Hazreti Peygamberimiz (s.a.s.) Selman-ı Farisî Hazretlerine:
— Ya Selman! Seninle garipleri ziyarete gidelim, buyurdular. Selman-ı Farisî Hazretleri:
— Garipler kimlerdir ya Resûlallah? dedi. Peygamberimiz:
— Garipler o kimselerdir ki, dünyadan göçüp gitmişler ve arkalarından da rahmet okuyacak kimseleri kalmayan ölülerdir, buyurup beraberce Medine kabristanlığına gittiler.
Kabristanlığa vardıklarında, Peygamber Efendimiz bir kabrin başına varınca göz yaşlarını dökmeye, hatta hırka-i saadeti ıslanıncaya kadar ağlamaya başladılar. Selman-ı Farisi Hazretleri bu ağlamanın sebeb-i hikmetini anlayamamıştı:
— Ya Hayrelbeşer! Ağlamanızın sebebi nedir? Vahiy mi nazil oldu, yoksa başka bir sebep mi var? dedi. Hazreti Resûl-ü Ekrem Efendimiz:
— Hayır Ya Selman! Vahiy nazil olmadı, bu kabirde yatan bir delikanlıdır; ona şiddetli azap olunmaktadır. Onun azabının şiddeti beni ağlatıyor, buyurdular.
Daha sonra da meseleyi şöyle izah ettiler:
— Kardeşim Cebrail bana geldi. Ben bu ehl-i kabre neden bu kadar azap edildiğini sordum. Cebrail bana anasına asî olduğunu ve anasının da ona hakinı helâl etmediğini ve böylece kıyamete kadar azap olunacağını söyledi. Sen git Medine'ye, Bilâl'a söyle, nida edip bütün Medine halkını buraya çağırsın, buyurdular.
Selman-ı Farisî Hazretleri gidip Bilâl Hazretlerine, emri peygamberi tebliğ etti. Bilâl-i Habeşi Hazretleri yüksek bir yerden Peygamberimizin emrini bütün Medine ehline duyurdu. Medineliler bölük bölük kabristana gelmeye başladılar. Peygamberimiz, gelenlere ve herkese sahibi olduğu kabrin başına varın, buyurdular. Kendileri de o azap gören kabrin başında beklemeye başladılar. Herkes gelip bir kabrin başına vardığı halde o azap gören kabrin başına kimse varmıyordu. Nihayet hayli zaman geçtikten sonra elinde asası olduğu halde yaşlı bir kadın geldi, Peygamber Efendimizin başında beklediği kabrin yanına yaklaşıp durdu.
Efendimiz:
— Burada yatan senin neyin olur? diye sordu. Kadın, «oğlu» olduğunu söyledi. Peygamberimiz:
— Oğluna dargın mı idin? diye sordu.
Kadıncağız dargın olduğunu söyledi ve oğlunun kendisine yaptığı eziyeti şöyle anlattı:
— Birgün eve gece geç gelmişti. Kapıyı birkaç defa çalmış, ben kapıyı açtığım zaman geç açtığım için beni eliyle itti, kolumu ve gönlümü incitti, Ondan sonra da iflah olmayıp bu dünyadan göçüp gitti. Ben ona hakkımı helâl etmemiştim, dedi.
Peygamberimiz, tekrar ona analık hakkını helâl etmesini, oğlunun kabir azabı çektiğini söyledi ise de kadın, ona karşı kalbinin kırık olduğunu ve helâl etmeyi gönlünün istemediğini söyledi.
Bu kerre Hazreti Resûl-i Ekrem Efendimiz ihtiyar kadına:
— Ana bak oğlunun hâline, eğer sen hakkını helâl etmezsen oğlun kıyamete kadar bu azabı çekecek, ondan sonra da cehennem azabı çekecek, diyerek gözlerinden dünya perdesini kaldırdı.
Kadın kabre baktıki oğlu dört yandan hücum eden ateşler içinde kıvranmakta ve:
— Ah anneciğim neredesin! Beni kurtar! diye bağırmakta. Oğlunun bu halini görünce ana yüreği dayanamadı:
— Ya Rabbi! Oğlumu affet, ben ona analık hakkımı helâl ettim, diye Allah'a yalvarmaya başladı.
Cenab-ı Allah da o andan itibaren hemen ondan kabir azabını kaldırıp, başka bir günahı olmayan bu gencin kabrini, cennet bahçesine çevirdi.
Hazreti Peygamber Efendimiz:
— Siz kabri ne zannettiniz, kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya cehennem çukurlarından bir çukurdur, buyurdular.
* * *