Sual: İlk insanların vahşi olduğu, dil bilmedikleri için işaretle anlaştıkları, taş devri, tunç devri gibi devirler geçirdiği söyleniyor. Dinimiz bu hususta ne bildiriyor?
Taş devri, tunç devri gibi devirlerin aslı yoktur. İnsanların maymundan gelmesi, uzay insanları, Ufo yalanları gibi bu da hayâl mahsulüdür. Bir karıncayı, bir hücreyi bile yaratmaktan aciz olan dinsizler, bütün kainatı yoktan yaratan Allahı inkar maksadıyla böyle şeyler uydurmuşlardır. Her şeye gücü yeten Cenab-ı Hak, ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem'e her ilmi öğretti. Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki: (O, Âdem'e bütün isimleri öğretti.) [Bekara 31]
Bu husustaki hadis-i şeriflerden ikisi de şöyle:
(Âdem, Cennetten dünyaya inince, Hak teâlâ, ona her sanatı, her ilmi öğretti.) [Taberânî]
(Allahü teâlâ, Âdem'e bin çeşit sanat öğretip buyurdu ki: Evlatların, torunların, bu sanatlardan biri ile rızkını talep etsin! Dini geçim vasıtası yapmasın! Din ile dünyayı talep edene yazıklar olsun!) [Hakim]
İlk insanların dil bilmedikleri, işaretle anlaştıkları da tamamen yalandır, dinsizlerin uydurmasıdır. Hıristiyan ve yahudiler de bilir ki, Hz. Âdem cennette meleklerle konuşurdu. Hadis-i şerifte (Âdem, Allahü teâlâ ile konuşan bir peygamberdir.) buyuruluyor. (Beyhekî)
Âdem aleyhisselamdan sonra, çocukları kafileler halinde başka başka ülkelere gittiler. Ayrı bir dil ile konuştular. Böylece babalarının bildiği dilleri unuttular. Devamlı konuştukları dil üzerinde kaldılar. (Mirat-i Kainat)
Dinsizlerin uydurduğu gibi, Hz. Ademin çocukları da, ilimsiz, fensiz görgüsüz, çıplak, vahşi değildi. Hz. Âdem ve ona iman eden torunları şehirlerde yaşarlardı. Okumak, yazmak bilirlerdi. Demircilik, iplik yapmak, kumaş dokumak, çiftçilik gibi sanatları vardı.
Bugün, Asya, Afrika çöllerinde ve Amerika ormanlarında vahşiler yaşadığı gibi, Hz. Ademden sonra da bilgisiz, basit yaşıyanlar vardı. Fakat, bundan dolayı ne bugünkü, ne de ilk çağdakilerin hepsi için, vahşi denilemez.
Allahü teâlâ, Hz. Âdem'e gönderdiği kitaplarda, iman edilecek hususlar, çeşitli dillerde lügatler, namaz, oruç, gusl, birçok sanatlar, tıb, ilaçlar, aritmetik, geometri gibi şeyler bildirilmişti. Altın para basılmıştı. Leş, kan ve domuz haram edilmişti.
Hz. Ademden sonra medeniyette gerileyen kavimler olmuştur. Buna rağmen Hz. Nuh zamanında da maden ocakları işletilip, çeşitli aletler, makinalar yapılmıştı. Nuh aleyhisselamın gemisinin, ateş yanarak, kazanı kaynayarak hareket ettiği, yani buharlı gemi olduğu Kur'an-ı kerimde [Hud 40 da] bildiriliyor.
Medeniyetlerin Yıkılışı
Kazılarda medeniyetlere rastlanması, eski insanların vahşi olmadıklarını göstermektedir. Kazılarda İlkel toplumlara da rastlanması medeniyetlerin, zirveye çıktığını, sonra çeşitli sebeplerle yıkıldığını göstermektedir. Medeniyetler zirvede iken, tıb çok ilerlemişti, her hastalığın çaresi bulunuyordu. Bugünkü radarlar eskilerin yanında çok ilkel kalır. Bir aletle dünyanın her tarafını görmek mümkündü. Her medeniyet yok olunca, yenisini kurmak için sıfırdan başlamak gerekir.
Hz. Nuhun gemisine binen insanlardan başka her şey harap olmuş, o zamanki medeniyet yıkılmıştı. Yeryüzünde zelzelelerle birçok medeniyetler yok olmuştur. Tekrar belli bir noktadan başlıyarak yükselmeye başlamıştır. Mısır ehramları gibi dünyadaki harikalar, o zamanki medeniyet seviyesini göstermektedir.
Medeniyet grafiği inip çıkmıştır. Medeniyetlerin zirvedeki durumlarını görüp eski insanların hepsine medeni demek nasıl mümkün değilse, medeniyetlerin yıkılıp yeni kurulan medeniyet seviyesi çok düşük olanlara bakıp hepsi vahşi idi de denilemez. Putlara tapınılan bir toplum bulununca, ilk insanların çok tanrıya taptığı da söylenemez. Yani ilk insanlar çok tanrıya tapardı, sonra tek tanrıya taptılar görüşü çok yanlıştır. İlk insan Âdem aleyhisselam tek ilaha ibâdet ederdi. Asırlar sonra puta tapanlar çıkmıştır. Şimdi bile yeryüzünde çeşitli dinler mevcuttur. Ateşe, ineğe tapanlar vardır. Herhangi bir sebeple bugünkü medeniyet yıkılsa, Hindistanda bir kazı yapılsa, bütün dünya ineğe tapıyordu mu denir? Türkiye batsa, asırlar sonra kazı yapılsa, yaşayan insanların neye taptığı söylenecektir? Netice olarak toplumlar belli bir çizgi takip etmemiştir.
Tarihte iki çeşit medeniyet görülmüştür. Bunlardan biri ilahi dinlere inananların ortaya koyduğu medeniyetler, diğeri de inançsızların medeniyetleridir.
Eski Hind, Asur, Mısır, Yunan ve Roma medeniyetleri putperest toplumların dünya hayat anlayışlarını göstermektedir. Bu toplumlarda birçok tanrıya inanılır, heykelleri yapılır, onlara tapınılır ve saçma sapan birçok şeye inanılır, onların bazı insanlara bilhassa krallara (Firavun, Promethe, Afrodit gibi) hulul ettikleri, böylece bu kralların yarı tanrılaştıkları kabul edilirdi.
Buna göre şekillenen günlük hayatta insanlar, asiller, aristokratlar, plepler, köylüler, köleler ve daha türlü çeşitli isimler altında sınıflandırılır, hakim olan sınıflar diğerlerini dini, ekonomik ve beşeri bakımdan sömürürler ve zulmederlerdi.
Atinadaki hipodromlarda insanları üryan olarak spor müsabakalarına sokmak, çeşitli adlar altında tertipledikleri eğlencelerde şarap içerek her türlü çılgınlığı yapmak ve Romada köle yaptıkları ve gladyatör dedikleri insanları birbirleriyle ölümüne dövüştürmek ve günlerce aç bırakılmış arslanlara parçalattırmak vahşeti, zevkleri idi.
Hıristiyanların ortaya koydukları medeniyet ise hıristiyan olan milletlerin eski inanç, örf, adet ve anlayışlarıyla karışarak yarı putperest bir medeniyet olmuştur. Hz. İsadan sonra Yahudilerin tertip ve teşvikiyle bozulmaya başlayan hıristiyanlık, felsefecilerin, papaların ve krallarının müdahaleleriyle daha çok bozulmuştur. Böylece Orta Çağ Avrupası, puthaneye döndürülmüş kiliseler ile zâlim derebey ve kralların şatoları etrafında binbir çeşit hurafe ile doldurulmuş kafalar, adalet ve merhametten mahrum kalbler ve cehaletin kararttığı daracık ufukları içinde kaba, görgüsüz ve yarı vahşi insanlarla doldu. Hastalıklar çaresiz, hastalar bakımsız, fakirler ve köylüler hor ve zelil, ilim adamları, düşünürler tehlikeli, kadınlar her türlü hakaret ve zilletin hedefi idi.
Müslümanların İspanyayı fethederek burada bir İslâm medeniyeti kurmaları ve haçlı seferleri sonunda Avrupalılar önce şaşkınlık ve hayranlık içinde bocalamışlar, sonra yavaş yavaş uyanarak çocuklarına Endülüs Üniversitelerinde fen bilgileri, tahsil ettirmeye, İslâm âlimlerinin fen bilgileri kitaplarını kendi dillerine çevirmeye ve müslümanlarda gördükleri teknik aletleri yapmaya başladılar.
Bu arada İslâm âlimlerinin eski Yunan filozoflarının bozuk kitaplarına verdikleri ilmi, inandırıcı cevapları okuyarak içine düştükleri bataklıklardan kurtulmaya çalıştılar. Bu hâl, İslâmiyetin üstünlüğü karşısında ezilen ve papazların aforoz tehdidiyle suskunluk içinde olan Avrupalıları bu defa eski Yunan mitolojisini incelemeye, öğrenmeye sevketti. Öğrendiklerini resim, heykel, felsefe ve edebiyat eseri, müzik bestesi olarak kendilerine göre yeniden yazarak ve yayarak yeni bir yol tuttular. Bunlara rönesans, hıristiyanlık dininde yaptıkları değişikliklere de reform adını verdiler.
Böylece Avrupada gün geçtikçe tesiri azalan ve bir süs unsuru haline gelen bir kilise, ruhi açlıklarını tatmin için sık sık değiştirdikleri sanat ve estetik anlayışları ile maddi refahı hedef alan bir ilim, teknoloji ve sanayileşme başladı. Fransızların övündükleri Versailles sarayında bir hamam yoktu. Su ve temizlik düşmanlığı, papazlardan başlayarak, krallarda, asillerde ve halkta yaygındı.
Müslüman milletlerden ve bilhassa Osmanlılardan görüp öğrendiklerini tatbik ederek, üzerinde asırlar boyu çalışıp geliştirerek bu günkü ilmi ve teknolojik seviyelerine ve ihtilallerle yerleştirilen rejimlere ulaştılar. Hıristiyanlığın, bir fantezi ve teselli kaynağı olarak kabul ettikleri teslis denilen üç tanrı inancı bir süs eşyası olarak taşıdıkları haçlar ile her türlü eğlencelerinin sembolü haline gelmiş şarap ve kilise korolarından türemiş çılgın bir batı müziği ve bunların neticesi olarak her gün süratle artan ahlâki çöküntüye medeniyet demek mümkün müdür?
Medeniyetler içinde her bakımdan mükemmeli İslâm medeniyetidir. İslâm âlimleri medeniyeti, beldelerin imar edilerek insanlığın ihtiyaçlarını karşılayacak, rahat ve huzur içinde yaşayacak şekle sokulması, insanların da ruhen, maddeten, fikren ve ahlâken yükselmesi şeklinde tarif etmişlerdir.
Müslümanların tarih boyunca kurdukları bütün medeniyetlerin kaynağı, mümtaz örneği ve rehberi, asr-ı saadettir. O devirdeki islâm medeniyeti sonra gelen müslüman milletlerin daha çok benzemek için çırpındıkları ötelerin ötesindeki bir nurlu idealleri olmuştur.
Tarihte olduğu gibi, bugün de dinimizi iyi öğrenip, onu doğru anlamaya, ona uymaya çalışırsak maddi ve manevî sahada en yüksek bir medeniyete ulaşmamız son derece kolay olacaktır.