İmam-ı A’zam bu ümmetin ışığıdır

Sual: İmâm-ı a’zam hazretlerinin az uyumasına ateş püskürüp, (Böyle biri, insanlıktan çıkmıştır. “Geceyi örtü, uykuyu istirahat kıldık” âyeti ile çelişmektedir) diyorlar. Bu hususta açıklama yapar mısınız?

CEVAP

Böyle demek ne kadar yanlıştır. (Kurân-ı kerîmi kendi görüşüne göre tefsîr eden kâfir olur) hadîs-i şerîfini düşünerek, İslâm âlimlerinin kitaplarındaki yazılara dil uzatmaktan sakınmalıdır. Bir hastalık sebebiyle hiç uyumıyanlar bulunduğu gibi, kerâmet olarak da uyumıyanlar vardır. İmâm-ı a’zam hazretleri ise, hem ulemâ’dan, hem de evliyâ’dan bir zât idi.

Bugün bile birkaç saat uyku ile idâre eden kişiler çoktur. Meselâ Prof.Dr.Ayhan Songar, Prof.Dr.A.Yüksel Özemre, fıkıh hocası Mehmet Savaş bunlardandır.

İmâm-ı a’zam hazretleri, kırk sene, yatsı namazının abdesti ile sabah namazını kıldığı yanî yatsıdan sonra uyumadığı Hayrât-ül-hisân, Mir’ât-i kâinât, Mevdû’ât-ül-ulûm, Dürr-ül-muhtâr, İbni Âbidîn, Mîzân-ül-kübrâ ve daha birçok kitapta yazılıdır. Gündüz kaylûle yapardı, yanî birkaç saat uyurdu. Bu büyüklerin hanımları da, kendileri gibi, Allahü teâlâya ibâdet etmeyi, O’nun dînine hizmet etmeyi zevk edinmişler, kendi hak ve zevklerini, Allah yolunda fedâ etmişlerdi.

Eshâb-ı kirâmın hepsi de, hanımlarının izinleri ile, Allahın dînini yaymak için uzak yerlere cihâda gitmişler, çoğu şehîd olup geri dönmemişlerdi. Hanımları da, bu sevâblara ortak oldukları için sevinmişlerdi.

Mu’cize gibi kerâmetin hak olduğu Kur’ân-ı kerîmde bildiriliyor. İlim sahibi bir zât, iki aylık mesâfedeki Belkıs’ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar getirmiştir. (Neml 40)

Hazret-i Ömer, Medîne’de hutbe okurken, İran’a gönderdiği ordunun mağlup olmak üzere olduğunu görüp, (Yâ Sâriye arkanı dağa ver) buyurdu. O da, dağa yanaştı. (Şevâhid-ün-nübüvve)

Bir kimse, hiç uyumasa, gökte uçsa, denizde yürüse, bu kimse, Peygamberse mu’cizedir, velî ise kerâmet, kâfir ise sihirdir. Bunların hepsini yapan Allahü teâlâdır. Allahın, mu’cize ve kerâmet yaratamıyacağını söyliyen kâfir olur. Evliyânın kerâmetlerini mu’teber eserlerden alarak bildirince, İsrâîliyyâtçılar, sanki Allahü teâlâ kerâmet yaratmaktan âcizmiş gibi, bu kerâmetlere hurâfe diyorlar. Allahü teâlânın kudretinden şüphe edilmez.

İmâm-ı a’zam hazretleri, son haccında, Kâ’be-i şerîfte, iki rek’at namaz kıldı. Namazda, Kur’ân-ı kerîmin tamamını okudu. Sonra, ağlayarak, (Yâ Rabbî, sana lâyık ibâdet yapamadım. Fakat, senin akıl ile anlaşılamıyacağını iyi anladım. Hizmetimdeki kusûrumu, bu anlayışıma bağışla) diyerek duâ etti. O anda bir ses işitildi ki, (Ey Ebû Hanîfe, sen beni iyi tanıdın ve bana güzel hizmet ettin. Seni ve kıyâmete kadar, senin mezhebinde olup, yolunda gidenleri af ve magfiret ettim) buyurulduğu, yine Dürr-ül-muhtâr, Redd-ül-muhtar, Hayrât-ül-hisân, Hazânet-ül-müftîn, Mir’ât-i kâinât gibi bir çok kitapta yazılıdır.

Burada iki husûs var: Biri, iki rek’at namazda Kur’ân-ı kerîmi hatmetmek, öteki de, hâtiften bir ses işitilmek. Mu’cizeye, kerâmete inanmıyanlar bunları inkâr ediyor. Evliyâ menkıbesini anlatan Resûlullahın vârislerini yalancılıkla suçlamak ne kadar çirkindir.
Bir rek’at namazda Kur’ân-ı kerîmi hatmetmek, yalnız, Osmân bin Affân, Temîm-i Dârî, Sa’îd b. Cübeyr ve İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe’ye nasîb olmuştur. Kur’ân-ı kerîmi üç günden önce hatmetmemelidir. (Kur’ân-ı kerîmi üç günden önce hatmeden, ma’nâsını anlıyamaz) hadîs-i şerîfi, bir namazı hatm ile kılmayı yasaklamıyor. Çünkü namaz kılarken okuduğu sûrelerin ma’nâsını anlamak emredilmedi. Resûlullah efendimiz, suâl edenlerin, hâline ve işine uygun bir zamanda hatmetmesini emrederdi. (Şir’a)

Allah, Mûsâ’dan başkası ile konuşmadı demek, sapık bir fırkanın görüşüdür. Bu fırka, Peygamber efendimizin Mi’râc’da Allahü teâlâ ile konuştuğunu da inkâr ediyor. Sadece İmâm-ı a’zama değil, birçok evliyâ ve enbiyâya böyle ses gelmiştir. Bir enbiyâ, bir de evliyâ için misâl verelim: Peygamber efendimiz buyuruyor ki:

(Eyyüb, yıkanırken üstüne yağan altın çekirgeleri toplamaya başlayınca, Allahü teâlâ nida etti ki: “Yâ Eyyüb, seni, ganî kılmamış mıydım?” O da, “İzzetin hakkı için ganî kılmıştın. Fakat senin ni’metine doyulmaz” dedi.) [Buhârî]

Büyük islâm âlimi A.Nâmıkî Câmî anlatır: Arkadaşlarıma getirmek üzere, bağ evinden aldığım şarapları merkebime yükledim. Hayvan yürümedi. Ne kadar dövdümse de yürütemedim. Kulağıma, “Yâ Ahmed, hayvanı niçin incitiyorsun? Onu yürütmiyen biziz” diye bir ses geldi. Hemen secdeye kapanıp, “Yâ Rabbî, tevbe ettim. Bir daha içki içmiyeceğime söz veriyorum. Arkadaşlara mahçup olmamam için, şu merkep yürüsün” diye yalvardım. Merkep yürümeye başladı. Arkadaşlarımın yanına varınca, şarabı kadehlerine doldurdum. Kendime koymadığımı görünce, sebebini sordular. Ben de tevbe ettiğimi söyledim. “Bizimle alay mı ediyorsun” dediler. Bu anda yine kulağıma, “Yâ Ahmed, kadehin birini al, tadına bak! Onlar da tadına baksın” diye bir ses geldi. Hemen kadehin birini alıp tattım. Baktım ki, güzel bir bal şerbeti. Oradakilerin hepsine taddırdım. Onlar da tevbe ettiler. (Nefehât-ül-üns)

geri    mezhep    ileri