Tefsirden meâlden dinimizi öğrenebilir miyiz?

Nahl sûresinin kırkdördüncü âyetinde meâlen, (İnsanlara indirdiğimi onlara beyân edesin!) buyuruldu. Beyân etmek, Allahü teâlâdan gelen âyetleri, başka kelimelerle ve başka sûretle anlatmak demektir. Ümmetin âlimleri de, âyetleri beyân edebilselerdi ve kapalı olanları açıklayabilselerdi Allahü teâlâ Peygamberine, sana vahy olunanları teblîg et derdi. Beyân etmesini emretmezdi.

Resûlullah, Kur'ân-ı kerîmde mücmel olarak bildirilenleri açıklamasaydı ve mezheb imâmları da kapalı olarak bildirilenleri açıklamasalardı, bunları hiçbirimiz anlayamazdık. Meselâ Peygamber efendimiz, abdesti nasıl alacağımızı hadîs-i şerîfleri ile bize bildirmeseydi, nasıl abdest alacağımızı Kur'ân-ı kerîmden çıkaramazdık.

Namazlar kaç rek'attir?

Namazların kaç rek'at oldukları ve orucun, haccın, zekâtın hükümleri ve keyfiyyetleri ve nisâb miktârları ve şartları ve farzları ve sünnetleri, Kur'ân-ı kerîmden çıkarılamazdı.

Kur'ân-ı kerîmde mücmel olarak bildirilen hükümlerin hepsi böyledir. Yâni, bunlar hadîs-i şerîflerle bildirilmeseydi, hiçbirini anlayamazdık.

Mezheb imâmları da hadîs-i şerîfleri açıklamışlardır. Mezheb imâmları çok büyük âlimdir. Bu âlimler, Resûlullahın vârisleridir.

Resûlullahın getirdiklerinin hepsine, hikmetlerini, delîllerini anlamasak bile, îmân ve tasdîk etmemiz lâzım olduğu gibi, mezheb imâmlarımızdan gelen bilgilere de, kelâmlarına da, delîllerini anlamasak bile, islâmiyete muhâlif olmadıkları için îmân ve tasdîk etmemiz lâzımdır.

Peygamberlerin hepsinin dinleri birbirlerine zıd hükümleri bulunduğu hâlde hepsine îman ve tasdîk etmemiz lâzımdır. Mezhebler de, bunun gibidir. Müctehid olmayanın, mezhebler arasında ayrılıklar bulunduğunu görse de, hepsine îmân ve tasdîk etmesi lâzımdır. Müctehid olmayan birinin, bir mezhebi hatâlı görmesi, o mezhebin hatâlı olduğunu göstermez. O kimsenin, kendisinin hatâlı olduğunu, anlayışının kıt olduğunu gösterir. (Mîzân-ül-kübrâ)

Her ilmi ancak ehli anlar. Herkes her ilmi bilmez. Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruluyor ki: (Biz Kur'ânı öğüt almak için kolaylaştırdık. Düşünüp öğüt alan yok mudur?) [Kamer 17]

Tefsirlerdeki açıklaması şöyle: (Kur'ânı hıfzetmek, ezberlemek için kolaylaştırdık. O hâlde onun öğütlerini dinleyin, onu ezberliyen var mı?) [Celâleyn]

Cenâb-ı Hak, (Biz onu kolaylaştırdık) buyuruyor. Allah birdir, çok değildir. O hâlde niçin (Ben kolaylaştırdım) değil de (Biz kolaylaştırdık) buyuruyor? Kur'ân-ı kerîmi okuyan Hıristiyanlar, (Tanrı üç tane olmasa, Kur'ânda biz denmez, ben denirdi) diyorlar. Görüldüğü gibi, bir "biz" kelimesini bile anlamak kolay değildir. İslâm âlimleri buyuruyor ki: (Allahü teâlâ, büyüklüğünü, herşeye mâlik ve hâkim olduğunu bildirmek için Ben yerine Biz demiştir.)

Mevdû'at-ül-ulûm'da (Tefsîr ilminin dalları) kısmında buyuruluyor ki: (Kur'ân-ı kerîm ilmi, içinde şaşılacak, akıllara durgunluk verecek sayısız acaîb hâller bulunan engin bir denizdir. Öyle yüksek ve metin bir dağdır ki, ondaki gariplikleri öğrenmek, her sırrına erişmek imkânsızdır. Bu ilmin sayılmayacak kadar dalı, erişilmiyecek kadar fenni vardır.) Bu bölümde 8 temel ilim ile, 72 yardımcı ilim hakkında bilgi verilmektedir. Bugün çok kimse, bu ilimlerin ismini bile duymamıştır.

Herkes Kur'ân-ı kerîmi anlasa, ondan hüküm çıkarabilseydi, hadîs-i şerîflere lüzum kalmaz, cenâb-ı Hak da meâlen (Peygamber size ne emrettiyse onu yapın, neyi yasak etmişse, ondan sakının!) buyurmazdı. (Haşr 7)

Eğer herkes Kur'ân-ı kerîmi anlasaydı, 72 sapık fırka meydana çıkmazdı.

Hanefî'de abdestin farzı 4, Şâfiî'de 6, Hanbelî'de 10'dur. Kur'ân-ı kerîmde her şey açık olsaydı, farz olan bir ibâdet, her mezhebde aynı olurdu, mezheblere, âlimlere göre değişmezdi.

Kevser sûresinde (Kurban kes) âyet-i kerîmesi için ba'zı gençler, (Allahın emri farzdır. Bu âyete göre kurban kesmek herkese farz) diyorlar. Hâlbuki hiçbir İslâm âlimi kurban kesmenin farz olduğunu bildirmemiştir. Üç mezhebde sünnet, yalnız Hanefî'de vâcibdir. Kurban kesmek herkese değil, zenginlere emredilmiştir.

Kur'ân-ı kerîmi kendi görüşüne göre tefsîr etmenin büyük hatâ olduğu, bu kimsenin Cehenneme gideceği hattâ kâfir olacağı hadîs-i şerîflerde bildirilmiştir. Şu hâlde (Herkes Kur'ânı anlar, herkes meâl okusun, hadîslere, fıkıh kitaplarına lüzûm yok) demenin büyük bir cinâyet olduğu meydandadır. Yüzenleri görüp de (Denizde yüzmek kolaydır. Herkes yüzebilir) sanarak yüzme bilmiyen bir genci, okyanusun ortasına atmak, Kur'ân-ı kerîme ma'nâ vermek yanında çok hafif kalır. Çünkü yüzme bilmeyen boğulur; fakat Kur'ân-ı kerîme yanlış ma'nâ veren Cehenneme gider.

Nahl sûresinin 44. âyetinde meâlen, (İnsanlara indirdiğimi onlara beyân edesin!) buyuruldu. Beyân etmek, Allahü teâlâdan gelen âyetleri, başka kelimelerle ve başka sûretle anlatmak demektir. Ümmetin âlimleri de, âyetleri beyân edebilselerdi ve kapalı olanları açıklayabilselerdi Allahü teâlâ Peygamberine, sana vahy olunanları teblîg et der, beyân etmesini emretmezdi. Resûlullah, Kur'ân-ı kerîmde mücmel olarak bildirilenleri açıklamasaydı ve mezheb imâmları da kapalı olarak bildirilenleri açıklamasalardı, bunları hiç kimse anlayamazdı.

Resûlullahın getirdiklerinin hepsine, hikmetlerini, delîllerini anlamasak bile, inanıp tasdîk etmek lâzım olduğu gibi, Resûlullahın vârisleri olan mezheb imâmlarımızdan gelen bilgilere de, delîllerini anlamasak bile, islâmiyete muhâlif olmayacağı için inanıp tasdîk etmek lâzımdır.

Peygamberlerin şerî'atlarında birbirine zıd hüküm bulunduğu hâlde, hepsine îmân ve tasdîk etmemiz lâzım olduğu gibi, hak mezhebler arasında ayrılıklar bulunsa da, hepsine îmân ve tasdîk etmek lâzımdır. Müctehid olmayan birinin, bir mezhebi hatâlı görmesi, o mezhebin hatâlı olduğunu göstermez. O kimsenin, kendisinin hatâlı ve anlayışının kıt olduğunu gösterir.

Müctehid olan ise zaten başka mezhebe hatâlı demez, farklı ictihâdda bulunur. Farklı ictihâd ise rahmettir. (Mîzân-ül-kübrâ)

Piyasadaki tefsirler

Piyasadaki Türkçe tefsîrlerde, şahsî düşünceler vardır. Okuyana zararı, faydasından çoktur. Hele islâm düşmanlarının, zındık yazarların, bid'at sâhiblerinin, Kur'ân-ı kerîmin ma'nâsını bozmak için yaptıkları tefsîr ve tercümeleri, birer zehirdir. Bunları okuyan genç zihinlerde, bir takım şüpheler, i'tirâzlar hâsıl olur. Zâten, bizim gibilerin, dinimizi öğrenmek için, tefsîr ve hadîs-i şerîf okuması uygun değildir. Çünkü Kur'ân-ı kerîmi ve hadîs-i şerîfi yanlış anlamak veya şüphe etmek îmânı giderir.

Yalnız Arabî bilmekle, tefsîr ve hadîs anlaşılmaz. Her Arabî bileni, din âlimi sanan aldanır. Beyrut'ta ana dili Arabî olan çok papaz var; fakat, hiçbiri islâmiyeti bilmez.

Bir kaporta boyacısı, (Kur'ânı anlamak için hadîslere ve fıkıh âlimlerinin açıklamasına ihtiyâç yoktur. Herkes tercümesini okuyarak amel eder. Ben baştan sona kadar okudum. Anlamadığım yer çıkmadı.) diyor.

Bir doktor hanım da aşağı yukarı böyle söylüyor. Hattâ Dr. Hanım, misâller de verip, (Yalnız senden yardım dileriz. Fatiha 5, Yalnız Allaha güvenin, Mâide 23, Yalnız benden korkun Bekara 40, âyetleri pek açıktır. Herkes anlar. Neresi açıklansın?) diyor.

Cevap: (Yalnız senden yardım dileriz.) dedikten sonra, birinden bir bardak su istesek bu âyete aykırı mıdır, değil midir? Hangi hususta başkasından yardım istemeyeceğiz? Bunlar açık değildir. Bir bid'at fırkası ise, ölüden yardım istenmez, fakat diriden yardım istenir diyor.

(Yalnız Allaha güvenin) buyuruluyor. Ne hususta Allaha güveneceğiz? Bir doktora muayene olsak, ilâç verse, güvensek, bu âyete aykırı olur mu? Topkapı'dan Sirkeci'ye giden tramvaya binsek, "Bu tramvay Sirkeci'ye gider" desek, Allahtan başkasına mı güvenmiş olacağız? Demek ki güvenmenin izahı lâzımdır.

(Yalnız benden korkun) buyuruluyor. Başka bir âyet-i kerîmede (İnsanlardan korkmayın, benden korkun!) buyuruluyor. (Mâide 44)

Hırsızdan, kötü kimselerden ve yılandan korksak bu âyete aykırı olur mu? Demek ki açıklamaya ihtiyâç vardır.

Namaz nasıl kılınır?

Bir âyet-i kerîmede (Namaz kılın, zekât verin.) buyuruluyor. (Hac 78, Nur 56)

Namazın nasıl, kaç rek'at kılınacağı, zekâtın nasıl, hangi mallardan verileceği açık değildir. Bütün bunlar, hadîs-i şerîflerle ve âlimlerin açıklaması ile anlaşılmıştır.

Fetih sûresinin (Allahın eli onların ellerinin üzerindedir.) meâlindeki 10. ve Bekara sûresinin (Doğu da, batı da Allahındır, nereye dönerseniz Allahın yüzü oradadır.) meâlindeki 115. âyet-i kerîmesinin te'vîle ihtiyâcı vardır. Yine meâlen buyuruluyor ki:

(Allah, dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir.) [Araf 155, İbrahim 4, Müddesir 31]

Bu âyetleri okuyan bir dinsiz, (Doğru yola getiren ve sapıttıran Allah olduğuna göre, beni de dinsiz yapan O'dur. Benim bunda ne suçum var?) diyebilir. Bu bakımdan hadîs-i şerîflere ve âlimlerin açıklamasına ihtiyâç vardır. Nitekim, âyetlerden anladığına uyup "Hayır-şer Allahtan olduğuna göre, bize günâh işleten de Allahtır. Biz günâhlardan mes'ul değiliz." diyen gruplar çıkmıştır. İşte bu tehlikeyi önlemek için Peygamber efendimiz, gerekli açıklamalarda bulunmuştur. Âlimler de bunları açıklamıştır. Artık, özür, bahane kalmamıştır.

Kur'ân-ı kerîmi anlamak için açıklamaya ihtiyâç olduğunu bizzat Allahü teâlâ bildiriyor:

(Kur'ânı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 44]

(Verdiğimiz bu misâlleri ancak âlim olanlar anlar.) [Ankebut 43]

(Bilmiyorsanız âlimlere sorun.) [Nahl 43]

Demek ki Kur'ân-ı kerîmi Peygamber efendimizin ve âlimlerin açıklamasına ihtiyâç varmış.

İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyurdu ki:

(Cenâb-ı Hak, Kur'ân-ı kerîmde, (Nisâ) sûresi, sekseninci âyetinde, Muhammed aleyhisselâma itâ'at etmenin, kendisine itâ'at etmek olduğunu bildiriyor. O hâlde, O'nun Resûlüne itâ'at edilmedikçe, O'na itâ'at edilmiş olmaz. Bunun pek kat'î ve kuvvetli olduğunu bildirmek için, âyet-i kerîmede (elbette muhakkak böyledir) buyurdu ve ba'zı doğru düşünmiyenlerin, bu iki itâ'ati birbirinden ayrı görmelerine meydan bırakmadı. Allahü teâlâ, yine Nisâ sûresinde meâlen, (Kâfirler, Allahü teâlânın emirleri ile peygamberlerinin emirlerini birbirinden ayırmak istiyorlar. Bir kısmına inanırız; bir kısmına inanmayız diyorlar. İmân ile küfr arasında bir yol açmak istiyorlar. Onların hepsi kâfirdir. Kâfirlerin hepsine Cehennem azâbını, çok acı azâbları hâzırladık) buyurarak, bunlardan şikâyet etmektedir.) [Müjdeci Mektûblar 152]

Nisâ sûresinin 152. âyet-i kerîmesinde de, Peygamberimizin emrini, Allahü teâlânın emrinden ayrı görmeyenlere de mükâfatlar verileceği bildirilmektedir.

Önceki yazılarımızda, hadîs-i şerîflerin Kur'ân-ı kerîmin açıklaması olduğunu, mezheb imâmlarının ve diğer İslâm âlimlerinin de hadîs-i şerîfleri açıkladığını, bu bakımdan âlimlerin yolunun, Allahü teâlânın ve Resûlünün yolundan farklı olmadığını bildirmiştik. Onun için dinimize delil, (Kitab, Sünnet, İcmâ ve Kıyâs)tır.

Kitâb, Kur'ân-ı kerîmdir. Sünnet, hadîs-i şerîflerdir. İcmâ', Eshâb-ı kiramın ve Tâbiînin sözbirliğidir. Kıyâs, Kur'ân-ı kerîmden, hadîs-i şerîflerden ve icmâ'dan müctehid olan İslam âlimlerinin çıkardığı hükümlerdir. Bu dört delile, vesîkaya (Edille-i şer'ıyye) denir. Bunlardan başka yol, delil arıyanların sapık olduğunu dinimiz açıkça bildirmektedir. (R. Muhtâr)

İmâm-ı a'zam ve İmâm-ı Şafiî hazretleri gibi, İslam âlimlerinin Kur'ân-ı kerîmden, hadîs-i şerîflerden ve icmâ'dan çıkardığı bilgilere, "İslâmi hüküm" olmuyorsa, şimdiki insanların Kur'ân-ı kerîmden anladığı şeylere nasıl "İslâmi hüküm" denebilir? Ya'nî müctehid âlimlerin edille-i şer'ıyye'den çıkardığı hükümlere "Mezheb" diyerek mezhebi İslâmiyetten ayrı imiş gibi göstermeye çalışmak, kendisinin kısa aklı ile Kur'ân-ı kerîmden anladığını da "İslâm" zannetmek ne kadar tuhaftır.

Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde, fitne çıkarmanın insan öldürmekten daha büyük günâh olduğunu bildirirken, Peygamber efendimiz de fitne çıkaranlara la'net ederken nasıl olur da bir müslüman fitne çıkarabilir. Fitnenin ne olduğunu da İslâm âlimleri açıkça bildirmişlerdir. Resûlullahın vârislerine i'tirâz edenler ve edille-i şer'ıyyeyi kabûl etmeyenler, kendilerinin Allahın yolunda olduklarını söyleseler de, şeytanın yolunda oldukları meydandadır. Ne mutlu, Allaha ve Resûlüne inanıp âlimlere tâbi' olanlara...

| BAŞA DÖN |