Adalet ve zulüm ne demek
Sual: Adalet ve zulüm ne demektir? İslâm memleketlerinde dünyâya gelen müslimân çocukları, ana, babasından, komşularından, hocalarından görerek, öğrenerek müslimân oluyor. Başka memleketlerdeki kâfir çocukları ise, kâfir olarak yetişdirilip, müslimânlıkdan mahrûm ediliyor. Bunlar da islâm terbiyesi ile yetişdirilseydi, müslimân olur, Cennete giderlerdi. Böyle yetişenlerin Cehenneme gitmesi haksızlık olmaz mı?
CEVAP
Seyyid Abdulhakim Arvasi hazretleri buyuruyor ki:
Adâlet ile ihsânı karışdırmamalıdır. Adâletin ve bunun zıddı olan zulmün, ikişer tarîfi vardır:
1- Adâlet, bir âmirin, bir hâkimin, memleketi idâre için koyduğu kanûn, kâ’ide, çizdiği hudûd içinde hareket etmekdir. Zulm ise, bu kanûnun, bu hudûdun, bu dâirenin dışına çıkmakdır.
Âlemleri yaratan, yokdan var eden, mâlikimiz, sâhibimiz Allahü teâlâ, hâkimlerin hâkimi, herşeyin asl sâhibi ve tek yaratıcısıdır. Üstünde bir âmiri, hâkimi, sâhibi, mâliki yokdur ki, Onu bir hudûd içinde harekete, bir dâire içinde kalmağa mecbûr etsin ve bir kanûn altında bulundursun. Bir vezîri, bir müşâviri, bir yardımcısı yokdur ki, iyiyi fenâdan ayırmak için işâret versin, yol göstersin. Bundan dolayı, Allahü teâlânın, adâletin bu tarîfi ile zâten bir ilgisi olmaz.
Ona zulm kelimesi yaklaşamıyacağı gibi, bu tarîfe uyarak, âdil demek de, yakışmaz. Âdil denilmesi, zulmü hâtırlatabilir. Allahü teâlâ için bu tarîfe göre, adâleti hâtırlamak da, zulmü hâtırlamak gibi, câiz olmaz.
Allahü teâlânın bir ismi (adl)dir. Âdil olduğu muhakkakdır. Bu ism de, başka ismleri gibi, (te’vîl) olunur. İslâmiyyete uygun bir manâya çevrilir. Yanî, adlden murâd, adâletin gâyesidir. Meselâ, Rahmân ve Rahîm de, Allahü teâlânın ismidir. Rahmet ve rahm sâhibi demekdir. Rahm, kalbin bir tarafa eğilmesine denir. Allahü teâlânın kalbi yokdur ki, meyl etsin. O hâlde, rahm demek, rahmın gâyesi demekdir ki, ihsân etmek, iyilik etmekdir. Adl isminin de gâyesi, netîcesi, iyilik edici, nefse uygun gelen, tatlı gelen şeyleri verici demekdir.
Allahü teâlâ, adle, adâlet yapmağa mecbûr değildir. Mecbûr olsaydı, muhtâr olmazdı. Yanî, irâdesi, isteği bulunmazdı. İrâdesi olmıyan, mecbûr olur.
Bu tarîfe göre, (Filân şey adâlete uymuyor) denilemez. Allahü teâlâya, bu manâda âdil denilemiyeceği gibi, böyle adâlete mecbûr da değildir.
2- Adâletin yüksek tarîfi, (Kendi mülkünde olanı kullanmak) demekdir. Zulm de, başkasının malına, mülküne tecâvüzdür. Adâletin, dînimizdeki tarîfi de, işte budur.
Âlemlerin hepsi, ulvî, süflî, cismânî, arazî (sıfatlar), bedenî, rûhî, melekî, insânî, cinnî, hayvânî, nebâtî, cimâdî [cânsız], felekî [gökler], kevâkib [yıldızlar], büyük ve küçük cismler, Arş ve Kürsî, yer ve gökler, elementler ve mineraller, madde ve manâ âlemleri, hepsi ve hepsi, Allahü teâlânın kemîne [âciz, muhtâc] mahlûkları ve mülkü olup, hepsinin tek yaratanı, müstekıl sâhibi, yalnız Odur. O, her hâlde, her bakımdan kemâldedir. Noksânlık yokdur ki, ikmâl etmek, temâmlamak lâzım olsun. Ondan başka herşey, Onun mülkü ve mahlûkudur. Memlûk mâlike, mahlûk hâlıka, mülkde ve yaratmakda şerîk [ortak] olmadığı gibi, birşeye de mâlik değildirler.
Bu her iki tarîfe göre, Allahü teâlânın işleri için, (adâlete uymayan) birşey olmaz. Böyle görmek, yaratanı, bazı şeylerde, yaratdığı şeylere benzetmek olur. Bu ise, büsbütün haksızlıkdır. Yaratan, hiçbir sûretle yaratdıklarına benzemez.