KÜFÜR İLE YÖNETMEK
Din kemale erdi ve İslâm nimeti tamamlandı. Artık
Allah’ın sözlerinde değişme olmaz. Allahu Teâla şöyle
buyurmaktadır:
“Senin Rabbinin sözleri doğru
ve güvenilir şekilde tamamlandı. Artık Allah’ın sözlerinde bir
değiştirme olmaz. (Allah) işiten ve her şeyi bilendir.”
Allah’ın kullarına verdiği en büyük nimet,
kendileri için dinlerini kemale erdirmesi, İslâm’ı tamamlaması,
onlar adına her türlü değişikliğe karşı Kur'an'ı korumasıdır.
Şöyle buyurmuştur:
“Bu Kur’an’ı biz indirdik ve biz
koruyacağız.”
İnsanların lehine veya aleyhine delil olması için
Kıyamet gününe kadar Allahu Teâla Kur'an'ı korumuştur.
Gökten yere gelen en son risaleti alarak insanlara ulaştıran
hayrın kulağı olan Rasulullah (s.a.v.)'in
risaletinin mirasçısı müslümanlar; Kur’an’a hakkıyla
bağlanarak, emredildikleri gibi Sünnete dişleriyle sarılıp koruyarak,
Rasulullah (s.a.v.) ve sahabelerin (r.a.) üzerine
bulundukları hali tekrar canlandırarak. bu görevi en hayırlı bir
şekilde yerine getirmeleri gerekir. Bununla ilgili deliller
birbirlerini izlemektedir.
Müslümanlar daveti yüklenirken diğer ümmetlerle
temas edince; akla ve fıtrata uygun olan hanif dinlerini diğerlerine gösterince,
diğer ümmetler de kendilerini savunma açısından olsa da kendi
dinlerini müslümanlara arz ediyorlardı. Netice olarak, bazı müslümanlar
hissetmeden diğerlerinden etkileniyorlardı. Bu durumun ise davette ve
İslâm’ı anlamada olumsuz etki bırakıyordu. Ancak bir müddet
geçer geçmez, müslüman alimler bu durumun farkına vardılar ve
dinden olmayıp da dine karışan şeyleri araştırıp atmaya
başladılar. Tahrifi ve tağyiri önlediler, sahte konuları
çürüttüler ve böylece dini tekrar aydınlığına döndürdüler.
Müslümanların hayır ve şer arasında gidip gelişleri bugün yaşadığımız
şerre gelinceye kadar devam etti. Peki bu şerden kurtuluş nasıl
olacak?
Bugünkü durumumuz, İslâm’ın ilk seyrine dönebilmemiz
için ilk dönemlerde yaşanan salah sebeplerine dönmemizi
gerektirmektedir.
İslâm’ı her şaibeden ve kendisinden olmayandan
arındırmak, her tahrifatı üzerinden uzaklaştırmak ve her sahte
fikirden temizlemek için, Batının bize kazandırdığı "bozuk
zihniyetten" kurtulmalıyız. Bu zihniyet yüzünden
davanın işlerini menfaata, heva ve hevese göre kıyas ediyor,
menfaata, heva ve hevese uygun olanı alıp ve ters geleni terk
ediyoruz. Ardından da görüşlerimize uyması için şeriatın
nasslarını te’vil ediyoruz. Kafamıza göre salih gördüğümüz
görüşlere şer’i deliller arayıp uydurmaya çalışıyoruz.
Halbuki doğru İslâmî zihniyet, emrin yalnız Allah’a ait
olduğunu kabul etme esasına dayanır. Sahih İslâmi zihniyete göre,
Allah’ın hükmünü anlamaya çalışırken eğilimlerimizi,
zevklerimizi ve arzularımızı buna katamayız. Heva ve heveslerimizi
hakem kılamayız. Düşmanlardan korkmayı, insanların bizden
uzaklaşmasına dair endişeyi, yöneticilerinin dine rağbet göstermemelerinin,
şartların ve durumların anlayışımızı etkilemesine izin
veremeyiz. Menfaatı ve maslahatı kesinlikle ölçü alamayız. Bütün
bunlar, davanın yükünü hafifletmek ve müslümanlara kolaylık
getirmek amacıyla, davayı yüklenenler için birer bahane olamaz.
Allahu Teâla, her şeyi bilen ve duyandır. İnsanların fıtratını,
muhtaç oldukları şeyleri, yapabileceklerini, içerisinde yaşadıkları
şartları, düşmanlarının kimler olduğunu, düşmanlarına karşı
nasıl tavır takınmaları gerektiği gibi daha birçok şeyi en iyi
bilen yalnız Allah’tır.
Daha önce gösterdiğimiz, içtihadın tek sahih
yolu; önce tedavi edilecek olayı derin şekilde kavramak ve ondan
sonra buna delâlet eden şer’i nassları ve delâletleri
incelemektir. Bu şekilde hareket etmek bizi, karşılaşılan problem
hakkında Allah’ın hükmünü öğrenmeye götürür. Bu metodu takip
ettiğimiz zaman şöyle demiş gibi oluruz: “Bizim
yaşadığımız vakıa ve olay, durumlar ve şartlar, çektiğimiz
meşakkat ve zorluklar ve bunlarla ilgili gördüğümüz maslahat,
Allah’ın hükmüdür.” Böylece Allah ve Rasulünün önüne
geçmiş oluruz. Oysa Allahu Teâla şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Allah’ın ve Rasulü’nün
önüne geçmeyin, Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah işiten ve bilendir.”
“Allah ve Rasulü bir hüküm verirse, erkek olsun
kadın olsun mü’min için başka seçenek yoktur. Kim Allah’a ve
Rasulüne isyan ederse, apaçık sapıklığa düşmüş olur.”
Şüphesiz ki bu iki zihniyet arasındaki fark, müslümanların
içinde yaşadıkları ortamları tedavi edecek hükümleri anlamada
birbirinden uzaklaşmalarına yol açmıştır.
Üstelik Batı fikirlerinden etkilenen zihniyet,
bazı kesin delilleri iptale uğratmıştır. Şartlar, durumlar,
maslahat ve zararı önlemek bahanesiyle başka yasalara müracaat edip
bu yasalar İslâm hükümlerine tercih edilmiştir. Örneğin Ribanın
(faizin) hükmü kesin olarak haramdır. Bununla ilgili ayetler ve sözlerin
tevili mümkün değildir ve illetten uzaktır. Buna rağmen sözünü
ettiğimiz zihniyet, durumları ve şartları dikkate almak, menfaatı
celbetmek ve mefsedeti (zararı) def etmek bahanesi ile faizi helâl kılmıştır.
Üstelik bu zihniyete dayalı cemaatlar kurulmuş,
şeriata dayalı olmayan hükümler, hatta kesin şekilde şeriata
aykırı hükümler ortaya çıkmıştır. Demokrasi, İslâm’a
tamamen aykırı olmasına rağmen demokrasinin İslâm’dan olduğu söylenmiştir.
Cahiliye yönetimlerine katılmanın Kur’an’la ve Sünnetle tamamen
çelişmesine rağmen caiz olduğunu ve Allah’ın indirdikleriyle hükmetme
konusuna ulaşmak için faaliyet gösteren İslâmî hareketin önünde
tek yol olduğunu iddia etmişlerdir.
İslâm’ı uygulamak için tedricilik düşüncesinin
bozukluğu ve buna çağırmanın caiz olmadığını gösterdiğimiz
gibi, küfür yönetimlerine katılma gibi düşüncelerin bozukluğunu
da gösteriyoruz. Fakat birtakım şüpheleri izale etmek için burada,
bu düşünce üzerinde az da olsa durmak zorundayız. Ta ki bu açıklamalardan
sonra bu iddiaları sürdürenler için bir bahane ve mazeret kalmasın.
Şeriatı anlamada bu cemaatların zihniyetleri
ıslah edilmedikçe, ne kadar nasihat verilirse verilsin fayda vermeyeceğini
de biliyoruz. Küfür rejimine katılma düşüncesinin yanlış olduğu
hususunda onları ikna etsek bile bu zihniyete sahip oldukları müddetçe,
bu zihniyet yoluyla alternatif bir çıkış yolu ararlar. Şeriatın
kabul etmediği bu zihniyetten sakınmak gerekir. Çünkü bu zihniyet,
bu tür sapık düşünceleri yetiştiren bir toprak gibidir.
"Yönetime katılma" ne anlama gelmektedir
ve bu düşünceyi savunanların gerekçeleri nelerdir?
"Yönetime katılmak", İslâm’a dayalı
olmayan mevcut yönetimlere müslümanların katılmaları ve İslâmî
olmayan hükümlerle hüküm etmeleri anlamına gelmektedir. Bu ise,
demokratik oyunla ve parlamento yoluyla tamamlanır. Parlamentoya
girmekten kasıt, görüşlerini yönetime taşımak ve zamanla da tek
başına iktidarı ele geçirmektir. Bu düşünceye sahip olanların görüşlerine
göre bu oyun aşama aşama gerçekleşir.
Kendilerine göre bunun aklî ve şer’i gerekçeleri
vardır. Aklî gerekçeleri ise aşağıdaki şekilde özetlenir:
- “İslâm’ın yönetime geçmesi için tarihî
portre, şu anda bunun imkânsız olduğunu göstermektedir. Çünkü
İslâm dünyasının tümü bugün, korkunç derecede maddi ve manevi
güce sahip, İslâm için çalışanları gözetleyen, başarmamaları
için onları muhasara altına alan sayısız devletlerin gücü ile
desteklenen güçlü ve yerleşik otoritelere boyun eğmektedir. Bu
nedenle bugünkü şartların geçmişe kıyaslanması doğru olmaz.
“Eskiden İslâm daveti, bütün müslümanları
toplayan bir örgüt idi. O, müslümanların cemaatı idi. Fakat çağdaş
cemaatlar, Müslüman cemaatlar topluluğudur. Bu durum, çağdaş
cemaatları sıkıntıya sokmaktadır. Çünkü Müslümanlardan geniş
bir taban, kendi liderliğine boyun eğmemektir. Cahiliye sistemleri bu
durumlardan çok fayda sağlamaktadır. Bu nedenle iktidara ulaşmak
isteyen çağdaş İslâmî hareket çağdaş partilerin
izledikleri partici yolu izlemelidir.
Çağdaş partilerin metodu kendilerini yönetime ulaştıracak
üsluplar üzerine kuruludur. Bu üsluplar ise, ya demokratik yoldur ya
da askerî darbe yoludur veyahut da silahlı halkçı devrim yoludur.
Nitekim kapılar çağdaş İslâmî hareket önünde
öyle kapandı ki, askerî darbe yapabilmek için ordu içinde çalışıp
askerî gücün elde edilmesi mümkün değildir. Ayrıca kurulu olan
despot rejimlerin gölgesinde halkçı bir devrimin yapılması da mümkün
değildir. Buna göre çağdaş İslâmî hareketin önünde, İslâm dışı
yönetime ortak olmaya götüren demokratik siyasi parti çalışması
yapmaktan başka yol kalmamıştır.
Büyük hedefi gerçekleştirmek için çalışan
İslâmî hareketin, bu hedefle çelişen kısmî hususları protesto
etmesi doğru olmaz. Kısmî hususlar bütüne muhalefet ederse bütün
tercih edilir. Nitekim İslâm şeriatının elastikiyeti ve gerçekçiliği
bu cüzî hususlar nedeniyle büyük hedefleri gerçekleştirmeyi
engellemez. Üstelik bazı durumlarda ve şartlarda iktidara ulaşmak için
birçok yol var iken müslümanların tek yola bağlı kalmamaları
onları sıkıntıya sokmaz. Birinci şekil imkânsız ise ikinci şekle
geçilir. İkincisi de imkânsız olursa üçüncü şekle geçilir. Bu
da imkânsız olursa dördüncü şekle geçilir. Daha doğrusu bazı
durumlarda birinin diğerine tercih edileceği birbirine paralel dört
yolda hareket etmek maslahat gereğidir.
- Gösterdikleri aklî
gerekçelerin tartışılması ve çürütülmesi:
Değiştirme konusunda şer'î hükümleri ahkamı
terk etmeyi caiz gören aklî gerekçeleri ileri sürenler her ne kadar
şeriatla ve usul ile ilgili bir kısım terimleri kullanıyorlarsa da
benimsedikleri kültür İslâm dışıdır. Ayrıca şer’i hükmü
istinbat etmek için vakıaya bakış keyfiyetini düşünürken İslâm’ın
disipline edilmiş metoduna da sahip değiller. Zira bu metot, vakıa ve
sorunlara bakarken, yalnız şer’i delillerden şer’i
hükmü çıkartmayı gerektirmekte şer’i hükmün dışına çıkmayı
yasaklamaktadır. Üstelik onlar faaliyet yaparlarken metot ile üslup
arasındaki farkı da bilmiyorlar. Şeriat üzerindeki düşüncelerinin
elastikî olmasından kaynaklanan düşünce, onları, şer’i hükümlere
fazla dikkat etmemeye ve önem vermemeye sevk
etmekte ve çağa uyma bahanesiyle şer’i olmayan hükümleri takip
etmelerine neden olmaktadır.
Birçok konuda değişiklik oldukça ve olmaya da
devam ettikçe Rasulullah ( s.a.v.)'in metodunu
ve şer’i hükümleri terk etmenin caiz olduğu sözü doğru
olmadığı gibi değiştirilmesi istenen vakıanın da derinlemesine
incelenmediğini gösterir. Oysa önemli olan vakıadaki şekillerin
değişmesi değil, vakıanın niteliklerinin değişmesidir. Toplumun
temel faktörleri olan insanlar, fikirler, duygular
ve nizamlar olduğu gibi devam etmektedir. İster demokrasi ile yönetilsin
isterse diktatörlükle yönetilsin, devletin, kabile devleti, basit
devlet veya modern devlet şeklinde olmasına değil devletin temel
niteliklerine itibar edilir. Değişen şekiller, değiştirme metodunun
değiştirilmesini gerektirmez. Değiştirilmesi istenen toplumdaki
hatalı fikirlere, yanıltıcı mefhumlara, adetlere ve geleneklere yönelmek,
Rasulullah (s.a.v.)'in yaptığı sabit bir şer’i
hükümdür. Fakat değişen husus, toplumun fikirlerinin çeşididir.
Bu fikir düşük seviyeli vatancılık veya dar kapsamlı milliyetçilik
fikirleri olabilir. İdeolojik boyutlu komünist veya kapitalist
fikirler de olabilir. Ancak ideolojik fikir, diğerlerinden daha
kuvvetli olduğundan dolayı yıkılması için daha büyük çaba sarf
etmeyi gerektirir. Fikrin değişikliği, çalışmayı
zorlaştırabilir veya kolaylaştırabilir. Fakat metodu değiştirmez.
Yönetimin şekli ister Rasulullah (s.a.v.)
zamanındaki gibi kabilevî olsun isterse günümüzdeki gibi basit veya
kompleks olsun, değiştirmek için incelenecek metot değişmez.
Devletin şekli ancak faaliyeti kolaylaştırır veya zorlaştırır.
Değiştirilmesi istenen rejim, kendi varlığını korumak ve
yerleştirmek için orduya dayanabilir veya silahlı kabilelere
dayanabilir. Şüphesiz bir güce dayanacaktır.
Rasulullah (s.a.v.), İslâm Devleti’ni
kurmak için faaliyetini bir güçten yardımı talep etmek üzerinde yoğunlaştırmıştır.
Yine toplumu değiştirmek için çalışmasını, toplumun temel
unsurlarını değiştirme noktasında yoğunlaştırmıştır. Davanın
gereklerini ve devleti kurma işlerini üstlenmeye hazır, imanları güçlü
elemanları (muhacirleri) yetiştirmiştir. Davayı ve taşıyıcıları
kucaklayacak ve topraklarında devletin kurulmasını kabul edecek halk
tabanını (Ensarı) oluşturmuştur. Ardından da yönetimi ele
geçirme metodu olan nusret talep etmiştir. Rasulullah
(s.a.v.) engellerin çokluğuna ve çektiği
eziyetlerin şiddetli olmasına rağmen nusreti talep etmede ısrar
etmiştir. Rasulullah (s.a.v.)'in Mekke’deki
amelini inceleyen kimse, onun değiştirme metodunun temel taşlarını
ele aldığını, metodunun zamana ve mekâna göre değişmediğini,
memleketten memlekete farklı olmadığını görür. Zira toplum ve
memleketlerin temel vasıfları değişmez, ancak şekilleri değişir.
Toplumun özü hiç bir yerde ayrı olmaz. Fakat çalışma, değişik
toplumlarda kolay olabildiği gibi zor da olabilir.
Şeriatın esnek olduğu iddiası, müslümanların
zihinlerine girmemesi gerekir. O zaman değiştirme konusuna heva ve
hevesleriyle yaklaşırlar. Nitekim Allahu Teâla şeriatı, eski olsun
yeni olsun hayatın problemlerinin tümünü kapsayıcı ve tedavi edici
nitelikte kamil ve tam kılmıştır. Ancak hüküm yalnız Allah’ındır
açısından hareket ederek disiplinli ve sahih usuller çerçevesinde
bu tedavi gerçekleşir.
“Şeriat geniştir” sözcüğü de şer’i
nassları devre dışı bırakmayı veya şer’i nasslara
taşımadığı anlamları yüklemeyi hedefleyen ifadelerden olduğu için
kullanılması caiz değildir. Nitekim bazı müslümanlar, bu bahaneyle
şeriatın ceza kanunlarını devre dışı bırakarak şöyle demişlerdir:
“Şeriatın cezalandırmaktan maksadı caydırmak olduğuna göre,
caydırıcı nitelikteki her türlü ceza şeriata uygun sayılabilir.
Şeriatın ceza kanunları artık çağın ruhuna uymamaktadır.
İnsanların nefisleri bu kanunlardan nefret eder ve akılları bunları
reddeder hale geldiği için, maksadı gerçekleştirecek olan diğer
ceza kanunlarına geçiş yapmak gerekmektedir. Şeriat esnek ve çağın
gelişmesi ile gelişen nitelikli olmasaydı buna geçmek mümkün
olmayacaktı.”
Yine şöyle dediler: “Allah uğrunda cihad,
davayı yaymak içindir. Buna göre cihad yolu dışında bir yolla
davayı yaymak mümkün olursa o yol takip edilir. Radyo, televizyon ve
diğer enformasyon araçlarıyla davayı yaymak mümkün olursa, bu gibi
araçlar cihad yerine geçirilir. Eğer şeriat, esnek ve gelişen bir
şey olmasaydı bunu sö yleyemezdik.”
Yine İslâmi yönetime ulaşmanın metodu ile ilgili
olarak da şöyle dediler: “Bu yönetime ulaştıracağını gördüğümüz
her metodu izleyebiliriz. Tek bir metotla kayıtlı olunup onu geçmemek,
Allah’ın, içinde sıkıntı kılmadığı ve içinde elastikiyet,
gelişme ve toleranslılık gösterdiği İslâm’ın tabiatına
aykırı gelen bir donukluğa ve kemikleşmeye neden olmak demektir.”
İşte bu manada şeriatın elastiki olduğunu söylemek
haramdır. Çünkü böyle bir davranış şeriat hükümlerini iptale uğratır.
Ayrıca bu sözler İslâm’ın tabiatına ve mahiyetine aykırıdır.
Batı fikirlerine uyma ve peşlerine takılma ve onlardan
etkilenmek demektir.
“Parça olan bütüne muhalif gelirse, küllî olan
tercih edilir” sözü, açıklanmaya muhtaçtır.
Çünkü usulcülerin kullandıkları sözcüklere benzer sözcükleri
kullanmak, usulcülerin kastettikleri manaları taşımaz. Usulcülerin
kullandıkları sözcüklere benzer sözcükleri kullananlar; mefhumları
ve ölçüleri sulandırmakta ve bozmaktadırlar. Çünkü bunlar,
şeriatın bir hususta müsahama veya kolaylık gösterdiğini gördükleri
zaman bu müsamahayı ve kolaylığı her konuya uygulamaktadırlar.
Aklî gerekçelerin şer’i hükmün belirlenmesinde
herhangi bir tesirinin bulunması kesinlikle caiz değildir. Usulcülere
göre vakıa ve olaylar, hükmü değil hükmün uygulanacağı konuyu
teşkil ederler. Vakıa veya olay, herhangi bir şekilde zorlamaya veya
engellemeye maruz bırakılmadan olduğu gibi anlaşılır. Buna “hükmün
menatı” denilir. Vakıa anlaşıldıktan sonra ilgili şer’i
deliller araştırılır. Yapılan inceleme sonucunda elde
edilen şer’i hüküm ilgili vakıaya uygulanır.
Küfür ile hükmeden yönetimlere katılmanın
caizliğinden bahsedenlerin ellerindeki şer’i gerekçelere göre;
Allah’ın şeriatıyla hükmetmeyip başka kanunlarla yöneten
hükümete katılmanın caiz olmadığı doğrudur. Ancak şu
sebeplerden dolayı yönetime katılmak caizdir:
- Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenlerin
kâfir, zalim ve fasık olduklarını niteleyen deliller genel
niteliklidir. Allahu Teâla şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler
kâfirlerin ta kendileridir.”
“Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler
zalimlerin ta kendileridir.”
“Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler fasıkların
ta kendileridir.”
- Hâkimiyet yalnız Allah’ındır.
Allahu Teâla şöyle buyurdu:
“Şüphesiz ki hüküm yalnız Allah’ındır ki
yalnız kendisine kulluk etmenizi emir vermiştir.”
- Allahu Teâla, mü’minlerin
Allah’ın şeriatı dışındaki kanunlarla muhakeme olunmalarını
nehyetmiştir. Bunu yapmanın imana aykırı hareket ettiğini göstermiştir.
Şöyle buyurmuştur:
“Hayır, Rabbına and olsun ki, aralarında çıkan
ihtilaflarda seni hakem kılmazlarsa ve verdiğin hükme karşı
kalplerinde sıkıntı bulundurmadan teslim olmazlarsa, mü’min
olmazlar.”
- Allah’ın indirdikleri dışındaki hükümlerle
muhakeme olunmak isteyen münafıkların tavırları şu ayetle
şiddetle kınanmıştır:
"Sana ve senden önce indirenlere
iman ettiklerini iddia edenleri görmedin mi? Tağutu inkar etmekle
emredildikleri halde tağut ile muhakeme olmak istiyorlar. Oysa şeytan
onları uzak sapıklığa götürmek istiyor."
- Allah’ın hükmünü terk edip diğer hükümlere
gitmek caiz değildir ve kim bunu yaparsa cahiliye hükmünü Allah’ın
hükmüne tercih etmiş sayılır. Allahu Teâla şöyle buyurmuştur:
“Cahiliye hükmünü mü istiyorlar? Kesin şekilde
inanan insanlar için Allah’ın hükmünden daha güzel hüküm mü
var?”
Onların ifadelerine göre asıl olan hüküm budur.
Fakat (kendi kafalarına göre) bu asıldan istisna edilerek hükümete
katılmak şu delillerden dolayı caizdir:
1- Yusuf (a.s.)’in bakanlık
yapmış olması.
2- Necaşi’nin durumu.
3- Maslahat.
|