Islâm şerîatının yasakladığı çirkin iş, yüz
kızartıcı söz veya davranış. Fahşâ; "Dünyada had cezasını, ahirette ise azâbı
gerektiren şeydir" (Cürcânı, et-Ta'rifât).
"Kötü ahlâklı; gerçekten cimri; sınırı aşan her
şey; söz ve cevapta taşkınlık etme; çok çirkin olan zina olayı. Allah'ın
yasakladığı her şey, konusurken ve cevap verirken haddi aşan erkek ve kadın ve
alışılagelen ölçüyü aşan şey" (Şartûnî, Akrabu'l-Mevârid). Fahşâ, genellikle
zina' anlamına gelmektedir. Buna göre zinaya ve zina eden kadına fâhişe adı
verilmektedir (Ibnü'l-Esir, en-Nihâye, 111/415).
"Hakîkate ve normal ölçülere uymayan her işe
fâhişe denilir. Ibnu'l Cinni'ye göre bu kelime, cehâletin bir çesidi olup,
hilmin karşıtıdır" (Ibn Manzur, Lisânu'l-Arab). Râgıb el-Isfahânî'ye göre, fuhş,
fahşâ ve fâhişe kelimeleri son derece çirkin söz ve fiiller olarak
tanımlanmıştır (el-Müfredât, Fahşa mad.).
Fâhişe kelimesi, Kur'an-ı Kerîm'de onüç yerde
geçmektedir. Ayrıca dört yerde de çoğulu olan "fevâhiş" zikredilmektedir. Âl-i
Imrân suresi 135. ayette fena bir iş olarak nitelenmiştir. ibn Abbâs'tan gelen
bilgiye göre, hurma satan birine güzel bir kadın geldi. Kadın, alışverişini
yaptıktan sonra, adam onu kucaklayarak öptü. Ancak hemen bu davranışına pişman
oldu ve Hz. Peygamber'e gelip durumu anlattı. Bu olay üzerine sözkonusu ayet
indi (Vahidi, Esbâbu'n-Nüzül, 105).
Fahşâ ve fâhişe kelimesi, zinadan kinaye olarak
kullanılmıştır (en-Nisâ, 4/19). Ayrıca buradaki fahşâ sözcüğünün "Kadının
serkeşlik etmesi, kocasına asi olması ve geçimsizlik yapması" anlamlarına
geldiği; buna göre kocanın onu isterse evinde tutacağı, isterse kendisinden
boşanabileceği ve bunun helâl bir davranış olduğu; Ibn Abbâs'ın rivâyetine göre
de "buğz ve serkeşlik etme" anlamlarına geldiği açıklanmıştır. Diğer bir
rivâyete göre de, söz dinlememek ve bununla birlikte isyan etmek anlamındadır.
Bu isyânı kadın yapmış ise, Allah, kocasına ondan ayrı kalmasını ve onu hafifçe
dövmesini; bundan sonrada kadın durumunu değiştirmezse, kocasının fidye
isteyebileceği ifade edilmiştir (Ibn Cerir et Taberî, el-Câmiu'l-usul,
V/31S311).
Imam Fahrûddin er-Râzi'nin açıklamasına göre,
sözkonusu ayette geçen fâhişe kelimesi, kadının kocasına ve onun yakınlarına
eziyette bulunması anlamındadır (er-Râzı, Mefâtihu'l-Gayb, X/II).
Fahşâ ve fahişe kelimeleri, Kur'an-ı Kerîm'de
birbirine yakın olmakla birlikte, değişik anlamlarda da kullanıldığı
görülmektedir.
Şeytanın emrettiği kötü davranış ve hayasızlık;
"Babalarınızın nikâhladığı kadınlarla evlenmeyin; ancak (câhiliye devrinde)
geçen geçmiştir. Şüphesiz o bir hayasızlık (fâhişe)dir. O ne kötü bir sözdü ve
ne kötü bir yoldu" (en-Nisâ, 4/22) el-Bakara, 2/169 ayeti de aynı
anlamdadır.
Fahşâ, evlilikten sonra fuhuş yapma anlamında
kullanılmıştır: "...O halde fuhuşta bulunmayan, gizli dost edinmeyen namuslu
kadınlar olmak üzere yakınlarının izniyle nikâhlayın..." (en-Nisâ, 4/25). Çıplak
olarak Kâbe'yi tavâf etme ve şirk koşma anlamında: (el-A'râf, 7/8); Hz. Lût
Kavmi'nin yaptığı çirkin fiil (homoseksüellik) anlamında: "...Sizden hiç
kimsenin yapmadığı hayasızlığı mı yapıyorsunuz?.. Çünkü siz, kadınları bırakıp
şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Hayır, siz haddi aşan bir
kavimsiniz"(el-A'râf, 7/80-81, ayrıca bk. el-Ankebût 31/28) fahşâ, zinâ fiili
olarak da kullanılmıştır: "Zinaya yaklaşmayın; çünkü o fahişedir ve ne kötü bir
yoldur" (el-Isrâ, 17/32).
Bunlardan başka "insanlar arasında yayılan kötülük
ve fuhşiyât" anlamında da kullanılmıştır: "Şüphesiz müminler arasında fuhşiyâtın
yayılmasını sevenler için dünyada rezillik ve ahirette çok acıklı bir azâb
vardır..." (en-Nûr, 24/19).
Ayrıca fahişe kelimesinin çoğul şekli olan
"fevâhis" ile. had cezasını gerektiren şeylerin kasdedildiği rivâyet edilmiştir
(el-En'âm, 6/151; el-A'raf, 7/33; eş-Şûrâ, 42/37; en-Necm, 53/32).
Gazalı ise fâhişe kelimesini çirkin söz anlamına
almış ve onu dilin bir afeti olarak kabul edip, şöyle demiştir:
"Hz. Peygamber, Bedir günü müslümanların müşrik
ölüleri hakkında kötü sözler söylemesine müsaade etmemiş, böyle bir hareketin
çirkin olduğunu anlatmıştır. Bu hususta "müminin; kötüleyen, lânetleyen ve ağız
bozan fâhiş veya fâhişe biri olamayacağını söylemiştir. Bir hadislerinde de,
ağız bozan-fâhiş söz söyleyen-kişiye cennetin haram olduğunu açıklamıştır.
Bir sözün fâhiş olması veya fâhişe olarak
nitelendirilmesi, o sözün çok açık kelimelerle çirkin bir şekilde dile
getirilmesi ile göze çarpar. Bu tür sözler, genellikle gıybet konusunda
kullanılır. Fesat çıkarmak isteyenlerin açık seçik kullandıkları çirkin sözler
vardır. Dürüst kimseler, bu çirkin fâhişe sözleri kullanmazlar, onları
gizlerler; onların yerine mecazlı ve rumuzlu ifadeler kullanırlar. Ibn Abbâs
(r.a.) şöyle demiştir: "Allah (c.c.) hayâ sahibidir, bağışlayandır ve sözlerinde
kinâyeli davranır. Meselâ "cimâ" konusunda lems (dokunma), duhûl (girme) ve
muhabbet gibi fâhiş olmayan kinâyeli ibâreler kullanmıştır" (Gazâlî, el-Ihyâ,
III/152-153).
Bazı sözleri, delâlet ettikleri anlamlarının
üzerine başarak ve bizzat isimleri ile aktarmak fâhiş harekette bulunmaktır.
Edebe uymayan sözler yerine mecaz ve kinâyeli sözler kullanmak Islâm ahlâkına
daha uygundur.
Ayrıca fâhişe kelimesinin namuslarını satan zâniye
kadınlar hakkında da kullanıldığı bilinmektedir.
Insan, ahireti kazanma melekeleriyle donatılmış,
ama bu kazanma başarısını dünya hayatında gösterecek, toprağa, yere bağlı bir
yaratıktır. O, dünya hayatını yaşaması için kendisine verilen birtakım sevgi ve
tutkuları ahiret yönünde kullanmak zorunda olduğu gibi, fıtratı ve aynı zamanda
dünyevi saadeti de bunu gerektirmektedir. Kur'an-ı Kerîm'in ifadesiyle,
"Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, salma güzel atlara,
hayvanlara ve ekinlere karşı kuvvetli bir tutkunun kendisi için bezenip,
süslediği insan " (Âlu Imrân, 3/14), bu tutkusunu dünya hayatını yegane amaç
haline getirmeden ve başkalarının aleyhine ve zararına doyurmaya çalışmadan,
Allah'ın çizdiği yoldan giderme çabasında olduğu sürece, hem madde-mana
dengesini kendinde kurarak şahsiyetinin oluşmasını sağlayacak, hem ferdî, hem
toplumsal hayatı, hem de yeryüzündeki genel insanı hayat ve insan-tabiat
ilişkisi tam bir âhenk ve sulh içinde sürecektir. Ne var ki, insanın ilim, madde
ve mânâ açısından tekâmül edip, tüm yaratıkların üzerinde kendisine tanınan
şerefli mevkiini alabilmesi için yaratılışına ekilen ve karşısına çıkarılan
birtakım kötü güçler, onu sürekli biçimde tutkularının kölesi yapmaya ve onları
doyurma yolunda sınır tanımadan kendisi, hemcinsleri ve tüm yeryüzü için hayatı
çekilmez bir hâle getirmeye uğraşır. Bunun sonucunda, insanın arzularını giderme
uğraşında normal, insanı ve-fıtrî çizginin dışına taşıp, sapık yollarda tatmin
araması; sözgelimi nikâhsızlık, zinâ ve benzeri ilişkilere girmek, bu tür
ilişkileri normal ve hattâ özendirici hâle getirmek, kadınları birer basit
tatmin aracı derecesine düşürmek, kısaca nikâh muâmelesi ve iffet duygusuyla
fitrî ve vasat çizgide tutulması gereken şehvet güdüşünü her türlü ahlâksız
ilişkiye vasıta kılmak, Kur'an'ın fahşâ' kelimesiyle niteleyip, şiddetle
yasakladığı bir durumdur. Şeytan, fahşâyı emrederken (el-Bakara, 2/169, 268),
Allah, açığı ve gizlisiyle her türlü fahşâyı haram kılmıştır (el-A'râf, 7/33) ve
namazın insanı fahşâdan uzaklaştırıcı bir amel olduğunu da vurgulamıştır.
Fahşâ', toplumları yıkıma götüren en feci faktörlerden birisi
olagelmiştir.
"Feminizm" terimi; kadınların da erkeklerin sahip oldukları tüm haklara sahip olmasını ve kadınların da hukukta sosyal hayatta erkeklere eşit sayılmasını hedef alan düşünce sistemini anlatır. (S. Hayrı Bolay, Felsefî Doktrinler Sözlügü 106)
Feminizm Nasıl Dogdu?
Feminizm hareketlerinin başladığı
onsekizinci asrın sonlarına kadar, İslam'ın uygulandığı dönemler dışında,
kadının durumu içler acısıdır:
Bozulmuş Yahudilikte, erkek, yatar-kalkar ve kadın yaratılmadığı için Allah'a dua eder. Baba isterse kızlarını satabilir.Bozulmuş Hiristiyanlıkta kadın, Hz. Adem'i kandırıp yoldan çıkaran, bu yüzden ölünceye kadar gebelik ve doğum sancısıyla ceza görecek olan aşağılık bir şeytandır. Bundan ancak hiç evlenmemekle kurtulabilir. İşte rahibelik bu demektir. Halbuki, bu hem dinin mantığına, hem de kadının tabiatına aykırı bir düşüncedir. Din herkesin kurtulmasını hedeflediğine göre, kurtulmak isteyen tüm kadınlar evlenmezlerse, erkekler kimlerle evlenecek ve insanlık nasıl sürecektir? Bu, hiristiyanlığın din mantığına aykırı yönüdür: Cinsel ilişki, erkek gibi kadın için de fitrî bir ihtiyaçtır. Kadın bu ihtiyacını gidermeden nasıl ömür sürebilir? Bu da işin kadın tabiatına aykırı olan yönüdür. Islâm'dan önceki Cahiliyyet Toplumunda kadının durumu ise herkesin malûmudur.Eski Hintlilere göre kadın murdar bir varlıktır. Batı uygarlığının temeli Yunan'da kadın bir zevk aracıdır. Kendisiyle hâlâ övündükleri Eflatun, kadının bir orta malı olarak elden ele dolaşması gerektiğini söyler.Ingiltere'de daha Onbirinci Asr'a kadar, koca, karısını satabilirdi. (B. Topaloğlu, Islâm'da Kadın 18.)Genel olarak batı'da kadın ondokuzuncu asrın başlarına kadar insan bile sayılmıyordu. O tarihlerde Italya'da toplanan bir bilimsel (!) heyet "Kadın Insan mıdır, değil midir?" konusunu tartışıyordu(Bu olayı Dostoyevski, Suç ve Ceza adlı romanında işler.) Çünkü kadın Şeytanın biçimlenmiş görünümü sayılıyordu ve 1830'lara kadar Avrupa'da beyaz kadın ticareti bir ticaret kolu olarak iş görüyordu. Yani kadınlarını bir mal gibi satıyorlardı. Derken Sanayi Devrimi oldu. Motorlar ve fabrikalar çalışmaya başladı. Büyük çapta insan gücüne ihtiyaç duyuldu. Çalışana olabildiğince az ücret vermek, kazanmanın birinci şartı olarak görülüyordu. Bunun için de en elverişli kesim kadınlardı. Onlara az ücret verilmesine kimse karşı çıkamazdı. Çünkü onlar insan değillerdi. Böylece kadın bir şeytanî ruh sayılmasının yanında, erkeklerin yapacağı ağır işleri de yükleniyor ve yağlı-paslı makineler arasında paçavra üstüpüler gibi akşamlıyor ve varsa kocanın kollarında cenaze gibi sabahlıyordu.
İşte bu genel durum erkeklere iki yönden etki etti.
1- Başkasının işinde enerjisini ve işe yarar yönlerini yitirip kendi kucağına paçavra gibi geIen kadınların kocaları, gayret duygularının depreşmesiyle harekete geçtiler.
2- Fıtratındaki acıma duygusunu bütün bütün yitirmeyen insanlar, bu yürekler acısı durumdan nihayet etkilenmeye başladılar.
Ayrıca işin kendi çıkarlarını etkileyen yönleri de vardı; Uzakdoğu'nun zenginliklerinin Avrupa'ya taşınmasıyla kurulan fabrikalar, tek geçim kaynağı hâline gelmiş ve işçi olarak erkeğin yerine, köle gibi çalıştırdıkları, buna rağmen çok az ücret verdikleri kadınları tercih eder olmuşlardı. Erkekler işsiz kalıyordu. Ikinci olarak, ağır işlerde çalışıp bitkin hale gelen kadın; erkeğin zevklerini tatmin edemiyordu. Derken, erkeğin hem midesinin, hem de belinin arzularının doyum aracı olarak görülen kadının bu durumunu, Freudizm'in psikanalize dayanan cinsiyet felsefesi, hem kolaylaştırdı, hem de bilimsel çehreye büründürdü.(Bolay, age.107.)
İşte bu süreç sonunda batı'da "feminizm" kaçınılmazdı. Çünkü Islâm dünyası kadının da insan olduğunu onlara öğretmişti. Ve büyük savaşımlar sonunda kadın, önce kanun önünde erkeğe eşit hale getirmeyi başardılar. Kadın Hakları Beyannamesi"ni yayınladılar. Kadına seçme ve seçilme hakkı sağladılar. Buraya kadar olan gelişmeler olumlu ve güzel gelişmelerdi. Çünkü fıtrat, bunu gerektiriyordu. Ancak "ifratların tefritleri doğuracağı" kuralı işliyor ve bir cinsin hakimiyeti, yerini öbür cinsin hakimiyetine devretmeye doğru gidiyordu.
Konunun insanîligi ve normalliği yanında aşırılıklara kaçılmasıyla cazip yönleri de ortaya çıktı. Kadının istikrarsız duygusallığı, güzel bir kazanç aracı olmaya çok elverişli idi. Yani kadın, yine kazanç aracı, yine zevk aracı olarak kullanılacaktı. yine ezilecekti ve horlanacaktı ama, bunun yöntemi değişecekti. Yani kadın yine erkeğin arabasına koşulan at durumunda kalacak, ama ne var ki, arabayı arkadan kırbaçlanarak çekmesi yerine, önüne yeşil bir gözlük takılarak ve o, ilerisini yeşil görünce ota kavuşmak ümidiyle koşturacak ve yine aynı arabayı çekecekti. Değişen sadece buydu.Kadının önünde bir kısır döngü oluşturuluyordu. Onun sayesinde yeni endüstri kolları gelişti. Kozmetikler ve moda gündeme geldi. Bunlar aracılığıyla kadın süslenip-püslenip erkeğin bulunduğu her yere girebiliyor, ayrıca defilelere ve yarışmalara çıkarılıyor, bunlar diğer kadınların bu yoldaki tutkularını artırıyor, bu tekrar onu oluşturuyor ve erkek de, birbirini körükleyerek hızlanan bu kısır döngüden istediği sonucu alıyor, hem midesini sişiriyor, hem de erkekler gibi her sahada görev alma hakkını (!) elde eden kadın sayesinde, kadın her aradığında elinin altında bulabilip başka zevklerini de tatmin ediyordu. Yani artık arabası tıkırında gidiyordu. Bu işin reklâmını yapacak çok uluslu şirketleri, siyonist menfaat şebekeleri, dergi ve magazinleri, hattâ TV ve radyoları vardı. Yani kadından çok, onu sömüren erkek örgütlenmişti ve sömürünün yöntemi bilimselleşmişti. Zavallı kadın ise, ot diye gösterilen yeşilliğin peşine koşabilmeyi hak olarak görüyor ve bu hakkı koruyabilmek ve daha ilerilere götürebilmek için kadın dernekleri kuruyordu. Evet, kadın artık erkeği geçmişti ama, göbeği şişkin, zevki pişkin erkeğin arabasının önünde olduğu için geçmişti..
Erkek de bu iyiliğe karşılık onu koruma hayırhahliği gösterip, ona karşı doğan minnet borcunu ödemeliydi. Önce etrafa şöyle bir "höyyt!" demekle işe başladı. Kadının bu hakkına (!) karşı çıkmak isteyenlerin alnını karışlardı. Çünkü o artık bunu kanunlaştırmıştı ve bunu kadına da inandırmıştı. Çünkü her fırsatta onunla beraber olduğunu söylüyor ve "hiç endişe etmeyin, sizin erkeklere fiziksel eşitliğinizi de sağlayacağız" diyerek sırtını sıvazlıyor ve "Tam Eşitlik Için Erkeklerin şey'ini Kesme Derneği" kuruyordu. (Attılâ Ilhan, Yanlış Erkekler, Yanlış; Kadınlar 196.)
Ama bütün bunların sonucu olarak bir yönden de kadın her arandığı yerde zorluk çekilmeden bulunabilen mebzûl bir varlık haline geldiğinden; erkeklerin gözünden düşüyor ve erkekler normal ve tabiî ilişkiden zevk almaz oluyor, cinsel sapıklıklar tarihin hiçbir döneminde şahit olunmayan boyutlara varıyor, eşcinsellik yer yer kanunlaşıyor, kadınlarda da yine yer yer erkeklerden nefret duygulan gelişiyor, onlar da lezbiyenleşiyorlar. Ama tabîîlik sınırı geçilince artık sınır yoktur. Konu hayvanlarla evlenmeye kadar vardırılıyor ve Avrupa'da bir kadına, kedisiyle resmen nikâh kıyılıyor. Sanki köpeklerle yaşayan diğer hemcinsleri gibi nikâhsız yaşasa olmayacakmış gibi... Ama tarih, fıtrata karşı çıkanların helâk olaylarıyla doludur. Tabiat, kendi kanunlarına karşı çıkanların gayretlerini sonuçsuz bırakır. Atın eşeğe çekilmesiyle doğan katır artık üreyemez. AIDS pusuda bekliyor gibi... İşte "feminizm"in serüveni ve günümüzde ulaştığı nokta bundan ibarettir
Kadın-erkek arasındaki duygusal ilişki. Flört
etmek, kadın ve erkeğin duygusal ilişki kurması. Batı toplumlarında flört,
gençlerin duygusal açıdan olgunlaşmalarını, çeşitli komplekslerinden
kurtulmalarını, cinsellik konusunda bilgilenmelerini, eşlerin evlilik öncesinde
birbirlerini tanıyarak bilinçli bir beraberlik oluşturmalarını sağlayacak bir
tecrübe ve eğitim biçimi olarak kabul edilmiş ve hoş görülmüştü. Fakat duygusal
ilişkiler, kendisine ilişkin bütün düşünce ve varsayımların iflasını ilan
edercesine büyük bir hızla fiziksel ilişkiye dönüşerek gündemden düştü. Batılı
toplumlar günümüzde bir yandan bir süre önce son derece masumane ilişkiler
olarak baktığı flört olayının önüne yığdığı toplumsal sorunlarla boğuşurken, bir
yandan da artık duygusal ilişkinin yerini alan cinsel özgürlük gibi kavram ve
olguları tartışmaya başladı.
Kadın-erkek arasında serbestçe kurulan ilişkilerin
farklı bir sonuca varması mümkün değildir. Çağımızın önde gelen
ruhbilimcilerinden Erich Fromm izlenerek söylenirse, karşıt cinsler arasındaki
duvarın yıkılması durumunda duygusal ilişkilerin karşı konulmaz bir cinsel
isteğe dönüşmesi kaçınılmazdır. Bu cinsel isteğin tek amacı da birleşmektir. Bu
nedenle bu tür ilişkiler düşünüldüğünün tersine sürekli değildir ve utanç, umut
kırıklığı, nefret ve düşmanlıkla noktalanır. Böylesine olumsuz bir biçimde
sonuçlanan ilişkiler doğal olarak birçok bireysel ve toplumsal soruna neden
olur. Ruhsal bunalımlar, aileden kopmalar, kötü yollara düşmeler, çocuk
denilecek yaşta ortaya çıkan gebelikler, terkedilmiş gayr-i meşrû çocuklar,
intiharlar bu tür ilişkilerin Batı toplumlarının önüne yığdığı sayısız sorundan
yalnızca birkaçıdır.
Islam Açısından Flört
Islâm, yalnızca ortaya çıkan sorunlara çözümler
getiren bir inanç ve hukuk sistemi değil, aksine, getirdiği kurallarla öncelikle
sorunların ortaya çıkmasını önleyen bir dindir. İslam'ın bu özelliği kadın-erkek
ilişkileri alanında da kendini göstermekte, Islâm toplumlarında, Batı örneği
câhili toplumların karşı karşıya geldiği sorunların ortaya çıkmasına imkan
tanımamaktadır.
Islâm, toplumun çürümesine neden olan başlıca
amillerden birisi kadın-erkek arasındaki gayr-i meşrû cinsel ilişkiyi (zina,
fuhuş) yasaklamış, caydırıcı bir etken olarak cezaî müeyyideler getirmiştir.
Fakat asıl önemlisi bireyleri bu tür fiillere götürecek bütün yolları kapatması,
oluşmasını önleyici tedbirler almasıdır. Bu tedbirlerin başında karşıt cinsteki
yabancı kişilerin yalnız başlarına bir arada bulunmaması kuralı gelir. Hz.
Peygamber, böyle bir durumun doğuracağı tehlikeli sonuçlara dikkat çekmek üzere,
"Çünkü -bu takdirde- üçüncüleri şeytandır" (Ibn Hanbel, Müsned, I, 227, III,
339) buyurur. Diğer bir önleyici kural da tesettür ve sürekli bakış gibi uyarıcı
davranışlardan kaçınma (en-Nur, 24/30-31) kuralıdır. Dokunma, el sikisma ve
benzeri fiziki temas yasağı da başka bir önlemdir (el-. Mavsılî, el-Ihtiyarî
Ta'lili'l-Muhtar, IV, 156). İslam'ın kadın-erkek ilişkileri hakkında getirdiği
hüküm ve kurallar açısından bakıldığında flörtün bütünüyle Islâm sınırlan
dışında kaldığı görülür: Çünkü, biçimi, şartlan ve sonuçlan bakımından İslam'ın
hüküm ve kurallarına ters düşen bir ilişki biçimi olarak ortaya
çıkmaktadır.
Islâm insanın cinsel yönünü görmezden gelip bu
alandaki ihtiyaçlarını yok saymaz. Tersine, bu yönünün meşrû' ve hem birey, hem
de toplum için yararlı olabilecek biçimde tatminini öngörür. Evlilik kurumunun
önemli varlık nedenlerinden birisi de insanın cinsel ihtiyaçlarının böyle bir
yönde karşılanmasıdır. Bu nedenle Islâm'da evlilik teşvik edilmiş, olabildiğince
kolaylaştırılmaya çalışılmıştır.
Çirkin davranış, gayr-i meşrû' cinsel ilişki, zina. Gerek
söz ve gerekse fiillerdeki her türlü çirkinliği, edepsizliği, hayasızlığı, söz
ve davranışlarda sının aşmayı kapsayan bir tabir.
Her türlü ahlâksızlık, homoseksüellik, kötü
huyluluk, çıplaklık, açıklık, terbiyesizce konuşma ve cimrilik, kısacası;
Allah'ın, yapılmasını veya söylenmesini yasakladığı her şey bu kelimenin
şumûlüne girer. Ayrıca, bu ahlâksızlıkları, toplum içinde yaymak veya yaymaya
çalışmak; örneğin, müstehcen hikaye ve romanlar, bu türden tiyatro oyunlarıyla
sinema filmleri, çıplak resimler, kadınların ortalıkta açık saçık dolaşması
karşı cinslerin birbirleriyle diledikleri şekilde eğlenmeleri aynı şekilde fuhuş
teriminin kapsamına girer.
Fahişlik; sözde, fiilde yahut sıfatta olur. Meselâ
çok uzun bir kimseye, bu yüzden "fahiş derecede uzun" denir. Ancak bu kelime,
daha çok konuşma için kullamlır. Ağız bozuk, kötü huylu insanlara "fâhiş";
başkalarını güldürmek için açık-saçık söz sarfeden kimselere de "mütefahhiş" ya
da "mütefâhiş" denilmektedir (Ibn Hacer el-Askalânî, Fethu'l-Bârı bi şerh-i
Sahîhi Buhâri', X, 371).
Yine Buhâri'de, Abdullah Ibn Amr, Muâviye ile
Kûfe'ye geldiğinde, Hz. Peygamber (s.a.s.)'den sözederek, "O, asla nefâhiş
(çirkin sözlü, kötü huylu), ne de mütefahhiş (müstehcen konuşan) değildi. O; En
hayırlınız, ahlâkı en güzel olanınızdır' derdi" diye zikreder (Buhâri, Edeb,
38).
Genelde zina eden kadınlara fâhişe denildiği
halde, Kur'an, yukarıda anılan günâhların tümünü bu isimle adlandırmıştır.
"Onlar, fena bir şey (fâhişe) yaptıklarında veya
nefişlerine zulmettiklerinde, Allah'ı anarlar, günâhlarının bağışlanmasını
dilerler... (Âl-i Imrân, 3/135) ve "Babalarınızın evlendikleri kadınlarla
evlenmeyin -geçmişte olanlar geçmiştir-çünkü o, çok çirkin (fahişe) ve iğrenç
bir şeydi. Ne fena âdetti o" (en-Nisâ, 4/22).
Yukarıdaki iki ayette de görüldüğü gibi,
insanların işledikleri günâhların tümünü "fâhişe" diye isimlendirmek mümkündür.
Çevremizde zina eden kadınları, bu ad ile adlandırmak yaygın ise de, kelimenin
şümûlü bundan çok daha genıştır. Nitekim, Peygamber (s.a.s.)'in hanımları,
kendisinden dünyalık bazı isteklerde bulunmuşlar ve bunda ısrar etmişlerdi.
Bunun üzerine inen ayet-i kerime onları eleştirmiş, hatta onları (akabınde
boşanma vukû bulacak) dünya ziynetini yahut Allah'ı ve Resulünü (dolayısıyla
ahireti) tercih etmelerinde serbest bırakmıştır. Onlar da ikinci şıkkı, yani
ahireti tercih etmişlerdi. Daha sonra inen ayet, bundan böyle Allah'a ve
Resulüne karşı işleyecekleri günâhların cezasının büyüklüğünden sözeder. şöyle
ki: "Ey Peygamber hanımları, sizden kim açıktan bir terbiyesizlık (fâhişe)
yaparsa, onun azâbı iki kat olur. Bu, Allah'a göre kolaydır" (el-Ahzâb, 33/30).
Bu ayetteki "fâhişe" sözü, genel anlamda günahı ifade etmekle birlikte; yukarıda
anlatılan olaydan, özel olarak da Hz. Peygamber'e, dolayısıyla Allah'a karşı
gelmeyi ifade etmektedir.
"Fâhişe" sözünün, zinâ anlamında da kullanıldığını
Kur'an'da müşâhede etmekteyiz: "Zinaya yaklaşmayınız; çünkü o, açık bir kötülük
(fâhişe), çok kötü bir yoldur" (el-Isrâ' 17/32) âyetinde zina, fâhişe sözüyle
ifade olunmuş iken; "Kadınlarınızdan zinâ edenlere (fâhişe işleyenlere) kar şı
aranızdan dört şahit getirin. Onlar şehâdet ederlerse, ölünceye kadar ve ya
Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde tutun..." (en-Nisâ, 4/15) ayetinde,
"fâhişe" ile zina kasdedilmektedir.
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in aşağıdaki hadisinden de,
"fahişe" sözü ile zinanın kasdedildiğini anlayabiliyoruz.
"Bir milletin içinde zina (fâhişe) ortaya çıkıp
nihayet o millet, bu suçu alenî olarak işlediğinde, mutlaka bulaşıcı (taun) ve
onlardan önce gelip geçmiş milletlerde vukubulmamış hastalıklar yayılır " (Ibn
Mâce, Fiten, 22).
Hz. Lût (a.s.)'ın kavmi arasında yaygın
olduğundan, "lûtîlik" diye (çok hatalı olarak) bilinen "homoseksüellik", fâhiş
günâhlardan sayılmış ve bu suçu işleyenlere çok büyük cezalar verilmiştir.
Kur'an bu çirkin hayasızlığı işleyenleri Lût (a.s.)'ın dilinden şöyle
kınamaktadır; "Lût da hani kavmine demişti ki; siz, açıkça gör düğünüz halde,
yine de o çirkince utanmazlığı (fâhişe) yapacak mısınız" (en-Neml, 27/54).
Cenâb-ı Allah, ister zina olsun ister diğer
günâhlar olsun fuhşun her türlüsünü; gizlisini de açığını da yasaklamıştır:
"Favâhişin (her türlü kötülüğün) açığına da gizli olanına da yaklaşmayın..."
(el-En'âm, 6/151) buyurmakla yalnız "fevâhişi" işlemeyi yasaklamakla kalmıyor,
ona yaklaşmayı dahi haram sayıyor. Allah korunmak isteyeni şüphesiz
koruyacaktır; korunmak istemeyenin de, hâliyle Allah'a sunacağı bir mazereti
olmayacaktır.
Yukarıdaki ayetin sebeb-i nüzûlü hakkında,
Abdullah Ibn Abbâs'tan, Hasan-ı Basri'den ve Süddî'den bize gelen bilgilere
göre, alenî zina çirkin görülürdü de gizli zina ayıplanmazdı. Bu ayet-i kerîme,
zinânın alenî olanını da gizlisini de yasakladı. Hatta iki fuhşun' ikisi de
nehyolunduğu gibi ayet-i kerîmede; "bunlara yaklaşmayınız" buyurulduğuna göre,
zinayı çağrıştıran, zinaya götüren her türlü yollar ve vasıtalar da haram
kılınmıştır (Buhâri, Tecrid-i Sarîh Tercemesi, XI, 104).
"Onlar, bir kötülük (fâhişe) işlediklerinde biz
atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Allah da bunu bize emretti derler'. De ki:
Şüphesiz Allah, kötülüğü (fahşâyı) emretmez. Bilmedığınız bir şeyi Allah'a
karşı mı söylüyorsunuz?"(el-A'râf, 7/28); halbuki "şeytan, size ancak kötülüğü,
hayâsızlığı (fahşâyı) ve Allah'a karşı bilmeyeceğiniz şeyleri söylemenizi
emreder" (el-Bakara, 2/169).
"Allah çirkin şeyi (fahşâyı), asla emretmez"
anlamındaki bu kısa cümle, Arapların, inanç ve geleneklerine karşı güçlü bir
delildir. Bu delilin gücünü takdir etmek için, şu iki ana konunun bilinmesi
gerekir:
a)
Araplar, belli dînî ayınleri çıplak olarak icra etmelerine rağmen yine de
onlar, çıplaklığın bizâtihi ayıp bir şey olduğunu kabul ediyorlardı. Bundan
dolayıdır ki, bu geleneklerine rağmen hiçbir saygın Arap, çarşı-pazarda herhangi
bir dostunun yanında veya umumî toplantılarda çıplak olarak bulunmazdı.
b)
Hatta onlar, çıplaklığı ayıp bir durum olarak kabul eder ama bunu,
Allah'ın emri olduğu için yaptıklarını söylerlerdi. Fakat Kur'an bunu çürüterek,
"Çıplaklığın çirkin bir şey (fahşa) olduğunu siz kendiniz de kabul ediyorsunuz.
Bundan dolayı, çıplaklık âdetinizi, Allah'ın emridir diye öne sürmeniz tamamıyla
asılsızdır. Bu sonuca göre, eğer dininiz hayasızlığı tasvib ediyorsa, bu onun
Allah'tan gelen bir din olmadığı gerçeğinin en açık delilidir" (Ebu'l-A'la
el-Mevdûdî, "Tefhimu'l-Kur'ân" II, 25.)
Allahu Teâlâ, kutsal kitabında cimriliği de
"fahşâ" sınıfına sokmuş ve fakirlikten korkarak, cimrilik etmeyi şeytanın
kandırması olarak vasıf landırmıştır: "Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve çirkin
(fahşâ) şeyleri emreder. Allah ise, size kendi katından bağışlama ve lutuf
vâdediyor. şüphesiz Allah'ın lutfu genıştır; O, bilendir" (el-Bakara,
2/268.)
Dinimiz, yukarda sözü edilen her türlü fiili
yasakladığı gibi bu fiillere götüren bütün yolları da yasaklamış, insanlara bu
yolları açanları çeşitli şekillerde cezalandırmayı kendi görevleri arasında
saymıştır. Nitekim ayette, "Iffetsızlık ve utanmazlığın (fâhişenin), iman
edenler içinde yayılmasını arzu edenler için dünyada ve ahirette acıklı bir azab
vardır" (en-Nûr, 24/19).
Doğrudan ve yeraldığı metne göre ayetin tefsiri
şöyledir: iftira atanlar, kötülüğü propaganda edenler ve yayanlar, Islâm
maneviyat ve ahlâkına güvensızlık getirenler cezayı hakederler." Metinde geçen
kelimeler, kötülüğün propagandası için kullanılabilecek tüm biçimleri
kapsamaktadır. Bunlar, genelevleri açma olabilir; şehvet kamçılayıcı (erotik)
hikayeler, şarkılar, tablolar, film ve piyesler yazma, yayınlama, söyleme ve
gösterme olabilir; halkı ahlaksızlığa iten kulüp ve otellerde her türden karışık
toplantılar olabilir. Kur'an bütün bu yollara baş vuranların yalnızca ahirette
değil, dünyada da cezayı hakeden suçlular olduğunu ilân eder. O halde, tüm bu
ahlâksızlığı yayma ve propaganda etme araçlarını ortadan kaldırmak Islâmî bir
görevdir.