Meşhur salavat kitabı Delail-i Hâyrat'ın yazarı Süleyman el Cezûlî Hazretleri bir gün bir sahrada namaz kılmak istemişti. O muhitte herhangi bir akar su olmadığından abdest almak için su bulamadı. En sonunda bir kuyu görüp başına vardı. Fakat kuyudan su çekecek ne bir kovası ne de ipi vardı. Kuyunun başında beklerken orada evinin önünde kendisine bakmakta olan bir kız görüp ondan bir kova ile ip istedi.
Kız:
— Bütün insanlar sizin ilminizden istifade eder, bir müşkili olduğu zaman hallini sizden beklerken, siz bir kuyudan suyu çıkaramıyor musunuz? dedi.
İmam-ı Cezûli kıza:
— Kuyudan ipsiz, kovasız su çıkarılır mı, bu nasıl olur? deyince, kız kuyunun başına gelip kendi kendine bir şeyler söylemeye başladı. Fakat hikmeti ilâhî ki o andan itibaren kuyunun suyu da yükseliyordu, öyle oldu ki kuyunun suyu ağzından-taşmaya başladı.
İmam-ı Cezûli, rahat rahat abdestini aldıktan sonra:
— Kızım söyle Allah aşkına, bu kerameti sen ne ile elde ettin? diye sormaktan kendini alamadı. Kız bol bol salavatı şerife getirdiğini, başka da bir şey yapmadığını sadece ibadetini noksansız yerine getirdiğini söyledi.
İmam-ı Cezûli Hazretleri kızın bu kerametine şahid olunca daha çok salavat getirmeye başladı. Akşam sabah salavat getiriyordu. Bir gece yatarken uykudan uyanıp hangi salavatı okuyayım diye düşünürken, bir de baktı ki, hanımı en güzel elbiselerini giydi, güzel kokular süründü, bütün hazırlığını yaptıktan sonra da kapıdan çıkıp gitti. Hanımının bu halinden şüphelenen imam, gizlice arkasından nereye gittiğini takibe başladı. Fakat iş onun, zannettiği gibi değildi. Hanımı kapıdan dışarı çıkar-çıkmaz onun etrafını dört arslan sardı. O ortalarında yollarına devam ediyorlardı.
Süleyman el Cezûlî'nin heyecanı bir kat daha artmıştı. Hanımı arslanlarla beraber deniz kenarına kadar vardı, denize vardıktan sonra da elindeki seccadesini denizin üzerine serip sahile yakın tenha bir adacığa gitti. Arslanlar ise deniz kenarında onun gelmesini bekliyorlardı. Kadın geçtiği adada bir müddet ibadet ettikten sonra, su üzerinde yürüyerek sahile geldi. O gelir gelmez arslanlar yine hazırola geçtiler, kadinı aralarına alıp eve kadar getirdiler. Fakat îmam-ı Cezûlî Hazretleri, ondan evvel eve gelip hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi yatağa yatmıştı. Hanımı da gelip, geceliklerini giydi, yatağına yatıp istirahatına başladı.
O geceden sonra Süleyman el Cezûlî Hazretleri acaba sadece o gece mi oldu, ondan sonra da olacak mı diye aynı saatlerde karısını takip etmeye başladı. Üç gece takip etti, üçünde de, hanımı aynı şekilde yapıyordu. Üçüncü günü artık dayanamayıp o mübarek hanımına durumu açarak bunun sırrını sorduğunda, hanımı:
— Siz bunu yeni mi farkettiniz! Ben senelerdir böyle yaparım, Allah (c.c.) bu lütfunu bana seneler evvel ihsan etmiştir» dedi. Buna nail olmasına sebeb olarak da, Peygamber Efendimize çok salavat getirdiğini söyledi.
Hazreti İmam, karısına: «Hangi salavata devam ediyorsunuz?» diye sorduğunda da söylemek istemedi. Şeyh Hazretleri ısrar edip açıklamasını isteyince de:
— Şu anda söylemeye izinli değilim. Bu gece istihare yapayım, müsaade olursa söylerim, dedi.
Sabah oldu.- Hatun şöyle anlattı: «Serahaten anlatmama müsaade olmadı. Yalnız bütün salavatı bir kitapta eem'eyle (topla) eğer içinde benim okuduğum varsa, söylerim» dedi.
Bu müjdeden sonra Hazreti İmam, kolları sıvadı, ne kadar salavat varsa araştırdı, bütün ehli mâ'neviyata danıştı, ravilerin rivayetini inceledi: «Delail-i Hayrat ve Şevank-ül Envar» ismiyle bîr arada cem ederek hanımının tedkikine sundu. Hanımı baştan sona okuduktan sonra: «Evet, bir kaç yerde benim okuduğum salavat geçmektedir. Sen bunu okumaya devam et» dedi.
Hazreti îmam ondan sonra o kitabı kendisi okuduğu gibi diğer müslümanlara da okumalarını tavsiye etti, diyar diyar gezerek Delail-i Hayrat'ı tanıttı, bir çok kimse onu okuyarak Allah'ın lütfuna mazhar oldular. Allah cümle Ümmeti Muhammedi şefaatına nail buyursun.
Delail-i Hayrat'ın hazırlayıcısı Şeyh Süleyman el Cezûlî Hazretleri, 870 yılında elan (şimdi) ispanya'nın elinde bulunan, o zaman diyarı islâm olan Koval kasabasında vefat etti. 70 sene sonra talebeleri kabrini küfür çizmesi altında bırakmamak için açtıklarında cesed-i mübareklerinin, olduğu gibi durduğunu gördüler ve alıp Afrika kıt'asına, Fas'a naklettiler...
* * *