VÜCÛD EMÂNETİ [Nİ'METİ]

122 - Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki: (El, insana bir emânetdir, onunla harâm olan şeyi tutma! Ayağın sana bir emânetdir. Onun ile harâm yere gitme! Tenâsül âleti sana bir emânetdir, onunla zinâ etme!) Bunun gibi bedendeki bütün a'zâlar birer emânetdir. Bu ni'metleri meşrû' şeklde ve meşrû' yerlerde kullanırsan, emîn kimselerden olur, Cenâb-ı Hakka karşı tam şükr yapmış olursun. Bu emânetleri gayr-ı meşrû' yerlerde kullanan insan, Allahü teâlâya isyân etmiş ve hiyânet etmiş olur.

Tenbîh: Hastayı tedâvî etmek sünnetdir. Tedâvînin, ilâc ile, sadaka vermekle ve düâ ile yapılacağı bildirildi. Tecribe edilip, te'sîrlerinin kat'î olduğu anlaşılan aşıları, serumları ve mikrop öldüren ve benzerleri ilâcları kullanmak farz olduğu (İbni Âbidîn)in "rahime-hullahü teâlâ", (Hazar ve ibâha) kısmından anlaşılmakdadır. (Sular bâbı)nın sonunda da diyor ki, (Harâm olan ilâcın te'sîri kat'i ise ve şifâ verecek halâl ilâc yoksa, domuz etinden başka harâm ilâcın kullanılması câiz olur. Şifâ te'sîri zannî ise, câiz olmaz.) Oruc bahsinin sonunda diyor ki, (Müslimân hasta, müslimân tabîb bulamadığı zemân, kâfir tabîbe gidip tedâvî olması câizdir. Kâfir tabîbin sözü ile, ibâdetini terk ve tehîr etmesi [ve harâm olan ilâc kullanması] câiz değildir.) (Fetâvâyı Hindiyye)nin Kerâhiyyet kısmının onsekizinci bâbında diyor ki, (Şifânın Allahü teâlâdan geldiğine inanan hastanın ilâc kullanması câizdir. İlâcdan şifâ beklemek câiz değildir. Allahü teâlânın şifâyı yaratması için, ilâcı sebeb yapdığına inanmak lâzımdır. Domuz habîs olduğu için ve insan muhterem olduğu için, ikisinin organlarını ilâc olarak kullanmak câiz değildir. Diğer hayvânların câizdir. İlâc kullanmayıp ölmek günâh değildir. Gıdâ almayıp ölmek günâhdır. [Te'sîri kat'î olan ilâc, gıdâ gibidir.] Fâidesi kat'î olan şeyleri kullanmamak harâmdır. Kadın sütünü ilâc olarak kullanmak câizdir. Kadının sakız çiğnemesi, sözbirliği ile câizdir. Erkeğin çiğnemesi ihtilâflıdır. Hastaya ve hayvân sokana, şifâ için Kur'ân-ı kerîm okumak veyâ kâğıda yazıp muska olarak taşıması yâhud tas içinde ıslatıp, bu suyu içmesi, bu su ile, ağrıyan yeri yıkaması câiz diyen âlimlerin sözleri mu'teberdir. Meşhûr düâlar ile muska ve ilâc câizdir. Nazar için tütsü yapmak, kurşun dökmek câiz diyenler vardır. Bağa, bağçeye, tarlaya, nazar değmemek için, ba'zı şeyler asmak câizdir. Çocuk olmaması için erkeğin tedbîr alması câiz olur. Dört aylık çocuğunu aldıran kadın cezâlandırılır. Dahâ önce aldırması câizdir.)

Süâl: Şer'î nikâhı bulunan bir âilenin çocuğu olmaz ise, (Sun'î ilkâh) ve (Tüb bebek) denilen üsûl ile, çocuk olmasına teşebbüs etmek câiz midir?

Cevâb: Bir erkekle kızın şer'î nikâh yaparak, Allahü teâlâdan çocuk taleb etmelerini tergîb ve teşvîk buyuran hadîs-i şerîfler çokdur. Çocuğu olmıyan zevceynin, Silsile-i aliyyeyi vâsıta yaparak, düâ etmeleri ve meşrû' sebeblere teşebbüs etmeleri lâzımdır. Zevceynin menîleri alınıp, bir tüpe konuluyor. Tüpde ilkâh vâkı' oldukdan sonra, zevcenin rahmine konuyor. Buna (Sun'î ilkâh) ve (tüb bebek) deniyor. Bunun câiz olacağı anlaşılmakdadır. Ancak, buna zarûret olmadığı için, bu işi zevceynin kendilerinin yapmaları, tabîb, hemşîre, ebe gibi yabancıların, bunların avret mahallerini görmemeleri ve sun'î ilkâhın, nikâhsız olan erkekle kız arasında yapılmaması lâzımdır.

Abdül'Azîz Dehlevî "rahime-hullahü teâlâ" 1386 [m. 1966] senesinde, Efganistânın Kâbil şehrinde basılan fârisî tefsîrinde, Bekara sûresinin fazîletlerini bildirirken diyor ki, Abdüllah bin Ahmed bin Hanbel "rahime-hullahü teâlâ", (Zevâid-i Müsned)inde ve Hâkim ile Beyhekî "rahime-hümallahü teâlâ" (De'avât) kitâblarında, Übeyyübni Ka'b "radıyallahü teâlâ anh" diyor ki, Resûlullahın "sallallahü aleyhi ve sellem" yanında oturuyordum. Bir köylü geldi. Kardeşinin ağır hasta olduğunu söyledi. (Hastalığı nedir?) buyuruldukda, cin çarpması dedi. (Kardeşini buraya getir) buyuruldu. Kardeşi gelip oturdu. Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem", şu âyetleri okuyup, hastaya üfledi. Hemen iyi olup, kalkdı: Fâtiha, Bekara sûresi başından dört âyet, (Ve ilâhüküm)den başlıyarak, (Ya'kılûn)e kadar, iki 163 ve 164. cü âyetleri, Âyetel-kürsî, (Hâlidûn)e kadar, Bekara sûresi sonundaki (Lillahi)den başlıyan üç âyet, (Âl-i İmrân) sûresinin (Şehidallahü) ile başlıyan tek onsekizinci âyeti, (A'râf) sûresinin (İnne-Rabbeküm) ile başlıyan tek ellidördüncü âyeti, (Müminûn) sûresinin (Fe-tealallahü) ile başlıyan tek yüzonaltıncı âyeti, Cin sûresinin (Ve ennehu teâlâ) ile başlıyan tek üçüncü âyeti, Sâffât sûresinin başından on âyet, Haşr sûresinin sonunda (Hüvallâhü) ile başlıyan üç âyet, (İhlâs) ve (Mu'avvizeteyn) sûreleri. [Seyyid Ahmed "rahime-hullahü teâlâ" bu âyetleri toplıyarak (Âyât-i hırz) risâlesi yazmışdır. Âyât-i hırz, (muhâfaza edici âyetler) demek olup, arabî (Teshîl-ül-menâfi') tedâvî kitâbının 1982 İstanbul baskısı sonuna, ilâveli olarak yazılmışdır. Abdest alıp, yedi istigfâr ve onbir salevât okuyup hastanın sıhhatına niyyet ederek, güneş doğdukdan ve ikindi nemâzından sonra, günde iki def'a hasta üzerine okuyup, işâret bulunan yerlerde, hastaya üfürmeli, şifâ buluncıya kadar [kırk gün kadar] devâm etmeli. Her def'ası sonunda, bir Fâtiha okuyarak, sevâbını Peygamber efendimizin "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" ve Behâüddîn-i Buhârî, Ahmed Rifâ-i ve imâm-ı Rabbânînin rûhlarına hediyye etmelidir. Bir nüsha [Muska] yazıp, yanında taşırsa, sihrden, büyüden, nazar değmesinden korur. Murâdı hâsıl olur. 138. ci maddeye bakınız!

(Hizb-ül-bahr) okumak da, derdlerden kurtulmak için pek fâidelidir. Bunu Ebül-Hasen Şâzilî hâzırlamışdır.]

Dârimînin (Müsned)inde, Abdüllah ibni Mes'ûd "radıyallahü anh" diyor ki, (Evde, Bekara sûresi başından (Müflihûn)a kadar beş âyet okunduğu gece, şeytân o eve giremez.)

Meyyit defn edilince, baş tarafında, Bekara sûresinin başını, ayak tarafında sonunu okumak emr olundu.

Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Bir evde, şu otuzüç âyet okunduğu gece, yırtıcı hayvân ve eşkıyâ, düşman, sabâha kadar canına, malına zarar yapamaz: Bekara başından beş âyet, Âyetelkürsî başından (Hâlidûn)e kadar üç âyet, Bekara sonunda (Lillahi)den sûre sonuna kadar üç âyet, (A'râf) sûresinde (İnne Rabbeküm)den (Muhsinîn)e kadar, ellibeşden i'tibâren üç âyet, (İsrâ) sûresi sonundaki (Kul)den iki âyet, Sâffât sûresi başından (Lâzib)e kadar onbir âyet, Rahmân sûresinde (Yâ ma'şerelcin)den (Fe izâ)ya kadar iki âyet, Haşr sûresi sonunda (Lev enzelnâ)dan sûre sonuna kadar, Cin sûresinde başından (Şatatâ)ya kadar dört âyet.)
Yedi kerre Fâtiha okuyup, derd, ağrı olan uzva üflenirse, şifâ hâsıl olur. (Tefsîr-i Azîzî)den terceme temâm oldu.

Abdüllah-ı Dehlevî "rahmetullahi aleyh", yüzonyedinci mektûbunda buyuruyor ki, (Her işde, Pîrân-ı kibârın ervâh-ı tayyıbesini vâsıta yaparak, Allahü teâlâya ilticâ ve düâ etmelidir. [Bunun için (Silsile-i aliyye)yi okumalıdır.] Bunların vâsıtası ile, dînî ve dünyevî murâdları ihsân eder.) (Silsile-i aliyye), (Se'âdet-i Ebediyye) ve (Eshâb-ı Kirâm) kitâblarında yazılıdır. Âyet-i kerîmenin ve düânın te'sîr etmesi için, okuyanın Ehl-i sünnet i'tikâdında olması, kul hakkından sakınması, harâm ve habîs şey yimemesi ve okunan kimseden karşılık istememesi şartdır.

[İlâc almak, âyet-i kerîme ve düâ okumak, üflemek ve yanında taşımak, insanın ömrünü uzatmaz, ölüme mâni' olmaz. Eceli gecikdirmez. Ömrü olanın dertlerini, ağrılarını giderip, sihhatlı, râhat ve neşeli yaşamasına sebeb olurlar. Kalb nakli ve beyin, böbrek, ciğer gibi ameliyâtlar, aşılar, serûmlar, ölüme mâni' olmaz. Ömrü olanlara fâideli olur. Eceli gelen çok kimsenin ameliyât esnâsında öldüklerini bilmiyen yokdur. Düânın kabûl olması için, istenilen şeyin sebebine yapışmak lâzımdır. Allahü teâlâ, herşeyi sebeb ile yaratır. Tedbîr almak, sebebi aramak lâzımdır. Düâ edince, Allahü teâlâ sebebe kavuşdurur ve sebebde te'sîr, kuvvet yaratır. Evliyâya, sevdiklerine sebebsiz de verir. Buna (kerâmet) denir. Sebebe yapışmadan düâ etmek, Allahü teâlânın âdetine uymamak olur.]

123 - Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (Bir kişi geldi, Lokman hakîm hazretlerine sordu:

- Yâ Lokman! Sen bu mertebeye nasıl erişdin?

Lokman hazretleri buyurdu ki: Ben bu mertebeye üç şeyle erişdim:

1- Emâneti yerine vermekle,

2- Doğru söylemekle.

3- Mâlâya'nîyi [ya'nî fâidesiz sözü] terk etmekle.)

124 - Mü'mînûn sûresinin sekizinci âyetinde meâlen, (Emânetleri güzelce kullanıp, yerli yerine îfâ edeni, korkduğundan emîn kılıp, Cennetime koyarım) buyuruldu.

Tenbîh: Kitâbın çeşidli yerlerinde, insanı Allahü teâlânın rahmetine kavuşduracak düâlar, iyi işler yazılıdır. Bunlar övülmekde, yapılmaları teşvîk edilmekdedir. Unutmamalı ki, Âhıretde Allahü teâlânın rahmetine kavuşabilmek için, îmân ile ölmek lâzımdır. Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açık bildirilenlere uygun îmânı olmıyan ve harâmlardan sakınmağa ve islâmın beş şartını yapmağa ehemmiyyet vermiyen kimse rahmete kavuşamaz. Ehl-i sünnet i'tikâdında olmıyana (Bid'at ehli) denir. Bunun yapdığı ibâdetleri sahîh olup da, borcdan, azâbından kurtulur ise de, va'd edilmiş olan sevâblarına kavuşamaz. Âhıretde, dünyâda yapmış olduğu iyiliklerin, hayrât ve hasenâtının karşılığına kavuşamıyacakdır. Dünyâdaki iyiliklerinin karşılıklarına kavuşmak istiyenin, hemen tevbe etmesi, îmânını düzeltmesi lâzımdır.

125 - Hak teâlâ buyurur ki, ey kulum, ben acıkdım, beni doyurmadın. Kul cevâben der ki: Yâ Rabbî! Bütün âlemleri doyuran sensin! Ben seni nasıl doyurabilirim? O zemân cenâb-ı Hak buyurur ki, falan fakîr kulum aç idi, sen ise bol bol rızklar içinde yüzüyordun. O fakîr kulumu doyursaydın, benim rızâmı kazanmış olacakdın. Yine Allahü teâlâ buyurur ki, ey kulum, ben susamışdım. Bana niçin su vermedin? Kul aynı şeklde: Yâ Rabbî! Bütün âlemlere su veren sensin, benim seni sulamağa kudretim var mıdır? Allahü teâlâ buyurur ki, falan kulum susamışdı, eğer onu sulamış olsaydın, benim sevgi ve muhabbetimi kazanmış olacakdın. Yine bunun gibi, çıplak olanı giydirmek için bu süâl-cevâb vârid olur. Yine bunun gibi, ben hasta idim de, benim hâl ve hâtırımı gelip sormadın. Yâ Rabbî, seni nasıl ziyâret edebilirdim? Allahü teâlâ buyurur ki, falan kulum hasta idi, onu ziyâret edeydin, orada benim rızâmı bulacakdın.

NİKÂH FASLI

Tenbîh: (El-İhtiyâr) kitâbında diyor ki, (Nikâh), evlenmek için yapılan akd ya'nî sözleşme demekdir. Kur'ân-ı kerîm, nikâh yapmağı emr etmekdedir. (Nisâ) sûresinin üçüncü âyetinde meâlen, (Halâl olan kadınlardan nikâh ediniz!) ve yirmiüçüncü âyetinde meâlen, (Onları sâhiblerinin izni ile nikâh ediniz!) ve Nûr sûresinin otuzikinci âyetinde meâlen, (Zevci olmıyanları nikâh edin!) buyuruldu. Hadîs-i şerîfde de, (Nikâh, ancak şâhidlerle olur) ve (Nikâhlanın, çoğalın! Kıyâmet günü, ümmetlere karşı sizinle övüneceğim) ve (Nikâh yapmak, benim sünnetimdir. Sünnetimi terk eden benden değildir) buyuruldu. Âyet-i kerîmeler, hadîs-i şerîfler ve icmâ'ı ümmet, nikâhın meşrû' olduğunu, ibâdet olduğunu bildiriyorlar. Nikâhsız evlenmek harâmdır. Nikâh lâzım olduğuna ehemmiyyet vermiyen kâfir olur. Evlenmek sünnet-i müekkededir. Ba'zan farz olur. Zulm, işkence yapmak korkusu olunca, mekrûh olur. Nikâh, iki müslimânın, mâdî olan [geçmiş zemân bildiren] kelime söylemesi ile yapılır. Meselâ, beni zevceliğe al deyince, seni zevceliğe aldım demekle olur. Nikâh kelimesi ile ve hediyye, sadaka olarak, mülk, satın alış, satış kelimeleri ile de sahîh olur. Müşrikin, mürtedin nikâhı sahîh olmaz. Hanefî mezhebine göre müslimânların nikâhında iki müslimân erkeğin veyâ bir erkekle iki kadının şâhid olarak bulunmaları lâzımdır. Müslimânın, kitâblı kâfir olan zimmî kadını nikâh ederken, iki şâhidin de zimmî olmaları câizdir. Mehr parasını konuşmak nikâhın sahîh olması için şart değil ise de, Mehr-i misil verilir. Ya'nî kadının akrabâsına, meselâ halasına verilmiş olan kadar mehr verilir. İslâmiyyete uygun yapılan nikâhdan sonra zevcin zevcesi isteyince mu'accel mehri hemen ödemesi lâzım olur. Bunun için, nikâh yapılırken, mu'accel [hemen verilecek] ve müeccel [ayrıldıkları zemân verilecek] mehrlerin mikdârları ayrı ayrı tesbît edilir ve evlenme cüzdânına yazılır. Dâmâd ve mevcûd iki şâhid imzâlayıp zevceye teslîm edilir. Bu iki mehrin mikdârlarının toplamı on dirhem ya'nî yedi miskal gümüş kıymetinden az olmamalıdır. Şimdi gümüş, şer'î kıymetinden düşük olduğu için, mehr bir miskal altından, ya'nî bir altın liranın üçde ikisinden [5,5 gramdan] az olmamalıdır. Zemânımızda, on ile elli altın lira arasında olmakdadır. İslâmiyyet erkeğe zevcesini boşamak hakkını vermiş ise de, bu hakkı kullanmak imkânsız gibidir. Çünki, boşayınca mehr parasını kadına hemen ödemesini ve oğulları yedi yaşına, kızları bülûğ zemânına gelinceye kadar, çocuklarının nafakasını da analarına devâmlı vermesini emr etmekde, ödemezse dünyâda habse, âhıretde de Cehenneme gireceğini bildirmekdedir.

Bir erkeğin, annelerini, kızlarını, kız kardeşlerini, halalarını, teyzelerini, kardeşinin kızlarını, ne kadar uzak olursa olsunlar nikâh etmesi ebedî harâmdır. Bunlara, (Mahrem akrabâ) denir. Nesebden harâm olan bu yedi kadın, süt ve zinâ sebebi ile de harâmdırlar. Kayın vâlideyi ve bunun annelerini ve gelini ve çocuklarının gelinlerini ve üvey kızı ve üvey anneyi nikâh etmek de ebedî harâmdır. Dörtden fazla evlenmek ve başkasının zevcesi ile evlenmek câiz değildir. Müslimân erkeğin, ehl-i kitâb kadın ile ya'nî yehûdî ve hıristiyan dîninde olup, bir mahlûka ülûhiyyet sıfatı isnâd etmiyen kadını nikâh etmesi câizdir. (Ni'met-i islâm)da diyor ki, (Ehl-i kitâbın nikâhında şâhidlerin müslimân olmaları şart değildir. Bir müslimân, kitâblı olan zevcesini kiliseye gitmekden ve evde şerâb yapmakdan men' edebilir. Hayz ve nifâs sonunda da diyor ki: gusl abdesti almağa cebr edemez. Tesettür etmesi iyi olur. Müslime üzerine kitâbiyye tezevvüc etmek câiz olur.) Kitâbsız kâfir kadınla ve mürted olmuş kadınla evlenmesi câiz değildir. Müslimân kadının hiçbir kâfirle evlenmesi câiz değildir. Şî'îlerin, acemlerin yapdıkları (Müt'a nikâhı) [ya'nî metres tutmak] ve (Muvakkat nikâh) harâmdır. Müt'a nikâhı, bir kadına para verip, belli zemân, berâber yaşamağa sözleşmekdir.

Nikâhda kadınların da sözü mu'teberdir. Ya'nî, âkıl, bâliğ kadının, kendini nikâh etmesi ve başkasının velîsi, vekîli olunca, onu nikâh etmesi veyâ kendini nikâh etmesi için birini vekîl etmesi yâhud başkasının kendisini bir kimseye nikâh etmiş olduğunu anlayınca, izn vermesi, hep câizdir. [Kadının kendisini tezvîc için, vekîl etdiği kimse, kendisine nikâh edemez. Kadının, kendisini ve başkasını boşamağa hakkı yokdur.] Bâliga olan bâkire kızı nikâhlamak için zorlamak câiz değildir. Velîsi, belli kıza nikâh yapılması için, bundan izn istemelidir. Cevâb vermez veyâ gülerse, yâhud sessiz ağlarsa, izn sayılır. Dul kadından izn isteyince ve velîden gayrısı izn isteyince, sözle izn vermeleri lâzımdır. Velînin bâliğ olmayan çocuklarını, kendilerinden izn almadan nikâh etmesi câizdir. Velî, baba ve ced değil ise, çocuk bâliğ olunca, nikâhı fesh edebilir. Velî, mîrâsı düşen asebelerden en yakın olanıdır. [Erkek velî yok ise], ana ve kadın asebeler de, kızın velîsi olurlar. Bu velîler yoksa, kâdî [hakîm] velî olur. Çocuk ve kâfir, müslimâna velî olamaz. Bir kimse, iki tarafın da velîleri veyâ vekîlleri yâhud birisinin vekîli, diğerinin velîsi veyâhud kendine asîl, diğerine vekîl veyâ velî olabilir. Bu sonuncusu, amcasının küçük kızını kendine nikâh etmek gibidir ki, (Şâhid olunuz! Filancayı kendime nikâh etdim) demesi ile nikâh sahîh olur. Kabûl edilmesine lüzûm olmaz. Kız ile erkeğin din bilgileri, takvâ, neseb ve mevki' ve servet bakımından küfv [denk] olmaları lâzımdır. Sâlih kimsenin kızı bir fâsık ile evlenirse, velîleri bu nikâhları red edebilirler. (İhtiyâr)dan terceme temâm oldu. Zevc, sonradan fâsık olursa, [meselâ içkiye, uyuşdurucuya başlar, top oyununa, yüzmeğe dadanıp, avret mahallini açarsa, nemâzı terk ederse] zevcesi boşanmak isteyemez (Feyziyye).

Âdem aleyhisselâmdan beri yalnız nikâh ibâdeti devâm etmiş, kaldırılmamışdır. Her ibâdet gibi, nikâhın da, sahîh olması için, nikâh yaparken niyyet etmek lâzımdır. Ya'nî, nikâhlanacakların, Allahü teâlânın emri ile sevgili Peygamberimizin sünnetine uyarak nikâh yapıyorum, diyerek kalbinden geçirmeleri lâzımdır. İslâm nikâhı ile, evlenme memûrunun yapdığı evlenme işlerini birbirine karışdırmamalıdır. İslâm nikâhı yapmak, Allahü teâlânın emridir. Evlenme işlemini yapdırmak da, kanûnun emridir. İkisinin ismi de, şartları da başkadır. İslâm nikâhı yapmamak büyük günâhdır. Evlenme işlemini yapdırmamak da suçdur. Bu suçu yapan habs olunur. Müslimânın günâh işlememesi ve kanûnun suç saydığı şeyden sakınması lâzımdır. Kanûna uymamak, cezâya, zarara sebeb olur ve fitneye yol açar. Bunlar ise harâmdır. Evlenme işlemi yapdırmak, dînimizde yasak değildir. Kanûn da, islâm nikâhını yasak etmemişdir. Osmânlılar zemânında da, her ikisi yapılırdı. 1298 [m. 1880] senesinde çıkarılan karârnâmede, (Münâkehât ve tevellüdât ve vefiyyât, Belediyeye kayd etdirilecekdir) yazılıdır. Evlenmek için şer'î mahkemelerden izn almıyanların nikâhını kıyan imâmlara verilecek cezâları bildiren Şûrâyı devlet mazbatası, (Cerîde-i muhâkim)in 2434. cü sahîfesinde yazılıdır. Bunun için, şimdi de, evlenmek istiyen müslimân, önce belediyeye giderek kanûnun emr etdiği evlenme işlemini yapdırmalı, sonra islâm nikâhını yapmalıdır. İslâm nikâhını imâmın, din görevlisinin yapması şart değildir. Din bilgisi olan, nemâz kılan, sâlih kimseler yapar. Dinsizler, mezhebsizler, islâm nikâhına; imâm nikâhı diyerek alay ediyorlar. Belediye nikâhı yapılınca imâm nikâhına lüzûm yok diyorlar. İmâm nikâhı yapmak yasakdır, suçdur diyerek müslimânları aldatıyorlar. Hâlbuki, islâm nikâhı yapmak yasak değildir, suç değildir. Belediyede evlenme işlemi yapdırmamak suçdur. (İslâm nikâhına lüzûm yokdur. Kur'ânda yazılı değildir) gibi sözlerle nikâhı inkâr eden, inanmadığı için yapmıyan ve yapdırmayan kâfir olur, îmânı gider. İslâmın beş şartından birini inkâr etmiş gibi olur. Evlenecek erkeğin ve kızın müslimân olmaları lâzımdır. Bu şart, islâm nikâhının sahîh olabilmesi için lâzım olan şartların en mühimmidir. Bunun için, nikâh yapmadan önce, şübhe olunan erkeğe ve kıza îmânın altı şartını ve islâmın beş şartını sormalı, bilmiyorlarsa öğretmeli, ezberden okutmalı ve (Kelime-i şehâdet) okumalıdırlar. (Tecdîd-i îmân) etdirmeli, bundan sonra nikâh yapmalıdır. Şâhidlerin de, böyle şübhesiz îmânlı olmaları lâzımdır. İslâm nikâhı zevc ile zevce arasında muhabbete, mes'ûd yaşamalarına sebeb olur. Evlâdlarının ve torunlarının da müslimân ve sâlih olmalarını ve dünyâda ve âhıretde mes'ûd olmalarını, râhat etmelerini istiyen her müslimânın, nikâha çok ehemmiyyet vermesi lâzımdır.

(Dürr-ül-muhtâr)da, ikinci cildde, kâfirin nikâhı sonunda diyor ki, kadın, boşanmak için veyâ böyle düşünmeden mürted olursa, tecdîd-i îmân etmesi ve nikâhının tâzelenmesi için, hâkim tarafından, ebedî habs edilerek cebr olunur. Buhârâ âlimleri böyle dedi. Fetvâ da böyledir. Belh âlimleri, kadının mürted olması ve sonra tevbe etmesi ile nikâhı bozulmaz dediler. (Nevâdir) bilgilerine göre ise, mürted olan kadın, Dâr-ül-islâmda da, câriye olur ve Fey denilen mal olur. Zevci bunu imâm-ül-müslimînden satın alır veyâ Beyt-ül-mâldan hakkı var ise, imâm bunu zevcine verir. Böylece, zevcinin câriyesi olur. Ömer "radıyallahü anh", erkeklere şarkı söyliyen kadını kamçı ile döğdü. Başörtüsü açıldı dediklerinde, onun hurmeti, izzeti kalmamışdır dedi. Fıkh âlimlerinden kâdı Ebû Bekr bin Ömer Belhî[1], başı ve kolları açık olarak nehrde çamaşır yıkayan kadınların yanlarından geçdi. (İslâmiyyetin tesettür emrine ehemmiyyet vermedikleri için), hurmetleri kalmamışdır. Îmânları olduğu şübhelidir. Dâr-ül-harbden esîr alınan kâfir kadınları gibidirler demişdir. Ya'nî, Nevâdir haberlerine göre, câriye olmuşlardır. Fekat, mürted olan zevce için, nevâdir haberlerine göre değil, Belh âlimlerinin sözlerine göre fetvâ vermek iyi olur. Böylece, câriye değil, zevce olur.

İbni Âbidîn "rahime-hullahü teâlâ" diyor ki, Buhârâ âlimlerine göre hareket etmekde meşakkat olduğundan, Belh âlimlerine göre fetvâ verilir. Zevcin, zevcesini emîrden satın alarak veyâ hakkı varsa isteyerek, zevcesine mâlik olabilmesi için, Nevâdir haberlerine göre fetvâ vermek de iyi olur. Kadının tekrâr müslimân olması, kendisini esîrlikden kurtarmaz. Zevc, zevcesini, Dâr-ül-harbde, ya'nî kâfir memleketlerinde yakalarsa, zâhir haberlerine göre, ona mâlik olur. Ya'nî câriyesi olur. Satın alması îcâb etmez. Cengîzin ele geçirdiği islâm memleketleri Dâr-ül-harb olmuşdu. Dâr-ül-harbde mürted olan kadının, zevcinin mülkü olabilmesi için, Nevâdir haberlerine göre, fetvâ vermeğe hâcet yokdur. Hazret-i Ömerin "radıyallahü teâlâ anh" ve Ebû Bekr bin Ömer Belhînin "rahime-hullahü teâlâ", mürted olarak Nevâdir haberlerine göre, câriye olduklarını bildirdikleri kadınlar, Dâr-ül-islâmda, kimsenin mülkü, ya'nî câriyesi olmazlar. Fey olurlar ve Emîrden satın alanın veyâ Beyt-ül-mâldan hakkı varsa, parasız istiyenin mülkü, ya'nî câriyesi olurlar. Fekat, Nevâdir haberlerine göre fetvâ, yalnız zevcin, mürted olan zevcesinden ayrılmaması için verilmelidir. Başkaları için, bu fetvâya zarûret yokdur. Nevâdir haberleri za'îfdirler. Zarûret olmadıkca, bunlarla fetvâ verilmez. Bundan başka mürted kadın, Nevâdir haberlerine göre, Dâr-ül-islâmda câriye olacağı için, bunun kollarına, başına bakmanın câiz olması, bunun mülk edilerek vaty edilmesine sebeb olmaz. Dâr-ül-islâmdaki genel ev kadınları da, böyle hurmetsiz iseler de, mülk olmazlar. Vatyleri zinâ olur.

Müslimân erkeğin, zevcesinden ve kendi câriyesinden başka, müslimân olsun veyâ kâfir olsun, bir kadın ile, Dâr-ül-islâmda da, Dâr-ül-harbde de, ya'nî dünyânın her yerinde, zinâ yapması harâmdır, büyük günâhdır. Başkasının câriyesinin başına, kollarına, ayaklarına bakmak câiz ise de, bunlarla da zinâ yapmak harâmdır. Bugün, dünyânın hiçbir yerinde, dîne uygun câriye de yokdur. Bunun için, (Ebedî mahrem) olan, ya'nî nikâh ile alması ebedî harâm olan (Mahrem akrabâ), ya'nî onsekiz kadından başka, müslimân olsun kâfir olsun hiçbir kadının, hiçbir yerde, ellerinden ve yüzlerinden başka yerlerine, şehvetsiz de bakmak harâmdır. Kadınların yabancı erkeklere görünmeleri, bir arada oturmaları, arkadaşlık etmeleri de harâmdır. Karısının, kızının zinâ yapacağını anlayıp da, mâni' olmıyan erkeğe, (Deyyûs) ve (Pezevenk) denir.

(Dürr-ül-muhtâr)da, üçüncü cildde, müste'min bâbında diyor ki, (Dâr-ül-harbde bulunan müslimân esîrin ve müste'minin kâfir kadınlarının ırzlarına saldırmaları, onlarla zinâ yapmaları câiz değildir.) Zevcesinden ve Dâr-ül-islâmda mâlik olduğu câriyesinden başka kadınla cimâ' halâl değildir. Dâr-ül-islâmda bulunan hiç bir kadın câriye yapılamaz. Dâr-ül-harbdeki kâfir kadınları da, Dâr-ül-islâma getirilmedikce, câriye olamazlar.

(Dürr-ül-muhtâr), kadını boşamağı anlatırken diyor ki, dört mezhebe göre de, sahîh olan nikâhdan sonra, bir araya gelmemiş olsalar bile, üç def'a boşayan veyâ bir def'a (üç kerre boşadım) diyen kimse, bu kadını tekrâr nikâh yapabilmesi için, bu kadının başka erkekle nikâhlanarak vaty edilmesi ve bu erkekden boşanması lâzımdır. Buna (Hulle) yapmak denir. Bu ikinci erkeğin, boşanmak şartı ile, bu kadını nikâh etmesi harâmdır. Bu erkek, bu kadını boşamağa zorlanamaz. Bu erkeğin, bu kadını boşamak niyyeti ile nikâh etmesi, harâm olmaz. Hattâ sevâb olur. Kadın, erkeğin boşamasından emîn olmaz ise, nikâh yapılırken evvelâ kadının (beni zevceliğe al!) demesi, sonra erkeğin (Seni zevceliğe aldım. Meselâ, üçden fazla cimâ' yaparsam, bâin olarak boş ol!) demesi iyi olur. Yâhud kadının cevâb olarak, (Emrim, elimde olmak üzere, kendimi sana tezvîc etdim) diyerek, nikâhdan ve cimâ'dan sonra kendini boşaması câiz olur. Birinci kimsenin ilk nikâhı, dört mezhebe göre de sahîh ise, Hulle yapmak şart olur. Fekat meselâ, nikâhda velî bulunmamış ise veyâ nikâh yerine hibe denilmiş ise yâhud nikâhın iki şâhidi fâsık iseler, üç kerre boşadıkdan sonra, hulle yapmadan tekrâr nikâhlanabilmek için, şâfi'î müftîye mürâce'at olunur. Şâfi'î müftî, şâfi'î mezhebine göre, şartları temâm olmadığı için, nikâhın şimdi ve şimdiden sonrası için bâtıl olacağını, geçmiş zemân için bâtıl olmadığını, bu kadın ile şâfi'î mezhebine göre yeniden nikâh yapmağı bildirir.

İbni Âbidîn "rahime-hullahü teâlâ" buyuruyor ki, fıskı zâhir olan şâhid ile yapılan nikâh ve velînin izn vermediği nikâh, şâfi'î mezhebinde sahîh olmaz. Şâfi'î âlimlerinden İbni Hacer-i Mekkî "rahime-hullahü teâlâ" (Tuhfet-ül-muhtâc) kitâbında diyor ki, (Hâkim, hulleyi iskat etmek için, evvelki nikâhın bâtıl olacağına karâr vermez. İkisinin arasını ayırır. Fekat, müftîye, hâkime gitmeyip, kendileri, şâfi'îyi taklîd ederek, yeniden nikâh yapmaları câiz olur.) İbni Kâsım "rahime-hullahü teâlâ" Tuhfenin hâşiyesinde diyor ki, (Şâfi'îyi taklîd ederek yeniden nikâh yapar. Hulle lâzım olmaz.) Birinci nikâhın geçmişde sahîh olması, bir hanefînin niyyet etmiyerek abdest alıp, öğleyi kılması ve ikindiden sonra, şâfi'î olmasına benzemekdedir. Bunun öğle nemâzı sahîhdir. İkindi nemâzı için ise, niyyet ederek yeniden abdest alması lâzımdır. Talâk sayısının en çoğu üçdür. Üçden fazla söylenen sayı, üç demekdir. Meselâ, dokuz kerre boş ol demek, üç kerre boş ol demekdir.

(Emâlî kasîdesi) şerhlerinde diyor ki, (Serhoş iken, bilmiyerek küfre sebeb olan birşey söyleyenin îmânı gitmez. Mürted olmaz. Serhoş iken, zevcesini boşaması, bey' ve şirâ yapması sahîh olur.) Zevcesine, seni üç kerre boşadım diyen kimse, mürted iken söylemiş veyâ yazmış ise, tecdîd-i îmân ve tecdîd-i nikâh yapar. Çünki, mürted olurken nikâhı da bozulur. Nikâhı olmıyanın talâkı sahîh olmaz. Zevcesine üç talâk veren müslimânın, nikâhı vaktîle kendi mezhebinin şartlarına uygun yapılmamış ise, bu talâkı sahîh olmaz. Yeniden, şartlarına uygun nikâh yapması ve tevbe etmeleri lâzım olur. Nikâhı kendi mezhebine uygun, fekat diğer üç mezhebden birine uygun olmamış ise, yine o mezhebe uymıyarak yeniden nikâh yapar. Hulle yapdırmakdan kurtulmak için, bu üç çâreden birine baş vurmağa (Hîle-i şer'ıyye) yapmak denir.

Allahü teâlâ, talâk kelimesini söylemeğe izn verdiği hâlde, söylenmesini hiç beğenmez. Sonu pişmânlık olan bu sözü şaka ile söylemek, keskin kılınc ile oynamağa benzer. Evlilik se'âdetini yıkan bu zararlı sözü dillerine almamaları için, Allahü teâlâ, erkeklere hulle yapdırmak belâsını, sıkıntısını verdi. Erkek, hulle yapdırmak azâbını düşünerek, talâk lâfını ağzına alamaz.

[Boşanan kadına babasının, babası yoksa, ebedî mahrem akrabâsından zengin olanın bakması lâzımdır. Bakmazlarsa, hükûmet bunlardan zor ile alıp, kadına verir. Akrabâsı yoksa, kadına her ay Beyt-ül-mâldan maâş verilir. İslâmiyyetde hiçbir kadın çalışıp kazanmağa mecbûr bırakılmamışdır. Bütün ihtiyâcları onun ayağına gelmekdedir.]

(Ni'met-i islâm) kitâbı sonunda diyor ki, efendisinden çocuğu olan câriyeye (Ümm-i veled) denir. Ümm-i veled satılamaz ve hibe olunamaz. Efendisi vefât edince âzâd olur ise de, zevce gibi vâris olamaz. Oğlu ise vâris ve hür olur. Bir câriye, efendisinin izni ile nikâh olunabilir. Zevcinden hâsıl olan çocuk, efendisinin mülkü olur. Fekat, efendi bunu satamaz. Efendi vefât edince, anası ile birlikde âzâd olurlar. Evlâdlık yapılan çocuk, o kimsenin öz veledi olmaz. Mahremi, akrabâsı olmaz. Nafakası ona âid olmaz. Çocuk erkek ise, bırakdığı zevcesini, kız ise, kendisini nikâh ile alabilir. Evlâdlıkları, o kimseye vâris olamazlar. Süt çocukları da, vâris olamazlar ise de, mahrem olurlar.

SÜT KARDEŞLİK

Türkçe (Ni'met-i islâm) kitâbında diyor ki: İki veyâ ikibuçuk yaşından küçük çocuğun, bir kadından, bir kerre, süt emmesine (Rıdâ') denir. Bu kadın, çocuğun süt annesi ve bu kadının zevci de, bu çocuğun süt babası olurlar. Bu çocuk, bunlar ile ve bunların neseb ve ridâ'dan olan mahremleri ile ebedî evlenemez. Kendinin nesebden [soydan] mahremlerine bakdığı gibi, bunlara da bakabilir. Fekat, birbirlerine vâris olamazlar. Sütünü emzikden emerse de, rıdâ' olur. Kaşık ile, ağızdan, burnundan akıtılınca da, sütün sâhibi olan kadın, yine süt annesi olur. Maksad, sütün mi'deye inmesidir. İki yaşından küçük iki çocuk, aynı kadından süt emince, süt kardeşi olurlar. Birbirleri ile evlenemezler. Bir çocuk, bir kadının sütünü emince, bu sütün hâsıl olmasına sebeb olan adam, bu çocuğun süt babası olduğu gibi, bu adamın babası da, süt dedesi, anası da, süt ninesi, kardeşleri de süt amca ve süt halası olurlar. Süt annenin, bu rıdâ'dan evvel veyâ sonra, başka erkekden de, nesebden veyâ rıdâ'dan hâsıl olan çocukları ve süt babanın, başka kadınlardan hâsıl olmuş ve olacak, nesebden ve rıdâ'dan çocuklarının hepsi, bu çocuğun süt kardeşleri olurlar. Bu çocuk, bu süt kardeşlerinin hiçbiri ile evlenemez. Fekat, bunlardan herbiri, bunun nesebden kardeşi ile evlenebilirler. Bir adamın iki zevcesi olup, ikisi de, bundan çocuk getirmiş iken, birer çocuk emzirseler, emzirdikleri çocuklar, babadan süt kardeş olup, birbiri ile evlenemezler. İkisi de kız ise, bir kimse, ikisi ile birlikde evli olamaz. Rıdâ'da (Hurmet-i müsâhere) dahî olur. Bunun için, kişiye süt oğlunun boşadığı zevcesi ile veyâ süt anaya, süt kızının zevci ile nikâhlanması ebedî harâm olur. Bir kimse, zevcesinin süt kızına da, şehvet ile dokunsa, hurmet hâsıl olup, zevcesi boş olur. Zinâdan olan ridâ' da, nikâhdan olan rıdâ' gibidir. (Süt aşağı akar, yukarı akmaz) sözü, islâmiyyete uygun değildir. Aynı kadından emmemiş olan oğlan ile kız, birbiri ile evlenebilir. Buna misâl olarak, bir kimsenin, kendi anasından emen süt kardeşinin hemşîresi ile evlenmenin câiz olduğu yukarıda bildirilmişdi. Yabancı iki kadın birbirinin çocuklarını emzirdikden sonra, bu kadınlardan birinin oğlu, diğerinin kızı hâsıl olsa, bunlar tek bir memeden emmez ise, ikisi birbiri ile evlenebilir. Oğlan, kendi anasından emen süt kardeşlerinin hemşîresini almış olur. Süt annenin ve zevcenin, nesebden ve rıdâ'dan olan akrabâsının hepsinin, süt çocuğunun akrabâsı olduklarını yukarıda bildirmişdik. Süt çocuğun akrabâsı, süt annesinin ve zevcinin akrabâsı değildirler. Süt annenin erkek kardeşi, süt çocuğunun nesebden hemşîresi ile evlenebilir.

Bir kimsenin, kendi anasından emen süt kardeşinin anası ile yâhud süt çocuğunun nesebden kardeşi ile evlenmesi halâldir. Hâlbuki, bir kimsenin, nesebden olan babadan kardeşinin anası ile, ya'nî üvey annesi ile veyâ çocuğunun babadan kardeşi ile, ya'nî üvey çocuğu ile evlenmesi ebedî harâmdır.

İki kimse arasında rıdâ' bulunduğunu isbât etmek, birisinde alacağı mal olduğunu isbât etmek gibidir. Ya'nî, (İkrâr) etmekle veyâ (Beyyine) ile anlaşılır. İkrâr, erkeğin (Sen benim süt kardeşimsin!) diye haber vermesidir. Erkek ikrâr edince, nikâhları bozulur. Zevcesi ikrâr edince, zevcin tasdîk etmesi lâzımdır. Bir kadın, bu ikisi, benim süt çocuklarımdır dese, ikrâr olmaz. Zevc tasdîk etmezse, evlenmeleri câiz olur. Beyyine âdil olan iki erkek veyâ bir erkek ile iki kadın şâhid demekdir. İki kadının veyâ bir erkek ile bir kadının şâhid olmaları, beyyine olmaz. Rıdâ' bulunduğunu bildiren beyyineyi kabûl etmezlerse, mahkemede isbât edilmesi ve hâkimin karârı ile ayrılmaları lâzım olur.

Kadınlar, zarûret olmadıkca, başkasının çocuğunu emzirmemelidir. Emzirdiği çocuğu ezberlemeli, ismini yazmalıdır.

İki kadının sütleri karışdırılıp, bir çocuğa verilirse, ikisi de süt annesi olur. Suya ve ilâca veyâ hayvân sütüne karışdırılınca, yarıdan az ise, süt annesi olmaz. Yemek ile karışık ise, hiçbir zemân süt annesi olmaz. Kadın sütü, yoğurt, peynir yapılsa, bunu yiyen, süt çocuğu olmaz. Ağız ve burundan başka yoldan verilen süt ile, süt annesi olmaz. [Çocuğu, mama yiyecek hâle gelinciye kadar, emzirmek vâcib, bundan sonra, iki yaşına kadar müstehab, ikibuçuk yaşına kadar ise, câizdir (İbni Âbidîn).] İki buçuk yaşından büyük çocuğu zarûret olmadan emzirmek harâmdır.

Zinâdan çocuğu olan kadını, rıdâ' için kirâlamanın ve müslimân olmıyan kadını kirâlamanın zararı yokdur. (Zararı yokdur) denilen şeyi yapmamak dahâ iyidir.

Dokuz yaşına gelmiş bekâr kızda süt hâsıl olursa, emzirdiği çocuk, süt çocuğu olur.

Bir kadın, üç yaşındaki oğlanı ve bir yaşındaki kızı emzirse, bu iki çocuk birbiri ile evlenebilir. Bir kimse, süt hemşîresinin kızını alamadığı gibi, süt hemşîresinin süt kızını da alamaz.

Kendi anasından olan süt kardeşinin anasını almak câizdir.

Anasının süt kardeşini almak câiz değildir.

Oğlunun süt anasını almak câizdir. Amca kızını almak câiz olduğu gibi, amcasının süt kızını almak da câizdir.

Nesebden kardeşinin süt anasını ve süt hemşîresini alabilir.

Bir kimse, anasının anasını emzirmiş olan kadını alamaz.

Hemşîresinin kızını emziren kadının kızını alabilir.

Süt ananın hemşîresini almak câiz değildir.

Oğlunun süt anasının kızını almak câizdir.

Süt kardeşinin süt kızını almak câiz değildir.

Birâderinin veyâ hemşîresinin süt kızını alamaz.

Süt oğlunun veyâ süt kızının hemşîresini alabilir.

Bir kadını, süt babasının diğer zevcesinden olan oğlu alamaz.

Bir kadını, süt anasının, süt kendinden olmıyan diğer zevcinin birâderi alabilir.

Anasının veyâ hemşîresinin emzirmiş olduğu çocuğun hemşîresini ve süt hemşîresini alabilir. Hanefîde, bir yudum emen iki çocuk süt kardeş olurlar. Şâfi'îde, süt kardeş olmak için, doyuncıya kadar beş kerre emmeleri lâzımdır.

158 - Kâfirin, mürtedin yemîni mu'teber değildir.

Ey müslimân! Oğlun dînini öğrendikden ve nemâza başladıkdan sonra, onu bir san'ata ver veyâ ticârete alışdır! San'at ve ticâret öğrenmesi için, müslimân, nemâzını kılan, edebli, ahlâklı bir usta yanına gönder! Oğlunun çok zengin olmasını değil, edebli, iyi huylu, nemâzını kılar ve harâmdan kaçar olmasını düşün ve temennî et! Dînimiz san'at ve ticâreti emr etdiği gibi, şimdi bütün dünyâ milletleri de, bu ikisine çok ehemmiyyet veriyor ve bu yolda çocuklarını çekirdekden yetişdiriyorlar. Avukatlık, eczâcılık, her nev' ihtiyâc eşyâsını yapmak, birer san'atdır. Sen de, san'at ve ticâret hakkındaki, islâmiyyetin emrlerini oğluna öğret ki, harâma düşmesin!

KOMŞU FASLI

159 - Ey Oğul! Komşunu gördüğün zemân, hâl ve hâtırını sor! Hasta olunca ziyâretine git. Komşunun evine gidince, izn almadan içeriye girme! Elinden gelirse, komşunun ihtiyâcına yardım eyle! Komşuların hakkı çok mühimdir. Zîrâ Peygamberimiz "aleyhisselâm" buyurdu ki, (Komşunun mîrâs gibi hakkı vardır, o da komşuluk hakkıdır. Eğer müslimân ise, sende iki hakkı vardır: Biri komşu hakkı, biri de müslimân hakkı.)

Komşunun yiyeceği yok iken, sen elindeki yemeği yiyemezsin. Zîrâ onun, senin elindeki yemekde dahî hakkı vardır. Her yemek yidiğin zemân, düşünmen lâzımdır ki, acabâ komşularımdan yiyecek yemeği olmıyan var mıdır?

Her müslimânın, bilhâssa yeni evlilerin, müslimân mahallesinde, ehl-i sünnet olan ve harâmlardan sakınan, ibâdetlerini yapan sâlih müslimânlar arasında ev araması lâzımdır. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki: (Ev satın almadan evvel, komşuların nasıl olduklarını araşdırınız! Yola çıkmadan evvel, yol arkadaşınızı seçiniz!) Bir hadîs-i şerîfde, (Komşuya hurmet etmek, ana-babaya hurmet etmek gibi lâzımdır) buyuruldu. Komşuya hurmet onunla iyi geçinmekdir. Onu incitecek söz ve hareketlerde bulunmamakdır. Her tarafdan birer, ikişer ve nihâyet kırk ev, komşuluk hakkına mâlik olur. Komşunun mal, mülk hakları, (Mecelle)nin 1192.ci ve sonraki maddelerinde yazılıdır.

MAHALLE ÂDÂBI HAKKINDA FASL

160 - Zarûrî bir işin olmadıkça, toplantılar arasına girme! İçki, kumar, çalgı bulunan, kadın erkek berâber oturulan yerlere gitme ve zevceni, çocuklarını gönderme! Böyle yerlere (Fısk meclisi) denir. İster kapalı olsun, ister açık saçık olsun, yabancı kadınlara ve kızlara bakma! Bir kızı görüp de, harâm olduğu için ona bakmıyanlara şehîd sevâbı verilir. Mahallede yürürken pencerelere bakma! Gördüğün kadına yakın yürüme! İlk görünce senin bir şeyin olmadığını anlarsın, artık ondan sonra bir def'a dahâ bakma! İlk görmeğe günâh yazılmaz. Bakmağa devâm edince veyâ tekrâr bakınca yazılır. Hazret-i Alî "kerremallahü vecheh" buyurdu ki, ömrümde bir kerre dahî kadınlara şehvet ile bakmadım. Şehvet nazarı ile kadınlara bakmak, göz zinâsıdır. Tevbe etmelidir. Her yere burnunu sokma, yâ bir kazâya uğrar, yâhud bir bühtâna, iftirâya düçâr olursun.

CUM'ANIN ÂDÂBI HAKKINDADIR

161 - Tenbîh: Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" efendimiz buyurdu ki, (Cum'a, fakîrlerin haccıdır ve mü'minlerin bayramıdır ve gök ehlinin bayramıdır ve Cennetde de bayram günüdür. Günlerin en iyisi, en şereflisi Cum'adır) ve bir hadîs-i şerîfde, (Cum'a günü iyiliklerin hazînesidir ve güzel şeylerin menbaıdır) buyuruldu. Ve bir hadîs-i şerîfde buyurdu ki: (Mûsâ aleyhisselâm dedi ki: Yâ Rabbî! Bana cumartesi gününü verdin, Muhammed aleyhisselâmın ümmetine hangi günü vereceksin? Onlara Cum'a gününü vereceğim, buyuruldu. İlâhî! Cum'a gününün kıymeti ve sevâbı ne kadardır diye sordu. Ey Mûsâ! Cum'a günü yapılan bir ibâdete, cumartesi günü yapılan yüzbin ibâdet sevâbı vardır, buyuruldu. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâm, yâ Rabbî! Beni Muhammed aleyhisselâmın ümmetinden eyle diye düâ eyledi.) Kur'ân-ı kerîmde Cum'a gününü bildiren âyet-i kerîmeyi getirince, Cebrâîl aleyhisselâm dedi ki, yâ Muhammed "aleyhissalâtü vesselâm"! Mûsâ aleyhisselâmın ümmeti eğer Cum'a gününün kıymetini bilselerdi buzağıya tapmakdan, yehûdî olmakdan kurtulurlardı. Îsâ aleyhisselâmın ümmeti de bilselerdi hıristiyan olmakdan korunurlardı. Cum'a gününün fazîletini bildiren hadîs-i şerîfler (Se'âdet-i Ebediyye) kitâbının birinci kısm, 71. ci madde sonunda geniş olarak açıklanmışdır.

Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki: (Cum'a günü geldiği için sevinen bir mü'mine, kıyâmete kadar her gün, o kadar sevâb verilir ki, adedini Allahü teâlâ bilir.) Bir hadîs-i şerîfde, (Cum'a günü vefât eden mü'minlere şehîd sevâbı verilir ve kabr azâbından onu korurlar) buyuruldu. (Tergîb-üs-salât)ın 123.cü sahîfesindeki Hadîs-i şerîfde (Cum'a günü sabâh nemâzından evvel üç kerre (Estagfirullahel'azîm ellezî lâ ilâhe illâ huv el-hayyel-kayyûme ve etübü ileyh) okuyanın ve anasının ve babasının bütün günâhları afv olur) buyuruldu.

Cum'a gününün yirmi sünneti ve edebi vardır. Muhammed Resûlullahı "sallallahü aleyhi ve sellem" sevenlerin, bunları yapması lâzımdır:

1- Cum'ayı perşembeden karşılamalıdır. Meselâ, yeni ve temiz elbiseyi hâzırlamalı, işleri bitirip Cum'ayı ibâdetle geçirmeğe gayret etmeli. Perşembe ikindiden sonra tesbîh ve istiğfar eylemeli. Cum'a gecesi ehli ile gusl abdesti almalı. Her ikisine köle âzâd etmiş gibi sevâb verilir.

2- Cum'a günü, Cum'a nemâzı için gusl abdesti almalıdır. Bu gusl hakkında çok hadîs-i şerîf olduğundan, farz diyenler de vardır.

3- Başı traş etmeli. Sakalın bir tutamdan fazlasını ve tırnakları kesmeli ve beyâz giymeli. [Sakalın bir tutamdan kısa olması bid'at olup büyük günâh olduğu (Berîka)da yazılıdır.]

Âlimlerin çoğuna göre, sakal bırakmak sünnetdir. (Sahihayn) denilen iki kıymetli hadîs kitâbından biri olan (Müslim) kitâbında yazılı, hazret-i Âişenin "radıyallahü anhâ" bildirdiği hadîs-i şerîfde, (On şey fıtratdandır: Bıyık kesmek, sakalı uzatmak, misvâk, mazmaza, istinşak, tırnak kesmek, parmak boğumlarını yıkamak, koltuk ve kasık temizlemek, bevlden istibrâ etmek) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîfi, İbni Nüceym "rahime-hullahü teâlâ" (Bahr-ür-râık) kitâbında ve imâm-ı Zeylâ'î "rahime-hullahü teâlâ" (Tebyîn-ül-hakâyık) kitâbında, guslün farzlarını anlatırken yazmakda ve buradaki fıtratın sünnet demek olduğunu bildirmekdedir. Bu hadîs-i şerîf, sakal bırakmanın diğer peygamberlerin de sünneti olduğunu, Muhammed aleyhisselâmın dîninin şi'ârı olmadığını, bunun için, (sünnet-i zevâid) olduğunu açıkça bildiriyor. Bu sünnetler (Şir'at-ül-islâm)da da yazılıdır. Çeşidli sakal şeklleri vardır. Yehûdî sakalı, hıristiyan sakalı, şî'î sakalı, vehhâbî sakalı, komünist sakalı ve İslâm sakalı. Yalnız İslâm sakalını bırakmak sünnetdir. Bu da, uzunluğu bir tutam olan ve yüzün her tarafında bulunan sakaldır. Böyle olmıyan sakal, sünnet değil, bid'at olur. Muhammed Hâdimî "rahime-hullahü teâlâ" (Berîka) kitâbında diyor ki, (Hadîs-i şerîfde, (Bıyığı kısa, sakalı uzun yapınız!) buyuruldu. Bunun için, sakalı kazımak, kesmek ve sünnet mikdârından kısa yapmak men' olundu. Sakalı bir kabza, bir tutam uzatmak sünnetdir. Sakalı bir kabzadan kısa yapmak câiz değildir. Bir kabzadan fazlasını kesmek de sünnetdir.) Bir kabza, çenede sakalın başladığı yerden dört parmak eni kadar uzun olmak demekdir. Sünnet olan, hattâ mubâh olan şeyi sultân emr edince, bunu yapmak vâcib olur. Sultânın ve bütün müslimânların yapması emr demekdir. Böyle yerlerde sakalı bir tutam uzatmak vâcib olur. Bir tutamdan kısa yapmak veyâ kazımak, vâcibi terk etmek olur. Tahrîmen mekrûh olur. Bunun câmi'de imâm olması câiz olmaz. Böyle olmıyan yerlerde ve Dâr-ül-harbde zulm görmemek, nafakadan olmamak, yâhud emr-i ma'rûf yapabilmek, müslimânlara ve islâmiyyete hizmet edebilmek, dînini, nâmûsunu koruyabilmek için sakalını kısaltmak yine câiz olmaz ise de, kazımak câiz, hattâ lâzım olur. Özrsüz olarak kazımak mekrûh olur. Bir tutamdan kısa sakal bırakarak, böylece sünneti yapdığına inanmak bid'at olur. Sünneti değişdirmek olur. Bid'at işlemek, adam öldürmekden dahâ büyük günâh olur. Böyle kısa olan sakalı bir tutama kadar uzatmak vâcib olur. İbni Âbidîn "rahime-hullahü teâlâ", nemâzın mekrûhlarını anlatırken diyor ki, (Bir müekked sünneti yapmak, bir mekrûh işlemeğe sebeb olursa, bu sünnet terk edilir, yapılmaz. Birşeyin yapılmasının sünnet mi, bid'at mı olduğunda şübhe edilirse, o şey terk edilir, yapılmaz.) Âdete uyarak, sakal kısaltmak mekrûhdur. Kısa sakal ile sünneti îfâ etdiğine inanmak ise, bid'atdir. Her iki hâlde de, sakalını kazıması lâzım olur.

4- Cum'a nemâzına mümkin olduğu kadar erken gitmeli. İlk müslimânlar, çok sevâb kazanmak için Cum'a nemâzına, karanlıkda câmi'e giderlerdi.

5- Ön safa geçmek için, cemâ'atin omuzlarından aşmamalıdır.

6- Câmi'de nemâz kılanın önünden geçmemeli. Dıvar veyâ direk arkasından dolaşmalıdır.

7- Erken gidip birinci safda yer almalıdır.

8- Hatîb efendi minbere çıkdıkdan sonra hiçbir şey söylememeli, ezânı da tekrârlamamalıdır. Konuşana işâretle bile cevâb vermemelidir. Hatîb efendinin de konuşması ve hutbeden başka şeyler söylemesi harâm olduğu gibi, hutbe de, fâsid olur. Hutbe bozulduğu için Cum'a nemâzı da kabûl olmaz. Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (Hutbe, iki rek'at nemâz demekdir.) Hutbeyi, kısa kesmek sünnetdir. Uzatmak mekrûhdur. Hutbede dört halîfenin ismlerini yüksek sesle okumak Ehl-i sünnet alâmetidir, okumak istemiyenden kaçmalıdır.

9- Nemâzdan sonra, Fâtiha, Kâfirûn, İhlâs, Felak ve Nâs sûrelerini yedi kerre okumalıdır.

10- İkindiye kadar câmi'de kalıp, ibâdet etmelidir.

11- Dindâr olan ve Ehl-i sünnet âlimlerinin "rahime-hümullahü teâlâ" kitâblarından anlatan âlimlerin dersinde bulunmalıdır. Böyle sâlih bir hocanın dersinde bir sâat bulunmak, bin rek'at nâfile nemâzdan efdaldir.

12- Cum'a günü düânın kabûl olduğu vakti aramalı, bunun için hep ibâdet etmelidir.

13- Cum'a günü çok salevât-ı şerîfe getirmelidir.

14- Kur'ân-ı kerîm ve Kehf sûresini okumalıdır.

15- Az veyâ çok sadaka vermelidir.

16- Ana-babayı veyâ bunların ve sâlih müslimânların ve Evliyânın kabrlerini ziyâret etmelidir. Evliyânın rûhlarından feyz almalıdır.

17- Ehl ve evlâdın yemeklerini bol ve tatlı yapmalıdır.

18- Çok nemâz kılmalı, nemâz borcu olanlar kazâ nemâzlarını kılmalı, nemâz borcu olmıyanlar nâfile niyyeti ile kılmalıdır.

19- Cum'a gününü, hep ibâdet işleriyle geçirmelidir.

20- İkindiden sonra, seccâde üzerinde elinden geldiği kadar (yâ Allah, yâ Rahman, yâ Rahîm, yâ Kavî, yâ Kadir) deyip, sonra düâ etmelidir.

162- Cum'a günü güzel ve yeni elbiseni giy! Yeni elbisen yoksa temiz elbise giy ve başının sarığını otururken sarma, ayakda sar! Güzel koku sürünerek Cum'aya git. Zîrâ melekler güzel kokudan hoşlanırlar. Güzel koku, erkekler için sünnet, kadınların sokağa çıkarken sürünmeleri ve başlarını, kollarını açmaları harâmdır. Çünki kadınların koku sürmesi ve sokağa açık saçık çıkmaları erkekleri cezbeder. Yalnız ev içinde süslenebilir ve koku sürünebilir. Cum'aya giderken tesbîh ve zikr eyle! Her adımına on sevâb yazılır.

163- Cum'a günü mümkinse boy abdesti [gusl] alarak câmi'e git, nemâza erken git, hutbeyi işitebilecek bir yerde otur! Hutbe okunurken, kimse ile konuşma! Sağa sola bakma ve dönme! Zîrâ, hutbe okunurken konuşmak günâhdır ve Cum'anın fazîletini kaybeder. Câmi'e girince, boş yer nerede bulursan, orada otur! Cemâ'ate zahmet vererek ileriye geçmeğe çalışma! Ön saflarda yerini al! Geç gelirsen, kimseyi râhatsız etme, cemâ'ati sağa sola yanlatıp ilerlemeğe çalışma! İleriye gitmek için kardeşlerine zahmet verme.

ÂLİMLER İLE SOHBET ÂDÂBI

164 - Ehl-i sünnet i'tikâdında olan ve harâmlardan sakınan âlimleri ziyâret et ve sohbetlerinde bulun! İ'tikâdları, inançları bozuk ve mürâî ve din câhili olanlardan veyâ islâmiyyete uymıyanlardan sakın, yanlarına uğrama! Zîrâ [mezhebsizler ve] mürâîler din hâinleridir. Hak teâlâ, hadîs-i kudsîde buyurur ki, (Dostlarımı insanlar içinde gizlerim, onları kimse bilmez.) Şâyed bu şahısların sözleri, hareketleri ve ibâdetleri Ehl-i sünnet âlimlerinin "rahime-hümullahü teâlâ" kitâblarında yazılı olanlara uygun ise, o zemân sohbetlerine devâm eyle ve nasîhatlerini ve düâlarını almağa çalış!

165 - Dînini bilen, nemâz kılan, harâmlardan sakınan, zevcesini, kızlarını açık gezdirmiyen ve erkek, kadın birlikde toplanmayan âlimlere (İslâm âlimi) denir. Onların yanlarında âdâb üzere otur, onlardan istifâde fazladır. Onlardan ibret ve nasîhat almağa çalış! Onların yanında oturunca, fazla konuşma, konuşunca da hesâblı konuş! Onların din bilgisi fazla olanları, büyük bir hazînedir. Bunların kalbini kırma, düâsını almağa çalış ve yanlarından ayrılırken selâmla ayrıl, hâl ve hâtırlarını sor! İki kişi konuşurlarken sözlerine karışma! Birisi aksırıp (Elhamdülillah) derse, ona (Yerhamükellah) demek çok sevâbdır. Yolda giderken büyüklerin ve âlimlerin önünden yürüme!

[(Fetâvâ-yı Hindiyye), beşinci cild, 379. cu sahîfede diyor ki, (Herkesle müdârâ ederek sohbet etmelidir. Ya'nî, hep tatlı dilli ve güler yüzlü olmalıdır. İyi ve kötü, sünnî ve sapık herkes ile karşılaşınca, böyle olmalıdır. Fekat, kötülere ve mezhebsizlere müdâhene etmemeli, onun sapık yolundan râzı olduğunu zan etdirmemelidir.) Müdârâ, islâmiyyetin dışına çıkmadan, gönül almakdır. Müdâhene, birinin gönlünü alırken, islâmiyyetin dışına çıkmak, günâha girmekdir.]

(ÖNCEKİ SAYFA) (SONRAKİ SAYFA)