yararlanmasında, hanımının meselâ elleriyle tatmin olmasında sakınca
yoktur.
Dizkapağı ile. göbek arasından çıplak
yararlanmamak "azimet" ve müstehap, cima olmaksızın yararlanmak ise ruhsattır.
Ümmete, onun da çok mahzurlu olmadığını öğretmek için böyle buyrulmuştur. Yoksa:
"Örtü üzerinden yararlanabilirsiniz, ama onu da yapmamak daha iyidir" rivayeti
de vardır, diye izah edenler de olmuştur. Yani koca hayızlı karısından,
dizkapağı ile göbek arası örtülü iken ittifakla yararlanabilir. Ama dizkapağı
ile göbek arasını örtü varken dahi terkeden en iyisini yapmış olur. Cimadan
korunduktan sonra çıplak yararlanan da çok kötü bir şey yapmış olmaz. Ancak
kendisini tehlikeye atmış olur. (bk. Müslim, hayz T6; Nesâî, taharet 180; Ibn
Mâce, taharet 124; Darimî, vudû' 117.)
Imam Muhammed'le beraber bir kısım Islâm
âlimlerine göre ise; ön ve arkayı kullanmamak şartıyla göbekle diz kapağı
arasıyla tenleşmek (mubaşeret) de helaldir. Çünkü Hz. Enes'in (r.a.) rivayet
ettiği bir hadiste: "Her şeyi yapın, yalnız cima (çiftleşme) müstesna" (bk.
Hatttâbî, Ebû Dâvûd I/154) denilmektedir. Ancak bunun, nefsinden emin olanlar
için olduğunu söyleyenler de vardır. Yani Imam Muhammed'e göre erkek âdetli ve
lohusa karısıyla idhal (girdirme) dışında her türlü cinsel davranışta
bulunabilir ve birbirinden yararlanabilirler. Ancak bu çoğunluğun (cumhur)
benimsemediği bir görüştür.
Bu konudaki haramlık, sırf kadının haber
vermesiyle gerçekleşmiş olur.
Bu, kadının iffetli olması, erkeğin de onun doğru
söyledigine iyice kanaat getirmesi halinde böyledir. Yok, eğer kadın ahlâkı
bozuk ve genellikle yalan söyleyen birisi olur, erkek de doğru söylediğine iyice
kanaat getirmezse, sırf kadının sözlü haberi kabul edilmez.
Her iki taraf da istekli olarak cima ederlerse,
ikiside günahkâr olur, tevbe etmeleri ve bağışlanma dileğinde bulunmaları
gerekir. Ayrıca cima âdetin başında olmuşsa bir dinar, ortasında ve sonunda
olmuşsa yarım dinar tutarında sadaka verir.
Bir taraf istekle, diğer taraf zorlanarak cima
ederlerse, sadece zorlayan günahkâr olur.
Cima ettiklerinde gelmekte olan kan kırmızı ise
bir dinar sarı ise yarım dinar sadaka verir de denmiştir. Çünkü Ebu Dâvud ve
Hakim'de bu görüşü destekleyen bir hadis vardır. (Tirmizî, taharet 102; Ebu
Davud, taharet 105; nikâh 45; Nesâî, taharet 181.)
Vereceği sadakanın harcama yeri, zekâtın
verileceği kimselerdir.
Âdetli ve Lohusa kadınla cima etmeyi ve dübürden
(arkadan) yaklaşmayı helal sayanın kâfir olacağını söyleyenler de vardır, ancak
bunlar "başka şey için haram" olduklarından helâl sayan kâfir olmazsa da büyük
günah işlemiş olur.
Burada anlatmak istediğimiz, kocanın âdetli
hanımıyla nasıl ve hangi ölçüde cinsel ilişkide bulunabileceği meselesidir.
Yıkanma (Gusul, boy abdesti):
Âdetlinin âdeti, Lohusanın da Lohusalığı sona
erdiğinde, mümkünse yıkanmaları, değilse teyemmüm yapmaları gereklidir.Buraya
kadar anlattığımız sekiz madde, âdetli için de Lohusa için de geçerlidir. Bundan
sonra sayacaklarımız ise sadece âdetliyi ilgilendirir.
Sadece Âdetliyi Ilgilendirenler
1.
"Iddet"in Âdetle Ilişkili Olması:
"Iddet": Boşandığı erkekten hamile olup olmadığını
anlamak, böylece nesillerin birbirine karışmasını önlemek ve birisinin ekinini
diğerine sulatmamak için, boşanan kadının evlenmeksizin belli süre beklemesidir.
"Iddet"in kelime anlamı sayı ve süre demektir. Çünkü kadın bu kısıtlı günlerini
sayar ve bu süreyi doldurmayı bekler.
Boşamadan doğacak iddetin başlangıcı, boşamanın
ardı, ölümden doğacak iddetin başlangıcı da ölümün ardıdır. Iddet, bu andan
itibaren süresi dolunca sona erer, kadının bunu bilmesi şart değildir. Fasit
nikâhtan doğacak iddetin başlangıcı ise ayrılmaları ya da kocanın artık cima
etmeme kararına varmasının ardıdır.
Iddet beklemek olan kadına evlilik teklifinde
bulunulmaz, ancak üstü kapalı ifadelerle çıtlatılabilir..
Sağlam bir nikâhla nikâhlı iken kocası ölen, yada
kocası kendisini kesin (bâin) talakla boşayan kadının; ergin ve müslüman ise,
iddeti süresince süslenmeme anlamında yas tutması, yani kokulanma, sürünme ve
süslenmeyi terketmesi gerekir.
Bu, Hz. Peygamber'in (s.a.s.) emridir. Böylelikle
kadın evlenmesi haram olan süre içerisinde kendisini bu harama itebilecek
yollardân birini kapamış ve nikâh hikmetinin kadrini iyice kavramış olur.
Kesin talakla boşanan kadın iddeti süresince
evinden gece ve gündüz çıkamaz. Ölümden ötürü iddet bekleyen ise gündüz çıkar,
gecenin bir kısmında da çıkabılir ama yine evinde geceler.
2.
"Istibra" :
Istibrada âdetle ilgilidir ve cariyede
sözkonusudur. Satınaldığı cariyenin hamile olması halinde onunla cima etmemek
için belli bir süre beklemekten ibarettir.
Günümüzde cariyelik sözkonusu olamayacağı için bu
konu üzerinde fazla durulmayacaktır.
3.
Erginlik (Bülug):
Erginlik âdet görmekle sabitleşmiş olur.
Lohusalıkla bu bakımdan ilgisi yoktur. Çünkü lohusalık olmadan da gebe kalma
kabiliyeti edinmekle ergin olunur. Bu da âdet görmekle anlaşılır.
Boşama (Talak):
Sünnet olan boşamada âdete itibar edilir. Şöyle
ki: Her nasılsa karısını birden çok talakla ve sünnete uygun olarak boşamak
isteyen koca, her iki boşamanın arasını bir âdetle açar ve üç boşama hakkını
böyle tamamlar.
Bu boşamaların arasını Lohusalıkla ayırmak
düşünülemez, çünkü daha önce de gördüğümüz gibi, çocuğunu doğurmakla kadının
iddeti zaten bitmiş olur. Bid'at olan boşama ise karısını âdetli iken
boşamaktir. Lohusa iken boşamanın da bid'at olduğu söylenmiştir.
Âdete özel durumlardan biri de, keffaret orucu
tutarken görülen âdetin, keffaretin peşpeşe olma özelliğini bozmaması, bir diğeri de en azı üç, en çoğu on gün
olmasıdır.
AKRABA İLE EVLENMENİN DİNEN
HERHANGİ BİR SAKINCASI VAR MIDIR?
Dinen mahrem olup kendileriyle evlenmek haram
olanlar üç nevidir:
1-Nesep sebebiyle haram olanlar: Bunlar da yedi
sınıfdır. Anneler,Kızlar,Kızkardeşler,Halalar,Teyzeler,Erkek kardeşin kızı ve
Kızkardeşidir.
2-Süt sebebiyle haram olanlar: Neseb sebebiyle
haram olanlar, süt sebebiylede haramdırlar yani onlar da yedi sınıfdır.
3-Sıhriyet sebebiyle haram olanlar: Kur'an-ı
Kerim'de bunlardan dört sınıf dile getiriliyor.
A-Babanın eşi : Üvey anne,
B-Oğlun eşi : Gelin,
C-Eşin annesi : Kayınvalide.
D- Eşin kızı : Kocanın üvey kızı.
Yukarıda zikrettiğimiz kimseler ebedi olrak
haramdırlar.Ayrıca geçici olarak haram olanlar da vardır. Kur'an-ı Kerim
bunlardan üç sınıf dile getirmiştir:
1-İki kız kardeş ile aynı anda evlenmek,
2-Zevce ile halası veya teyzesi ile aynı anda
evlenmek yani ikisini bir arada bulundurmak,
3- Evli olan kadın.
Bunlardan maada akraba olsun,yabancı olsun onunla
evlenmek caizdir.Peygamberimiz halasının kızı olan Hz.Zeynep ile evlenmiştir.
Aynı zamanda Hz.Ali amcaoğlu Hz.Peygamber'in kızı olan Fatıma ile evlenmiştir.
Demek yakın olsun , uzak olan akraba ile evlenmek caizdir.Ama yabancı ile
evlenmek için tavsiyede bulunmakta bir beis yoktur. Hatta Şafii fıkıh kitabları
yakın akraba ile evlenmek tenzihen mekruhtur,diye kaydediyorlar.
AMCA-DAYI HANIMLARI VE
KAYINVALİDENİN MAHREMLİĞİ
1. Eşimin amca ve dayı hanımları ve kızları, hala
ve teyze karşısında tutumu ne olmalı? Hangi ölçülerde oturup
yiyip-içebilir?
2. Kayınvalidenin damadına göre tesettürü nasıl
olmalı?
l. Eşiniz de beraber oturduğu diğerleri de kadın
olduğuna göre kadının müslüman kadına göre avreti olan göbekle diz kapağı arası
kapalı olduktan sonra beraber oturmalarında bir mahzur yok. oturmanın; dedikodu
yapmamak, kendi kocaları ile olan ilişkilerini anlatmamak gibi adabı ise,
sanırım sorulmuyor.
2. Kayınvalide damada ebediyyen haram olduğu için,
onun yanında, saçını, başını, kollarını, böğrünü açarak oturabilir. Ancak kapalı
bulunup fitneye açık kapı bırakmaması daha güzel olur.
3. Diğer sorularınız, herhangi bir ilmihalden
kolaylıkla bulunabileceği için onları cevaplamıyor ve hiç olmazsa ilmihallerle
ilişkinizi kesmek istemiyoruz.
Kadının hak ve görevleri açıklandığında, Çocuk
emzirme ve ev süpürme ile dahî görevli olmadığı söylenir. Peki süt annelerin hem
kendi çocuklarını, hem de başkalarınkini emzirmeleri nasıl mümkün
olacaktır?
Meselenin esasını anlamak için, Bakara Sûresindeki
konuyla ilgili âyet-i kerimenin mealine bir göz atalım: "Anneler çocuklarını
emzirmeyi tamamlamak isteyenler için iki bütün yıl emzirirler. Evlât kendisine
ait olan babaya da, emzirenlerin yiyecekleri, giyecekleri uygun ölçüde bir
borçtur. Gerçi herkes gücüne göre sorumlu tutulur. Ne bir anaya yavrusu ile, ne
de bir babaya yavrusu ile zarar verilmemelidir. Vârise düşen de aynı borçtur.
Eğer baba ve ana karşılıklı rıza ve müsavere ile çocuğu memeden kesmek
isterlerse, kendilerine bir günah yoktur. Eğer çocuklarınızı başkasına emzirtmek
isterseniz, vereceğinizi güzel güzel verdikten sonra yine size günah yoktur.
Allah'dan da korkun ve bilin ki, Allah ne yaparsanız görür, basîr'dir."
(2/233)
Bu âyet, emzirme ile alâkalı olarak bir çok hüküm
ihtiva eder: a. Emzirmenin en uzun müddeti iki yıldır. Ondan sonraki emzirme ile
süt akrabalığı oluşmaz. b. Hâmileligin en az süresi altı aydır. (Çünkü bir başka
âyette de "Gebelik ve sütten ayırma otuz aydır" buyruluyor (46/15) emzirme
süresi olan yirmidört ayı bundan çıktığımızda altı ay kalır.) c. Çocuk babaya
nisbet edilir. d. Emzirme ücreti babanın üzerinedir. Demek ki, anne, çocuğu baba
adına emzirir, yani emzirme zorunlulugu yoktur. e. Baba bu konuda anneye baskı
yapamayacağı gibi, anne de babanın çâresiz kalması halinde ona kazan kaldıramaz.
f. Babanın ölmesi halinde varisleri, onun çocuğunu emzirene karşı aynı nafaka
borcu ile mükelleftirler. g. Anne çocuğunu emzirmek isterse, baba onu ayırıp süt
anneye vermez. h. Iki yıldan önce de çocuk, anne babanın karşılıklı anlaşma ve
kararlan ile sütten kesilebilir. Yani emzirmenin zorunlu en az süresi yoktur...
Daha bir çok ahkâm ve faydalı bilgi, bu ilginç üslup ve muhtevali âyet-i
kerimeden çıkarılmıştır. Imdi Hanefiler derler ki: Bir başka âyette de: "Eğer
zorlanırsanız onu bir başkası emzirir, eğer sizin için emzirirlerse,
emzirenlerin ücretlerini verin" (Talak 65/6) buyurulduğuna göre, annelerin
emzirme zorunluluğu yoktur. ( Cessâs, N/104) Anne emzirmek isterse, babanın buna
mani olup, başka anne bulması câiz değildir. (Cessâs, N/105,106) Çünkü bunda
anneye çocuğuyla zarar verme vardır. Halbuki bu, âyetle yasaklanmıştır. Emzirme
süresi içerisinde çocuğun, annesinden, başkasının memesini almaması, babanın ve
çocuğun malı bulunmaması, babanın süt anne bulamaması gibi durumlarla emzirici
olarak annenin belirlenmiş olması dışında, babanın onu zorlama hakkı, hukuken
(kazaen) yoktur. (ibn Âbidîn NI/212, 559, 618; Kasânî, Bedâyî IV/40) Yalnız
babanın süt anne bulamaması halinde bile, havyan sütü, yag, mama vs. ile
bakabileceği için anne yine mecbur edilemez diyenler de vardır. ( ibn Âbidîn
NI/618) Ancak mezkur âyet-i kerimenin üslûbu ve bu konunun çeşitli yönlerini
örfe bırakması göz önünde bulundurulduğunda, hukuken olmasa dahî, annenin
çocuğunu diyaneten (Allah indinde) emzirme zorunluluğu vardır denmiştir. (Âbidîn
NI/211) Çünkü evin her türlü ihtiyacı ve dış yükü erkeğin omuzları üzerindedir.
Kadının emzirmek istememesi, olsa olsa sıkıntı çekmemek ve fizikî formasyonunu
bozulmaktan korumak için olabilir. Bu ise, daha çok kocasını ilgilendirir. Eğer
o da böyle istiyorsa, zaten anlaşılır ve süt anneyi beraberce bulurlar.
Istemiyorsa, anne için pek mazeret kalmamıştır. Ama yine de kanun onu buna
zorlayamaz.Bu konudaki Hanefî görüşü, aynı zamanda cumhûrun (fıkıhçılar
çoğunluğunun) da görüşüdür. (Sabûnî Âyâtü'l-ahkâm I/353) Mâliki'lerde kadın eş
olduğu sürece ve başkasının kabul etmemesi halinde, emzirme annenin görevidir.
(Ibnü'I-Arabi, Ayâtü'I-ahkâm I/204) Ama bâin talakla ayrılan kadının görevi
değildir. Bu durumda babanın görevidir. Ancak kadın kendisi emzirmek isterse, o
bu iş için önceliklidir ve emzirmesi karşılığında ecr-i misil hak eder. (Sabûnî,
age. I/353) Keza kadın kocanın nikâhında olduğu sürece, baba onun sadece
kendisine ait kalması için, çocuğu başka bir anneye emzirtmek isterse bu
câizdir. Çocuk da süt anneyi kabul ediyorsa (emiyorsa) annenin onu kendi
emzirmekte israr etmesi câiz olmaz. Çünkü bunda babaya zarar vardır. Özellikle
de kadın tekrar hâmile kalmışsa bu böyledir. Bu iki sebep, annenin çocuğunu süt
anneye teslim etmesini gerektirir. Çünkü âyetin emzirmeyi kadına hak olarak da
görev olarak da vermiş olması muhtemeldir. (Ibnü'I-Arabî age. 4/204) Ancak Imam
Mâlik, soylu kadınların emzirmek istememeleri halinde, maslahata binaen emzirme
zorunlulukları yoktur, der. Babanın süt anne tutmaya maddî gücü yeterli değilse;
emzirme masraflarını devlet hazînesi (beytü'l-mâl) karşılar, diyenler de vardır.
(Kurtubî, IV/161)
Şâfiîler de, çocuğu babanın başkasına emzirtmek
istemesi halinde, kadının buna karşı çıkamayacağını çünkü bunun erkeğin kadından
yararlanma hakkına kısmen engel olacağını söylerler. Hanbelîler ise, Hanefiler
ile hemen hemen aynı görüştedirler. (ibn Kudâme, el-Mugnî VN/627-28)
Bu konuda ayrıca şunları da söylemek, ya da
söylendiğini duyurmak gerekir:
Hangi görüşte olunursa olunsun, anne, ilk ağız
sütünü çocuğa vermemezlik edemez. Bu süt çocuk için hayatı önem taşır. Ondan
sonra emzirmeyi reddebilir.(ibn Kesîr I/418)
Âyette: "Ne bir anaya yavrusu ile, ne de bir
babaya yavrusu ile zarar verilsin" deniyor. Babaya zarar verilmesi, annenin ona
serkeşlik etmesi, siddet kullanması, nafaka ve giyim konusunda haksız isteklerde
bulunması, çocuk konusunda ihmalkârlık yaparak onu sıkıntıya sokması, çocuk
kendisine alistiktan sonra gidip süt anne bulmasm istemesi vb. şeylerle olur.
Anneye zarar verilmesi ise, onun nafaka ve elbisesi konusunda babanın üzerine
düşenden kişinti yapması, onu emzirmeye zorlaması, kendi emzirmek istiyorsa alıp
başkasına vermek istemesi gibi şeylerle olur. (ZeMahşerî, Kessâf I/370; Ayrıca
bk. Suyûtî, iklîl 57; Venhe ez Zuhaylî VN/733 vd.) Âyetin muhtevasina göre
bunların yapılmaması gerekir.
Süt annelere gelince, karşılıklı :rızaya dayanan
bir ücret akdi ile emzirecekleri için, herhangi bir zorunlulukları yoktur.
Istemezlerse emzirmezler. Sütleri kendi çocuklarına fazla geldiği, kendi
çocuklarını sütten erken kestikleri, ölmüş olabilecekleri ihtimalleri
düşünürsek, süt annelik yapmanın o kadar zor olmadığını görürüz. Ayrıca
günümüzde bu uygulamanın hemen hemen hiç yapılmadığını da hesaba katarsak,
günümüz örfüne göre annelerin çocuklarını diyaneten (Allah indinde) emzirmek
zorunda olduklarını söyleyebiliriz.Ancak bu müessesenin çok faydalı yönlerinin
olduğunu da bilmemiz gerekir. Süt emmenin de Islâmda bir akrabalık sebebi
olduğunu düşünürsek, bu yolla akrabalık çemberi genişlemis ve sosyal dayanışmaya
katkıda bulunulmus olur. Fakir anneler için hem güzel bir. is sahası açılmış hem
de istikbalının garantisi olacak akrabaları çogalmış olur. Fizikî formasyonuna
önem veren kadınlar, onu bozmadan, yıpranmadan hem çocuk sahibi olmuş, hem de
başkasına iş temin etmiş olurlar. Bunu, bir kadının (ya da erkeğin) keyfi için
diğerinin sömürülmesi gibi gayr-i insanî bir uygulama olarak görmek isabetsiz
olur. Çünkü bir defa bu fitrî ve en iyi olan uygulama değildir. Annelerin
çocuklarını bizzat kendilerinin emzirmeleri menduptur. Çünkü çocuğun, gıda kadar
anne şefkatine de ihtiyacı vardır. (Sabûnî age I/353) Sonra bunu gayr-i insanî
görüp uygulamamanın hiç bir insanî sonucu yoktur. Anne istediği formasyonunu
kaybedecek, süt anne de alacağı ücreti kaçıracaktır. Belki de bunun onur kırıcı
olmaması için, Islâm ona da aynı zamanda bir annelik pâyesi vermektedir.
AVRET KONUSUNDA MUHTELIF KONULAR
Bakma konusunda kâfir kadın da müslüman kadın
gibidir. Ancak kâfir-kadının saçına bakılabileceğini söleyenler de vardır.
Süfyanü's-Sevri, (Mü'minlerin kadınlarına...) (en-Nûr 24/31) ayetini delil
tutarak, zimmî kadınların ziynetlerine bakmakta mahzur yoktur. Bunun yasak
olması fitne endişesindendir, haram olduğundan değildir, der. (M.Ali es-Sâbûni,
Muhtaşaru Tefsir-i Ibn Kesir, N/115.)
Avret olan herhangi bir kısım, bedenden ayrılması
halinde de avrettir, bakılması haramdır.
Çocuğun 4 yaşına kadar avreti yoktur. Bundan sonra
şehvet duyacağı yaşa kadar avreti sadece ön ve arkadır. Şehvet sınırına
geldiğinde ise kız olsun, erkek olsun, namazda da namaz dışında da avreti,
cinsinden·olan bâliğin avreti gibidir:
Erkek, annesinin, kızının ve kız kardeşinin
odalarına izinsiz giremez. Resim haline getirilen avret mahallere bakmanın
haramlığı konusu, Ibn Abidin'ne göre tereddüt mahallidir. (Ibn Abidin, Hâsiyetu
Reddi'l-muhtâr, VI/ 373.)
Saça insan saçı takmak (peruk kullanmak) haramdır.
Takılan, insan saçından başka bir şey ise, ruhsat vardır. Güzellik amacıyla yüz
v.s. yerlerinden tüy yoldurması, estetik ameliyat ve dağlama usulü ile dolgu
yaptırması haramdır. Bu işleri icra etmek de haramdır: (Bu konudaki hadislerin
tefsiri için bk. es-sevkânî, Neylü'l-Evtâr N/641-643.)
Avret olan kısmın, doğuracağı zararlar itibariyle,
haramlık derecesi de farklıdır. Diz uyluktan, uyluk da ön ve arka taraflardan
haramlıkta daha hafifdir. Buna göre dizini açan birisini her müslüman yumuşakça
ikaz etme durumandadır. Israr etmesi halinde üzerine varmaz. Uyluğunu açtığını
görürse, sertçe ikaz eder; ama ısrarı halinde dövmez. Ön ve arka uzuvlarını
açanı görürse örtmesine emreder. Israrı halinde terbiyesini verir denmiştir.
(Fetâvâ-yi Hindiyye, V/288.) Bu durumda öldürülebileceğini söyleyenlerin bile
bulunması, (Dürer Hâsiyesi, Abdü'l-Halım, I/199.) dikkat çekicidir.
"Avret" sözlükte, gedik gibi yerlerdeki aralık ve
kendisinden fesat ve zarar beklenen şey anlamındadır. (el-Harasî Alâ-muhtaşar-i
Seydî Halîl 1/244.) Insanın avret bölgesine "avret" denmesi, görülmesiyle fesat
ve kötülük ortaya çıkacağı içindir. Yoksa "avret", çirkinlik anlamındaki "aver"
kelimesinden türemis değildir. Çünkü kadının avret olan yerlerinin çoğu, çirkin
olmak şöyle dursun, gönüllere hoş gelir ve güzel sayılır. (agk.)
Allah Kur'ân-ı Kerîm'de, Peygamberimiz'in
kadınlarına hitaben: "Evlerinizde ağırbaşlılıkla oturun. Ilk Cahiliyye Dönemi
kadınlarının kırıladöküle, süslerini göstere göstere yürüyüşü gibi yürümeyin"
(Ahzâb (3) 32.) buyurur. Nûr Sûresi'nde: "Mü'min kadınlara da şöyle gözlerini
(haramdan) kıssınlar, ırzlarını korusunlar, süslerini göstermesinler
-kendiliğinden görünen müstesna- başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar"
(Nûr (24) 31.) buyurur. Yine Ahzâb Sûresi'nde: "Ey Peygamber! Zevcelerine,
kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına söyle, "cil-bâb"larını üzerlerine atsınlar"
buyurur. (Ahzâb (33) 59.)
Peygamber Efendimiz de: "Erkek erkeğin âvretine,
kadın da kadının avretine bakmasın", (Müslim, hayz 7; Tirmizî, edep 38; Ibn
Mâce, taharet l37; Müsned NI/63.) "Ergin, olmuş bir kadının namazını Allah
başörtüsüz kabul etmez" (Tirmizî, salat 160; Ibn Mâce, taharet 132; Müsned
VI/150, 218, 259.), "Şehvetle bakmak gözün zinâsıdır" (Buhârî, isti'zan 12,
kader 9; Müslim, kader20, 21; Ebû Dâvûd, nikâh Müsned N/276.), "Şehvetle bakmak
şeytanın zehirli oklarından bir oktur" (Hindî Kenz V/329 (13075).)
buyurmuştur.
Bu ve benzeri âyet ve hadîslerden ötürü, tüm Islâm
bilginleri, kadının da, erkeğin de avretini kapatması konusunda sözbirliği
halindedirler. Yine bütün Islâm bilginleri kadının elleri, yüzü ve ayakları
dışında kalan bütün bedeninin "avret" olduğu konusunda sözbirliği halindedirler.
İslam'ın bu konudaki öğretileri açık ve emredici olduğundan, örtünmenin gereğine
inanmayanların dinden çıkmış, yani kâfir olmuş olacağını söylemişlerdir.
Kapanmanın gerekliligine inanmakla beraber, kapanmayanların ise dinden çıkmış
olmayacağını, ancak günah işlemiş olacağını bildirmişlerdir. İslam'ın böyle
kesin ve net bir öğretisiyle alay etmenin de insanı dinden çıkaracağını, bu
hatayı işleyen mükellefin, tevbe edip, imânını yenilemesi gerektiğini
duyurmuşlardır.
Çünkü çıplaklık ilkelliğin, giyinme ise
medeniliğin belirtisidir. Çıplak gezmenin hiçbir yararı yoktur, bununla birlikte
bir sürü zararı vardır. Giyinmenin ise hiçbir zararı olmadığı gibi, bir sürü
yararı vardır. Giyinme iffetli ve namusluluğun sembolüdür. Soyunma ise insanı
iffetsizliğe götürür. Cinsel cazibede diğer nimetler gibi bir nimettir. Her
şeyin bir sahibi bulunduğu ve sahibi olmayanlara helal olmadığı gibi, insan
bedeninin gönle hoş gelen cinsel çekiciliği de, sadece sahibine helâldir. Sahibi
olmayanlar, ondan gözle de olsa yararlanamazlar. Hanımına başkalarının
bakmasında sakınca görmemek, yada hanımların kendilerini, bakılacak şekilde
ayarlaması, modern tıp gözünde psikolojik ve cinsel hastalık olarak görülür.
Insanların binde dokuzyüzdoksandokuzu da giyinmenin gerekli olduğunu savunur;
ancak ne kadar giyinilmesi konusunda ayrı ayrı şeyler söylerler. Yani insan
aklının giyinmeye çizebileceği sabit bir sınır yoktur. Öyleyse dinin çizdiği
sınırları kabul etmek en akıllıca hareket olsa gerektir. Giyinme, ayrıca tabiî,
yani fitri ve doğal bir olgudur. Tabiatta hiç bir nimet çirilçıplak ve elbisesiz
değildir. En değerli meyvalar iki-üç kat elbise ve ambalaj içerisinde
sunulmuştur. Demek ki, değerli olan daha çok saklanmakta ve daha çok
örtülmektedir. Kömür, kapının önünde bırakılır ama elmas, evin de en gizli
köşesinde saklanır. Kısaca örtü, kadının değerinin de göstergesidir.
Hanefîlere Göre Avret
Avret yerlerinin örtülmesi Kur'ân-ı Kerîm ve
hadislerle emredildiği için, bunda bilginlerin söz sahibi olamayacağını ve bunu
hepsinin sözbirliği ile kabul ettiğini daha önce söylemiştik. Ancak erkeğin
göbeği ile dizkâpağı arası dışında kalan yerleri ile, kadının elleri, ayakları
ve yüzünün avret olup olmadığı konusunda ayrı fikirde olanlar vardır.
Şâfiî ile Hanbelî mezheplerine göre, kadının yüzü
ve elleri de dahîl, bütün vücudu avrettir ve mahremi olmayanlara karşı örtülmesi
gerekir. Kadın ellerini ve yüzünü ancak namazda açabilir. Maliki mezhebinde ise,
kadının elleri ve yüzü avret değildir, ancak yabancılara karşı kapatması daha
güzeldir.
Diğer mezheplerin uygulamalarını özet olarak
gördükten sonra şimdi de Hanefî Mezhebi'nde avret ve örtünme ile ilgili
uygulamayı geniş olarak görmeye çalışalım:
a) Namazda:
Erkeğin namazdaki avreti; namaz dışında olduğu
gibi, göbekle dizkapağı arasıdır. Dizkapağı avrettir, göbek ise avret değildir.
Hür kadınların avreti ise; yüzleriz, ellerinin içleri ve ayaklarının üstleri
hariç bütün vücutlarıdır. Hattâ kulağı hizasindan aşağıya sarkan saçlarının
açılması, bazılarına göre namaza engel değilse de, daha doğru olan görüşe göre
avrettir. Ancak bu sarkan saçların avret olmadığını söyleyenlere göre dahi,
mahrem olmayan erkeğin, kadının saçına bakması haramdır. Yani böyle sarkan
saçlara bakmak, avret olduğu için değil, fitneye sebep olabileceği için
haramdır. (Ibrahim Halebî, Gunyetü'l-mümtelî 212.)
Namazda iken insanın avreti, kaba ve hafif olmak
üzere ikiye ayrılır. Kaba avret, çevreleri ile birlikte ön ve arka organlar,
hafif avret ise, avretin geri kalan kısmıdır. Namaz kılarken kaba avret, ya da
hafif avret organlarından birinin, dörtte birinin kendiliğinden açılması,
namazın bir rüknünü edâ edecek kadar sürerse namazı bozar. Bunu kendi eylemi ile
yaparsa namazı hemen bozulur. Meselâ bir kolunun dörtte biri namazda iken açılan
kadın, bu şekilde bir rüknü, meselâ rukûu yapacak kadar kalırsa namazı bozulur.
Daha az süre açılırsa bozulmaz. Ancak önceden açıkken namaza başlayamaz.
b) Namaz Dışında:Kadının Avreti
Yabancı Erkeklere Göre
Kadının yabancı erkeklere göre avreti, yüzü ve
elleri hariç, bütün bedenidir. Ebû Yûsuf'a göre, iş görme gibi bir zorunluluk
bulunduğunda, kolunun dirseklere kadarki kısmı da avret değildir. Ancak fetvaya
uygun görüşe göre, kolu da avrettir. Bazılarına göre de kollar namaz içinde
avrettir, namaz dışında avret değildir. Ayakların topuklardan aşağısı konusunda
da aynı şeyler söylenmiştir.
Ancak yüzü ya da elleri görüldüğünde, kötü
duygulara (fitneye) sebep olacaksa, kadının yüzü ve elleri de dahil, bütün
vücudu avrettir.
Mahremi Olan Erkeklere Göre
Kadının mahremi olan erkeklere göre avreti,
erkeğin erkeğe göre avreti gibidir, ancak kadın mahremi olan erkeğe karnı,
sırtını ve bir görüşe göre memelerini de gösteremez. (Ibn Hümâm,
Fethu'l-KadîrVIl/l05.)
Kadının mahremi olan erkekler, Nûr sûresi
otuzbirinci âyetinde sayıldığı gibi: Kocası (kadının kocasına göre hiç bir yeri
avret değildir), Babası, dedeleri, kocasının Babası ve dedeleri, erkek
çocukları, kocasının erkek çocukları, kendi erkek kardeşleri, erkek
kardeşlerinin çocukları ve kız kardeşlerinin çocukları (yani yegenleri), kendi
kadınları, köleleri, evlerine sık sık girme alışkanlığı olan ve cinsel arzusu
bulunmayan erkekler ve cinselliği henüz kavramamış çocuklardır. Amcalar ve
dayılar da baba makamındadırlar. Kocasının erkek kardeşi, yani kayınbiraderleri
ve kocasının dayısı ve amcası ise mahremi değildir. İşte kadın, bu mahremi olan
erkekler yanında omuzlarına kadar kolları, başı, boynu ve dizden aşağı bacakları
açık durabilir. Ancak bu, kötü duygu söz konusu olmadığı zamandır. Ayrıca
durabilir demek, durması gerekir demek değildir. Onların yanında da, hattâ
yalnız başına da kapanmaya daha çok
dikkat etse daha güzel olur.
Yukarıda sözü edilen âyette kadının; sayılan
mahremlerine zinetlerini, yani süs ve takılarını, dolayısı ile bunların
yerlerini göstermesinde sakınca olmadığı bildirilmiştir. Islâm bilginleri de
kadının süs yerleri; baş, yüz, göğsün üst kısmı, boyun, kulak, el, kol, ayak ve
bacaklarıdır. Çünkü başa taç ve saçbağı, boyun ve bağıra gerdanlık, kulaga küpe,
bazuya bazubend, kola bilezik, ele yüzük ve kına, bacaga halhal, ayağa da yine
kına takılır ve sürülür, dolayısı ile kadının mahremlerine gösterebileceği
yerleri buralardır, demişlerdir. Memeleri, sırtı ve karnı ise zinet yeri
olmadığından, oralarını kadın, kocasından başka erkeklere gösteremez.
Kendi Kadınlarına Göre Avret
Kadının "Kendi Kadınlarına" göre avreti, erkeğin
erkeğe göre avreti gibidir, yani göbeği ile dizkapağı arasından ibarettir. Ancak
Imam Azam'dan bir rivayete göre, kadının "Kendi Kadınları"na göre avreti de,
mahremi olan erkeklere göre avreti gibidir, karnını ve sırtını da gösteremez.
(Zeylaî, Tebyîn VI/18.)
Âyette geçen ve kadının zinet yerlerini
gösterebileceği "Kendi Kadınları"ndan maksat, çoğu Islam bilginine göre Müslüman
olan kadınlardır. Hz.Ömer; görevlisi Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh'a yazdığı emir
mektubunda:
"Haber aldığıma göre, gayrı müslim vatandaşların
(zimmîlerin) kadınları, müslüman kadınlarla beraber hamamlara giriyorlarmış.
Bunu yasakla ve buna engel ol. Çünkü zimmî bir kadın, müslüman bir kadının
avretine bakamaz" diye emir vermiş. Ebû Ubeyde de bunu yürürlüğe koymuş ve
"Hangi kadın özrü olmaksızın, sırf yüzünü parlatmak amacıyla hamama giderse,
yüzlerin aklanacağı günde Allah onun yüzünü kara eylesin!" diye ilân etmiştir.
(Kurtubî XN)
Ibn Abbas, "Müslüman bir kadını, Yahudi ya da
Hiristiyan bir kadının görmesi helâl değildir, çünkü gider kocasına anlatır"
demiştir.
Bazı Islâm Bilginlerine göre ise; kadının kadına
göre avreti, göbekle diz kapağı arasıdır. Kadının bazı kadınlara zinet yerlerini
gösterememesi, gidip kocalarına anlatabileceklerinden ve fitneye sebep
olabileceklerinden dolayıdır. Müslüman kadınlar genellikle böyle bir laf
taşıyıcılığı yapmayacaklarından ötürü, âyetteki "Kendi Kadınları"ndan maksat,
müslüman kadınlardır, diye yorumlanmıştır. Önemli olan, başkasına anlatması, ya
da anlatmaması olduğuna göre, "Kendi Kadınları"nı, iyi ahlâkı ile tanınmış
kadınlar olarak anlamak gerekir. Buna göre kadın, iyi ahlâklı olduğunu bildiği
ve güvendiği gayrı müslim kadınlara da göbeği ile diz kapağı arası dışını
gösterebileceği gibi, kötü ahlâklı olarak bildiği müslüman kadınlara da zinet
yerlerini ve erkeğe gösteremeyeceği yerlerini gösteremez.
Yabancı Kadınlara Göre:
Kadınların "Kendi Kadınları"nın "kimler olduğu
anlaşılınca yabancı kadınların da kimler olduğu kendiliğinden anlaşılmış oldu.
Buna göre gayrı müslim kadınlar ve bir görüşe göre de kötü ahlâkı ile tanınan
müslüman kadınlar yabancı kadınlardır. Kadının onlara göre avreti, aynen yabancı
erkeklere göre avreti gibidir. Yüzü, elleri ve ayakları dışında hiç bir yerini
zorunluluk olmayınca onlara gösteremez.
Tek Başına Iken:
Kadın. mahremi olmayan erkeklerin bulunmadığı
evinde jile gibi omuzdan askılı bir elbise ile bulunabilir, başı. kolları ve
dizden aşağısı açık dolaşabilir. Ama yalnız başına iken bile sakınması ve
örtünmeye dikkat etmesi çok daha güzel bir davranıştır. Öyle dolaşan kadın kötü
duygular söz konusu değilse, belki günah işlemiş olmaz ama, meleklerin varlığını
da düşünerek, kendi başına iken de kapanan kadının sevap kazanacağı kesindir.
Ancak evde başkaları yokken kocası öyle gezmesini istiyorsa, onun arzusuna
uyması da daha güzeldir. Aynı şekilde kocası da onun istediği gibi
bulunmalıdır.
Evlenmek Isteyen Erkeğe Göre Avret:
Kadın kendisiyle evlenmek isteyen erkeğe,
birbirini görüp tanımaları, begendiklerini ya da beğenmediklerini bilmek için,
yüzünü ve ellerini, şehvetle bakıyor olsa da gösterebilir. Çünkü bu Peygamber
Efendimizin tavsiyesidir ve, çok önemli bir sünnettir. (Cessâs Ahkâmü'l-Kur'ân
V/173; Ibn Rüsd, Bidâye ll/3.) Karakter ve mizaçları birbirine uyan insanların
kanları da birbirine ısınır ve daha ilk bakışta birbirlerini severler. Uymuyorsa
sevmezler. Bu yüzden evlenecek olanlar birbirlerini mutlaka görmeli ve
sevebiliyorlarsa evlenmelidirler. Aksi halde ileride anlaşmazlık ve
huzursuzlukların çıkması kaçınılmazdır. Islâm'da çok önemli sayılan aile
kurumunun son derece sağlam temellere oturtulması açısından bu çok gerekli bir
davranıştır.
"Ülü'I-Irbe Olmayanlar"a Göre Avret:
"Ülü'1-Irbe olmayan" demek, cinsel arzusu
bulunmayan demektir. Âyette kadınların zinet yerlerini "ülü'1-irbe olmayanlar"a
da gösterebileceği bildirilmiştir. (Nûr (24) 31.) Bu tür insanlar saf ve aptal
olup, kadının dünyasından birşeyler bilmeyen bedensel iktidarsızlıklarından,
aklı eksikliklerinden, fakirlik ve miskinliklerinden ötürü, kadınlara karşı bir
eğilim ve arzu duymayan kimselerdir.
Mücahid; "karnından başka derdi olmayan ve
kadınlardan yana bir şey bilmeyen eblehlerdir" diye tanımlar. Ancak bunlara bir
yaş ve sınır çizilmemiş, tespit edilmeleri zamana ve izlenimlere bırakılmıştır.
Normal saatlarda böyle bir arzu duymayan bazı insanlar, çıplak magazin
gazeteleri ve televizyondaki seks sahneleri ile duyulan uyarılmış hale gelmiş
olabilir. Müslüman kadınların buna dikkat etmesi ve bu durumda kollarını ve
başlarını onların yanında da açmamaları gerekir.
Küçük Çocuklara Göre Avret
Aynı âyette zinet yerlerini gösterebilecekleri
bildirilen insanlardan biri de, "kadınların avretlerinden haberi olmayan
çocuklar"dır. Bunda da sınır olarak bir yaş gösterilmemiştir. Çünkü çocukların
bu tür işleri bilmeleri zamana ve zemine göre değişir. Günümüzde yedi yaşındaki
bir "televizyon çocuğu"nun bilmediği çok az şey olsa gerektir. Bu yüzden bu
çocukları bazı bilginler; şehvet duyma sınırına ulaşmayanlar, diye
belirlemişler, bazıları da; neyin avret olduğunu, neyin olmadığını
bilmeyenlerdir, demişlerdir ki bu, doğruya daha yakındır. Kadının vücudu,
hareketleri ve duruşları kendisinde hiçbir şehevî değişme oluşturmayan
çocuklardır, diyenler de vardır. Bu, çocuğun kendi durumuna göre de değişebilir.
Buna göre altı ile on yaş arası çocuklarda bu tür uyanışlar olabileceğine göre
kadının bunu göz önünde bulundurması gerekir. Günümüzde on yaşına geldiği halde
şehvet adına hiçbir şey duymayan bir çocuktan söz etmek -aptal değilse- zordur.
Bu durumdaki çocuğun da kadına göre erkek gibi olduğu bilinmelidir.
Itiyar Kadınların Avreti
Yaşlı kadınların avreti aslında diğer kadınlardan
farklı değildir. Ancak onların, süslü-püslü görünmemek şartıyla "cilbablarını"
yabancı erkeklerin yanında çıkarmalarında bir sakınca yoktur. Bu konudaki âyetin
meâli şöyledir:
"Âdetten ve çocuktan kesilmiş ve artık nikâha
ümitleri kalmamış olan yaşlılara gelince, ancak mahremlerine gösterebilecekleri
zinet yerlerini açmamak ve şık görünme eylemi (teberruc) yapmamak şartıyla,dış
elbiselerini bırakmalarında onlar için bir günah yoktur. Bununla beraber bundan
da sakınmaları kendileri için daha hayırlıdır." (Nûr (24) 60.)
Ihtiyar kadınların, başka erkeklerin yanında
bırakabilecekleri elbiseleri, "cilbabları", yani üstlüklerinden ibarettir. Bu
konuda bütün bilginler aynı kanaattedir. Yoksa ihtiyar kadınların, yabancı
erkeklere zinet yerlerini gösterebileceğini söyleyen yoktur.
Âdet ve Lohusalık Halinde Avret
Âdetli ve lohusa kadının, yabancılara, kadınlara
ve mahremi olan erkeklere göre avreti, diğer zamanlarından değişik değildir. Bir
başka deyimle âdetli ve lohusanın avreti sadece kocasına göre değişir ve kocası
onun göbeği ile diz kapağı arasından, dokunmak suretiyle yararlanamaz. Ancak
bakma konusunda kocasına yine hiçbir yeri avret değildir. Fakat yerinde de
söylediğimiz gibi, Imam Muharnmed'e göre âdetli ve lohusaya kocası, cîmadan
başka herşeyi yapabilir. Ayrıca bu kitabın "âdetliye ait hükümler" bölümüne
bakılmalıdır. .
2- Erkeğin Avreti
Erkeğin, hem erkeklere, hem de kadınlara göre
avreti, göbeği ile diz kapağı arasıdır. Ancak bedeninin belden yukarısını
(karnını ve sırtını) da kadınların yanın da açması mekruhtur.
Erkek çocuk, erginlik yaşına ulaştığında, parlak
yüzlü ise bakma konusunda kadın hükmünde; değilse, erkek hükmündedir.
3- Yolculuk ve Mahremlik
Erkek, mahremi olan kadınlarla, şehvetten emin
olunması halinde sefer müddeti ve daha uzun yola çıkabilir. Kadın da, sefer
müddeti yola, ancak yanında ergin ve akıllı erkek bir mahremi olursa çıkabılir.
Yani kadın, doksan kilometre kadar bir yolculuğa yalnız başına, bir çocukla, ya
da başka kadınlarla çıkamaz. Bu haramdır. Kendisine hac farz olmuş olsa dahi,
eşlik edecek mahrem bir erkek bulmadıkça, hacca da, umreye de gidemez.
Erkek, başka erkeklerin olmadığı bir evde yabancı
bir kadınla tek başına duramayacağı gibi, birden çok yabancı kadınla da
bulunamaz. (Kadızâde Efendi, Netâicü'l-efkâr N/122.) Birincisi haram, ikincisi fitne
sebebidir.
4- Dokunma, Tokalaşma ve Avret
Ayrı bir konuda da değindiğimiz gibi, genel bir
kural olarak; bakılması helâl olan yere dokunmak, ya da tutmak da helâldir.
Ancak bundan, yabancı erkekle yabancı kadının birbirlerine dokunmaları
müstesnadır.
Genç ve şehvet duyulabilecek yabancı kadınla
tokalaşmak haramdır. Peygamber Efendimiz; yabancı bir kadının elini tutan ele,
Kıyâmet Günü ateş doldurulacağını haber vermiştir. (Ibn Hümâm, Fethu'l-Kadir
Vll/98. ) Kendisi de biat sırasında kadınlarla el sıkışmamış ve sizden sözlü
biat alıyorum, buyurmuştur. Âise Annemiz de yemin ederek; "Allah Resûlü'nün eli
kadın eline değdi diyen yalan söylemiştir" demiştir. (Geniş bilgi için bk.
Sabunî, Ahkâmü'l-Kur'ân N/565-66.)
5- Zorunlu (Zarurî) Haller ve Avret
Islâm, insanın sağlığına çok büyük önem vermiş ve
bu yüzden temizliği imandan saymıştır. Kur'ân-ı Kerîm'in bazı âyetlerine
dayanarak Islâm bilginleri; "zorunlu haller, haramları mubah (serbest) kılar"
diye bir kural koymuşlardır. Buna göre; hastalanan kadını öncelikle kadın doktor
muayene edecektir. Yani kadın doktorun bulunduğu ve anlayabileceği bir konuda,
kadının erkek doktora gitmesi haramdır. Ama kadın doktor bulunmaz, ya da
hastalığı teşhis ve tedavi edemezse kadın, erkek bir doktora da gidebilir ve
muayene ve tedavisinin gerektirdiği yerini, gerektirdigi kadar açabilir.
Ebenin doğum anında kadının avretine bakması,
sünnetçinin sünnet anında ergin erkeğin sünnet yerine bakması caizdir. (Serahsî,
Mebsût X/156; Fetâvay-i Kâdihan (yazma) 612.)
7- Kadının Elleri ve Yüzü Meselesi:
Kadının elleri ile yüzü dışındaki bütün bedeninin
avret olduğunu, yani örtünmesi gerektiğini daha önce söylemiştik. Ellerinin ve
yüzünün avretligine gelince; Şâfiî ve Hanbelî Mezheplerine göre kadının elleri
ve yüzü de avrettir ve örtülmesi gerekir. Hanefi ve Mâlikî Mezheplerine göre ise
elleri ve yüzü avret değildir, ancak örtülmesi daha güzeldir. Fitne sözkonusu
olduğunda ise örtmek gerekli olur.
Şimdi bu mezheplerin hangi delillere dayanarak bu
görüşe vardıklarını görmeye çalışacağız. Çünkü bu mezhepler ayrı ayrı birer din
değildirler, olsa olsa aynı hedefe doğru giden ayrı birer yoldurlar. Bu yüzden
herhangi bir konunun birinde meselâ farz, diğerinde sünnet olması, sünnet olanda
da kuvvetli ve önemsenmesi gereken bir sünnet olduğunu gösterir. Buna göre
kadının ellerini ve yüzünü örtmesi, diğer mezheplerde farz ise ve bu konuda
güçlü delilleri varsa, bizde de örtmesi daha iyi hale gelmiş olur.
Ellerin ve yüzün avret olmadığını söyleyen
Hanefiler'in delilleri şunlardır:
1. Örtünmeyi emreden âyette, "açılan yerler
müstesna" (Nûr (24) 31.) denmektedir. Bu, açılmasına ve gösterilmesine ihtiyaç
duyulan yerler demektir ve ellerle yüzden ibarettir. Çünkü bazı sahabeler bunu
böyle yorumlamışlardır.
2.
Âişe Annemizden alınan bir hadîse göre: "Ebû Bekir'in kızı Esmâ, üzerinde
ince bir elbise varken Allah Resûlü'nün yanına geldi de Allah Resûlü yüzünü
ondan çevirdi ve: Ey Esmâ! Kadın âdet görme yaşına varınca surasi ve surasindan
başka yerinin göiülmesi câiz değildir, derken yüzünü ve ellerini gösterdi."
(Kurtubî XN/229. )
3. Akılla düşündüğümüzde de ellerin ve yüzün avret
olmaması gerekir. Çünkü kadının yüzü ve elleri açıkken namaz kılmasının câiz
olduğu herkesçe bilinir. Halbuki, namazda avreti örtmek farzdır. Demek ki elleri
ve yüzü avret değildir. Hacda da aynı şey sözkonusudur. Çünkü kadın hacda da
yüzünü açar.
Kadının elleri ve yüzünün de avret olduğunu
söyleyen Şâfiî ve Hanbelî Mezheplerinin delilleri ise şunlardır:
1. Sözü edilen "örtünme âyeti"nde, "zinetlerini
göstermesinler" (Nûr (24) 31.) yasaklaması da vardır. Zinet, yani süs, yapma
olan ve doğuştan gelen olmak üzere ikiye ayrılır. Yani hem doğal güzellikler,
hem de takılar zinettirler. Âyet-i kerîme bunu, sadece yapma olanlar diye
ayırmamıştır. Yüz ise doğuştan olan doğal zinetin merkezidir. Çünkü kadına,
ancak yüzüne bakıldığında güzel ya da çirkin kadın denir. Sonra yüz fitnenin,
yani çekici duyguların da merkezidir. Bu yüzden şairler bile güzel kadınları hep
yüzleriyle tasvir etmiş ve "Kahverengi gözlerin","gamzeÎerin gamzelerin",
"kirpiklerin ok ok oldu","leblerin (yani dudakların) goncadır gonca", "kalem
gibi kaşların", "al yanaklar bal olmuş" gibi mısralarla hep kadının yüzünün
çekiciliğini anlatmışlardır. Kadının avretini kapatması, zaten çekici görülüp
ileride kötü sonuçlara sebep olabileceği içindir. Dolayısı ile yüzün haydi haydi
avret olması gerekir. Âyetteki "açılan yerler müstesna" cümlesi, orada
kullanılan "lâzım fiil"in özelliğinden ötürü, kasıt ve taşarlama olamadan
kendiliğinden, meselâ rüzgâr gibi bir şeyle açılan demektir.
2. Câbir b. Abdullah: "Allah Rasûlüne ansızın
bakışın durumunu sordum; gözünü çevir, buyurdu" (Ebû Dâvûd, nikâh 43; Tirmizî,
edep 28; Müsned IV/358, 361.)
demiştir. Ansızın bakılan yer kadının eli ve yüzünden başka bir yeri
değildir.
3. Allah Rasûlü Efendimiz Hz. Ali'ye: "Ey Ali!
Bakışı bakışa ekleme. Kasıtsız olan birinci bakış hakkındır ama, ikinci bakış
hakkın değildir" (Ebû Dâvûd, nikâh 43; Dârimî, rikâk 3.) buyurmustur: Burada da
aynı şey söz konusudur.
4. Ibn Abbas'ın aktardığına göre: "Allah Rasûlü
,Fadl b. Abbas'ı hacda terkisine almıştı. Fadl, güzel saçlı, parlak ve yakışıklı
bir delikanlı idi. Bir kadın gelip Allah Rasûlü'ne fetva sordu. Fadl ona
bakıyor, o da Fadl'a bakıyordu. Allah Rasûlü Fadl'ın yüzünü öbür yana çevirdi"
(Buhârî, megazî 77, hac l ; Müslim, hac 407.). Halbuki; açık olan, hac ibadeti
dolayısıyla kadının sadece yüzüydü.
5. Allah Rasûlü hacda kadınların yüzlerini
açmalarını emretmişti. Demek ki, kadının yüzü kapalıydı ve hac dışında kapalı
olması gerekiyordu.
6. Hz. Âise Annemiz, "Iftira Olayı"nda ihtiyacı
için kervandan geri kalmış ve dönünce bulabilsinler diye konaklama yerinde
uyuyakalmıştı. O, olayı kendisi anlatır ve: "Safvân'ın istircâ"i (yani innâ
lillah... demesi) ile uyandım. Hemen cilbabımı yüzüme örttüm. Safvân beni
"örtünme" âyeti gelmeden önce gördüğü için tanıdı" (Buhârî IV/6, V/57, megazî
34.) der. Demek ki, örtünme âyeti geldikten sonra müslüman kadınlar yüzlerini
kapatıyorlardı.
7. Kur'ân-ı Kerîm'de Allah mü'minlere hitap
ederek:
"Peygamberin hanımlarından birşey istediğiniz
zaman perde arkasından isteyin" (Ahzâb (33) 53.) buyurmuştur. Halbuki.
Peygamberin hanımları bütün mü'minlerin anneleridirler. Onlara öyle
davranılırsa, diğer kadınlara daha titiz davranılmalıdır.
8. Ellerin ve yüzün avret olmadığına işaret eden
sözkonusu "Esmâ Hadîsi" de zayıf bulunmuş ve tenkide uğramıştır. Yani onunla
ellerin ve yüzün avret olmadığına delil getirilemez. Sahih olsa bile, o belki
evlenme isteği sözkonusu olduğu zamanı anlatır. Çünkü o zaman erkeğin, kadının
yüzüne bakabileceği bilinmektedir.
9. Sonra ellerin ve yüzün avret olmadığını
söyleyenler de buna rağmen kapatılmanın daha güzel olacağını, hattâ fitne
sözkonusu olduğunda kapatmanın farz olduğunu söylemişlerdir. (bk. Sabunî,
N/157-158.)
Iki tarafın delillerini de gözönünde bulunduran
bir çok Islâm bilgini, yüzün ve ellerin de kapatılmasının gerekli olduğunu
söyleyenlerin delilleri daha güçlüdür, demişlerdir.
Elmalılı Merhum da konuyu irdeledikten sonra,
eller ve yüz, zorunluluk olduğunda açılır. Zorunlulukları (zaruretleri) da kendi
miktarlarınca hesaplamak üzere yani sadece zorunluluk olduğu yerlerde bunların
açılmasında sakınca yoktur, sonucuna varmıştır. (bk. Elmalılı, Hak Dinî
VI/3505.)
Harama ve özellikle de karşı cinsten görmemesi
gereken uzuvlara, yani "avrete" bakmanın ne kötü bir günah olduğunu bildiren bir
çok âyet-i kerime ve hadîs-i serîfler vardır. Tek cümle ile, hadîsi kutsi de
buyurulduğu gibi, "bakma, şeytanın zehirli oklarından bir oktur." Ancak yaklaşık
olarak sizin verdiğiz mânâda bir söz (hadîs) fıkıh kitaplarında zikredilirse de
müdekkik âlimlerce aslı bulunamamıştır. Hidâye dahil, fıkıh kitaplarının
"Haram-helâl" bölümlerinde zikredilen şekliyle meali şöyle dir: "Kim yabancı bir
kadının güzelliklerine şehvetle bakarsa Kıyamet günü gözlerine eritilmiş kurşun
dökülecektir." Bakabıldiğimiz kadarı ile bu anlamda bir hadîs meşhur hadîs
kaynaklarında olmadığı gibi, Ibn Kesîr'in Mecma'uzzevâid'i ve el-Hindî'nin
Kenzü'1-Ummâl'i gibi müracaat kitaplarında da yoktur. Ibn Hacer ed-Dirâye'sinde
bunu bulamadığını söyler.(Ibn Hacer, ed-Diraye I/225)
Zeyla'î "gariptir" der.(Zeylâî Nasbu'r-râye) Ancak
"garib"i hadîs istilahındaki meşhur mânâsı ile değil "bulunamamıştır" gibi bir
anlamda kullanır. Her ikisi de bunun değil de buna benzer bir hadîsin var
olduğundan söz ederler. "Istemedikleri halde bir topluluğa kulak verip
dinleyenin kulağına Kıyamet günü eritilmiş kurşun dökülecektir." anlamındaki o
hadîs meşhur kaynaklarda vardır ve sahîhtir.(bk. Buhari, ta'bir 45; Ebu Davud,
edeb 88; Tirmizi, libas 19 vb.) Ibnü'1-Esîr de meşhur hadîs lugatinda, sadece
ikinci hadîse işaret etmektedir.(Ibnü'I-esîr, en-Nihâye I/77) Buna göre
muhtemelen kulak için vârid olan tehdit bir kelime değiştirmekle yanlışlıkla göz
için de kullanılmıştır. Ya da hadîs kitaplarına geçmemekle beraber fıkıhçılar
kanalı ile nakledilegelmiştir. Her halükârda hadîsçilerin bu söze verdikleri not
"aslı yoktur" şeklindedir. Yani hadîs olduğunu gösteren bir senedi
bulunamamıştır, demektir.
Avrete Bakmanın Etkisi
Kadının kadına ve erkeğin erkeğe gösteremeyeceği
yerlerinin göbekle dizkapağı arası olduğunu biliyoruz. BuraIarın isteyerek
gösterilmesi halinde kırk günlük sevabın boşa gitmesi diye bir şey var
mıdır?
Insan ruh ve beden ikilisinden oluşan bir
varlıktır. Beden nasıl helâl ve faydalı gıdalara muhtaç ise, zararlı ve zehirli
gıdalardan korunması gerekiyor ve korunmadığı takdirde kötü yönde ve bazan uzun
süreli etkileniyorsa ruh da öyledir. Gıdası olan ibâdetler ve zikirle
beslenmeli, maddî ve manevî haramlardan korunmalıdır. Korunmadığı takdirde,
haramın derecesine göre ruh ondan etkilenecek ve insanın manevî
mekanızması(letaifi, manevi alıcıları) bozan bir tel kopmakla, bazan arap saçına
dönmekle, bazan da (Allah korusun) tamiri mümkün olmayacak biçimde parçâ parça
hale gelmekle zarar görecektir. İşte her günahın insanın manevi dünyasında üç
gün, beş gün, kırk gün; ömür boyu sürecek bir izi olur, sevabı da o nisbette
azalır. Meseleyi -Allahu a'lem- böyle anlamak gerekir. Yoksa göbekle dizkapağı
arasını gösteremeyeceği insana gösterenin bütün amelleri boşa gider; hiç bir
hayrı kalmaz diye anlamamalıdır: Bir lokma haramın ibâdetler üzerinde kırk gün
kötü tesiri vardır, mealindeki hadisde bize bu noktada ışık tutar.