Dinimizde temizlik

Sual: Zamanımızdaki bazı Müslümanların temizliğe riâyet etmediklerini gösteren batılılar, bu suçu dinimize yüklüyorlar. Dinimizde temizliğin önemi nedir?

CEVAP

İslâmiyette temizliğin önemi büyüktür. (Temizlik imandandır.) buyurulmuştur. Eshab-ı kiramdan sonra gelen ve tabiin adını alan Müslümanlardan bazıları Eshab-ı kirama, (Allahü teâlâ Kur'an-ı kerimde sizi çok sevdiğini bildirip övmektedir. Bunun sebebi nedir?) dediklerinde, (Biz temizliğe de çok dikkat ederdik) diye cevap verdiler.

Müslümanlar, camilere, evlere ayakkabı ile girmez. Yere serili döşemeler tozsuz, temiz olur. Her Müslümanın evinde banyo bulunur. Vücutları, elbiseleri, çamaşırları, yemekleri hep temiz olur. Temiz olunca da mikrop ve hastalık bulunmaz. Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimin çeşitli yerlerinde, (Temiz olanları severim) buyuruyor. Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:

(Müslümanlık temizlik dinidir. Temiz olun! Cennete ancak temiz olanlar girer.)

(Mümin pis olmaz.)

(Temizlenecek şeyleri iyice yıkayın, temizleyin! Temizlik imana, iman da cennete götürür.)

(Namazın anahtarı temizliktir.)

(Ağzınızı temizleyin, ağzınız Kur'an-ı kerim yoludur.)

(Cuma günü yıkanmak, misvak kullanmak ve güzel koku sürünmek gerekir.)

(Yemekten önce ve sonra el yıkamak, zenginliğe yol açar, fakirliği giderir.)

(Evinin hayrını isteyen, yemekten önce ve sonra, elini ve ağzını yıkasın!)

(Kap kacağı yıkamak, evi temiz tutmak, zenginliğe sebep olur.)

(Elbiselerinizi yıkayın, fazla kıllarınızı temizleyin, temiz, güzel giyinin! Nezafet sahibi olun!)

(Tırnaklarınızı kesip gömün! Ağzınızdaki yemek kırıntılarını temizleyin ve misvak kullanın! Yanıma, dişleri sarı, ağzı kokar vaziyette gelmeyin!)

Peygamber efendimiz, yanına gelen birisine, (Tırnakların kuş tırnağı gibi uzamış, içi pislik doludur) buyurarak, temiz olmasını emretmiştir.

Önemli bir zatın huzuruna çıkan kimsenin şık, temiz elbise giymesi gerekir. Allahü teâlânın huzuruna çıkıldığı zaman buna daha çok dikkat etmelidir! (Her namaz kılarken, süslü, temiz, sevilen elbiselerinizi giyiniz!) mealindeki ayet-i kerime ile, (Güzel koku gamı, güzel, temiz elbise kederi azaltır.) mealindeki hadis-i şerife uymaya çalışmalı, eski bile olsa temiz elbise giymelidir!

Dinimiz, dış temizliğe böyle önem verdiği gibi, iç temizliğe, kalb temizliğine de çok önem verir. Hadis-i şerifte, (Allahü teâlâ, sizin güzel suretlerinize, mallarınıza bakmaz. Kalb ve amellerinize bakar.) buyuruldu. [Yani Allahü teâlâ, insanın yeni, temiz elbisesine, hayrat ve hasenatına, malına, rütbesine bakarak sevap vermez. Bunları ne düşünce ile yaptığına, yani niyetine göre sevap veya azap verir.]

 (L'Eau Potable) yani "İçme Suyu" adlı Fransızca eserde diyor ki: (Fransızların dünyaya övündükleri Versay sarayında bir hamam yoktur. Orta çağda, Paris'te oturan bir Fransız, sabahleyin kalktığı zaman, evinde bir tuvalet olmadığı için, oturağa yaptığı pislik ile içme suyu şişesini beraberinde Sen (Seine) nehrine götürür, o nehirden önce içmek için su alır, sonra pisliğini nehre dökerdi.)

Hakiki Müslüman, hem temiz olur, hem de, sağlığına çok dikkat eder. Bir zehir olan alkollü içkileri içmez. Çeşitli tehlikeleri ve zararları olduğu için men edilen domuz etini yemez. Livata yapanlarda AIDS ismindeki bulaşıcı hastalığın virüsünün, domuzlarda bulunduğu tespit edilmiştir.

Tarihte Müslümanlar temizliğe dikkat ettikleri halde, günümüzde maalesef Müslümanlar temizliğe gerektiği gibi riayet etmiyorlar. Kanûnî Sultan Süleyman zamanında İstanbul'a gelen bir Alman rahibi, 1560’de yazdığı bir eserde şöyle demektedir: (İstanbul'daki temizliğe hayran oldum. Burada herkes günde beş defa yıkanır. Bütün dükkanlar tertemizdir. Sokaklarda pislik yoktur. Satıcıların elbiseleri üzerinde ufak bir leke bile bulunmaz. Ayrıca ismine (hamam) dedikleri ve içinde sıcak su bulunan binalar vardır ki, buraya gelenler, bütün bedenlerini yıkarlar. Hâlbuki bizde insanlar pistir, yıkanmasını bilmezler.)

Bugün ise, İslam ülkeleri denilen yerlerde seyahat eden yabancılar, neşrettikleri kitaplarda, (Bir doğu ülkesine gittiğimiz zaman önce burnumuza bir kokmuş balık ve süprüntü kokusu geliyor. Her taraf pislik içindedir. Yerler tükürük ile doludur. Ötede beride toplanmış süprüntü ve ölmüş hayvan leşlerine rastlanılır. İnsan böyle bir doğu ülkelerinden geçerken iğreniyor ve Müslümanların iddia ettikleri gibi temiz olmadıklarını anlıyor) diyorlar.

Bugün, İslâm ülkesi denilen yerlerde, îmân bilgileri bozulduğu gibi, temizliğe de tam riayet olunmamaktadır. Fakat bunda kabahat, dinimizde değil, dinimizin esasının temizlik olduğunu unutan kimselerdedir. Fakirlik, pis olmak için bir mazeret teşkil etmez. Bir insanın yere tükürmesinin, ortalığa pislik saçmasının para ile hiçbir ilgisi yoktur. Böyle pislik yapanlar, Allah’ın temizlik emrini unutan bedbahtlardır. Her Müslüman, dinini iyi öğrense ve buna riâyet etmiş olsa, bu pislik hemen ortadan kalkar. O zaman, başka milletler, Müslüman memleketleri ziyâret ettiklerinde, tıpkı orta çağda olduğu gibi, Müslümanların temizliğine hayran kalırlar.

Hıristiyanlığın en revaçta olduğu orta çağda, büyük tıp âlimleri, yalnız Müslümanlardı ve Avrupalılar Endülüs’e tıp tahsil etmeye gelirlerdi. Çiçek hastalığına karşı aşıyı bulanlar, Müslüman Türklerdir. Türklerden bunu öğrenen Jenner, ancak 1796’da bu aşıyı Avrupaya götürdü ve haksız olarak (Çiçek aşısını bulan kimse) ünvanını aldı. Halbuki, tam bir zulmet diyarı olan o zamanki Avrupada insanlar, hastalıktan kırılıyordu. Fransa kralı XV. Louis 1774’de çiçekten öldü. Avrupa uzun zaman veba ve kolera salgınlarına uğradı.

I. Napolyon 1798’de Akka kalesini muhasara ettiği zaman, ordusunda veba zuhur etmiş ve hastalığa karşı çaresiz kalınca, düşmanı olan Müslüman Türklerden yardım istemek zorunda kalmıştı. O zaman yazılan bir Fransız eserinde şöyle demektedir: (Türkler, ricamızı kabul ederek hekimlerini yolladılar. Bunlar tertemiz giyinmiş, nur yüzlü kimselerdi. Önce dua ettiler ve sonra ellerini bol su ve sabun ile iyice yıkadılar. Hastalarda zuhur eden hıyarcıkları neşterle yardılar. İçindeki sıvıyı akıttılar ve yaraları tertemiz yıkadılar. Sonra hastaları ayrı ayrı yerlere koydular ve sağlamların mümkün olduğu kadar onlara yaklaşmamasını tembih ettiler. Hastaların elbiselerini yaktılar ve onlara yeni elbiseler giydirdiler. En nihayet tekrar ellerini yıkadılar ve hastaların bulunduğu yerlerde öd ağacı yakarak ve tekrar dua ederek ve bizden hiç bir ücret almadan yanımızdan ayrıldılar.)

Demek ki, iki asır öncesine kadar Batılılar hastalıklara karşı tamamen çaresizdi ve ancak sonradan Müslümanlardan öğrenerek ve tecrübeler yaparak, Kur'an-ı kerimde emredildiği gibi gayret ederek, bugünkü tıp ilmini öğrendiler.
Bugün, üniversitelerde okutuluyor ki, doktorluk iki kısımdır: Biri hijyen, sağlığı korumak, ikincisi terapötik, hastaları iyi etmektir. Bunlardan birincisi önce gelmektedir. İnsanları hastalıklardan korumak, sağlam kalmayı sağlamak, tıbbın birinci vazifesidir. Hasta insan, iyi edilse de, çok kere, arızalı, çürük kalır. İşte İslamiyet, tababetin birinci vazifesini, hijyeni garanti etmiştir. Bunu söylemekle Müslüman hiç hasta olmaz demek istemiyoruz. Temizliğe itina eden bir Müslüman, sağlam kalır, kolay kolay hasta olmaz.

geri    islamiyetvediğerdinler    ileri