On adet taş ve kainattaki sayısız düzen

Allahü teâlânın, sayamıyacağımız kadar çok nizâm ve âhenk içinde, halk etdiği sayılamıyacak kadar çok varlıklar tesâdüfen olmuşdur diyenlerin sözleri câhilcedir. Şöyle ki: Üzeri birden ona kadar numaralanmış on taşı bir torbaya koyalım. Bunları elimizde torbadan birer birer çıkararak, sıra ile, yanî önce bir numaralı, sonra iki numaralı ve nihâyet on numaralı olacak şeklde çıkarmağa çalışalım. Çıkarılan bir taşın numarasının sıraya uymadığı görülürse, çıkarılmış olan taşların hepsi hemen torbaya atılacak ve yeniden bir numaradan başlamak üzere çıkarmağa çalışılacakdır. Böylece, on taşı numaraları sırası ile ardarda çıkarabilmek ihtimâli onmilyarda birdir. On aded taşın bir sıra dâhilinde dizilme ihtimâli bu kadar az olursa, kâinatdaki sayısız düzenin tesâdüfen meydâna gelmesine imkân ve ihtimâl yokdur.

Daktilo ile yazmasını bilmeyen bir kimse, bir daktilonun tuşlarına gelişigüzel meselâ beş kerre bassa, elde edilen beş harfli kelimenin türkçe veyâ başka bir dilde bir manâ ifâde etmesi acabâ ne derece mümkindir? Şâyed gelişigüzel tuşlara basmakla bir cümle yazmak istenilse idi, bir manâ ifâde eden bir cümle yazılabilecek mi idi? Kaldı ki, bir sahîfe yazı veyâ kitâb teşkîl edilse, sahîfenin ve kitâbın, tesâdüfen belli bir konusu bulunacağını sanan kimseye akllı denilebilir mi?

Cismler yok oluyor. Bunlardan, başka cismler meydâna geliyor ise de, bu işde, yüzbeş madde hiç yok olmuyor. Yalnız yapıları değişiyor denilirse, radioaktif bozulmalar, elementlerin ve hattâ atomların da yok olduklarını, maddenin enerjiye döndüğünü haber vermekdedir. Hattâ, Einstein adındaki Alman fizikcisi, bu dönüşmenin matematiksel formülünü ortaya koymuşdur.

Cismlerin, maddelerin durmadan değişmeleri, birbirlerinden hâsıl olmaları, sonsuz olarak gelmiş değildir. Yanî, böyle gelmiş böyle gider denilemez. Bu değişmelerin bir başlangıcı vardır. Değişmelerin başlangıcı vardır demek, maddelerin var oluşlarının başlangıcı vardır demekdir. Yanî hiçbirşey yok iken, hepsi yokdan yaratılmışdır demekdir. İlk, yanî birinci olarak maddeler yokdan yaratılmış olmasalardı ve birbirlerinden hâsıl olmaları, sonsuz öncelere doğru uzasaydı, şimdi bu âlemin yok olması lâzımdı. Çünki, âlemin sonsuz öncelerde var olabilmesi için, bunu meydâna getiren maddelerin dahâ önce var olmaları, bunların da var olabilmeleri için, başkalarının bunlardan önce var olmaları lâzım olacakdır. Sonrakinin var olması, öncekinin var olmasına bağlıdır. Önceki var olmazsa, sonraki de var olmıyacakdır. Sonsuz önce demek, bir başlangıç yok demekdir. Sonsuz öncelerde var olmak demek, ilk, yanî, başlangıç olan bir varlık yok demekdir. İlk, yanî birinci varlık olmayınca, sonraki varlıklar da olamaz. Herşeyin her zemân yok olması lâzım gelir. Yanî, herbirinin var olması için, bir öncekinin var olması lâzım olan sonsuz sayıda varlıklar dizisi olamaz. Hepsinin yok olmaları lâzım olur.

Âlemin şimdi var olması, sonsuzdan var olarak gelmediğini, yokdan var edilmiş bir ilk varlığın bulunduğunu göstermekde olduğu anlaşıldı. Âlemin yokdan var edilmiş olduğunu, o ilk âlemden hâsıl ola ola, bugünki âlemin var olduğunu anladık.

Âlemi yokdan var eden bir yaratıcının bulunduğunu ve bu yaratıcının kadîm olması, yanî hep var olması, hiç değişmeden, sonsuz var olması lâzım geldiğini, (Şerh-i mevâkıf) kitâbı, uzun isbât etmekdedir. Kısacası şöyledir ki, değişmek, başka şey olmak demekdir. Yaratıcı değişince, başka olur. Yaratıcılığı bozulur. Yaratıcının değişmemesi, hep aynı kalması lâzımdır. Âlemin sonsuz olamıyacağını anlatdığımız gibi düşünürsek, değişmiyen yaratıcının kadîm olması, sonsuz var olması lâzımdır. Bunun için, hiç değişmiyen sonsuz var olan bir yaratıcı vardır. Bu hiç değişmiyen bir yaratıcının ismi (Allah)dır.

Allahü teâlâ, kendini tanıtmak için, insanlara Peygamberler göndermişdir. Ve onlara çeşitli mucizeler vermiştir. Mesela Hz. Musa zamanında sihir, büyücülük çok ilerlemişti. Musa aleyhisselam asasını yere koyup büyük bir ejderha olmuş, sihirbazların ellerindeki aletleri, ipleri yutmuştur.

İsa aleyhisselam zamanında tıb çok ileri idi. İsa aleyhisselam mucize olarak, körleri iyi etmiş, ölüleri diriltmiştir.

Bizim Peygamberimizin zamanında ise edebi söz ve yazı sanatı çok ileri idi. Yarışmada birinci olan şiir, yazı ve konuşmalar Kâbe duvarına asılırdı. Kur'an-ı kerim gelince, bunlar indirilip yerine, gelen ayetler kondu. İnatçı kâfirler hariç herkes Kur'an-ı kerimin Allahın kelamı olduğuna inandı. Bir benzerini hiç kimse söyliyemedi. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

 

(Eğer kulumuz Muhammed aleyhisselama indirdiğimiz Kur'anın Allah tarafından gönderildiğine şüphe ediyorsanız, o hâlde onun benzeri bir sure meydana getirin. Elbette bunu yapamazsınız, hiçbir zaman da yapmanız mümkün değildir.) [Bekara 23,24]

Bütün düşmanlar elele verip, aylarca, yıllarca uğraştıkları hâlde onun benzerini bugüne kadar söyleyemediler. Söylemeleri de mümkün değildir.

 

geri    imanveehlisünnet    ileri