ÎMÂN BAHSİ

82 - Ey Oğul! Îmân, kalb ile inanmak demekdir. Cebrâîl aleyhisselâm, aklı, hayâyı ve îmânı Âdem aleyhisselâma getirdi. Ve dedi ki, (Yâ Âdem! Allahü teâlâ hazretleri selâm eder, sana getirdiğim şu üç hediyyenin birini kabûl etsin dedi.) Âdem aleyhisselâm aklı kabûl eyledi ve Cebrâîl aleyhisselâm, îmân ile hayâya, (siz gidin) deyince, îmân dedi ki, (Allahü teâlâ hazretleri bana emr eyledi ki, akl nerede ise, sen de orada ol!) Ondan sonra hayâ da aynı şeklde, Allahü teâlâ tarafından emr olunduğunu beyân ederek, her ikisi, akl ile berâber Âdem aleyhisselâmda kaldılar.

Binâenaleyh Allahü teâlâ kime akl verirse, hayâ ile îmân da onunla berâberdir. Aklı olmıyanın ne hayâsı ve ne de îmânı bulunmaz.

Birgün Hasen-i Basrîye "rahime-hullahü teâlâ" bir kadın gelerek sordu: (Yâ imâm! Din temizliği nedir? Din cevheri nedir. Din hazînesi nedir?)

Hasen-i Basrî "rahmetullahi aleyh" cevâben, (Siz söyleyin biz dinleyelim) dedi. Kadın, (Din temizliği abdest almakdır. Din cevheri, Allahü teâlâdan korkmak ve hayâ etmekdir. Din kuvveti ise, nemâzdır. Çünki, Hak teâlâ hazretleri, hayâ eden kulunu medh eylemişdir. Din hazînesi ilmdir. Çünki, her kimin abdesti olmazsa, dîni temiz olmaz. Her kimin hayâsı olmazsa ve Allahü teâlânın korkusu olmazsa, onda dînin cevheri olmaz. Her kimin ilmi olmazsa, dînin hazînesi olmaz) dedi.

Hasen-i Basrî "rahime-hullahü teâlâ" bu kadının sözüne hayrân olarak, hak söylediğini tasdîk eyledi.

Îmânı beş dürlü temsîl ederler: Îmân beş katlı bir kaleye benzer. Birinci katı altından, ikinci katı gümüşden, üçüncü katı demirden, dördüncü katı tunçdan ve beşinci katı ise bakırdandır.

Bakır dediğimiz kat, edebdir. Bir kimsenin edebi olmazsa, herhâlde o katdan şeytân geçer. Şâyet edebi olup, şeytânı o katdan geçirmezse, o kimsenin îmânı kurtulur.

Demir dediğimiz sünnetdir. Tunç tabakası dediğimiz, farzdır. Gümüş tabakası dediğimiz, ihlâsdır. Altın tabakası dediğimiz Allahü teâlâ hazretlerine yakınlıkdır. Her kimin edebi varsa, sünnete yol bulur, ihlâsı varsa Allahü teâlânın sevgisine kavuşmağa yol bulmuş olur.

Bir kimse âdâbı gözetmezse, ya'nî edebi olmazsa, sünnete yol bulamaz. Sünneti tutmayan kimse, farza yol bulamaz. Farzı tutmayan da, ihlâsa yol bulamaz.
Her kim verdiğini Allahü teâlâ hazretlerinin rızâsı için verirse ve sevdiğini de, Allah için severse ve düşmanlığını da, Allah için yaparsa, o kimsenin îmânı temâm olur. Ahlâkı güzel olanın da, îmânı kâmil olur. Îmânın alâmeti, kâfirleri kâfir oldukları için sevmemekdir. [Îmânı olan kimse, islâm düşmanlarını, komünistleri, masonları, bid'at sâhiblerini sevmez.]

Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" efendimiz buyururlar ki, (Sizin îmânen mükemmel olanınız, ahlâken güzel olup, insanlara iyilik yapanlardır.) Zîrâ, Hak teâlâ hazretleri Kur'ân-ı kerîmde buyurur ki: (Muhakkak sen yüksek bir ahlâk üzerindesin.) Ya'nî, Allahü teâlâ hazretleri Habîbinin "sallallahü aleyhi ve sellem" ahlâkını medh eylemişdir. Bir kimsenin ahlâkı güzel olsa, Resûlullahın "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" ahlâkı ile ahlâklanmış olur ve Onun yolunu tutmuş olur. Korkduğundan kurtulup, istek ve arzûlarına kavuşur ve hakîkî mü'min olmuş olur. Bir kimsenin aklına gayri meşrû' bir şey gelse, onun harâm olduğunu bilmek de îmândandır. Eshâb-ı kirâm "radıyallahü teâlâ anhüm ecma'în" sordular: (Yâ Resûlallah! Kalbimize fenâ şeyler gelirse ne yapalım?) Buyurdu ki: (Kalbe iyi şey de gelir; fenâ şey de gelir. Fenâ şeylerin fenâ olduğunu bilmek ve anlamak da îmândandır.)

83 - Eğer îmânın kâmil olmasını istersen, kendini müslimânlardan yüksek görme! Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdular ki: (Bir kişi îmânının kemâlini isterse, kendine insâf versin [ya'nî tevâzu' üzere hareket eylesin] ve fakîr olduğu hâlde sadaka versin! Bu iki huy, îmânı kâmil derecesine yükseltir.)

84 - Alkollü içkiler harâmdır. Şerâb ile îmân birlikde durmaz. Hazret-i Osmân "radıyallahü anh" buyurdu ki, (Allahü teâlâya yemîn ederim ki, hamri eline alıp içerken, îmân o hamre der ki, ey mel'ûn dur! Ben çıkayım da, ondan sonra sen gir.) İnsandan îmân çıkmadan şerâb girmez. Meğer, Sıdk ile, tevbe-i nasûh ederse, îmân yine kalbine girer.

85 - Ehl-i sünnet âlimleri "rahime-hümullahü teâlâ" bildiriyor ki, büyük günâh işlemek küfr değildir. Büyük günâh işlemek îmânı yok etmez. Hadîs-i şerîf, günâh olduğuna inanmıyanın veyâ günâhı kötü bilmiyenin îmânının gideceğini haber veriyor. Yâhud, büyük günâha devâm eden tevbe etmezse, son nefesinde îmânı gider dediler.

86 - Îmânın za'îf olmamasını istersen, ya'nî dâim kendinde kalıp, onunla berâber Allahü teâlânın huzûruna çıkmak istersen, şu düâyı günde kırk def'a oku: (Yâ hayyü yâ kayyûm yâ zelcelâli vel ikrâm, yâ lâ ilâhe illâ ente.)

Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdular ki: (Dört şey îmânı giderir: 1. ve 2. Bildiği ile amel etmeyip, bilmediği ile amel etmek. 3. ve 4. Bilmediğini öğrenmeye utanıp, öğreneni de men' etmek.) [Dînini, ilmihâlini öğrenmiyenin îmânı sağlam kalmaz. Böyle câhil kalan kimse, masonların, komünistlerin ve dinde reformcuların yalanlarına aldanarak îmânını kapdırır.]

Müslimânım, gece-gündüz, tapdığım dergâh bir,
bir dakîka tevhîdden ayrılmadım, Allah bir!

TEVHÎD FASLI

[Osmânlı devleti âlimlerinden Kâdı-zâde Ahmed bin Muhammed Emîn efendi "rahime-hullahü teâlâ", îmânın altı şartını bildiren (Âmentü billâhi...)yi türkçe olarak şerh etmiş, böylece ikiyüzelli sahîfelik bir kitâb meydâna gelmişdir. Bu kitâba (Ferâid-ül-fevâid) ismini vermişdir. Büyük velî, derin âlim, Seyyid Abdülhakîm Efendi "rahime-hullahü teâlâ" bu kitâbın ve diğer eseri olan (Birgivî vasıyyetnâmesi şerhi)nin çok kıymetli olduklarını söyler, gençlere tavsiye buyururdu. Kâdı-zâde Ahmed efendi 1197 [m. 1783] de İstanbulda vefât etmişdir. Bu kitâbında diyor ki, Allahü teâlânın (Sıfât-i zâtiyye)si altıdır. Bunlara, (Sıfât-i vücûdiyye) ve (Ülûhiyyet sıfatları) da denir. Bu sıfatlar, Vücûd (var olmak), Kıdem (varlığının evveli, başlangıcı olmamak), Beka (varlığının âhırı, sonu olmamak), Vahdâniyyet (nazîri ve şerîki olmamak), Kıyâm-ı binefsihî (mekâna muhtâc olmamak. Madde, mekân yok iken o vardı), Muhâlefetün lilhavâdis (mahlûklara, hiçbirşeye benzememek)dir. Allahü teâlânın (Sıfât-ı sübûtiyye)si sekizdir. Bunlara, (Sıfât-i hakikiyye) de denir. Bu sıfatlar, Hayât (diri olmakdır), İlm (bilici olmakdır), Sem' (işitici olmakdır), Basar (Görücü olmakdır), Kudret (güçlü olmakdır), İrâdet (dilemesi olmakdır), Kelâm (söylemesi olmakdır), Tekvîn (yaratıcı olmakdır.) Âdet-i ilâhiyyesi şöyledir ki; herşeyi bir sebeb ile yaratmakdadır. Fekat, sebeblerin, vâsıtaların, Onun yaratmasına hiç te'sîrleri yokdur. Vâsıtasız mâlikdir. Ondan başka yaratıcı yokdur. Bütün varlıkları yokdan var etdi. İnsanların ve hayvânların hareketlerini, sükûnlarını, düşüncelerini, hastalıklarını, şifâlarını, hayrlarını, şerlerini, fâidelerini, zararlarını yaratan yalnız Odur. İnsan, kendi hareketlerini, düşüncelerini, hiçbirşeyi yaratamaz. İnsanın düşüncelerini, hareketlerini, keşflerini, buluşlarını hep o îcâd etmekde, yaratmakdadır. Ondan başkasına yaratıcı demek, câhilce, bâtıl bir sözdür. Allahü teâlânın sıfât-i sübûtiyyesi de, sıfât-i zâtiyyesi gibi kadîmdirler. Bu sıfatları da, zâtından ayrılmazlar. Ya'nî sıfatları zâtının, kendinin aynı da değildirler, gayrı da değildirler.]

Tevhîd, (Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlüllah) demekdir. Ma'nâsı şudur: (Hak teâlâ hazretleri birdir, şerîki ve benzeri yokdur ve Muhammed aleyhisselâm sevgili kulu ve hak Peygamberidir.) Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki: (Bir kimse, kelime-i tevhîdi dese, Hak teâlâ hazretleri ile o kelime arasından perdeler kalkar ve kelime, doğrudan doğruya Allahü teâlâ hazretlerine gider. Allahü teâlâ buyurur ki, ey kelime, dur! Kelime der ki, beni söyleyen kulu afvetmeyince duramam. Hak teâlâ hazretleri, o zemân buyurur ki, izzetim, celâlim, kudretim, kemâlim hakkı için beni zikreden kulumu afv etdim.)

87 - Bu kelime-i tevhîdi söyleyen kulu kıyâmet gününde melekler ziyâret ederler. Hak teâlâ hazretleri Mûsâ aleyhisselâma meâlen, (Yâ Mûsâ! Kıyâmet gününde meleklerin seni ziyâret etmesini istersen, kelime-i tevhîdi çok söyle) buyurdu. Bu kelime-i tevhîdi dilinle söyleyip kalbinle şübhe etme! Aksi takdîrde, ebedî olarak Cehennemde kalırsın.

Mûsâ aleyhisselâm dedi ki, yâ Rabbî, bir kulun, dili ile kelime-i tevhîdi söyleyip, kalbi ile şübhe etse, sen ona nasıl bir cezâ verirsin? Allahü teâlâ meâlen buyurdu ki, (Yâ Mûsâ! Ben onu dâimî olarak Cehennemlik yaparım. O kimseye ne Peygamber, ne Velî, ne Şehîd ve ne de Meleklerden şefâ'at eden olmaz.)

88 - Bu kelime-i tevhîdi çok zikreyle! Zîrâ Mûsâ aleyhisselâm cenâb-ı Hakka sordu. Yâ Rabbî! Bir kulun kelime-i tevhîdi söylese, sen o kula ne ecr verirsin? Allahü teâlâ hazretleri cevâbında meâlen, (Ben o kulumdan râzı olup, Cennet ve cemâlimle onu mesrûr eylerim) buyurdu.

İşte bu kelime-i tevhîd söyleyen kimseye, Hak teâlânın vereceği in'âm ve ihsânı Allahü teâlâdan başka kimse bilmez. Kelime-i tevhîd söyleyince, Arş-ı a'lâ titrer. Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki: (Hak teâlâ hazretleri bir direk yaratmışdır. Kelime-i tevhîdden bu direk de titrer ve Arşı titretir. Arş titreyince, Hak teâlâ hazretleri Arşa, sâkin ol emrini verir ve Arşın mukabelesiyle yine o kelime-i tevhîdi söyliyen kimse afv-ı ilâhîye mazhar olur.)

Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki: (Her kim cân-ü gönülden, hâlisen, muhlisen bir kerre kelime-i tevhîd söylese, Hak teâlâ hazretleri, o kimseye Cennet-i a'lâda dörtbin derece ihsân eder ve dörtbin günâhını bağışlar.) Eshâb-ı kirâm "aleyhimürrıdvân" sordular, yâ Resûlallah "sallallahü aleyhi ve sellem"! O kimsenin dörtbin günâhı olmazsa? Resûlullah "sallallâhü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (Ehlinin, evlâdının ve akrabâ ve teallukâtının günâhlarından bağışlanır.)

89 - Kelime-i tevhîdi dilinle çok söyle! Sevâbı, bütün günâhlardan ağır gelir. Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki: (Mahşer günü bir kişi gelecek, doksandokuz defteri olup, her bir defterin sathı göz gördüğü kadar genişdir. Hiç birinde iyiliği olmayıp, yalnız bir parmak kadar, o kimsenin dünyâda söylediği bir kelime-i tevhîd bulunur. O doksandokuz defter terâzînin bir kefesine ve bir kelime-i tevhîdi diğer kefesine koyarlar. Kelime-i tevhîd tarafı ağır gelir.)

90 - Kelime-i tevhîdin sevâb hâssası çokdur.

Tenbîh: İmâm-ı Rabbânî müceddid-i elf-i sânî Ahmed Fârûkî Serhendî "kuddise sirruh" hazretleri [971-1034 Hindistândadır] (Mektûbât) kitâbının ikinci cildinin otuzyedinci mektûbunda Kelime-i tevhîdin fazîletini uzun bildirmekdedir. Bu mektûbun fârisîden türkçeye tercemesi (Se'âdet-i Ebediyye) ilmihâl kitâbında mevcûddur.

ALLAH RIZÂSI

91 - Ey Oğul! Eğer Hak teâlâ hazretlerinin rızâsını bulmak istersen bununla amel eyle! Hak teâlâ hazretleri Mûsâ aleyhisselâma meâlen buyurdu ki, (Yâ Mûsâ! Benim için ne amel işledin?) Mûsâ aleyhisselâm: Yâ Rabbî, senin için nemâz kıldım, oruc tutdum, tesbîh okudum, sadaka verdim. Hak teâlâ buyurdu ki, (Bunların hepsi senin içindir. Nemâz kılarsan Cennet veririm, oruc tutarsan sana kabr ve sıratda nûr olur. Tesbîh okursan Cennet-i a'lâda senin için ağaç dikilir, sadaka verirsen, üzerine gelecek kazâ ve belâ def' ve ref' olur. Yâ Mûsâ, benim için ne amel yapdın?) Mûsâ aleyhisselâm, yâ Rabbî, senin için ne amel yapmak gerekir? Hak teâlâ hazretleri buyurdu ki, (Benim için amel, dostumu dost ve düşmanımı düşman tanımakdır.) Allahü teâlânın en beğendiği ibâdet, müslimânları sevmek, kâfirlere düşman olmakdır. Buna, (Hubb-i fillah ve buğd-ı fillah) denir.

92 - Sultân-ı Enbiyâ "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (Bir kimse, bir günâh yapmak istese ve sonra Allahdan korkup onu terk eylese, Hak teâlâ hazretleri, o kula iki Cennet ihsân eder.) Öyle günâhlar ki, harâm yimek, fâiz yimek, [karısını, kızını açık gezdirmek, sinema ve televizyonda, müslimânlıkla alay eden, ahlâkı bozan oyunları seyr etmek], harâma bakmak, zinâ, livâta, içki içmek, adam öldürmek, Allahü teâlâya şirk eylemek gibi... Bunların hepsi günâh-ı kebâirdir.

93 - Bir kişinin sa'îd olmasının nişânı şudur: Hak teâlâ hazretlerinin kazâ ve kaderine râzı olur. Şakî [fenâ adam] olmanın da nişânı şudur: Kazâ ve kadere râzı olmayıp, bir musîbet geldiği zemân, çağırır, bağırır, çok ağlar, sızlar.

94 - Allahü teâlâ hazretlerinin huzûrunda mutî'lerden olmağı istersen, her işde inşâallah de! Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (İnsanlar için bundan dahâ fazîletli mutî'lik yokdur.)

Bir kimse ile bir şey karârlaşdırırken inşâallah deyip, sonradan o işi yerine getiremezsen yalancı olmamış olursun.

95 - Üç yerde gönlünü hâzırla ki, üzerine rahmet kapısı açılsın:

1- Kur'ân-ı kerîm okunurken,

2- Allahü teâlânın ismini söylerken,

3- Nemâz kılarken.

Ârif olan kimsenin nişânı, sükût etmesi fikr ola. Bakdığı ibret ola ve dilediği tâat oladır.

96 - Şeyh Zünnûn-i Mısrî "rahmetullahi teâlâ aleyh" [245 de Mısrda vefât etdi.] der ki, karnı yemekle dolu olanın gönlünde hikmet tutunamaz. Günâhdan sakınan kimseye ne mutlu! Bu da vücûdun fazla beslenmemesiyle olur. Hak teâlâyı zikr etmek, insanı Allahü teâlâya yaklaşdırır.

Hak teâlâ hazretlerinden korkmamanın alâmetleri şunlardır:

1- Niyyet zayıflığı.

2- Kibrli olmak.

3- Ölümü yakın bilmeyip, tûl-i emele saplanmak.

4- Hak teâlâ hazretlerinin rızâsını terk edip, halkın isteğini yapmak.

5- Sünneti bırakıp, bid'at işlemek.

6- Günâhını az görmekdir. Ne mutlu o kimseye ki, bu altı şeyden hiçbiri kendisinde bulunmaz. Şi'r:

Mihneti zevk etmekdedir âlemde hüner,
gam-u şâdiyyi kader, böyle gelir, böyle gider.

HAMD ETMEK FAZÎLETİ

97 - Birgün İbrâhîm aleyhisselâm buyurdu ki: (Elhamdü lillâhi kable külli ehad, vel hamdü lillahi ba'de külli ehad, el hamdü lillâhi alâ külli hâl.)

Hak teâlâ hazretleri buyurdu: (Yâ Cebrâîl! Benim dostuma benden selâm söyle! O üç kelâmı üç def'a söyledi, ben azîmüşşân da, kırk def'a kabûl olunmuş nâfile hac sevâbını kendisine verdim. Her kim bu düâyı okursa, aynı sevâbı kendisine ihsân ederim.) Hazret-i Enesin düâsı: (Bismillâhillezî lâ yedurru ma'asmihi şey'ün fil Erdı ve lâ fissemâ' ve hüvessemî'ul alîm.) Bu düâ sabâh ve akşam üç kerre, Besmele ile okunur. Bununla birçok belâlardan kendisini muhâfaza etmiş olur.

98 - Aksırdığın zemân, (El hamdülillah) de! Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (Bir insan aksırdığı zemân "El hamdülillah" derse, Hak teâlâ o kimseyi yetmiş dürlü belâdan muhâfaza eyler. Bir kimse, dört kelimeyi yüz kerre sabâh ve yüz kerre de akşam okursa, o kimseden sevgili bir zât Hak huzûrunda olamaz.) Bunu Sultân-ı Enbiyâ "sallallahü aleyhi ve sellem" böyle buyurmuşlardı. O dört kelime şudur: (Sübhânellahi velhamdü lillahi ve lâilahe illallahü vallahü ekber.) Hamd, bütün ni'metleri yaratan ve gönderen Allahü teâlâ olduğuna inanmak ve söylemekdir.

Yine çok büyük fazîlet ve derecelere vesîle olan ve cenâb-ı Hak huzûrunda çok kıymetli bir tesbîh (Sübhânellahi ve bi hamdihi sübhânellahil azîm)dir. Bunu günde yüz kerre okumalıdır.

ÎMÂN DÜÂSI

Muhammed Tirmüzîden "rahime-hullahü teâlâ" [209-279] rivâyet olunur ki, her kim sabâh nemâzının, sünneti ile farzı arasında şu düâyı sessizce okursa, îmânla rûhunu teslîm eder: (Yâ hayyü yâ kayyûm yâ zel celâl-i vel ikrâm. Allahümme innî es'elüke en tuhyiye kalbî bi nûri ma'rifetike ebeden yâ Allah, yâ Allah, yâ Allah celle celâlüh.) 402. ci sahîfeye bakınız!

99 - Resûlullah "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" buyurdu ki: (Ey ümmet-ü eshâbım, sizler sabâhları kalkarken şu düâyı okuyun: Sübhânellahi ve bihamdihi sübhânellahil azîm.) Bu düâ, okuyanın o günkü günâhlarına keffâret olur.

Yine buyurdu ki, (Her kim bu düâyı günde on kerre okursa, Hak teâlâ o kimseye kırkbin sevâb ihsân eder: Eşhedü en lâilâhe illallahü vahdehü lâ şerîke lehû ilâhen vâhiden sameden lem yettehiz sâhibeten velâ veleden velem yekün lehû küfüven ehad.)

100 - Sultân-ı Enbiyâ "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" buyurdu ki,_(Bulunduğunuz toplantıdan kalkdığınız zemân, bu düâyı okuyun:"Sübhânek-allahümme ve bi hamdike, eşhedü en lâilâhe illâ ente vahdeke lâ şerîke leke ve estağfirüke ve etûbü ileyke." O meclisdeki günâhlar afv olunur.)

Kalbini öldürmemek için şu düâyı oku! Çünki, bu düâ, Resûlullahın "sallallahü aleyhi ve sellem" tavsiye eylediği bir düâdır. (Yâ hayyü yâ kayyûm yâ bedîassemâvâti vel erdı yâ zel celâli vel ikrâm, yâ lâilâhe illâ ente-es'elüke en tuhyiye kalbî bi-nûri ma'rifetike yâ Allahü yâ Allahü yâ Allah celle celâlüh.)

Sultân-ı Enbiyânın "sallallahü aleyhi ve sellem" ölüm zemânında dahî okuduğu düâ:

"Sübhânellahi ve bi hamdihi estağfirullahe ve etûbü ileyh."

Sokağa ve pazara çıkınca okunacak düâ: (Lâ ilâhe illallahü vahdehü lâ şerîke leh lehülmülkü ve lehülhamdü yühyî ve yümîtü ve hüve hayyün lâ yemûtü biyedihil hayr ve hüve alâ külli şey'in kadîr.)

101 - Yimek âdâbı:

(Fetâvâyi Hindiyye)de, beşinci cildde diyor ki, yimeğe başlarken ve bitdikden sonra elleri yıkamak sünnetdir. Başlarken (Bismillâhirrahmânirrahîm) demek ve sonunda (Elhamdülillah) demek sünnetdir. Sağ el ile yimek, sağ el ile içmek sünnetdir. Cünüb olan erkek ve kadının ellerini ve ağzını yıkamadan evvel yimesi ve içmesi mekrûhdur. Hayzlı kadın için mekrûh değildir. Kaynar şey yimemeli, yemeği koklamamalı ve içine üflememelidir. Yolda yürürken yimek ve içmek mekrûhdur. Başı açık yimek câizdir. Açlıkdan ölecek kimsenin leş yimesi câizdir. Leş bulamazsa ve birisi, (Elimi kes yi!) veyâ (Benden bir parça kes yi!) dese kesmesi, yimesi câiz olmaz. Kendi uzvundan et kesip yimesi de câiz olmaz. Bir kimseye birşeyi kaça aldın deseler, beş liraya dese, hâlbuki on liraya almış olsa, yalan söylemiş olmaz. Kokmuş et yimek harâmdır. Kokmuş yağ, süt yimek harâm değildir. Yemek ekşise, koksa necs olmaz. Fekat yimesi harâm olur. Ağac altına düşmüş meyvaları, yerden alıp yimek sâhibinin halâl etdiği bilinirse halâl olur. Nehr üzerinde sürüklenen meyvaları alıp yimek halâl olur. Fakîr, zenginin verdiği sadakadan, zengine hediyye etse, alması câiz olur.

Habîb-i kibriyâ "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdular ki: (Yemekden sonra bu düâyı okuyan kimsenin günâhları afv olunur: "El hamdülillâhillezî et'amenâ hâzet-ta'âme ve rezekanâ min gayr-ı havlin minnâ ve lâ kuvvete".)

İstiğfarların büyüğü:

Habîb-i kibriyâ "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (Bu düâyı okuyan kimse, düâyı sabâhleyin okursa ve akşama kadar ölürse, şehîd derecesine vâsıl olarak ölür. Akşamleyin okursa, yine sabâha kadar ölürse, aynı şeklde aynı dereceye ulaşır. Düâ şudur: Allahümme ente rabbî lâilâhe illâ ente halaktenî ve ene abdüke ve ene alâ ahdike ve va'dike mesteta'tü eûzü bike min şerri mâ sana'tü ebûü leke bi-ni'metike aleyye ve ebûü bi zenbî fağfirlî zünûbî feinnehû lâ yağfirüzzünûbe illâ ente. Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimîn.)

Peygamberimiz aleyhisselâm buyurdu ki, (Yâ Ebâ Hüreyre! Her kim, günde yirmibeş def'a bu düâyı okursa, Hak teâlâ, o şahsı âbidler zümresinden yazar.) Düâ şudur: "Allahümmagfir lî ve li- vâlideyye ve li-üstâziyye ve lil mü'minîne vel mü'minât vel müslimîne vel müslimât el ahyâ-i minhüm vel emvât bi-rahmetike yâ erhamerrâhimîn." Bu düâ (Se'âdet-i Ebediyye) 1037.ci sahîfesinde de yazılıdır.

TECDÎD-İ ÎMÂN DÜÂSI

Yâ Rabbî! Hîn-i bülûgumdan bu âna gelinceye kadar, islâm düşmanlarına ve bid'at ehline aldanarak, edindiğim yanlış, bozuk i'tikâdlarıma ve bid'at, fısk olan söylediklerime, dinlediklerime, gördüklerime ve işlediklerime nâdim oldum, pişmân oldum, bir dahâ böyle yanlış inanmamağa ve yapmamağa azm, cezm ve kasd eyledim. Peygamberlerin evveli Âdem aleyhisselâm ve âhiri bizim sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmdır. Bu iki Peygambere ve ikisi arasında gelmiş geçmiş Peygamberlerin cümlesine îmân etdim. Hepsi hakdır, sâdıkdır. Bildirdikleri doğrudur. (Âmentü billah ve bi-mâ câe min indillah, alâ murâdillah, ve âmentü bi-Resûlillah ve bi-mâ câe min indi Resûlillah alâ murâd-i Resûlillah, âmentü billâhi ve Melâiketihi ve kütübihi ve Rüsülihi velyevmil-âhiri ve bilkaderi hayrihi ve şerrihi minallâhi teâlâ vel-ba'sü ba'delmevti hakkun eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resûlüh.)

Tecdîd-i îmân düâsı: (Allahümme innî ürîdü en üceddidel-îmâne vennikâha tecdîden bi-kavli lâ-ilâhe illallah Muhammedün resûlullah).

102 - Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" her yeni elbise giydiği zemân bu düâyı okurdu: (Elhamdü lillâhillezî kesânî mâ ûriye bihi avretî.)

[Büyük İslâm âlimi, 14. cü hicrî asrın müceddidi, Seyyid Abdülhakîm Efendi "rahmetullahi aleyh" İstanbulun çeşidli câmi'lerindeki va'zlarında ve Medreset-ül-mütehassısîndeki ve Vefâ lisesindeki derslerinde ve husûsî sohbetlerinde, (Temiz ve yeni elbise giyiniz! Mevkı' ve hürmet sâhibi olan kimseler gibi giyininiz! Halâl olan elbiseleri ve yemekleri ve şerbetleri lüzûmu kadar kullanınız! Gitdiğiniz yerlerde ahlâkınızla, sözlerinizle islâmın vekarını, kıymetini gösterdiğiniz gibi, giyinmenizle de saygı ve ilgi toplayınız! Çeşidli, lezzetli yemeklerle ve tatlı, soğuk şerbetlerle bedeninizi, nefslerinizi râhat ve hoş tutunuz!) buyururdu. Seyyid Abdülhakîm efendinin bu tavsiyeleri, Muhammed bin Süleymân-ı Bağdâdînin "rahime-hümallahü teâlâ" (Hadîkat-ün-nediyye) kitâbında da uzun yazılıdır. Bu kitâb, arabî olup, 1397 [m. 1977] senesinde, İstanbulda ofset yolu ile Hakîkat Kitâbevi tarafından basdırılmışdır.]

İHLÂS SÛRESİNİ OKUMANIN FAZÎLETİ

103 - Ey Oğul! Sûre-i ihlâsı çok oku! Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki,(Kıyâmet gününde, bir çağırıcı çağırır ve der ki, Hak teâlâ hazretlerini zikr edenler ve ihlâs sûresini çok okuyanlar gelsinler. Cennetdeki makâmlarına vâsıl olsunlar.)

Bu sûre-i şerîfeyi Besmele ile bin kerre okuyan diş ağrısı görmez olur.
Tenbîh: Hazret-i Alî "radıyallahü anh" diyor ki: Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (Bir meclisin, ya'nî bir dersin, bir kitâbın, Kur'ân-ı kerîm okumanın sonunda Sübhâne Rabbike Rabbil izzeti ammâ yasifûn âyetini, sonuna kadar okuyana kıyâmetde çok sevâb verilir.) Dinde derinleşmemiş birkaç kişinin, terceme sûretiyle yazdığı kitâba, aklları ile de ilâveler yaparak müslimânları şaşırtdıkları ve çok günâha girdikleri görülmekdedir. Meselâ, (Sübhâne Rabbike) yerine (Sübhâne Rabbinâ) demek dahâ iyidir diyorlar. Zîrâ düâ olarak okunduğu için (Bizim Rabbimiz) diyerek cemâ'ati de karışdırmalıdır, diyorlar. Bunlar çok aldanıyor. Çünki, (Sübhâne Rabbike) âyet-i kerîmesi düâ değildir, tesbîhdir. Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" bu âyeti okuyunuz diyor, değişdiriniz demiyor. Ebû Bekr-i Sıddîk "radıyallahü teâlâ anh" diyor ki, (Peygamberimizin "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" bir hatâsını bütün ibâdetlerime değişirim.) Mukarreblerin, ya'nî Allahü teâlânın sevdiği insanların hatâsı, ebrârın, ya'nî iyi insanların hasenâtından kıymetlidir. Bunlar, hâşâ, âyet-i kerîmeyi düzeltmek, dahâ iyi yapmak mı istiyorlar? Kur'ân-ı kerîmdeki bir kef harfi, bütün ibâdetlerden dahâ kıymetlidir. Bunu değişdirmek küfre bile sebeb olur.

Bu âyet-i kerîmeyi değişdirerek okuyanlara, din âlimlerimizin verdikleri cevâblar (Se'âdet-i Ebediyye) kitâbımızda yazılıdır.

104 - Her sabâh Haşr sûresinin sonunda olan ve (Hüvellâhüllezî) ile başlayan üç âyeti okumak da büyük sevâb kazandırır ve eğer akşama kadar ölürse, şehîd derecesi ile ölür.

105 - Amme sûresini güneş doğarken okuyan kimse, bütün âfetlerden emîn olur.

[Hakîkî islâm âlimi, büyük velî, Abdüllah-i Dehlevî "kaddesallahü sirrehül'azîz", doksanıncı mektûbunun sonunda buyuruyor ki, (Peygamberimizin "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" bildirdiği âyet-i kerîmeleri ve düâları, belli vaktlerinde okumalıdır. Bunlar ve nâfile nemâzlar, ihlâs ile, huzûr-ı kalb ile okunmazsa, sahîh olmazlar, fâideleri olmaz. Bunun için, bizler, farzlardan ve müekked sünnetlerden başka hiçbirşey okumayıp, nâfile ibâdet yapmayıp, önce her an Allahımızı zikr ederek ve harâmlardan ictinâb ederek, kalblerimizi ve ahlâkımızı temizlemeğe çalışmalıyız!) Yetmişbirinci mektûbda diyor ki, (Zemânımızda, her yeri küfr, fısk ve bid'at kapladı. Bu zemânda, Allahü teâlânın, her an hâzır ve nâzır olduğunu kalbe yerleşdirmek çok güçleşdi. Fekat, kalb hastalığından kurtulmağa yine çalışmak lâzımdır. Bir kuş, semâya çıkmak için uçar da, semâya kavuşamazsa da, diğerlerinden yüksek olur ve kedilerin şerrinden âzâd olur.) Onikinci sahîfeye bakınız! Abdüllah-i Dehlevî, Hâlid-i Bağdâdînin mürşididir. 1240 [m. 1824] de Delhide vefât etdi. İsmi silsile-i âliyyede Sıbgâtullah-i Hîzânîden önce yazılıdır. Sıbgâtullah-i Arvâsî, Gavs-i Hîzânî ismi ile meşhûrdur. Seyyid Tâhânın halîfesi, Seyyid Fehîmin mürşidlerindendir. Hîzânda medfûndur. Abdürrahmân-ı Tâgınin mürşidîdir. Abdürrahmân-ı Tâgınin kabri Nûrşindedir.]

SALEVÂT FASLI

106 - Bir kimse Cum'a günleri çok salevât-i şerîfe getirirse, Hak teâlâ o kimsenin yüz hâcetini revâ kılar, bunun otuzu dünyâ, yetmişi âhıret hâcetidir.

Peygamberimiz "aleyhisselâm" buyurdu ki, (Her kim günde yüz def'a, [ma'nâsını düşünerek,] salevât-i şerîfe okursa, kıyâmet gününde güneşin sıcaklığından kurtulup, Arşın gölgesi altında benimle berâberdir. Ve her kim benim için bir salevât-ı şerîfe getirirse, rahmet melekleri onun günâhlarının afv olması için düâ ve istiğfar ederler.)

107 - Resûlullahın "sallallahü aleyhi ve sellem" üzerine çok salevât-ı şerîfe getir! Zîrâ bir hadîs-i şerîfde buyurdu ki: (Yanında ismim anılıp da, üzerime salevât-ı şerîfe getirmeyenlere yazıklar olsun. Bir de, Ramezân-ı şerîfe kavuşup, onu kemâl-i ta'zîm ile karşılayıp râzı etmeyen ve ana-babasının birine veyâ ikisine kavuşup da, onların rızâlarını almayanlara da yazıklar olsun.)

108 - Bil ki, her kim bir fakîre, onun gönlünün dilediği şeyi yidirse, Hak teâlâ hazretleri, o kimseye Cennet-i a'lâda bin derece verir ve Cennetde kendisine birçok ni'metler ihsân eder.

109 - Fakîrlere tasadduk etmeği unutma! Ehline ve çoluk çocuğuna ve akrabâna verdiğin şeyler de, sadaka yerine geçecekler. Ebû Emâmenin "radıyallahü teâlâ anh", Resûlullahdan "sallallahü aleyhi ve sellem" rivâyet etdiği hadîs-i şerîfde, (Ehline ve akrabâsına ihsân etmekden büyük derece ne olabilir?) buyuruldu. Önce, ehline, evlâdına halâl yidirmeli, halâl giydirmeli, sonra artan paranın zekâtını vermeli, ondan sonra da sadaka vermelidir.

110 - Sana nasîhat şudur ki, bu dört huy ile huylan. Zîrâ muhsinler [ya'nî iyiler] zümresinden olursun.

1- Genişlikde [zenginlikde] zekât, darlıkda sadaka vermek.

2- Gazab zemânında gazabını ve hırsını yenmek.

3- Başkasının aybını görünce, onu açmayıp, kapatmağa çalışmak.

4- Hizmetciye, ehline, evlâd ve akrabâya ihsân ederek onları hoş tutmak.

111 - Susamış kimseye su vermek de çok sevâbdır. Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (Allahü teâlâ, Cebrâîl aleyhisselâma sordu: Yer yüzüne insen ne iş yapardın?

Cebrâîl aleyhisselâm buyurdu ki: Yâ Rabbî! Yapacağım amel, sence ma'lûmdur. Dört şey yapardım:

1- Susamış kimselere su verirdim.

2- Çoluk çocuğu fazla olana yardım ederdim.

3- İki dargın arasını bulurdum.

4- Müslimânların ayblarını kapatırdım.)

Yine Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (Susamış bir kimseye su içirenlerin amel defterine yetmiş senelik sevâb yazılır. Eğer su bulunmadığı yerde içirirse, İsmâ'îl aleyhisselâm evlâdından birini kâfir elinden kurtarıp âzâd etmiş gibi sevâb verilir.)

112 - Her zemân çok iyilik yap! Hak teâlâ hazretleri hayrlı iş yapan kullarını çok sever. Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (Bir kimse bir fakîre bir lokma ta'âm verse, lokma o kimseye beş şey ile müjde eder:

1- Bir dâne idim, beni çoğaltdın.

2- Ben küçük iken, beni büyütdün.

3- Düşman iken, beni dost eyledin.

4- Fânî, yok olmak üzere iken, beni bâkî, sonsuz kalıcı eyledin.

5- Şimdiye kadar sen beni muhâfaza ederdin. Bundan sonra ben seni muhâfaza ederim.)

113 - Sadaka ve zekât vermekle mal eksilmez, artar. Abdürrahmân ibni Avf "radıyallahü anh", Peygamberimiz aleyhisselâmdan işiterek buyurdu ki, üç şeye yemîn ederim:

1- Zekât vermekle mal eksilmez, çoğalır.

2- Zulm edilen kimse, zâlime hakkını bağışlarsa, Hak teâlâ, kıyâmet gününde bu kulun derecesini yükseltir.

3- Dâimâ isteyici olan kimseyi, Hak teâlâ fakîrlikden kurtarmaz.

114 - Ebû Hüreyre "radıyallahü anh", Peygamberimizden "aleyhisselâm" şöyle işitdim, diyor: (İnsanlar tasadduk etdiği şeyi, Allah rızâsı için verirse, Hak teâlâ hazretlerine verilmiş gibi sayılır ki, mukâbilinde bin sevâb, [diğer bir rivâyete göre ikibin sevâb] alır.) Bir kimseye ödünç verir isen, iyilikle ver ve iyilikle al! Ödünç verilen adam fakîr ise ve nemâz kılıyor, harâmlardan sakınıyorsa, veren kimse, verdiğini ona bağışlarsa kıyâmet günü arş-ı a'lânın gölgesinde gölgelenecek ve Cennetde büyük bir dereceye nâil olacakdır.

Tenbîh: Sadaka vermek nâfile ibâdetdir. Zekât vermek ve borç ödemek, birinin hakkını iâde etmek ise, farzdırlar. Üzerinde farz borcu olanların sünnetleri ve nâfileleri kabûl olmaz. O hâlde, bir kuruş zekâtı veyâ bir kuruş borcu olan kimsenin sadakaları kabûl olunmaz. Milyonlarca sadaka verse, binlerce hayr yapsa, zekâtını vermedikce veyâ borcunu ödemedikçe, hiçbiri kabûl olmaz, ya'nî hiç sevâb kazanamadığı gibi, zekât ve borç günâhından da kurtulamaz. Zekât hakkında, 212. ci maddede geniş bilgi verilmişdir.

115 - Bir kimseye ödünç vermek, tasadduk etmekden dahâ hayrlıdır. Zîrâ, Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki: (Ödünç vermek, tasadduk etmekden onsekiz derece dahâ fazîletlidir.)

Bir kişiye bir iş yapdırdığın vakt, hemen ücretini ver! Şâyed vermeyip, hakkı kıyâmet gününe kalacak olursa, kıyâmet günü, o şahsın da'vâcısı, Allahü teâlâ hazretleri olacakdır. Birbirinize iş gördüğünüz zemân, ödünc alıp verdiğiniz vakt, güzel muâmele yapın! Birbirinizin gönlünü kırmayınız. Zîrâ iyilik yapacağınız yerde, günâh işlemiş olursunuz. Ödünç alan, ödemek niyyetiyle almalıdır. Üç sebeble ödünç alınır:

1- Çok fakîr olup çalışmağa kudreti olmayanın nafakasına sarf edecek kadar ödünç alması.

2- Bulunduğu yerin âdetine göre, kirâ ile veyâ mülk olarak, korunacak bir mesken te'min etmek için.

3- Evlenmek için.

Bu şeyler için Allahü teâlâya tevekkül ederek ve ödemeğe niyyet etmek şartı ile borç alanlara, Allahü teâlâ çabuk ödemek nasîb eder. Çok borç almayınız ki, râhat olasınız. Zîrâ, borcu alan, köle gibi olur, gece gündüz üzüntülü olur.

116 - Alış veriş yaparken ve ödünç verirken ribâdan, ya'nî (Fâiz) alıp vermekden sakın! Ödünç verdiğin kimseden menfe'ât bekleme! Zîrâ, azıcık aldığın veyâ verdiğin fâizin günâhı Allahü teâlâ indinde, annesiyle yetmiş def'a zinâ etmiş gibidir. Ya'nî, fâizin azı da, çoğu da, alması da, vermesi de harâmdır. Fâize şâhid olan, kâtib olan ve vekîl olan da, Allahü teâlâ indinde mel'ûn ve sorumludur. Çok sakınmak lâzımdır.

Tenbîh: İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i elf-i sânî Ahmed Fârûkî-yi Serhendî "kaddesallahü sirreh" hazretleri (Mektûbât)ın birinci cildi, yüzikinci mektûbunda buyuruyor ki: Bir müslimâna bir mikdâr fazla ödemesi şartı ile borç verildikde, ödenilen paranın fazlası fâiz olmakla kalmıyor. Evvelce yapılan (akd), ya'nî mukâvele, sözleşme fâiz oluyor. Böyle bir mukâvelenin kendisi harâmdır ve harâm sebebi ile alınan herşey de harâmdır. O hâlde, yüz lira borç verip, karşılığında, yüzon lira almak şartı ile yapılan akd, ya'nî pazarlık harâm olup, alınan yüzon liranın hepsi fâiz olur, harâm olur. (Câmi'ur-rumûz) fıkh kitâbında ve İbrahîm Şâhînin kitâbında da bu, güzel anlatılmakdadır. Fâiz ile para almağa ihtiyâcı olanlara gelince, ribânın harâm olduğu Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça yazılıdır ve umûmîdir. Ya'nî ihtiyâcı olana da, olmıyana da harâmdır. İhtiyâcı olanları ayırmak, Allahü teâlânın ve Peygamberimizin "sallallahü aleyhi ve sellem" emrlerini değişdirmek olur. (Kınye) kitâbının, bu emrleri değişdirmeğe haddi ve salâhıyyeti yokdur. Lâhor şehrindeki âlimlerin en büyüğü olan Mevlânâ Cemâl "rahime-hullahü teâlâ" Kınye kitâbının birçok sözlerine güvenilmez ve kıymetli kitâblara muhâlifdir, buyuruyor. Kınyedeki, ihtiyâcı olanların fâiz ile borç alması câiz olur, sözünü doğru kabûl etsek bile, eğer her ihtiyâcı olana câiz dersek, fâizin harâm edilmesine sebeb kalmazdı. Çünki, herkesi, fâiz ile para almağa götüren, elbette bir ihtiyâcdır. Kimse ihtiyâcı yokken, kendi zararına iş görmez ve hakîm olan, hamîd olan Allahü teâlânın bu emri fâidesiz ve lüzûmsuz olurdu. Allahü teâlânın kitâbı olan Kur'ân-ı kerîme böyle iftirâda bulunmak, çok çirkin bir cesâretdir. Farz-ı muhâl olarak her ihtiyâcı da özr kabûl edersek, ihtiyâc, lüzûm demekdir. Lüzûmun da bir mikdârı ve derecesi vardır. Ziyâfet vermek için fâiz ile ödünç almak ihtiyâc değildir ve buna zarûret yokdur. Meselâ bir cenâze için yalnız kefen ihtiyâcdır, buyurmuşlardır. Onun rûhu için helva pişirmek ihtiyâc değildir, buyurmuşlardır. Hâlbuki onun sadakaya ihtiyâcı her ihtiyâcın üstündedir. Böyle olunca, fâiz ile para alanların ihtiyâcları, ihtiyâc olur mu, olmaz mı ve böyle para ile hâzırlanan yemekleri yimek halâl olur mu? Âilenin çok kişi olmasını ve askerliği ihtiyâca behâne etmek ise, müslimânlığa yakışacak bir şey değildir. Eğer denirse ki, bugün halâl lokma bulmak mümkin olmuyor. Evet bu söz doğrudur. Fekat, mümkin olduğu kadar harâmdan kaçmak lâzımdır. Mahsûlün bereketsiz olmaması için tarlayı abdestsiz ekmemelidir, buyurmuşlardır. Hâlbuki bugün bundan kurtulmak imkânsızdır. Fekat, fâiz ile para almamak çok kolaydır. Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde harâm olduğu bildirilen şeyleri harâm bilmek, halâl olduğu bildirilen şeyleri de halâl bilmek lâzımdır. Bunlara inanmayan, kâfir olur. Açıkça bildirilmeyen halâl ve harâm ise, böyle değildir. Meselâ, birçok şeyler Hanefî mezhebinde harâm iken, Şâfi'îde halâldir. O hâlde, ihtiyâcı olanın fâiz ile para alması câiz değildir, diyene, (Sus! Halâle harâm deme! Kâfir olursun) denemez. Çünki onun sözü hakîkate yakındır, belki de tâm hakîkatdir ve ona verilen cevâb, tehlükelidir. Harâm şübhesi olan şeyleri terk etmek evlâdır. Tekrâr edelim ki, ihtiyâc dâiresi çok genişdir. Eğer geniş tutulursa fâiz almıyacak kimse kalmaz ve Allahü teâlânın fâizi harâm etmesi, hâşâ, abes ve boşuna olmuş olur. Kınye kitâbı da nihâyet ihtiyâcı olanın fâiz ile para almasına cevaz vermekdedir. Yoksa herkese değil. İhtiyâcı böyle şübheli yoldan ise, halâl yoldan aramalıdır ve takvâ bereketi ile ve ufak bir teşebbüs ile, ihtiyâc ortadan kalkar. Mektûbâtdan terceme temâm oldu.

İbni Nüceym Zeyn-ül-Âbidîn Mısrî "rahime-hullahü teâlâ" (Eşbâh) kitâbında, beşinci kâidenin sonunda, (Ba'zı ihtiyâclar zarûret kabûl edilir. Meselâ muhtâc olanın fâiz ödeyerek ödünç alması câiz olur) diyor. Seyyid Ahmed Hamevî "rahime-hullahü teâlâ" burayı açıklarken, (Meselâ on altın ödünç alıp, her gün belli mikdâr bir şeyi fâiz olarak öder) diyor. Bundan anlaşılıyor ki, nafakaya muhtâc olup, çalışamıyan ve karz-ı hasen bulamıyan âciz kimsenin nafaka için, fâiz ile ödünç alması câiz olur. Fekat, bu hâlde de (Mu'âmele satışı) yolu ile almalıdır. Meselâ, on altın alıp, oniki altın ödemekde uyuşulunca, on altını alırken, kalem, defter, kitâb gibi herhangi bir şeyi de iki altına satın alıp, oniki altın borçlanır. Böyle, fesâd ile, bid'at ile karşılaşıldığı zemân, islâmiyyete uymak için, ihtiyâtlı yol aramağa, (Hîle-i şer'ıyye) denir. Âciz olanın, zarûrete düşenin, ibâdetini kaçırmaması veyâ harâm işlememesi için (Hîle-i şer'ıyye) yapması lâzım olur. İslâmiyyete uymakdan kaçmak için çâre aramağa (Hîle-i bâtıla) denir ki, harâmdır.

Tenbîh 2: Dâr-ül-harbde ya'nî Fransa, İtalya gibi putlara tapınan kâfir hükûmetlerin toprağında, kâfirlerden, kendi rızâları ile mal çekmek, meselâ onlara fâizle ödünç vermek câizdir. Fekat fâizle ödünç para almak orada da câiz değildir. Dâr-ül-harbdeki bir bankaya para yatırıp, fâiz almak, fâiz ile ödünç vermek için banka ile ortak olmak demekdir. Bu bankadan para çekenlerin hepsi kâfir ise, bankaya yatırılan paranın fâizini almak halâl olur. Bankadan fâiz ile para alanların hepsi müslimân ise, bankaya yatırılan paranın fâizini almak harâmdır. Bankadan ödünç para alan müşteriler, müslimân ile kâfir karışık ise, alınan fâiz mekrûhdur, ya'nî tahrîmen mekrûhdur. Kâfir mikdârı fazla ise, halâle yakın tenzîhen mekrûh olur. Mekrûhdan da sakınmalı, fâize bulaşmamalıdır. Bankaya yatırılan paranın fâizini (Mu'âmele satışı) semeni olarak almalıdır. Peygamberimiz "aleyhisselâm": (Fâiz yiyenin şâhidliğini kabûl etmeyin! Eğer kabûl ederseniz, Allahü teâlâ ibâdetlerinizi kabûl etmez. Cemâ'at ile nemâzı terk edenin de, kabûl etmeyiniz) buyurdu. Muhtâc olduğu malı satın almak için, bankadan fâiz ile ödünç para almamalı, banka bu malı satın alıp, üzerine kâr koyarak bu kimseye taksîd ile ödemek üzere veresiye satmalıdır. (Riyâd-un-nâsıhîn) kitâbında, kırk nev' fâiz olduğu misâller ile yazılıdır.

ALIŞ-VERİŞDE YALAN SÖYLEMEK FASLI

117 - Bir kimse, alış verişinde yalan söylerse, Allahü teâlânın rahmetinden mahrûm kalır. Peygamberimiz "aleyhisselâm" buyurdu ki: (Kıyâmet günü Allahü teâlâ hazretleri üç kısm insanlara rahmet nazarı ile bakmaz:

1- Alış verişinde yalan söyleyerek fâhiş fiyatla mal satana.

2- Gelişi güzel her şeye yemîn edene.

3- Kendisinde su olduğu hâlde, başkasına vermeyene.)

118 - Susuz olana su vermeyen insanlara kıyâmet günü, Allahü teâlâ buyuracak ki, siz benim suyumu kullarımdan esirgediniz. Şimdi, sizden rahmetimi uzak eyledim.

119 - Bir şeyi satın alan pişmân olup geri getirse, o malı geri al! Zîrâ, geri almakdan ziyân olmaz. Allahü teâlâ bereketini ihsân buyurur, on mislini verir.

120 - Ey Oğul! Bu üç şeyi yanlış ve hîleli kullananlar hakkında, Allahü teâlâ, "Mütaffifîn sûresinde" meâlen, (Alıp satarken noksan ölçenlere şiddetli azâb vardır) buyurdu.

121 - Kul hakkından kork! Borcun varsa onu ödemeğe çalış. Bir kuruş borcu olanın cenâze nemâzını Habîbullah kılmamışdır. O borcu ödemedikce, insan Cennete giremez. [Zevce istediği zemân, erkeğin (Mu'accel mehri)ni hemen vermesi, onu boşadığı zemân da, (Müeccel mehr)i ona hemen ödemesi lâzımdır. Zevc, zevcesine olan müeccel mehr borcunu ayırmalı, öldükden sonra zevcesine verilmesi için vasıyyet etmelidir. Vasıyyet etmedi ise, ölünce mîrâs taksîm edilmeden evvel mehrin hepsinin mîrâsdan zevcesine hemen ödenmesi lâzımdır. Zevcesini boşayınca, mehrini ödemiyen, dünyâda habs, âhıretde azâb olunur. Zevc mehr borcunu zekât, fıtra ve kurban nisâbına katmaz. Zevce nisâb hisâbına katar. Fekat, nisâb mikdârı teslîm aldıkdan bir sene sonra elinde kalırsa, yalnız o senenin zekâtını verir. Akrabâsına ve emri altında olanlara din bilgilerini öğretmek de kul borcudur.] Hadîs-i şerîfde, (Bir kişi borçlu olsa ve vermek azminde olsa, Allahü teâlânın yardımı onunla berâberdir) buyuruldu.

[(Hadîka)da, ayak âfetlerini anlatırken diyor ki, (Hayvânın ve kâfirin hakkı için de, kıyâmetde azâb yapılacakdır. Dünyâda halâllaşılmadı ise, âhıretde kâfirin hakkından kurtulmak dahâ zor olur. Hayvân hakkından kurtulmak ise, bundan da zor olur.) Bunun için, Dâr-ül-harbde de, kâfirlerin mallarına, canlarına, ırzlarına dokunmakdan çok sakınmalıdır. Onların kanûnlarına da uymalı, fitne, fesâd çıkarmamalıdır.]

(ÖNCEKİ SAYFA) (SONRAKİ SAYFA)